KENDİ TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KENDİ TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2022

Bensiz Ben Yolumu Bulamam


20'li yaşlarım. Sezenli yıllar. 

Nerede dert, tasa, elem ben de bir Sezen şarkısı, nerede aşk, coşku, umut, bende yine bir Sezen şarkısı. 

Günlerden bir gün... Tanışıyoruz, çok seviyorum.

Yollarım hep kendimden öteye çıkarken ve sanıyorken kurtuluş O'nda 

ve üstelik

O değişiyorken her tutunduğumda!

Ben her onsuz kalışımda haykırıyordum avaz avaza: 

Sensiz ben yolumu bulamam!

 


Düşe kalka, tökezleye, ağlaya... Buluyorum. 

Gözyaşlarımda boğuluyorum. 

Her sabaha suskun uyanıp, her geceye konuşmaktan yorgun düşüp sızarak devam ediyorum. 

Yolculuğum uzun sürüyor. 

1 evlilik ve iki aşktan sonra O'nsuz değil, bensiz yolumu bulamayacağımı fark ediyor, 

Ve yolculuğumun yol arkadaşını buluyorum. 

Sevgiyle başlayıp aşkla devam ederken,

Artık biliyorum,

Bensiz ben yolumu bulamam.


Bana beni gösteren, anlatan, bu yolculuğumda bana eşlik edenlere teşekkürlerimle...





11 Nisan 2022

İyi ki Doğdummmm Bennnnn



Paylaşmak güzel demiştim ya bir önceki yazıda, eksik kalmış, siz onu çok güzel diye okuyun lütfen. 

Dün itibarıyla, yarım asırlık bir kadın oldum ben. 

Kağıt üzerinde öyle olsa da, yıllar bir şekilde hissettirse de, bence ben 50 değilim. İtiraf etmeliyim ki, kaçım ondan da emin değilim :)

Anneme hep sorardım kaç gibi doğdum ben diye, sabaha karşı derdi, kaç diye ısrar edince de 4'e doğru işte derdi. 

Dün sabah erkenden gözlerimi açtım, eşim "günaydınım, nar çiçeğim, sevdiğim" diye öpe koklaya uyandırdı beni,  klasik "iyiii ki doğdummmmmm bennnnnn" diye fırladım yataktan, güneş her zamankinden daha bir güzel doğdu, öyle ışıl ışıl, parlak parlak... Pek güzeldi, pek. Hele o yoncaya düşen çiğ taneleri, sanki biri üşenmemiş tüm gece yollarıma döşemişti. 

Sosyal medyama bir fotoğraf koyup 50 olduğumu tüm dünyama sabahın köründe duyurayım istedim. Sevmem öyle arasınlar, hatırlasınlar diye beklemeyi, haykırırım orta yere, duyan duysun, kutlamak isteyen istesin, sarılmak isteyenlere kollarım her daim açıktır ki, mutluluk başka nasıl bulaşacak değil mi? Telefonu elime alır almaz, yüzümü aydınlatan bir mesajla karşılaştım, tam da doğduğum saatte yazılmıştı üstelik, ya da ben o saati doğduğum saat olarak kabul etmeyi çoktan seçmiştim. 

Bugün 10 Nisan... Bazı şanslılar ve çoğu insan neşe doluyor. Günün ilk saatleri, bundan bir kaç 10 yıl önce... Heyecanlı bekleyişler içindeler; bilge bir genç kadın ve yakışıklı bir genç adam... O an, bu andan habersiz, uzaklarda bir çocuk neye olduğunu bilmeden gülümsüyor; ne kadar şanslı olduğunun farkında değil henüz. Ve işte vakit geldi ve bir viyaklama ile birlikte çok güzel... ama çok güzel biri gözlerini açtı, dünyaya! Elbette o gün onu sevenlere eşi benzeri olmayan mutluluk ve neşe saçtı. O saçmalar yıllarca, ama sadece Nisan'ın 10'larında değil hayatın, hep devam etti. Hayat tüm bu yıllar içinde o güzel kalple karşılaşma şerefine erenlere ne kadar şanslı olduklarını söylerken, o şanslılar da herkese nasip olmayacak bu kıymetin kıymetini hep bildi.

Bu şahane tarihin her tekrarında, masal ülkenin masal günlerine tanık olmuş kişilerin kalplerinde bir başka sıcaklık oluşur; onlar nerede olurlarlarsa olsunlar... O sıcaklıklar birbirini hep bulur. O anda evrende bir söz yankılanır: İyi ki!

Kutlu olsun,

Yüreği evrenden kocaman... Güzel kadın;)

Yüzümde açan güneşlerin sayısı gün içinde belli ki çok ama çok olacaktı. Zeytinlikler içinde, en sevdiğim yerde, en sevdiğimle birlikteydim. Belli ki, beni sevenler de es geçmeyecekti bu ışıltılı günü. Aynen tahmin ettiğim gibi oldu, sosyal medyam, telefonum, mesajlarım susmak bilmedi. Yüzümde açan güneşlerimi sayamaz hale geldim, çiçekler binbir çeşit, hangisini saysam diğerinin hatrı kalır gibiydi. Güzeldim, pek güzeldim. 

50 yılın tamamına bir çırpıda dönemesem de, hatırlayabildiğim kadarıyla geriye dönüp baktığımda, izi kalan, iz bıraktığım her kim varsa, ortak paydası, sevgi olmuş. Paylaşmanın güzelliği de, sırrı da burada bence. Sevgiyi koşulsuz ve canı gönülden sunabilmekte. Sen sununca, sana sunulan da koşulsuz oluyor. Çoğaldıkça çoğalıyor. 

Instagram'da hem kişisel tarihime kısa notlar düşüyor hem de gezilere yer veriyorum, ara sıra peri yokluyor, evrence karalama etiketiyle cümleler de yazıyorum. Dün sabah armut ağacının dalları arasında, arılar sabah toplantısını düzenlerken çektiğim fotoğrafı koyup, iki satır karaladım duyguma dair. 

Üniversite yıllarında 50'li 60'lı yaşlar çok yaşlı gelir, gereksiz bulurdum o kadar yaşamayı. Bugün 50'li yaşların ilk basamağında dileğim şudur ki 80-90 yıllık bir ömür daha yaşayabileyim 🥳🥳🥳 Bugün onca kutlama programına hayır deyip #y2ymavis ile tarlada olmayı seçtim. Beni en mutlu eden yerde, en mutlu eden kişiyle olmayı. Hayallerimin gerçeğe dönüşmesindeki katkısı sonsuz @yolda2yolcu_h ile şifası bol doğa da daha çok vakit geçirip yeni yollar keşfedelim. Yolumuz yolculuğumuz sağlıkla devam etsin. Klasik kutlamam ile kapanışı yapayım..

İyi kiiiii doğduuuunmmmm beennn🎶🎶🎶🎶🎶

Onlarca mesaj geldi tabi ardı ardına, "iyi ki"si bol cümleler sıralanmıştı, yüzümde çiçekler açtıran mesajların sıklığında tekrarlanan cümleleri çok sevdim; iyi ki hayatıma girdin, iyi ki seni tanıdım, güzel insan, bana ne çok şey kattın, iyi ki karşıma çıktın... 

Uzun yıllardır, birilerinin hayatına değmenin büyümekle eş değer olduğunu kabullenirim, şöyle ki, iyi veya kötü bitsin hikaye, o kişi ile karşılaşmanın ona ya da sana bir katkısı vardır, o katkı, senin o noktadan ya da onun o noktadan ileriye gitmesinde önemli bir çakıl taşıdır. Çakıl taşların ne kadar çoksa, varacağın yere döşediğin yol da o kadar sağlam olur. 

Tüm bunları düşünürken ve gelen tüm mesajları, telefonları yüreğimin köşelerindeki yerlerine yerleştirirken, Sevgili Buraneros'un "onlar nerede olurlarlarsa olsunlar... O sıcaklıklar birbirini hep bulur. O anda evrende bir söz yankılanır: İyi ki!" sözcükleri kulaklarımda yankılanırken, kelimelerini kendi kadar sevdiğim kirpi bir kutlama mesajı gönderdi, 

"... ben de 50'yi seçtim, bunca zaman yapamadığım, içimde kalan ne varsa ellimden sonra yapmayı hayal ediyorum, sağ kalırsam"

"Bugün hemen başla, vaktin varken, nefes alıyorken. Ufak olsun, düşlediğinin yanında bile geçemesin, ama sen başla... Ben karavan hayaline çöp kovası alarak başlamıştım..."

yazdım, tabi ki daha uzun cümlelerle! Ona yazdığım upuzun cevaba cevap olarak "umut oldun" yazdı. 

Gün içindeki onlarca mesajdan sonra olanı biteni, geleni gideni, seveni acıtanı derken, düşünceler birikti de birikti, çam ağacının gölgesinde soluklandığım bir anda, erkenci eriği seyre dalmışken, dökülüverdi:

Gölgen Yeter

Bir ağacın gölgesinde gibi derin bir huzur seninle olmak
Mevsim değiştikçe, olanı olması gerektiği gibi, hatta olduğu kadarıyla yaşamak
Mevsimi gelince yol kenarındaki erkenci erik ağacı gölgesinde yeniden solunlanmak

Bilir misin sevdiğim gölge olmak, umut olmaktır yer diğerine
Göz kırpmaktır o görmese bile, kalbini açmaktır sabahın en erkeninde
Hiç beklemediği bir anda, bir papatya falında mesela, seviyor olan çıkabilmektir hesapsız bir şekilde

Hesapsızca sevdiğim ve sevildiğim, nice yıllarım olsun. Kalbim daha da büyüsün, dünyanın tüm canlılarına duyduğum sevgim daha da çoğalsın dilerim. Sabah evden çıkarken tüm evrene ağız dolusu günaydın diyebildiğim, yüreğim yettiğince tüm canlılara selam edebildiğim, şifası bol doğada daha çok vakit geçirip yeni yollar keşfedebildiğim, ömrümün kalanında yolumun da yolculuğumun da sağlıkla devam etmesini dilerim. 

Bunca anı, laf ve dilek klasik bir kutlamayı hak ediyor bence... 

İyi kiiiii doğduuuunmmmm beennn🎶🎶🎶🎶🎶

***

Asu Mansur'un çok sevdiğim bir yazısı var, 50 yılını özetle deseler, içinden çok fazla cümle alıp koyardım. Herkese kendini koruyabilecek kadar bencillik, kendini ifade edebilecek kadar özgürlük dilerim. 

Mükemmel olmamız gerekmiyor, gerçek olmamız ve bunun için kendimizi sevmeyi öğrenmemiz gerekiyor.

Çünkü hiç kimse hazır ve bitmiş değil. Hepimiz büyüyoruz!

Her mükemmellik idealinin gerçek dışı olduğunu anladığımızda özgürleşebiliriz.

Asıl ihtiyacımız olan mükemmelliği aramak değil, olduğumuz gibi olmamıza izin vermek, daha fazlasını kabul etmek, kendi sınırlarımızı tanımak, kendi başarısızlıklarımız karşısında kendimizi bu kadar suçlamamak, hata yapmanın yanlış olmadığını unutmamak..

Kusurlu olmak, her zaman elimizden gelenin yetmeyeceğini, acı duymanın, yorulmanın, aldatılmanın, çelişmenin, beğenmemenin normal olduğunu bilmektir.
Başkasının beklentilerine göre yaşamaya ihtiyacımız yok, kimsenin de bizimkine.

Bazen basitçe gerçek olma özgürlüğüne sahip olmak için hayal kırıklığına uğramanıza izin vermelisiniz. Mükemmellik imajı inşa etmek bizim görevimiz değil, ne kendimiz ne de kimse için, sadece vicdanımız rahat olsun, elimizden gelenin en iyisini vermeye çalışalım, hatalardan ders çıkaralım ve adım atalım …
Her gün biraz daha.

Çünkü kusuru kabul etmek gereklidir: Huzurumuz için, akıl sağlığımız için, büyümeye izin vermek için…Ve ruhumuzun ihtiyacı olan Özgürlük için.

Sadece kendini kusurlu kabul edenler, kendilerini gerçekten görme ve bununla evrim geçirme cesaretine sahiptir. Hepimiz kusurluyuz…tamamlanmadık…hepimiz insanız..

Biz gerçeğiz!

Ve bu çok güzel!

Kusurlu olmanın rahatlığına,
her zaman kabul görmeyi aramamanın huzuruna, her zaman herkesi memnun etmemenin özgürlüğüne, bir karakter yaşamayı reddetmenin hafifliğine, kim olmayı kabul etmenin mutluluğuna izin ver.

Hem belki kusurlu gördüğün yer ,tüm binanı taşıyan yerdir.

Bilemezsin🤍


05 Ocak 2022

Aydınlanma


Sabah aniden uyandım. Zihnim tiyatroyu kurmuş, rüyamda ele geçirmiş egom sahneyi. Oynatıyor sevmediğim bir filmi, tüm karakterleri öyle bir yerleştirmiş ki sahneye, içimin korkuları, beni kıran, parçalayan ne varsa, görüntü, tavır, söz... hepsi "Erving Goffman'ın Dramaturji Yaklaşımını" benimsemiş egomun son şahaserinden kesitler sunuyor. Dramaturg egom ve işbirlikçisi zihnim, Oscarlık oyun sergileyen başrol, karakter ve yardımcı oyuncularla en acımasız sahneyi çekerken, uyandım. Aniden. 

@berrakyurdakul uyumayın der, acıyı biriktiren zihninizi uyandırın. Egoma, dur bakalım diyorum. Onu oraya sen koydun, cümleyi sen kurdun. Ama beni acıtmana, kırmana, bir girdaba sürüklemene izin vermiyorum. Bir tercihim var. Daha önce yırttığım fotoğraflar gibi bunu da yırtıyorum.

Telefonumdaki notlardan @asumansur'un rüyalar ile ilgili gönderisini buluyorum. 4. gece; bırakmalısın.

Bırakıyorum. Sabah ezanı başlıyor. Dinliyorum. Zihnimi dinlendiriyorum. Huşu içinde, sabahın o kör karanlığında, aydınlanıyorum.

Bu aydınlanma halimi, instaya dünkü çuhaların fotosunu da ekleyip, duygu seli olup akıtıyorum. Kalemime sağlık. Yazdıklarımı pek beğenen egomu, bi sus allasen deyip, ikinci kez def ediyorum. Sabah sabah bela oldu resmen. 

Ofise gelirken kafam bulanık, sabah henüz aydınlanmamış, bense, günün planını yapıyorum. Önce şu, sonra bu. Öncem bloga yazı yazmak, başlayacağım yer belli. İnstadan bir "coppy paste" marifeti ile sabahki duygu durumu dökümümü beyaz sayfa ekliyorum. 

Yol boyu kafamda toparlamaya çalıştığım Berrak Yurdakul'un Ev Yapımı Paraşür kitabından yaptığı gönderiyi bulup bir kez daha okuyorum. Ofis sakin, kedilere mamaları verildi, sabah çayı bardağa kondu, maillere bakıldı cevaplandı, şimdi arkama yaslanıp, zihnin eğitimini tamamlamada. 

Gereksiz Acıları Çekmeyi Reddedin ⛔️

Aynı kötü filmi para verip yüz defa izlemezsiniz, ama aynı kötü hatırayı zihninizde yüz defa yeniden canlandırırsınız.

Zihniniz kötü hatıralarınızı tekrar tekrar ortaya çıkarır ve size her defasında aynı sıkıntıyı, aynı üzüntüyü yeniden yaşatır. Rahatsızlık verici bir anı belirdiği anda hemen dikkatinizi ona verir ve üzerinde düşünmeye, yorumlar yapmaya başlarsınız. Mesela bir arkadaşınızla veya sevgilinizle ettiğiniz kavga aniden zihninizde canlanır ve siz ettiğiniz kavganın anısına hemen dört elle sarılıp her şeyi bir kez daha en baştan yaşamaya başlarsınız. Üstelik bu defa orijinal kavganıza yepyeni pişmanlıklar da eklemişsinizdir: ‘Keşke o bana şöyle dediğinde ben de böyle deseydim…’ ‘Ben öyle deseydim o da böyle derdi. O zaman ben de derdim ki…’
Böylece hayal gücünüzle süsleyerek güzelce baharatladığınız aynı yemeği bir defa daha yersiniz. Fakat yemek bayat ve zehirlidir. İlk defasında olduğu gibi yine midenize oturacak ve sizi hasta edecektir.

Zihninizi eğitirseniz anılar sizi üzemez hale gelirler. Bu bir çeşit hafıza kaybı değildir. Anılarınız kaybolmaz, yine orada, zihninizin içinde dururlar. Kaybolan şey onların her defasında yanlarında getirdikleri duygusal yüktür. Hiçbir anı -eğer ona ilginizi yitirirseniz- kalmakta direnemez; bağımlılığı sürdüren şey anıyla aranızdaki duygusal bağlantıdır. Düşünmeyi kesmek zorunda değilsiniz, sadece ilgilenmeyi kesin. Anılarla ilgilenmeyi bıraktığınızda onların duygusal şarjı boşalır ve duygusal enerjisini kaybeden anı zamanla yitip gider. İlgisizliğiniz sizi özgürlüğe kavuşturacaktır.

Bunu asla unutmayın: gereksiz olan bir acıyı çekmeyi reddetmek, sizin en doğal hakkınızdır.

 

Büyürken sıklıkla yaptığım bir şeydi, geriye dönüp, sahneleri canlandırmak, her seferinde, Selçuk Erdem'in zannımca "kült" olan karikatürü gelirdi aklıma. Gülerdim. Sis perdesi dağılırdı. Gülmenin, zihnin sis çöktürmeye müsait havasını dağıtması mucizevi gibi gelir bana. 

Gülmek üzerine bazı egzersizleri seyredip, zihni negatiften pozitife götürmesini gözlemlediğim o görüntüler geliyor aklıma. Bir ağız gülebildiğimiz anların çoğalması, kahkahadan sandalyeden düştüğümüz zamanların gelmesi farklı krizleri yaşamış bir insan olarak çok uzakta gibi görünüyor bana. 

Elbet hiç bir şey kalıcı değil, elbet zaman değişime, değişim de zamana ayak uyduracak. Kanun böyle. Su akar, toprağa karışır, topraktan buhar olup, buluta, buluttan, tekrar yer yüzüne... Döngü bu. Fırtına olur, boran olur, güneş açar, kuraklık olur, kar yağar, sis çöker. Devinim halindeki doğa gibiyiz. 

Döngülerimiz oluyor, yaşamak hali... Dün sevdiğimize bugün yan bakıyoruz, olmaz dediğimiz olur olunca şaşırmıyoruz, gün geceye, gece sabaha kavuşuyor, her gün ısrarlı ve kararlı, her farklı ve bir o kadar aynı... 

İnsanın doğa ile uyumlanması döngüleri kabul etmesi, onlara hoş geldin diyebilmesi, ne kadar kalacağını ise, tercihlerimiz belirliyor. 

Zihni eğitmenin ve gereksiz olan bir acıyı çekmeyi reddetmenin en doğal hakkımız olduğunu kabullenmek zaman alıyor. 

O zamanı kendimize ayırmak ve sevmediğimiz anıların fotoğraflarını yırtıp atmak, mümkün. 

Anı bir yere gitmiyor, ara ara da uğruyor, ama eskisi kadar acıtmıyor, kalıcı da olmuyor. 

Çok fotoğraf yırttım, oradan biliyorum. 



Fotoğraf / 2010 - Newyork Seyahatinden 

04 Ocak 2022

Var Bir Hayalimiz

İçim kıpır kıpır, uzaklardaki bir evrene, evrence bir sürpriz yapacağım bugün. Ama o sürprizi yapacak bir işbirlikçisine ihtiyacım var. Pek ala internet üzerinden de konu halledilebilir ama benim ruha ihtiyacım var. İşte o ruh, kendisinde ziyadesiyle var olanım, benim kıymetli listemin ilk 5inde yer alan dostuma, bir mail ile ulaşıyorum, durumu anlatıyorum. Kestane kebap acele cevap geliveriyor; halledecek. Oy sarılmam mı, öpmem mi? Pamuklara sarıp sevmem mi?

Orkide mesela sıradan olurdu ya da kaktüs. Ben çuhayı seçtim. Mesajı güzel benim için; renkliyim, kırılganım ama dayanıklıyım der çuha. Bir fotoğraf ile renk ve model beğenime sunuluyor. Eyvallah diyorum. Bugün için elinde olur merakın olmasın diyor. Allah biliyor ya, içimdeki coşkun koşup boynuna bir kere daha sarılıyor. Dostum diye demiyorum, güzel adamdır, yüreği kocamandır. Severim kendisini, ama ne sevmek. 

İçim kıpır kıpır ama sadece düne bugüne değil, var olan hayallerimin, gerçeğe dönüşmesine, dönüşürken yanımda olana, 31 Aralık gecesine ve elbet 1 Ocak sabahına, hep aynı coşkuyla karşılık veriyorum. Bunu yazarken fark ediyorum ki uzun zamandır, içim coşkun. Güne, ana, insana ait ve dair değil bu coşku, yaşamaya dair. Şu fani dünyada 50. yılını geçirecek olan bedenim, ruhum ve benliğimin minnetle dolup taşan halini pek seviyorum. Yolculuğum kolay olmadı ama kabul etmeliyim ki bir o kadar da şanslıydım. Güzel insanlarla kesişen taşlı yollarımı, seller de bastı, korsanlar da, çiçekler de açtı yollarımda, ağaçlar devrilip patikalarımı bile kapattı. Ama dedim ya şanslıydım bir biçimde, güneş her gün yeniden aynı ve benzersiz şekliyle doğdu. 

3-4 yıl öncesiydi, "maviş" hayatımıza girdi. Canım maviş, ilaç olsa bu kadar iyi gelebilirdi. Bir anda, dünyamız dönüşmeye başladı. Daha çok doğa, daha çok ağaç, daha çok deniz, daha çok özel ve güzel insan, daha çok huzur, daha çok mutluluk ve şu anda aklıma gelmeyen daha pek çok "daha" kattı hayatımıza.

Pandemi döneminin zorlu 2020 ve 21'ini maviş sayesinde nefes alarak geçirdik. 2021'de geziler yaptık uzak diyarlara, Şubat ayı Datça, Mart ayının ilk günleri Cacha üstü, aniden bulutlardan paçayı kurtaran güneş sonrası denizle buluşma ve en erken sezon açılışı, Nisan ayında defalarca gidilen Eskikaraağaç Gölü ve elbet değişmez rota Ören Altınkamp, Haziran'da 100 yıllık ceviz ağaçları ile çevrili Cevizli Bahçe Kampı, Temmuz ayında hedef Berlin gezisi, Eylül ayında bir kez daha Datça, Marmaris, Dalyan, Bodrum, Bafa, İzmir diye uzayıp giden anılar kumbarasına 10 güzel an daha yolculuğu, Eylül'e veda için çıktığımız yolda, küçücük kırmızı bir tabela ile keşfimiz ve ilk yaban deneyimi için biçilmiş kaftan Karagöl, Kasım'da Kocayayla bir başkadır İnegöl'e varması harikadır yolculuğu, Aralık ayında nostaljik İstanbul turu, Delmece Yaylası kış kampı denemesi ve elbet yeni yılı karşılamak için seçilmiş, Bozcaarmut ve Küçükelmalı Göleti kampı.

Tüm bunları hatırlıyorum bir bir, aldığım küçük notları okuyor, gülümsüyorum. Arada hatırlayamadığım zaman, instaya başvuruyorum, orası fena, daldın mı çıkması vakit alıyor, insta anılar denizinde yüzerken bir fotoğraf gözüme takılıyor; 2020 senesinde altına bir not düşerek paylaşmışım, altındaki notu bugün de olsa yazabilirim halime, bir kez daha ve belki de daha da içtenlikli olarak şükür ediyorum. 

2 yıl önce bu günler. Zürih sokaklarında yüzümüzde daimi bir tebessüm. Yoldayız çünkü. Yolda olmayı seviyoruz. Biz "yolda2yolcu" olalı beri @yolda2yolcu_h ile söylediğimiz bir şey var, "her şey daha güzel olacak" Bir niyetin tebessümle taçlandırıldığı gerçeklik hali. Elbet koca bir teşekkürü hak ediyor hayat arkadaşım, yüzümü hep güldürdü çünkü. Birlikte nice yollarımız, yolculuklarımız olsun inşallah.
.
Hayatta en çok istediğim, varlığından gurur duyduğum, kardeşim olsun diye her şeyden vazgeçmeye niyetlendiğim @uzaytopuz hadi diyor, ben geliyorum siz de gelin. Zürih planı bile yokken, böylece ekleniveriyor listeye. Gidiyoruz. Ne güzel bir kardeşsin bir bilsen, ne yakışıklı, ne iyi kalpli. İyisin yani, güzel bir adamsın. Varlığın yetiyor, tüm güzellikler senin olsun emi.
.
Uzakları yakın eden teknoloji ile annem babam da bizimle. Her yeri görebilirsinler istiyor insan. Bazen denk gelmiyor işte. Derim ya, kalpler bir olsun önce. Sevgi ile büyütülmüş, o şanslı çocuk benim. Yüreğim bu kadar büyükse ve sığıyorsa tüm dünya içine, onlar sayesinde. Hep var olun, dağ gibi gücünüz, denizler kadar sevginizle,
.
Minnettarım hayatıma, beni pişirme haline. Hırpaladığı da oldu, pamuklara sardığı da... İyisi de kötüsü de bize ya hayatın... Yaşıyoruz işte.
.
Söz uçar yazı kalır ya... Kalsın burada.

 



Velhasıl, içimin coşkunluğu ile karşıladım 2022'yi;
Bol gezmeli, görmeli, kahkahalı, bedenen ve ruhen sağlıklı, huzurlu, dengeli, sabırlı, heyecanlı, az dertli, dostlarla kurulan sofraların bereketli, sohbeti keyifli, aile ile geçirilen günlerin kıymetli, tüm bunları yaparken yeter miktar paralı bir 2022 olsun. 

30 Aralık 2021

Güzel Dilekler, İyi Niyetler

Bir kaç zamandır, olumlu düşünmenin üzerimdeki etkilerini gözlemliyorum. İyi niyetlerle döşenen yollardaki mayınları temizlemek kolay olmuyor. 49 yılın alışkanlıkları öyle bir günde falan silinmiyor. Anı yaşamak da denildiği kadar kolay değil.

Blog yazdığım o yoğun yazma, içini akıtma, içini dışarı çıkarma, içi dışı bir günlerden sonraya denk gelir, "instagram" ile tanışıklığım. Fotoğraf tutkuma eklenen kısa cümlelerle, zaman zaman yazdığım "evrence karalamalar" ile bloga olan özlemim kısmen törpülenmiş olsa gerek ki, uzun zaman bakmadım "Evrenin Dünyası'na". Zaten belli bir tuş sayısı ile nispeten "ciddi" mecra kuşum "twitter" da gündem takip ettiğim bir sanal alan olarak kaldı hayatımda. 

Günlük tutmayı becerebilen insanlardan değilim. Öyle düzenli okuma, yazma, izleme ritüelim falan da yok. Denk gelir, okurum günlerce, aylarca, kitaplarca, denk gelir yazarım bloglarca, sayfalarca, denk gelir izlerim, saatlerce, bölümlerce. Bu aralar yazasım var. Akıyor gürül gürül klavyem. Hiç bir şey seyredemiyorum mesela. Okumak da sancılı bir "kıracaksın şeytanın bacağını", " işte bu kitap o kitap" nidalarıyla, günde 30 sayfa boyu ilerlemiyor. Ne zaman seyretmeye ya da okumaya niyetlensem, bir iç sıkıntısı, bir kafada planlar, akla hayale gelmeyecek iş listeleri, uzun zamandır aranmayan kişilere, "alo" deme isteği. 

Bak bu aralar kendime bile fazla geldiğim bir durum var ki; "konuşmak", yeminle benim diyen dinleyicinin içi daralır. Benim kendimden içimin daraldığı oluyor. Bak ya acaba bu yüzden mi yazıyorum ben gene. 

İnsta enteresan bir yer, öyleymiş hayatlar, böyleymiş güzelliklerle bezenmiş bir "sanal" dünyada kendini o dünyaya kaptırıp neden okunmuyorum, neden okunuyorum diye kafayı sıyırma noktasına gelenler mi ararsın, ara ara o "sanallık"tan bunalıp gerçek hayatına dönüş yapıp, orada barınamayıp yeniden "mış" hayatına dönenler, bunu hayatının itirafı olarak, salya sümük anlatanlar mı ya da ne bileyim, her anını ama her anını "story" yapıp, birileri hayatı ile ilgili bir şey söyleyince, kim oluyorsunuz da siz benim hayatıma laf söylüyorsunuz, benim özelim bana, siz karışamazsınız diye çemkiren ama özeli dediğini bile an be an "sanal"da yaşayanlar mı?

Galiba becerebilene, dozunu tutturabilene her "sanal" ortam güzellikler sunuyor. Biraz da ilgi alanının ne olduğu önem arz etmiyor değil. Herkes de "Meydan Larousse" meraklısı olmak zorunda değil. "Hey" dergisi hastası, "Müge Anlı" heyecanlısı, "Siyaset Meydanı" müptelası da olacak ki çeşitlilik artsın. Valla ben inanıyorum nerde çokluk, orada bereket.

Şu güzel ömrümün, şu fani dünyada geçirdiği 49 yılı geride bırakırken, üstelik 50'ye dayadığım merdivenle bu yılı karşılıyorken, kendime verdiğim sözüm falan yok. Tutmuyorum çünkü, çok denedim, çok yanıldım. Gene deneyip gene yanılsam da olur aslında. Galiba bu hayatta becerdiğim şeylerden biri haline geldi "kabullenmek". Mesela reçel pişirmeyi beceremiyorum, aldım koydum bu yanımı bir kenara. Çok denedim, çok şerbet, çok kaya, çok balçık yaptım ama reçeli yapamadım. Baktım olmuyor, yemeği de bıraktım. Anacığım yaparsa ne ala. Bak o zaman ağız dolusu yer, son lokmasına kadar keyfini çıkarırım. Bir diğer şey "asla" dememeyi öğrendim galiba. 

Asla yapmaz, asla seyretmem, asla gitmem, asla dokunmam... Hayat bu! Öyle bir "yedirir ki" o "asla"yı diyene, o masadan kalkamaz bir süre. 

Pandeminin yarattığı hezeyanları bir yana bırakıp, üstelik 2021 yılı başında Corona atlatmış insanlar olarak, 2022den de kendimizden de büyük beklentilerimiz yok. Mavişi tam zamanında ve severek aldık ki hayatımıza, galiba en çok minnet bu anlamda kendimize. Kesinlikle, hayata baktığımız yeri daha çok sevmemizi sağladı. 

Her daim sağlıklı olmayı öncelikleyerek, daha çok doğada olabilmeyi, daha çok çiçek görmeyi, kuş sesi dinlemeyi, ağaçlara daha çok sarılabilmeyi, yeni yerlere, göklere, denizlere, göllere uyanabilmeyi, haliyle gezmeyi, kediye, köpeğe, insana, yaşlıya, gence daha umutlu günler, yarınlar sunacak bir ülkeye hızla ve daha fazla vakit kaybetmeden dönüşebilmeyi umuyorum. 

Umarım ve diliyorum ki, iyisiyle, güzeliyle, acısıyla, tatlısıyla, 2022'de de iki kelam edecek nefesimiz, insanımız, neşemiz, sağlığımız, bunları yapacak paramız olur. 



Sevgiyle, inançla, aşkla... Hoşgel 2022.





09 Aralık 2021

Bir Kez Daha


Bir deneme daha! Sabah rutini oluşturabilirsem belki yazmak yeniden vücut bulur kalemimde. Önce günlük rutinleri yazmalıyım. İşin büyük bir kısmını böylece halledebilirim. Belki??? 

Sonrası... İyi de ben neden yazıyorum? Ne oluyor da yazıyorum. Nasıl yazmayı seviyorum. Cevap basit, tek. Ben kurgu yazmayı seviyorum. Bir  duygudan yola çıkmalıyım, bir kelime beni alıp götürmeli,  okuduğum bir haberin sarsıntısı ile almalıyım kalemi elime.  Yo dostum yo,  günlük rutini yazmak bana göre değil. Hem sormazlar mı adama "sen ne zaman günlük tuttun" Hem, ya unutmak istediklerim olursa. Kurgu olunca gerçek arada kaynıyor. İyi de oluyor. Ben bile unutabilirim zamanla neresi gerçek nerede başladım kurmaya. 

Gerçek dedim de, bu ara rüyalarım yoğun, karmaşık, saçma. Unutuyorum üstelik. Rüya yorumcusu ustama, hemşireme anlatacağım diye, rüyamda bile söylüyorum, unutma! Gel gör uyanır uyanmaz kafa sisli Londra. Gerçekle rüyanın ne mi alakası var, habercidir rüyalar çoğunlukla. Seni sana anlatır. 

Ben günlüğe döneyim; sevgili günlük, bu sabah Mezdeke ile uyandım. Kafada Mezdeke çalıyor, gümbür gümdür. Nasıl bir kıvırtmak. Açtım Gonca Vuslateri seyrettim. İnstası olan buyursun buradan yol alsın.  Hayatta eğlenmeyi, kendini güldürmeyi bilmek ne güzel bir özellik. Tabi enerjin de olacak, ben hala yataktayım, miskinlik yapasım var. Hazır öğlene kadar kafa tatili. 

Koltuk bekliyorum aslında. 1 ay önce anacağızım ve babacağızım aldı. 2  -3 gün önce telefon numarasını bulmak için girdiğim sitede bir de ne  göreyim; koltuğun fiyatı %50 artmış. Aynı gün öğleden sonra; tuvalet kağıdı almaya gittiğimde fark ettim "selpak" 132 lira. Biri ahkam kesmiş. Kağıt maliyetinin arttığını tuvalet kağıdı ile anlayanlar neresi ile yaşıyor belli oldu diye. Bak bak sen!  

5-6 yıl önceydi. Fiyatlar kabul edilebilir olmalı ki, ortalıkta tuvalet kağıdı tartışmaları henüz yoktu. İşten eve dönerken uğradığım mahalle marketindeki kızlara laf attım. Neşem yerinde, keyfim bomba. Sevgili günlük bilirsin ki, bu hallerim tadından yenmez, öyle şeker, öyle bal kaymak. 

Yaşlı bir çift ilişti gözüme, eline aldığı ay çiçeği yağı tenekesini eşine uzatıp baya artmış fiyatı, almasak mı dedi. Adam başı önde mahcup, sen 1 litre al gene de yemek neyle pişecek dedi. Eve geldim. Annemle konuşurken, kalbimin ne kadar sıkışık olduğunu anlattım. Bu ülkede insanlar uzun zamandır çok zorlanarak yaşıyor, yaşıyoruz. Yaşam pratiğinde, günlük koşturmacada fark etmesek, üstünde durmasak da, dayatılan yaşam formlarına evriliyoruz, orada kendimize hayat üçgeni buluyor, aldığımız nefese şükür ediyoruz. 

İyi şeylerin sayısı 1,  kötü şeylerin sayısı 100. Bu maç hep benzer bir skorla bitiyor. Lig desen kurtlar sofrası. Hep bir yalan dolan, kandırmaca, algı oyunları. Pandeminin yarattığı kaos da, maç biterken hakemin 5 dakika daha uzatma vermesi gibi. Yediğimiz gol yetmemiş gibi bir de penaltı yiyoruz. Üstelik takım 10 kişi kaldı iyi mi? Günlük, fark ettin mi futbol lügatim 101 Giriş dersini vermiş bir öğrenci düzeyinde, sen bir de koltukları düşün, yeni çırpılmış yün gibiyim.  

Siri mi edinsem bir adet, bari arada cevap verir. Günlük dedik, kapına dayandık, ağladık, sızladık, tık yok. Siri olsa, fıkra anlatırdı. 

Ben yarın gene deneyeyim, olmuyor, peri ile bir araya gelecek ortamlar doğmuyor. Azmin elinden... Neyse günlük senin de terbiyeni bozmayayım, benden bu kadar. Sevgili günlük, umarım uzun bir süre görüşmeyiz. Hem itiraf etmeliyim ki, peri senden daha matrak. 

9.12.2021 / Bursa / İş yeri / Fotoğraf: 2018 Zürih / Çünkü bu bilgisayarda bir tek o yıldan kalan üç beş foto var.

 

08 Aralık 2021

Sana Bir Özür Borçluyum



Yok olmuyor, misal bugün nasıl bir kararlılık, nasıl bir azim, nasıl bir odaklanma... 

Ne ararsan var, ama peri gene yok. 

Dün gece... 

İç ses: "sana bir özür borçluyum"

Bu cümle takıldı aklıma, buradan koşarım ben dedim, sabah oldu yürüyemedim bile.

Yazdım sildim, çizdim bozdum derken... Olmuyor dedim. Olmayacak belli. Bıraktım taslağa. 

Peri ile arama yollar, bayırlar, sıra sıra dağlar girmiş belli. Ferhat değilim ki aşayım dağları. 

Sonra dedim ki neden duracakmış, durmasın taslakta, yarım yamalak, eksik gedik ver yayına. 

Valla ara sıra söz dinliyorum, aferin kendime. Takdir, şayan, alkışlarla yaşıyorum. 

Şükür ki bu konuda kendime yetiyorum. 

Aferin kendim, bravo kalemim, helal olsun sana hüznüm. Ver coşkuyu deli yönüm. 


Sana bir özür borçluyum. 

Karadenizin hırçın dalgalarının sahile vurunca kumda bıraktığı izler misali, açtığım yaralarında biriken tuzlar için.

Sana bir özür borçluyum. 

Sabahları uyanıp da güneşin deniz üzerindeki dansını seyre dalıp, huzurlu başladığın güne, çalan telefonun acılığınca, gözyaşlarımdan öte bir şey söyleyemeden kapattığımda yağan yağmurlar için. 

Sana bir özür borçluyum.

Çam ağaçlarının gölgesinde okuduğun romanın bir satırında, aklına düştüğüm o ilk anda, gülümseyen parlak kahve karası gözlerinde, daha fazla kalamadığım için.

Sana bir özür borçluyum. 

Sımsıkı tuttuğun elimi, dikenli tellere çevirip de akan kanlarını görmezden geldiğim, o ellerini yanan ateşlerde kurutmanı uzaktan uzağa seyrettiğim için. 

Sana bir özür borçluyum. 

Söylediğin onca güzel sözü, yüreğinin sesini, en derin dehlizlerime gömüp, sessizliğe mahkum ettiğim halde, aklıma düştükçe, durup durup yüreğine dokunduğum için. 

Sana bir özür borçluyum. 

Sen severken, arsızlığımda boğulup, yılanın olduğum için. 

Sana bin özür borçluyum. Seni sevmeye geç kaldığım için.  


Fotoğraf / 2018 - Cennetimde bir gün daha


 


07 Aralık 2021

Şahane Karar



Şahane bir sabaha uyandığım söylenemez, Bursa işte!  Lodosu ile meşhur, kafamı allak bullak ediyor, peki kafam bunu nereden biliyor? Dışarıda lodos olduğunu yani. Bu tür soru cevaplara girmeyeyim çıkamıyorum çünkü.  

Bugün şahane bir sabaha uyanmadım.  Yataktayım, ilham perisini bekliyorum, dışardan gören öylesine yatıyorum sanır. Oysa ben kararlıyım, iki satır olsa da blog yazısı yazacağım. Sandıkları karıştır karıştır nereye kadar. 

Kafa sesi var ya, bır bır vır vır konuşan, gevezeliği üzerinde.  Geceleri, gündüzleri, gittiğim yerleri, hayallerimi, her şeyi düşünüyorum. Üşüştüler resmen başıma sabah sabah. 

Gezegenler suçlu bence, bir doğru düzgün hareket edemiyorlar, bir öyle bir böyle. Kesin  vardır bu işte bir parmakları, baş ağrısında yani.  

Yavaş yavaş yataktan kalkmak, güne başlamak lazım. İyi mi ettik bu black out perdeyi seçmekle? 

İnstada şöyle bir dolaştım baktım ki herkes kararlar alıyor yeni yeni. Biri spora başlıyor, biri yeme düzeni ile ilgili değişiklikler yapıyor, başkası hayatı ile ilgili önemli kararlar alıyor, bir başkası daha önce aldığı hayati kararları değiştiriyor. 

Ben de bir karar alıyorum. Bedava sirke misali, baldan tatlı geliyor.

Yorganı başıma çekiyorum.  Olası bir ışık sızmasını böylece bertaraf ediyorum. Bu sabahı sevmedim. Şahane değil bir kere!

Ben şahane sabahlara uyanacak şahane bir kadın olarak lodosu protesto ediyor ve güne başlamıyorum. 

Gün düşünsün gerisini, gezegen kahrolsun dizilişine, black out perde karartsın içini, yastık yorgan ağlasın bu gidişe. 

Karar gibi karar almanın verdiği huzurla dalıyorum yepisyeni bir uykuya. 

Belli mi olur, şahane bir rüya görür, kıs kıs gülerim kaderime. 

Kederim mi olacaktı o!

Neyse, zaten lodos var dışarıda, uçuşuyor yapraklar, savruluyor ne var ne yoksa. 

Düşünceler gibi.

Savruluyor 

Bir kuzu iki kuzu üç kuzu...


***

Fotoğraf / 2021 - Velké Bílovice - Çekya / Mutlu sabahlara uyandığım Berlin gezisinden

07 Eylül 2021

Gece Gece



Henüz masa boş.

Elde avuçta kalan ne varsa harmanlamışsın bir anda. Biraz aşk katmışsın biraz da umut, heyecanın bir titrek yaprak, ağacın en cılız dalında. 

Omuz başlarında dünün yoğunluğuna eklenen günün yorgunluğu, içe dönük durmaları hep bu yüzden. Sen ki yürürken incecik topuklarınla, dağlar eğilirdi karşında. 

Başın da sağa çekiyor sanki, nasıl çekmesin ki, binbir derdin kızıl kuyruklu tilkiler gibi, hem değmesin istiyorsun hem de birbirlerine sataşmasınlar. Olmayacağını biliyorsun. Nafile bir istemek hali seninki, içine içine konuşup, sessiz bir çığlık misali. 

O anlatıyor, sen dinliyorsun sükunetle ta ki o sihri bozan cümleye  kadar,  tüm yorgunluğuna rağmen, umutlusun da gecenin getireceklerinden. Belli mi olur, belki yağan yağmurda ıslanırsınız inceden. Hayal etmesi bile güzel. Öyle uzun zaman geçti ki üzerinden, sahi 2003 muydu? Belki 2013 yazı. Yanlış hatırlamıyorsan 2018 Temmuz ayıydı, Datça'da küçük sahil kasabasında, o sahilde, zamansız bir kopuş anıydı gerçeklerden.  Ne geceydi ama! Sahi kaç yıldız kaydı gökyüzündeki bulutsuz karanlıklardan. 

Ah zaman! Bazen ve sıklıkla acımasız bir makina gibisin. Pasın alınacak ki işleyesin. Harman ettin yılları, anları, anıları... 

Masa henüz boş. 

Bulutlar kararıyor, deli bir rüzgar... Kendinden önce uğultusu duyuluyor, sonrası tufan, sonrası yağmur, sonrası bir çakal sürüsü uğuldaması. Gece henüz zifiri karanlık değilken, korkuna sarılıp, biraz bekleyip, karanlığa bırakacağına neyin varsa, ayağa kalkıyorsun o heyecanla.

Döküldü mü taşların! 

Ah be kızım dedim ben sana, etek giyilmez puslu havalarda. 

Usulca topla masayı, sessizliğe as umutlarını, yorgun omuzlarına yep yeni bir yükü daha vurduğuna göre, söndür ışıkları, yat uykuya. 

Uyuyabilirsen yarın yeni bir gün. 

Uyanabilirsen kur sofrayı bir daha, unutma mutlulukla kahvaltının yakın bir ilişkisi vardır aslında. Şair yalancı olacak değil ya. 

Ah o şair, hangi masaydı o, boştu da üstelik. Masa da ne masaydı ama. Hıh! Zaman! Gene mi çıkıp geldin sen amansızca...

Ah be kızım aklın varsa dön yatağa, dal uykuya, uyan sabaha. 

Belli mi olur, yükün bir kuş olur, tilkiler kaçar yabana, sen gene özgür, sen gene mutlu, sen gene... 

Sahi... 

Sen? 

Sen var mıydın bundan önceki zamanlarda.




07 Mayıs 2021

Pandemic Aforizmalar



Bugün instagram hesabımdan bu fotoğrafı paylaştım. Yazmayı özlemiş olmalıyım ki, akıp gitti kelimeler. Vefasız blog yazarı olarak, kendimce mihenk taşı olacak bu yılları/anları burada da arşivleyeyim dedim. Gelmişken bir komşu ziyareti de yaparım belki. 

***

Yazarken. kendimi diğer bloglarda buldum. 

Ah ah "Aydan Atlayan Kedi"nin bir "cuma mektupları" olurdu ki... Okumalara doyamazdınız. Her gün cuma olsa derdiniz. Tesadüf yazmış bir kaç satır, neden yazmadığı ve yine de okunduğu üzerine üstelik :)

Şaşkın Kovam döndü dolaştı yurda geldi. Göçebelik de bir yere kadar... Geldiğinden beridir de bir yazmalar çizmeler, gülmek isteyene ilaç, düşünmek isteyene alternatif tedavi yönetim mübarek... Ayrıca tam bir görev insanı olduğunu ve bunun takdire şayan bir mükemmellikle icra ettiğini de söylemeden edemeyeceğim. ;)

Buraneros gibi bir blogger bu dünyaya fazla, bir an önce edebiyat dünyasına adım atsa iyi olacak. Her blog yazısı kitap gibi... Üstelik öyle saptamaları var ki, incelemeleri ve ah o aktarmaları... İnsanı kendinden alıp, kendine çarpıyor. Bir de "an" anlatır ki, sanırsın o anda oradasın :)

Sevgili Esin'in içinden görüşmeyeli bir Esin daha çıkmış ki, insanın iyi ki pandemi olmuş diyesi geliyor.  :) İzler ve Yansımalar'ın böylesine muhteşem bir iz bırakacağı kimin aklına gelirdi. Alkış ne demek kıyamet desem yeri. 

Gelmişken Zeugma'ya uğradım. Eğer o çiçekler yürüyüş yolunun bir parçası ise, insanın şu pandemi günlerinde her saat başı dondurma yiyesi gelmezse ben de bir şey bilmiyorum. Uzun zaman olmuş Zeugma'yı ziyaret etmeyeli, iyi geldi gezinmek kelimelerinde.  

***

Nasıl oldu bilmiyorum ama blog yazısı arasına ütüyü, geç kahvaltıyı ve son zamanlarda mahalledeki caminin bizim salonda şube açtığına yemin edebileceğim cuma vaazını da sıkıştırmayı başardım. Ah ah 20'li yaşlarım aynı anda kaç işi yapardım da gene de hepsinden beklenen sonuçları alırdım, şimdilerde öyle mi? Birini unutup, diğerini buruşturup, başka birini geçiştirip, bir diğerine sinir olup, ilkine bir dönüyorum ki... Nerede kaldığımı unutmuşum. Neyse ki, evden çalışmak işleri bir nebze rayına koyuyor: yavaş yavaş deliriyorum. 

Geçenlerde Buranaeros'a da yazdığım gibi;

Onu bunu bilmem. Tam kapanma hikaye, açılma desen ziyadesiyle namümkün. Küçük kaçamaklar, insansız doğa sahası, dronsuz da hava sahası bulduğum her yer bayram bana. Yavaş yavaş deliriyorum. Çok yavaş ama, karınca hızında. Anlayacağın karınca kararınca kopyalayıp karıştırıyorum. Balkonu bahçe, küveti deniz, salonu orman, arka odayı vadi olarak konumlandırıp günde 10000 adım atıyorum. İyiyim ben bence. İyiyim. Bir kaç yaş daha böyle büyürüm. Potansiyel görüyorum kendimce.
***

Eh şimdilik blog yazarlığımın acemi günlerindeki tozu üstümden attım galiba. Sahi neden bu blog yazısını yazmaya başlamıştım ki :)


***

Bugün geçen yıldan bu zamana olup bitene farklı bir gözle baktım sanki. Bugün bana sunulan hayatın, sabah aldığım nefesin, sevdiklerimle geçirdiğim zamanın, uzak kalışların, derin özlemlerin, kurulan hayallere " iyi ki" yaşamışımın verdiği o cesareti hissetmek.. İyi geldi. 

Tüm bunlar bu sabah yaşama tutkuma biraz daha umutla sarılmamı sağladı. 

Pandemi boyunca zaman zaman daraldığım oldu tabii ki, zaman zaman üzüldüm, zaman zaman çözümsüz kaldım ama bu zaten hayatın "normal" akışında da öyle değil mi mesela iki gün üst üste evde otursam duvar üstüme gelir benim. Yani bunun pandemi ile bir ilgisi yok aslında, genel olarak üstüme gelir o duvar. Ki vakti zamanında duvarları olmayan ev projesi bölge geliştirmişliğim vardır. 

Pandeminin beni derin yalnızlık ve depresyon durumuna sokmamasındaki temel meselenin, nefes almayı bilmek olduğuna kanaat getirdim.  Ben ne yaptım mesela; bana tanınan nefes alma koridorlarında bazen yürüdüm, bazen koştum, bazen durdum uzun uzun, bazen de ağladım aslında hepsi kendime, bedenime, zihnime ulaşmaya çalışmaktı.

Birkaç gündür okuduğum yazılarda karşıma hep şefkat kelimesi çıkıyor. Düşünüyorum üzerine. 

Eskiden daha sıklıkla şimdilerde sanki biraz törpüleyebildiğim,  bana sorulmadığı halde fikrimi söylediğim anlarda aslında karşımdakini üzmüş, yormuş, hadi itiraf edeyim haksız yere yargılamış mı oldum acaba? Soru sormayı bırakalı çok oldu mesela. Biri bana anlatmak istiyorsa anlatır, sormam gerisini, berisini. O kadardır bana aktarmak istediği, eyvallah. 

Oysa hazırladığım özenli tabaklar, masalar gibi, özeni yaşamımın temel taşı yapsam ve şefkati de eklesem bir doz... 

Aceleci yanımı sakinleştirsem, sabırlı yanımı büyütsem... 

Sanki pandemi bana bunları fısıldayan bir dönem oldu. Ben böyle hatırlayacağım. Bir gün çok ama çok yaşlanınca anlatırken, kişisel bilinç değişimimin başlangıcı olarak bu yılları baz alırmışım gibi geliyor. 

#evrencekaralama



26 Şubat 2019

Puslu Havalar



Puslu havaların insana iyi gelen bir tarafı var bence. Kendinle daha fazla baş başa kaldığın, kendi sisinin içine dalıp da yol almaya çalıştığın bir iç yolculuk fırsatı. Bazen burnunun ucunu görmediğin, bazen de tıpkı bir sis lambası misali sana ışık olanların yardımı ile yolun belli bir kısmını kazasız belasız atlatıp varmak istediğin noktaya ulaşabildiğin.

Bir söz verdim kendime, kendime verip de tutamadığım sözler listesine bir yenisi eklenmesin diye çaba harcıyorum. Dilimi olumsuz, karamsar hatta başımın tepesinde bir kara bulut ile yürüme hissi veren her bir kelimeden arındırmak istiyorum. Dilimi arındırabilirsem, bakışımı da arındırabilirim gibi geliyor. Hayatımı olumsuzluklardan beslemek, bunları gerçeğim, yaşamak zorunda olduklarım diyerek kabullenmek istemiyorum. Hayatın puslu anlarından, gerektiğinde sis lambalarımı da yakmayı başararak geçip gitmeyi, varmak istediğim o sonsuz yeşile ve maviye ve hatta gökyüzüne yüzümü, yüreğimi çevirebilmeyi istiyorum.  Bursa, 10:51 - 3/52














15 Şubat 2019

Sevgi Hasadı




Öfken neden, kime? Fark ettin mi nasıl da merkezinden çemberine dönüyor rüzgar. Nasıl da merkezini koruma iç güdün çemberini kırıp geçmene sebep. Bir yerde okumuştum "sevgi hasadı" üzerine kısacık bir cümle. Sevmeye sebep 10 şey sayamadığın insan için sevmeye sebep onlarca şeyi kırıp geçtin sen bu gece. "Sevgi hasadı şenliği" gibi onlarca can kırığı bıraktın geride. Bir de sis çökmüş bir kalp, karlar içinde.

En büyük kötülüğün temelinde sevgisizlik var der bir arkadaşım. Sevgisiz büyüyen bir insandan kork der. Sevgi ilaç, yararına inana. Sen şimdi çok sevince iyileşir diyorsun ya hastaya yanlış ilacı dozunu da aşarak vermek seninki. İyileşecek diye umutla bekleyip de günden güne kötüleştiğini görüp, derin bir çaresizlik hissi ile boğuşmak.

Merkezi değiştirebilse insan dünyasını da değiştirebilir bence. En azından sevmeye sebep bir şeyi kalır elinde. Bir de sen dersin ya hak edene diye... Bence hakkı teslim etmek hak edeni koyabilmektir merkezine. Bursa, 09:55 - 2/52


Görsel: Alıntı

16 Nisan 2015

"Boktan Hayat..." Yok yok değil sinirle söyledim :)

Yazmak, sancılı bir sürecin dışa vurumu. Yazmak, bir iç döküş, bir konuşamama hali. Yazmak; için çığlık çığlık olmuşken, dünyanın boktanlığına, iyi niyetten doğan maraza bir isyan bayrağı. Yazmak, kendini iyileştirmek, sakinleştirmek, kendinle konuşmanı deliliğin dışında daha makul, anlaşılır, kabul edilebilir bir hale dönüştürme uğraşı. 


Oysa daha dün; "güzel bir güne başlamak için çok sebebin olsa da ufacık bir şey tüm günün kötü geçmesi için yeterli olur. Sen çok olanı seç ve gülümse" yazmıştım. Daha günden, günün getireceği o "büyük şeyden" habersizdim. Neler oluyordu? Neydi sınavım. Ne yapmalıydım? Nasıl davranmalıydım? Sorular büyüdükçe büyüdü... çoğaldıkça çoğaldı. Uyku tutmayan gözlerde fer de kalmadı. Sabah erkenden çıktım evden. Gün başlamamışken, çocuklar okula varmamış, kuşlar henüz uyanmamışken... kafamda kilise çanları, camiden yükselen ezan sesleri ve akşamdan kalmış kırgın kalp atışları ile biraz yürüdüm. Ağzımda buruk bir tat vardı. Belki de dünde kalan "hayat bok falan da değil tamam mı" cümlesinin üzerine akşam vakti kurduğum; hayatın aslında bombok olduğuna dair betimlemelerle doldurduğum cümlelerimin tadıydı. Düşünmek istemedim. 

Uykusuz ve yorgundum üstelik bir kaç gün öncesinden beri devam eden sırt ağrılarım kendini bana daha çok hissettiriyordu. Biraz ağladım. Biraz bağırdım. Biraz isyan ettim. Çünkü yüreğim hala "aslında pek çok şey öyle güzel ki... seni cehenneme çekmeye çalışan hayata inat, gülümse diyordu" Yüreğimin sesini dinlemeyi ne çok isterdim. Şu saate kadar yapamadım. Ama fark ettim ki, yazarken ara ara gülümsedim. Ara ara "evet ya" dedim. Sanki yazı biterse, hemen şimdi mesela... yüreğimin sesini daha güçlü duyup, ona inanabileceğim.


Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken…
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.


Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.*














* Mungan mısralarında Sezen sesi... 





23 Ocak 2015

Sonra Ne Mi Oldu?


yazmayı özledim... 
olan biteni anlatmak için değil! 
içimde kalanı, bana kalanı haykırmak için.
kelimeleri özledim. 
söylenenleri değil, söylenemeyen, yarım kalan, öksüz kalan.
öyle çok önemli değil. 
sıradan da değil... ama merak uyandıracak cinsten bir şey olmadığı kesin. 
korkutucu ya da hayretlere düşürücü de değil.
kahkahalarla gülünecek cinsten hiç değil.

aylar geçti yazmayalı. aylar değişti, hepsi bildik sırası ile gelip geçti. 
yeni bir yıl: 2015 
o da geçip giden yıllardan biri gibi olacak: biraz dağınık, biraz gülümseyen, biraz heyecanlı, biraz üzüntülü, biraz sürprizli ve biraz sıradan... ha! unutmadan bu yıl soyadım değişti. medeni kanun işte. 

belki biraz daha fazla yol olur bu yıl ne bileyim. 
öyle olsun istiyorum.  yolu bol olsun ki, yoldan çıkmak kolay olsun.
sebepsiz mutluluklar yaratmak kolay aslında.
durup dururken aynanın karşısına geçip gülümse kendine.
ben öyle yapıyorum.
böylece hayatın bana göz kırptığını 
ve "her şey çok daha güzel olacak" dediğini duyuyorum.
belki de sanıyorum.

biraz yaklaşırsan bir şey daha diyeceğim:
galiba yazmayı gerçekten, çok ama çok özledim. 
aramızda kalsın olur mu?
bana bile söyleme.

bi de aşkla kal,
kalıyorsun değil mi?
sana yakışanın aşk olduğunu,
gözlerinin içinin güldüğünü,
biliyorsun değil mi?

bunu da ben söylemiş olayım sana.

hadi bakalım kal aşkla! 

2015, Ocak

13 Mayıs 2014

Günler ve "ŞEY"

Günler daha sakin...
Yeni odam kuş cıvıltıları ile dolup taşıyor. 
Bu sabah çim biçme makinelerinin dayanılmaz seslerinin ortaya çıkarttığı 
taze çimen kokusu ile sarhoşum. 

Yazmayı hep çok sevdim.
Benim için; içinden çıkılmaz sorunların,
en mutlu anların,
dibe vurduğum zamanların kaçış yeri;
dertleştiğim, sırdaşım bir alan blog.

Kimi zaman bir hikaye içine sıkıştırılmış gerçek tek bir cümle 
ya da bir gerçekliğin içine yedirilmiş hayallerim oldu yazdıklarım. 
  
Kendimle barışmam uzun zamanımı aldı.
Kendimi sevmem mesela... Çok daha uzun yıllar...
Şimdi düşünüyorum da, bana benden daha çok inanan sevdiklerim olmuş benim.
Kıymetlerini yeterince gösterebildim mi acaba.

Bugünlerde sıklıkla kendimi geçmişi sorgularken ve daha da önemlisi özür dilerken buluyorum.
Sahiplerine ulaşıyor mudur acaba, hem teşekkürlerim hem de özürlerim.

Bir gün üniversitenin koridorlarından birinde duvara yaslanmış ve bir anlaşma sunmuştum hayata;
48 yaş uzaktı o zaman.

Duymuş muydu acaba?
Kabul etmiş miydi?
Eğer öyleyse hayallerim için çok çok az zamanım kaldı demektir.

Bu aralar fotoğraf çekiyorum,
koşullar fotoğraf çekmek ve paylaşmak için daha uygun,
ama itiraf etmeliyim ki yazmayı çok özlüyorum.

Instagram üzerinden "an'ı paylaşmayı seviyorum. 
Fotoğrafla olan ilişkimi yakınlaştırıyor,
hayaller kurmama,
o hayaller ile hikayeler arasında gidip gelen düşsel bir dünya kurmama yardımcı oluyor. 

Fotoğraf altlarına mutlaka iki satır da olsa yazıyorum,
"evrence" "şey"ler işte.


Bu sabah şöyle yazdım mesela yukarıdaki fotoğrafın altına:
Sabahın erkeninde uyanınca, mırıldandığı şarkıyla yıkadı yüzünü, huzuru gözünün pırıltısında buldu, aşkı gülüşünde. Güneşin pencerenin tül tutmayan yanından süzülüp, duvarları yalayarak arka odaya kadar gelişini büyük bi minnetle karşıladı. Tanrının onunla konuşmak için her seferinde farklı bi dil kullandığını biliyordu, bu sefer "sakin ol, sabırlı ol" demek istiyor olmalıydı, yoksa olan bitene bir anlam vermesi mümkün değildi. Balkona çıkıp kollarını açtı, derin bi nefes aldı, tüm evreni içine çeker gibi. Şükretti ve yüreğince gülümsedi. Gün de güneş de bu sabah daha bi güzeldi.

Geçtiğimiz hafta sonu ufak dokunuşlar ile mutfağı derleyip topladım.
Oldum olası mutfakta vakit geçirmeyi seven biri olarak, 
son projem salonu mutfağa, mutfağı salona dönüştürmek. 
Yapabilirim, potansiyelim var.
Şimdilik duruyorsam sebep tamamen duygusal.

Sıklıkla yenilenen mutfakta soluklanıyorum.
Geçenlerde çocukluk tatları, 
eski anılar ve 
"şey" üzerine düşünürken, 
mozaik geldi aklıma. 
Malzeme eksikti ama ne gam...
Onun yerine onu, bunun yerine bunu ekleyiverdim oldu sana Cenk'in deyimi ile "bulamaç".
Bir Cafe Fernando değildim elbet ama 
lezzet kesinlikle tatminkardı, hele de double espresso ile;
ne de olsa yine "evrence" bir "şey" katmıştım işin içine.


İnsan yaşadığı her anı bir kutlamaya dönüştürmeyi bilmeli bence. 
Başkaları tarafından dayatılmış "özel" günlerden daha keyiflidir kendi kendine belirlediğin özel anlar.
Mesela bir kahvaltı masası şölen yerine dönebilir ekmek almaya giderken koparacağın bir kaç dal çiçekle.
Sakin böyle zamanlarda aç gözlü olma, inan bir koca demetten daha mutlu eder seni bir papatya. 
Hem başkalarına ve hatta yarınlara da kalır güzellikler dalında, toprağında.




Bir şeyi "aşk"la yapmak yetiyor aslında mutlu olmaya.
Gözlerin ışıldıyor, yüreğin hep pır pır, midendeki kelebekler sonsuz sayıda.

Gülmek için sebepler aramıyorsun özellikle de efektlerle süslenmiş senaryolar gibi mesela.

Kendinle eğlenmeyi bilmek önemli biliyor musun?
Bir kere dene.
Gül kendine.
Düştüğünde mesela.
Evinin anahtarını unuttuğuna küfrederken bile gülümse kendine. 
Kaç defa unutmadan çıktın o anahtarları orada burada bir hatırla.
Çözüme odaklanırsan öfken gülümsemeye bırakır kendini, 
soruna odaklanırsan patlarsın kendi içine.
Ne gerek var kendini tüketmeye.

Kontrol sende değil unutma!
Seçimlerse senin,
gülmeyi seç bu defa.


Aşkla...


Mayıs, 2014

24 Nisan 2014

ŞAHMAT



Bazı anların içinde sıkışıp kalmaktır geriye dönüp bakmak. 
Üstelik artık baktığın geçmiş eskisi gibi değildir. 


 Ama insansın, bakarsın. 
Neyi değiştirebilirdim dersin,
bilirsin olasılıkları sonsuz bir satrançtır hayat 
ve her an "şahmat" demek için pusudadır. 

Sen oyunu nasıl kurarsan kur!
O, oyunu bozandır.
kafasına göre bildiği gibi oynayıp, 
her an mızıkçılık yapmaya hazır yaramaz bir çocuk.

Diğeri kolay, 
sen gel böyle bir çocukla arkadaş ol bakalım becerebiliyorsan.
Bukalemun olmak derdi sevdiğim adam.

Sahi kaç kezdir ki bi hayatta şansın, tir tir titremekten yana.






Bir kaç gecedir devam eden huzursuz mantık sendromum beni güçsüz bıraktı.
Dolu ile boş arasındaki amansız dengeden galip çıkabilmek için savaşıyorum.
Nafile bir gelgitin ne sebebi ne de karar noktasında son sözü söyleyecek olanıyım.

İçimin içimi kurt gibi kemirmesinden mütevellit; uykusuz ve yorgunum.

Kafamın içindeki cılız ses;
Kendini yıpratmaktan vazgeç, vardır bir sebebi,
kendini teslim et akışa...
Ak sadece zamanla.
Direnme, değiştirmeye çabalama.
Uyumlu bir şekilde akışkan ve sebatkar ol.

Bir damlasın.
Damla gibi davran.
Sen ol.
Olacak zaten olur.

diyor.

İnsansız bir mekanda amansız bir yalnızlık içinde erirken,
 ağaçkakanı ilk kez görüşüm geliyor aklıma.
Yıllar sonra yine aynı yerde,
belki de bir kez daha çıkar diye karşıma;
uzun uzun seyre dalıyorum gözümün alabildiği yerleri.
Kuşların sesleri birbirine karışıyor,
bir de dalları göğe uzanan meşelerin henüz yapraksız dallarının hışırtısı
kafam önce sağ omzumun üzerine düşüyor,
güçlükle kaldırıyorum ama bu sefer de sola meyil ediyor.

Gözlerimin ağırlığı ile savaşmaktan vazgeçiyorum.
Öylece koltuğun üzerinde,
kuşların neşesi ve henüz çiçeklenmiş ağaç gölgesinde
süresiz
uyuya kalıyorum.

Derin ve sessiz!
Okyanusa doğru giden bir damla gibi.

Şahmat dese ya
böyle bir zamanda
hayat bana

ne öncesi ne sonrası
şimdi
şu anda

aşka kapasam gözlerimi
aşkla yıkansam












10 Nisan 2014

Teşekkürler Hayat Küçük Mucizelerin İçin




bir sabahın erkeninde gözlerimi açıp,
yeniden ve her zaman ki gibi gülümseyerek
MERHABA
diyebilmektir aslolan,
emeği olan herkese minnettarım

elbet daha iyisi olabilirdim
dilerim bundan sonraki yıllara

aklımı yüreğimden
yüreğimi dilimden ayırmadan
dostlarla
sımsıcak 
gülümseyen 
nice güzel anılara yelken açacağımı biliyorum

dolu dolu geçen 42 yılın sonunda 
yeni bir yaşa
hayatın bana hazırladığı küçük mucizelere hazırım

AŞKla...


20 Mart 2014

30 Yıl Sonra Okuldan Kaçılır mı?


Dile kolay otuz yıl... İnsan zamanın aktığını ve hızını ancak geriye dönüp baktığında ve bir hesabın içinde kendini bulduğunda anlayabiliyor. O gün de öyle oldu. Öğle yemeği için buluştuk, konu konuyu, dert derdi, anılar anıları kovaladı... Bitmesin istedik... Okuldan kaçtığımız günü konuşunca da... İşten kaçmaya karar verdik. Okuldan da analarımıza haber verir kaçardık, işten de patronlara haber verip kaçtık. Fikri güzeldi, keyif aldık. 



Nereye gitsek diye düşünürken, okuldan kaçtığımızda gittiğimiz Kültürpark aklımıza ilk gelendi, değişti oralar dedik. FSM hep gittiğimiz yerdi. Sonunda ikimizinde ilk defa gideceği ama gene de bizi ilk gençlik yıllarımıza götürecek olan Özgen'in yeni yerine gittik. Önce dışarıda oturup günün keyfini çıkarttık, sonra içerideki koltuklar bizi çağırdı, dayanamadık. Yayıldık şöminenin karşısındaki koltuğa, ortamıza bir kase kabak çekirdeği koyup, sanki saatlerdir konuşan biz değilmişiz gibi başladık yeniden laflamaya. 


Bir ara tekrar dışarı mı çıksak, nargile mi tüttürsek diye düşünsek de cappucino ile idare ettik. Karşılıklı akla gelen isimler soruldu; facebook sağolsundu. Ayşe'nin evliliği, Fatma'nın çocuğu, berikinin dolandırıcılığı, diğerinin ev hanımlığı, Allah da onun kocasını napmasındı ki... Gelen telefonla günün seyri değişti, gün giderek güzelleşti, bazı dostlukların kaldığı yerden devam etmesinden duyduğumuz mutluluk gözlerimizden okunuyordu. 


Mekanın detaylarını fotoğraflayıp hayalleri de çizince yola koyulduk. Yol boyu yıllar sonra sanki ilk kez arabada karşılaşmış gibi konuşmaya devam ettik. Kız Lisesinden çıkıp Altıparmağa uzanan yürüyüşler ve Merkez Postanede ayrılıp, eve girer girmez yine konuşacak bir şeyler bulup saatlerde telefonda konuşmalar canlanmıştı sanki... Gün uzuyordu... 


Geceye bağlandı. Mutfak masasının etrafında şimdi yaşları 70ler, 42ler, 33ler ve 18ler olan geçmiş oturuyordu, anılar daha da çoğaldı, yeni tanışıklıkların tanıdık çıktıkça hayretler de konuşulacak konular da çoğaldı. Türkiye unutulmadı, masa başında bir kez daha kurtarıldı. Şimdinin gençleri geçmişin gençleri ile kıyaslandı. Şimdinin gençlerine "güzel anılar biriktirin, bir de güzel dostlar" tembihinde bulunulması da ihmal edilmedi.

30 yıl sonra okuldan kaçmak ikimize de çok iyi gelmiş olacak ki vedalaşırken saçlarım iki örgü, ayaklarımda dize kadar beyaz çoraplarım vardı, jilemi şöyle bir düzeltip, eteğimin boyunu uzattım. Gülümsemeyi ve teşekkür etmeyi unutmadım.