28 Şubat 2010

KORİDOR






Bir hüzün kapladı içimi...
Arkanı döndün ya uyurken
Ve sarılmadın ya sabaha kadar...
Gözlerimde yaşla uyandım yeni güne.
Mevsimim sonbahar.


Taslakların arasında dolanıyorum. Yukarıdaki dörtlüğü yazıp bırakmışım. Koridor koymuşum adını. Puslu bir koridormuş sanki geçtiğim, adı üstünde, koridor: Bir bağlantı sadece... Bir anıyı odaya, odayı bir yaşama  bağlıyor...

Anıların aklıma üşüştüğü ana bakıyorum da, gereksiz buluyorum hatırlanışlarını. Düşününce üzerine, yani neden şimdi, neden böyle bir günde diye, bir de dönüp bakınca sol yanıma, atınca yüreciğim küt küt, anlıyorum neden geldiklerini. Uçan kuşları, sağanak yağmurları, güneşi çiziyorum bir kağıda. Uzaktan bakıyorum.

Seyre dalıyorum baharın gelişini. Nice zaman sonra, sol yanıma dönüp, açık duran avuçlarına bırakıyorum yüreğimi, mevsimim değişti, yeniden yeşerecek yüreğim, sen yeniden yeşerteceksin beni. Korkularımın yerini güven alacak, endişelerimin yerini yarınlara dair umutlar... Sen öfkeme her yenik düştüğümde bambaşka bir tabloyu resmedeceksin bana, sabırla. Hayat öğrettiriyor. Haraptarlı Nafi'nin şu cümlesinde olduğu gibi:

Hayat nedir diye sorarsan, bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum.

Sana hiç sormadım. Yaşayarak öğrenmek bir seçimdi. Her defasında seçimimi seçiyorum, şimdimde olduğu gibi...




_____________________________________
Fotoğraf / Zhang Meng







27 Şubat 2010

A Ş (I) K




duvarlara yazacaktım adını

titredi bacaklarım
döndü başım

yüreğimin atışı hızlanınca
anladım



Dean Martin / That's Amore



_________________________________

Fotoğraf / hcmaia

SANDAL / SONBAHAR AŞIKLARI



Senden gelecek bir haberin tarifsiz sıkıntılı bekleyişiyle kıyaslanır mı bilmem ama kıyıda terk edilmiş bir sandalın sonbahar aşıklarını bekleyen hallerinden birinde, tam da gün ortasında, sağanak bir yağmurun içime yağışını seyrediyorum, kederle...

Yorgunluktan ve ıslanmaktan ağırlaşan yüreğimin soluklanacağı bir limana, şaşalı yelkenim olmayışından alınmayışımı çok da sorun yapmadan, hız yapmaya müsait olmayan motorumun çıkarttığı yüksek desibelli pata pata sesleri içinde, arkamı dönüp de giderken, aklımda karşı kıyıdaki köhne barakanın yıkık dökük tahtalarından birine tutunmak vardı...

Bekleyip beklemediğini anlayamadığım halinden biraz şaşkın, hallice meraklı koşuşturmam seni ürkütmüş olacak ki, başının ağrısını bahane edip kuytulara çekilmen, sonra da kapılarını teker teker kapatışına şahitliğim mahkemede sayılmadı delilden...

Hakimin gözyaşları içinde, benim sana gelişimi resmedişimi kendi babasına sarılışı ile eş tutmasına değildi alık alık bakışlarım, ben hakimlerin de gözyaşları olabileceğini hiç düşünememiş oluşuma tuhaflaşmıştım...

Mahkeme duvarlarında asılı duran tablonun bana çağrıştırdıklarını kaleme almayı düşündüğümde, delilikle masumiyet arasında sıkışıp kalan ince çizginin, ne kadar daha inceltilebileceğine odaklanmış olan kısık gözlerimin görebildiği son noktada, gözlerinle beni seyrediyor oluşun içselleştirmekle eş değerdi benim için...

Kararsızlığım; senin mi beni, benim mi seni içselleştirdiğim noktasındaki soruların yarattığı doğal bir afetken sadece, beynimi etkileyeceğini sandığım tusinaminin artçı dalgaları yüreğimin kıyılarına vurduğunda, şezlongları savrulmuş turistik bir sahil kasabası gibiydim...

Herkesin terk ettiği kumsalımda, senden gelecek bir haberin tarifsiz sıkıntılı bekleyişiyle kıyaslanır mı bilmem ama kıyıda terk edilmiş bir sandalın sonbahar aşıklarını bekleyen hallerinden birinde, tam da gün ortasında, sağanak bir yağmurun içime yağışını seyrediyorum, kederin dışa vurumunun yasak olduğu bir yerde, yağmursuz topraklar gibi çatlamışım da kalmışım gibi...


__________________________________________________________________

Fotoğraf /1x.com
İlk Yayın Tarihi /  Mayıs 2009

CESUR VE UMUT

Sabah; güneşli ve güzel... Sabah; senli benli hallerin akılla yürek arasındaki medcezirlerini seyre dalma, o medcezirlerin, kendini aşan bir cesareti barındırma isteğinin ve o halleri yarınlara taşıyacak umutları yeşertme çabalarının ve içinde herşey olan bir sürü şeyin düşünülüp esintili bir bahar sabahında makinadan yeni çıkmış çamaşırların efil efil kurumaya bırakılması için, tek tek akıl ve yürek iplerine asılmasının yorgunluğunda...  Rüzgar henüz devam ediyor.




O sırada, medcezirlerimi uzaktan seyretmeye karar veriyorum. Sevdiğim kanallardan birinde, kapana sıkıştığı için sol kolunu kaybeden Cesur ve 12 saçma ile kör kalan Umut selamlıyor beni, doğalarında olmayan bir çaresizliği koca bedenlerinde taşırken, boz renklerini yaşadıkları topraklardan mı aldılar diye kafa yoruyorum, onlarsa hayata tutunduklarını gösteren oyunlarından kafalarını kaldırıp, bakıyorlar yüzüme... Bir şey demek ister hallerine takılıyorum. O anda anlasam da, ipteki çamaşırlarım henüz nemli...

***

Çocukken en sevdiğim şeydi sirke gitmek... Çocuktum, ben onların sadece fotoğraflarını çekiyordum ve eğleniyordum, onların çektikleri acılardan habersizdim ve onların yaptıklarından eğlenmediklerinin farkında bile değildim.

 Büyüdüm. Büyürken acılar çektim.

Ayıların bizleri eğlendirmek için çektikleri acıları gördüm. Hele ki bu sabah seyrettiğim belgesel mıh gibi kazındı aklıma: Ben henüz acı çekmemiştim.

Öğrendim ki; geleneksel Çin tedavisinde kullanılan safralar, ay ayılarından alınıyormuş. Cendereye sıkıştırılmış bedenleri ne kadar uzun süre aç bırakılırsa o kadar çok salgı üretimi oluyormuş. Bir kataterin bedenlerine monte edilmesi sonucunda yaşadıkları 10, 15, 25 yıllar boyunca, mezar büyüklüğündeki bir kafesin tabanına sıkıştırılmış olarak yaşayan ay ayılarının korkunç işkencelerle ölüme terkedilmeleri kendime getirdi beni. 

Çektiğim acıları teker teker sildim, acılarım listemden... Hepsini deneyimlerim listeme aldım. Acılarım listem bomboş duruyor şimdi. Dedim ya, mıh gibi kazıdım: Ben henüz acı çekmemişim.

***

Belgeselleri seviyorum, yaşamın içinden oldukları için, yaşama ayna tuttukları için seviyorum. Düşündüm ki, pazar günlerinin vazgeçilmezi Danny Kaye ile büyüdüğüm için sevdim klasik müziği ve cazı belki, ve ailem  belgesel seyrederken gözümün ucu, oynadığım oyundan kaçıp ekrana takıldığı için yaşamdan olanı seviyorum sanki...

Artık büyüdüm; sirklere hayvanlar varsa gitmiyorum, onların tercihi olmayan ve doğalarına aykırı hareketlerini, kendi bilinçleri ile seçmeme hallerini seyretmeyi bir keyfe dönüştürebileceğimi sanmıyorum. Ve acı çekmenin kendi tercihi olmadıkça eğlenceli bir tarafı olabileceğine de inanmıyorum.

Sadece insanlardan oluşan gösterilere gidilmeli diye düşünüyorum. Öyle güzel sirkler var ki... Cirque Du Soleil mesela...

Hayvanlı sirklerin sahnelerinde altın tozu var diyordu seyrettiğim belgeselde, altın tozuna kanıp sahne arkasındaki acıları unutmadığımız bir yaşam dilerim hepimize...

İyi haftasonları...



Danny Kaye et le Philar de New York 4



Fotoğraf / La Loba / Hanging In The Sky
Fotoğraf / Ay Ayısı / Google İmage

KURULMUŞ CÜMLELER / 15


Fotoğraf / Petr Drozdov


BİR SÜRE SONRA

Bir süre sonra,
bir eli tutmakla bir ruhu zincirlemek arasındaki
ince farkı öğrenirsin,

Ve aşkın yaşlanmak,
birlikte olmanın da güvende olmak
anlamına gelmediğini öğrenirsin,

Ve öpücüklerin sözleşme
ve hediyelerin de vaat olmadığını öğrenmeye
başlarsın,

Ve yenilgileri
başın dik ve gözlerin açık karşılamaya başlarsın,
bir çocuğun üzüntüsü ile değil, bir yetişkinin
zerafeti ile,

Ve her şeyi bugünü düşünerek yapmayı da öğrenirsin
çünkü yarın ile ilgili her şey belirsizdir.

Bir süre sonra güneş ışığının yakıcı olduğunu öğrenirsin
eğer fazla maruz kalırsan.

Bu yüzden,
başka birisinin sana çiçek getirmesini beklemeden
kendi bahçeni yarat
ve kendi ruhunu kendin süsle.

Ve göreceksin ki dayanıklısın
Ve kuvvetlisin,
Ve değerlisin...


Veronica A. Shoffstall




26 Şubat 2010

KURU





kelimelerimin arasında sıkışıp kaldı duygularım
artık senelerce saklayabileceğim


_______________________

Fotoğraf / zubeyde gamze

GİTME İSTEĞİ







yüreğim o kadar sıkışık ki

söküp alsan

ancak nefes alacak gibi
 
 
 
____________________________
 

AŞK/A DÜŞ/MEK








Görmemek için kör olmak gerekir.
Ama bilir misin,
Körlerin hisleri kuvvetlidir.



___________________________

SÖYLENTİ





Gerçek, bir söylentiye teslim etmez kendini
Oysa düş öyle mi?
Sis bulutlarının ardına gizlenmiş bekler seni

Söylentiye kulak asıyorsan
Tekrar bak
Gör iyice karşındakini

Düşün
Gerçeği
Yenebilir mi
Söylenti

Yeniyorsa
Gördüğün düş mü
Söyle artık gerçeği

Gerçeklikte
Sonunda göreceli bir kavram değil mi?

Dünün düşü bugünün gerçeği
Bugünün gerçeği yarının düşü olamaz mı sanki...

Senin de kafan karıştı değil mi

Söylenti
Aklın yüreğinde bir sis gibi
Düşündükçe
Yüreğimin aklına bir perde indi

 

Marvin Gaye - I Heard It Through The Grapevine




Fotoğraf / Wilson Hurst

MAŞUKA UYANMAK















Bilmez misin ne der Yunus Emre 
“Biz sevdik, âşık olduk, sevildik, maşuk olduk.”



Kuzinede pişmiş taze ekmek kokusuna uyandım
Yanımdaydın


Suyumuzu kesmiş köylü
Onlardan değiliz diye
Kendince dışlamış bizi

Ah be köylü
Bilmez misin
Dağları delen maşuk
 Suyu da doldurur köyün çeşmesinden güğümlere

Ki o maşuk
Aşkını fısıldar
Her uyandığımda dudağıma
öpe öpe

Taşığı güğümlerde ısıtır suyu
Yıkar ellerimi ellerine alıp
seve seve

Sen bilmezsin köylü
Aşıkla maşuka
vız gelir
dere tepe
 O gerekirse kor eder yüreğini
Pişirir gene ekmeğini
Taze ekmek kokusuna uyansın aşkı 
Maşuku yanındayken diye


Kuzinede pişmiş taze ekmek kokusuna uyandım
Bu sabah da
Yanımdaydın

Gününe aydınlık
Yüreğine aşk dolsun
Aşk olsun sana maşuk
Aşk olsun...





 

25 Şubat 2010

ÖZLEDİM SENİ HAFIZ



Bugün kandilmiş, simidinin kokusu geldi burnuma...
Özlediğimi fark ettim seni yıllar sonra...
Annem kaderin benzemesin diyor,
güzelliğinle çelişen çilenin tanıklığından belki...

Dilim dönmüyor teyze dedikçe;
Bildiğin, anladığın dilde et duanı derdin
Adın hafız sanırdım
Soyadın hüzün

Bildiğim dilde ettim dualarımı
Senin ardından da
Onun ardından da

Huzur olmuştur yatağınız dilerim orada
Dayıma selam söylemeyi unutma

______________________________

BİR DAMLA AŞK

 







Leona Lewis - Bleeding Love




___________________________________


                                             seni düşlüyorum...
elma ağaçlarının çiçeklenmiş dalları arasında elinde kitabın
keyfini bozmak istemiyor halimle

oturuyorum evimizin tahta basamaklarında

güneş yüzüme vuruyor yüreğinin sıcaklığını
uzaktan, çok uzaktan seyrediyorum seni
bir gülümseme yakalıyorum yüzünde
an'lık
okuduğun herneyse beni hatırlattı diye geçiyor içimden
gelip boynuna sarılıp öpmek istiyorum seni

keyfini bozmak istemiyor halimle

oturuyorum evimizin tahta basamaklarında
mürdümler geç çiçek açtı diyorum içimden
duyuyormuş gibi cevap veriyorsun bana

kirazlar da öyle...

nerden bildin ne söyledim kendime diyorum

seni düşlüyorum keyfini bozmak istemiyor halimle
oturuyorum elma ağaçlarının

çiçek açmış dallarının dibinde
güneşin ısıttığı bedenimi sana yaslıyorum
uzaktan, çok uzaktan diyorsun...


seviyorum seni diyorum
seviyorum seni diyorsun

uzaktan çok uzaktan
duyuyoruz birbirimizi



__________________________________

 
mesafelerin ve anların
aşkınızın keyfini bozmadığı bir düşe dönüşmesi için
izin verin:
kendinize
yüreğinize
sesinize


 
___________________________________
İlk Yayın Tarihi / Mayıs 2009
Fotoğraf

FOTOĞRAFIN FISILTISI / İNANÇ


Kendi kozasını ören tırtılın
İnancı; olmaktır güzel bir kelebek

Bilse de sadece bir gün yüzü görecek 
 Yine de kozasını hiç yakınmadan günlerce örecek



24 Şubat 2010

NİSANDA BEN






Nisanda
Yaşam yeniden yeşerdiğinde
Köklerin gücü yapraklara erdiğinde
Nisanda

Yitip gitmek istiyorum
Ormanında
Çoğalmak ırmaklarında
Karışmak toprağına

Dallarında ağaç bir ev
Penceresinde sen
Penceresinde ben
Bakmak istiyorum yarınlara
Nisanda

KISIR DÖNGÜ



'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi uyumak için, yatağıma yattım, bir göz bandı bulup taktım. Sakinleştirici hapın etkisi için bekledim. Öylece sırt üstü yatmış, sokak lambasının aydınlığından bile kaçan kendimi sakinleştirmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz koşuşturmalarına takıldım.

İlk günlerimiz geldi aklıma, ilk karşılaşmamız. İlk dokunuş... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Göz bandımı çıkarttım, salona geçtim. Sallanan koltuğa oturup düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Az önceki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi düşünmemek için, gidip müziği açtım, sevdiğim bir şarkı bulup uzandım. Müziğin beni sakinleştirmesi için bekledim. Öylece sırt üstü uzanmış sokak lambasının aydınlığında sakinleşmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz çığlıklarına takıldım.

İlk kelimelerimiz geldi aklıma, ilk seslenişimiz. İlk ses verişimiz.... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Müziği kapattım, mutfağa geçtim. Elime bir hap alıp düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Az önceki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi düşünmemek için, elime aldığım hapı hızlıca içtim, mutfak camını açıp önündeki tabureye oturdum. Hafif hafif esen rüzgarı içime çekip sakinleşmek için bekledim. öylece oturmuş sokak lambasının aydınlığında sakinleşmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz mırıldanmalarına takıldım.

İlk bakışlarımız geldi aklıma, ilk susuşumuz. İlk kelimesiz kalışımız... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Camı kapattım yatak odasına geçtim. Yatağa uzanıp düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi uyumak için, yatağıma yattım, bir göz bandı bulup taktım. Sakinleştirici hapın etkisi için bekledim. Öylece sırt üstü yatmış, sokak lambasının aydınlığından bile kaçan kendimi sakinleştirmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz çığlıklarına takıldım.

İlk günlerimiz geldi aklıma, ilk karşılaşmamız. İlk dokunuş... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Göz bandımı çıkarttım, salona geçtim. Telefona uzanan elime direnmedim. Aradım Hacer'i. Olup biteni ve sonrasını anlattım. Sessizce dinledi beni... Tek söz etti, kapadı telefonu.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Kendi dünyamın sonsuzluğunda, ben tek başına kara bir ağaçtım. Düşündükçe kuruyor, kur(u)dukça düşünüyordum. Kısır bir döngü gibiydi yaşam...

***

Kapı çaldığında O sandım... Döndü sandım... Heyecanla koşup kapıyı açtım. Hacer'di.

'Biliyorum düşüneceksin, hem düşünmeyip ne yapacaksın ki...'

Kahkahalarla güldük o gece... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. O yüzden yanında pamuklar getirmişti. Sen dedi, kuru kara bir ağaç değilsin. O gece yüreğimi teslim ettim ona. Düşünmedim... Hem düşünüp ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünüp ne yapacaktım.

'Düşün'

Düşünüp ne yapabilirdim ki...





23 Şubat 2010

DURGUN MAVİ





Gözlerin...
O kadar kahverengiyken, ve o kadar derin...

Nasıl olur da;
Durgun bir huzur, mavi bir güven verir.

Gözlerin...
Yüreğinden mi görür?


GÜZELLEŞMEK



Adam sorar:
Ne düşünüyorsun...?

Kadın:
Gülümser sadece

Adam der:
Her ne düşünüyorsan,
seni güzelleştiriyor biliyor musun...


Kadın der:
Ya baktığın yer ya aktığım yer güzel...


KARMAŞA



Yaşam bile,
tüm karmaşasına rağmen
bir yanını umuda ayırıyor.

Peki ya sen..?


22 Şubat 2010

YAŞAM BELİRTİSİ / DİLEK


müzik - dilek kavraal - yaşam belirtisi |



Günlerdir bir ses soluk haber yok senden
Olsun ben umudu kesmeyeceğim..
Kör olası dargınlığı unutup birgün,
Döneceksin biliyorum bekleyeceğim..

Bir dilek tuttum gönlümün dalına astım,
Ortasından adın geçen bir şarkı yazdım.
Divaneyim bütün dünya duysun ne çıkar,
Nefes almak gibi sana ihtiyacım var..

Bu sefer kafamı kuma sokmayacağım,
Önemli değilmiş gibi yapmayacağım
Bekliyorum bir kapı, bir telefon sesi
Küçücük bir umut, bir yaşam belirtisi..

Ah sevgilim sen hala anlamadınmı,
Dünyanın koskoca bir yalan olduğunu.
Senelerce sandıgın bir ömrün aslında
Soluğu kesen bir tek an olduğunu..

Kaçırdığın kaç vapurda ben vardım belki,
Herkes caydı sözünden bir tek ben durdum belki.
Yanacaksa canım kaçmayacağım,
Pervaneysem ateşten korkmayacağım..

Bu sefer kafamı kuma sokmayacağım,
Önemli degilmiş gibi yapmayacağım
Bekliyorum bir kapı, bir telefon sesi
Küçücük bir umut, bir yaşam belirtisi..


İnsan; arkadaşının sesini yıllar sonra duyunca, sesin sahibinin yüreğini de bildiğinden belki de en çok, o sesin naifliğini gözlerinde gururlu bir nemle dinliyor...

UZAKTAN SEVMEK Mİ...



Her şey olduğu gibi kalsın istiyorum. Ben hep bir sıfır mağlup olayım; sen hep uzak bir hayalden ibaret. Sen olduğun gibi kal. Ulaşılmaz. Dokunulmaz. Koklanılmaz. Ben olduğum gibi. Dünya olduğu gibi.
Kendimi düşündüm kelimeler yüreğime değdikçe, kendimi ve seni... Hayaletleri hiç sevmem bilir misin, casper olsalar bile... Senin olduğun gibi kaldığın bir dünya düşledim. Dokunduğumuz, kokladığımız, ulaştığımız bir dünya... Olduğu gibi kalan bir dünya... Yeneni ya da yenileni olmayan bir dünya...
"Seni uzaktan seviyorum...." diye düşündü erkek içinden. "Yaklaşmadan, anlatmadan, anlaşılmadan.... Ben seni beklentisiz seviyorum. Hiçbir şey ummadan, talepte bulunmadan, hayal bile kurmadan. Kendi içimde taşıdığım sessiz sedasız bir sır bu. Ben belki de senden çok bu sırrı seviyorum."
Sen uzaktan sevebildin biliyorum, yaklaşmadan, anlatmadan, anlaşılmadan... Ve evet, beklentisizdin alabildiğine, hiç bir talebin olmadı, içinde sakladığın bir sırdım ve belki de bu yüzden sevdin beni böyle delice.
"Seni uzaktan seviyorum...." diye geçirdi kadın içinden ve başını çevirdi. Bakmadı bile ondan yana. Bakması gerekmedi.
Bunlar benim cümlelerim olamaz biliyorsun. Biliyorsun, seni uzaktayken de sevebilirim ben. Ama uzaktan sevemem... Uzaktan sevmelerin kadını değilim ben.
Uzaktan sevmek daha güzeldir bazen. Ne incitir, ne acıtır. Ne yaralar ne kanatır. Gözlerinle görmediğin ama sesini duyduğun, varlığıyla huzur bulduğun bir denizin yakınında yürümek gibidir böyle sevmek..... Uzaktan sevmek en güzelidir bazen.
Uzaktan sevmek özlemektir çoğu kez ve senin de dediğin gibi bunun 2 günü de 20 günü de bir gelir sevene. Ve bazen uzakta olmak yaralar ve kanatır durup dururken, hiç nedenini bilmeden sen. Varlığında huzur bulduğum bir denizde yüzmek isterim ben, gözlerini görmek ve sesini tenimde hissetmek. O nedenle uzaktan sevmelerin kadını değilim ben...

Ama uzaklardayken de umarsızca sevebilirim seni ben...




_____________________________________________________

Alıntılar Elif Şafak / Uzaktan Sevmek /
Yazının tamamı için

Fotoğraf / FARAWAY by ~Subas-khan
Yazıyı gönderen homeless apayrı bir teşekkürü hak ediyor.



İNSANA GEREK BİR YÜREK



Bazen uçsuz bucaksız bir ormanda otururum bir banka

Fısıldadığım kelimelerimdir...
Duyduğunuz kelimelerim...

Sonsuzluğa yazarım kelimelerimi
Yüreğimin sesi duyulsun isterim

***

18,110 kelimem kopyalanmış geçtiğimiz 24 saat içinde

Arşivi kaldırdım olmadı
Açtım olmadı
Sakladım olmadı
Sakındım olmadı

***

SÖZÜM SİZE
Ey! Bir teşekkür etmeye üşenen
 ama kopyalama konusunda canını dişine takanlar

Utanmadınız
Utanmadınız kelimelerimi alıp
Kelimeleriniz etmeye

Neden anlamak istemiyorsunuz
Çalıntı kelimelerle siz ancak HİÇ olursunuz
Neden kendi dilinizin, yüreğinizin döndüğünce yazmazsınız

Anladım
Ne yüreğiniz ne diliniz yetmiyor hissettiklerinize
Benim de olur
Ben de kelimesiz, hecesiz, hissiz kalırım ara ara
Dolanırım kelimeler diyarında

Ama  çok mu zor be,

Çok mu zor
 Yazabilsem bunları demek isterdim demek
Çok mu zor
Yüreğine sağlık, kullanabilir miyim demek
Çok mu zor
Beğendim blogumda yayınlıyorum demek

Bunu bile diyemiyor mu diliniz
Bu bile geçmiyor mu yüreğinizden

Kesin dilinizi
Çıkarıp atın yüreğinizi
Zaten onlar sadece
İNSANSANIZ
 gerek

Sadece
İNSANA
gerek

________________________________________

Fotoğraf / Leszek Bujnowski

21 Şubat 2010

OYA





Ey aşk!
Yağ üzerime yağmur gibi
Boyun eğer ıslanırım altında

Yeterki yüreğimin desenini bozma
Ben onu iğnelerle işledim yokluğunda



BİR YASTIKTA


Güzel bir pazar olsun...
Dizleriniz ya yastık olsun sevdiğinize ya da başınız dizlerini yastık eylediklerinize yaslansın.

Huzurlu bir pazar olsun...
Yüreğinizin attığı versin ilk günaydın öpücüğünü ya da siz hemen şimdi gidip onu öpücüklere boğun.

Mutlu bir pazar olsun...
Seyirlik değil ömürlük sevdalarınız olsun.



Pervasız bir pazar olsun...
Sonuna kadar sizi şımartan, başına taç edenleriniz çok olsun.






müzik - sezen aksu - hoşgeldin |

20 Şubat 2010

DUYGUSAL SALATA




Kapıdan uğradılar, iki saatlik yoldan geliyorlardı, bir kaç gecedir uykusuzdular ve yürek yorgunluğu yol yorgunluğunu ikiye katladığından halsizdiler. Ellerinde pazar torbaları içeri girdiler. Köy pazarından otlar: Çeşit çeşit... Hepsi yeşilin en güzel tonunda, sabah alacasında koparıldıkları toprakların tazelik kokusu köklerine sinmiş.

"Bundan da aldın mı, bak kuzu bunlar, bak bu değişik bir tere cinsiymiş..." Seslerini bıraktılar ardlarından; bir de benim ters zamanlarımın, dilin kemiği yok, hızını kesebilene aşk olsun hallerimden birine denk geldiklerinden ve anlamsızca kırdığımı da bildiğimden, vicdanımı...

Onlar gittikten kısa bir süre sonra, kırmızısı ince ince çizilmiş kuzu kulağından aldım iki kök ve iki kök kuzu ıspanak... Üç yaprak marul aldım, kıvır kıvır... Roka aldım iki kök ve iki kök tere... Bir sap taze sarımsak, buram buram... Doğradım onları ince ince... Harmanladım birbirine, taze çekilmiş karabiber ve erik ekşisi ile... İlk hasat zeytinyağı değdirdim üzerine... Bir avuç haşladığım istiridye makarnayı ekledim tane tane, şöyle bir çevirdim hepsini sevgiyle... Üzerine yağı süzülmüş ton balığından ve kaparilerden koydum ve kokusunu çektim içime...  Televizyonun karşısına oturup, aldım çukurca olan tabağımı elime, damağımda ve dilimde içine eklenen her bir otun tadına varacak yavaşlıkta, sindire sindire dibini gördüm giderek artan bir keyifte.

Yaşam güzeldi... Her zamanki gibi...

Mutfağa gidip de musluğu açmamla gözyaşlarıma hakim olamamam hemen hemen aynı an'a denk geldi... Sesim yüreğime değdi:

"Çocuk sesleri, bazen öfkelerine yenik düşüp, kırıp geçirse de... Bir sesti işte..."

Kendi sesimin, yalnızlığıma vurup yankısının yüzüme çarpmasını istemediğimden kafamı eğdim önüme, ağladım sessizce...






Fotoğraf / internet


YÜREK






Gözüme bakıp
Özüme akıyorsun ya

Baktığın yere değil
Aktığın yere sözüm


KURULMUŞ CÜMLELER / 14

E-postama düşen, beni düşündüren...









 82 yaşındaki Betûl Mardin'den kadınlara öğütler:

1. Her sabah spor yapacaksın. Günaşırı filan değil evladım. Her sabah.

2. Hep çalışacaksın. Üreteceksin. Beynin meşgul olacak, hep koşturman gereken işler olacak.

3. Günceli takip edeceksin. Haber izle, dergi, kitap, gazete oku. Gündemi yakala. Her konuda kendini “update” et. Yeni çıkan kitapları da bil, yeni açılan lokantaları da, bu sene moda olan renkleri de.

4. Evlilik ise şart değil, kafanı takma. Gerekli de değil. Hatta şöyle söyleyeyim: O ne problem less! (Bir problem eksik!)

5. Çocuk meselesine gelince... Ha işte, burada akan sular duruyor. Yapabiliyorsan yap. Birini bu kadar çok sevmek, onun sorumluluğunu taşımak sadece onu değil, seni de mutlu eder. Doğurmayacaksan, evlat edin. O zaman da senin çocuğun değişen bir şey yok. Evlat edinmeyeceksen de, manevi çocuğun olsun, birini okut, geleceğini şekillendirmesine yardımcı ol.

6. Günde bir kere et ye. Mutlaka her öğün sebze ve meyve ye. Kusura bakma, ben tatlı severim. Tatlıdan uzak dur diyemeyeceğim!

7. Ölümden sonra yaşamak istiyorsan, günlük tut. O küçük notlar, hem kendi hayatının tanıklığı, hem de yarına kalan bir bilgi kaynağı. Mesele benim babam, hiç üşünmeden 60 sene boyunca her gün Ece Ajanda'sına o gün olanları yazmış. Hâlâ açıp okuyorum ve çok faydalanıyorum.

8. Olumlu olacaksın.

9. Bazı şeyleri kabul edeceksin: Bütün kadınların seni sevmesine imkân yok! Demek ki bazı kadınlara dikkat edeceksin.

10. Erkeklere gelince, aynı anda birkaçını sevmeyeceksin. Ama onların böyle bir yeteneği olduğunu bileceksin!!!


19 Şubat 2010

BİR KADIN DÜŞÜN






Bir kadın düşün şimdi;
Koyu kahpe saçlarını, usturayla budayan,
Ve kirpiklerinden hüzün maskarası damlayan...

Bir kadın,
Ve O'nun yenip bitirilmiş, loş dudakları
"Öyle" bir kadın işte;
Düşlerinin yüzünde,
Kezzap oyukları..

Bir kadın düşün şimdi;
Bileklerini kitap sayfalarıyla yamayan
Ve ucu yırtık bir gecenin koynunda sabahlayan,

Bir kadın,
Suya atmış inandığı bütün muskaları,
Öyle bir kadın işte
Gençliğinin sırtında,
Sigara yanıkları....

Bir kadın düşün, şimdi..
Düşün bir kadın daha hayattan..
Hani der ya şair;
"Mümkünse farzedin yaşamamıştır.."
Tıpkı öylece ;
Düşün!..


Bir kadın daha düşün hayattan..


Üzerine bir roman yazılabilirdi o kadının. Yaşamamış bir kadın üzerine, yaşanmamış düşler adında, yaşanmış onca düşüşün resmi çizilebilirdi; büyük büyük yağlı boya tablolar duvarları süslerdi.

Üzerine bir roman yazılabilirdi o kadının. Yazılmalı da...

Romana değil ama bir öyküye zemin oluşturması için rica ettim dizelerini. Senden değerli mi dedi, sağolsun. Bazı kelimeler insanın kendinden bile değerlidir dedim, duydu mu bilmem. Sözlerim yanlış anlaşılmasın;  kelimeleri yüceltirken, insanın değersizliğine bir vurgu yapmak değildir niyetim.  Aksine; o kelimeler hep var ama o kelimeyi öylesine ustaca bir dizeye katık etmek herkesin harcı değil, usta işi bir parça... Taşı değerli kılan üzerindeki işçiliktir, bir gün ustası göçüp gitse bile taş nesilden nesile daha da değerlenir. Kelimeler de bir parça taş gibidir, yerinde ağırlığı buradan gelir.

Bu şiiri ne zaman okursam okuyayım, nasıl bir ruh haliyle okursam okuyayım sonuç değişmiyor: Ben kalıyorum; öylece sessizce... Elime bir sigara alıp uzanıyorum yatağıma... Düşüyorum... Mümkünse hiç yaşamadığımı farz edip, düşünüyorum.

Bazen kelimelerin gizemli bir dünyası olduğunu ve herkesin o dünyanın kapısını açamadığını fark ediyorum. Hatta çoğu insanın o kapının varlığından bile haberi olmadığını.

Beni düşünmeye iten, düşündüren, düş kurduran ve düşüren bütün kelime sahiplerine, onları bu kadar ustalıkla bir araya getirebildikleri ve bana bambaşka dünyanın kapılarını araladıkları; ve  içeri buyur ettikleri her sefer için, teşekkürlerimi şapkamı çıkartıp önüme koyarak sunuyorum.

Hayatın Ortasından yakalayıp, bazen savurana...
Beni trenle uzun bir Atlas yolculuğuna çıkaran Buraneros'a...
Kelimelerinin hep tanıdık geleceğini bildiğim Nily'e...
Bir çorba içimlik uğradığım Aydan Atlayan Kedi'ye...
Yalnızlığın resmini kelimelerle çizebilen Beenmaya'ya...
Elini uzatmanın gülümsettiğini hatırlatan Uzaklara Giden Kadın'a
Kara bir ağacın bahar olamayacağını fark ettiren Ateş'e...
Perilerin de elinin kalem tuttuğunun kanıtı Efsa'ya...
Bazı sesleri çok derinden gelse de duyabildiğim Deep Sound'a...
Dilsiz düşleri ile hayatı fotoğraflayan Neslihan'a...
Gerekli şeylerin altını gereksizce çizen Yazar'a...
Kaleminin karalığını yüreğindeki aşktan alan Kalem'e...
İnandığı Masalları anlatırken düşündüren Haşim'e...
Kelimelerle dans eden Masalcı'ya...  
Hayatı anlatırken öğreten Sufi Saja ekibinin tontinisine, elasına ve herkesine...
Bu kadar uzun yazıp, bu kadar çok güldürebilen absalom'a...
Kıyılarda taş toplayan a.nur'a....
Saçak altlarında dolaşan Müdür'e...
Yüreğini çizimine yansıtan Pino'ya...
Mutluluk seminerleri ile içimde huzurlara vesile brajeshwari'ye...
Bırak biraz da dağınık kalsın diyen Bekriya'ya...
Yüreğin odaları olduğunu gösteren 7. oda'ya...
Yere bakarken gözlerini gördüğüm idea'ya...
Hayatın masal olduğunu fark ettiren biraz'a..
Düşünen ve söyleyecek sözleri olan Guguk Kuşu'na...
Hayatın bütün günahlarını yüklenebilen Nakhar'a...

Ve aklıma gelmeyip burada adını belirtemediğim, okumaktan keyif aldığım tüm blog dostlarına teşekkür ederim. Sizler dünyama çok şey kattınız...

Hadi şimdi, bir kadın daha düşün hayattan...





Şiirin Orjinal Adı:  Bir Kadın Düşün Şimdi / Teşekkürler adı bende saklı kadın...
Fotoğraf / 1x.com


18 Şubat 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / EMPATİ

Fotoğraf   / Wilson Hurst


Göremezsin içimi
Baktığın yer yanlış çünkü
Açını değiştir
Ya da
Acımı yüreğine iliştir
Belki anlarsın
Niyelerimi
Belki
...


DİLEK





İyilik ol
Güzellik ol
En çok da sevgi ol
Yağ üzerime

Üzerime yağ
Saldım şemsiyelerimi gökyüzüne

Sen yağ üzerime
Üzerime yağ
Sen yağ sadece
Ben ıslanayım
Islanayım seninle
Güneşli günlerde




DÜŞLERE DOKUNMAK

Düşüne dokunamayan insanlar tanıdım ben...














Bir kadın tanıdım mesela, hep bir çocuğu olsun isterdi, gözü yaşlı, gitmediği doktor kalmadıydı. Herşeyi denedi. Muskalar bile yazdırdı, hocalara gitti, kurşunlar döktürdü. Cami cami, kilise kilise dolaştı. Olmadı. Evlat edinmeyi hiç düşünmedi. O kendi çocuğu olsun istiyordu. Kendi canından kendi kanından. 

Şimdi ne zaman sorsam ne yapıyorsun diye, geç mi kaldım diye cevaplar... Bilirim, bir çocuk evlat edinmektir aklından geçen ama sanki edinirse düşünden iyice uzaklaşır diye korkar. O düşü hiç gerçekleşmeyecek olanlardandı, düşünde boğulanlardan.










Bir adam tanıdım mesela, hep 50 yaşında emekli olup dünyayı gezmek istediğinden dem vururdu. Henüz ayak basmadığı toprakları anlatırdı, anlatırken yaşardı sanki. Hep yeni bir kasaba, yeni bir kültür yepyeni bir yemek tarifi dilinde, anlatır da anlatırdı. O 60 yaşında emekli oldu. Hayat onu zorladı. Emekliliğinden kısa bir süre sonra beyne giden damarlardan biri tıkandı, felç oldu. Yatağa mahkum bir 12 yıldan sonra aramızdan ayrıldı. Bence o düşlerine dokunamasa da düşlerinde yaşamayı başardı. O düşünde yaşayanlardandı, bir düş gibi yaşayan.














Bir çocuk tanıdım mesela, büyüyünce balerin olmak isteyen. Öyle şişman öyle şişmandı ki, annesi bile bile yine de götürdü bale kursuna. Kurs öğretmeni şöyle bir bakıp bunun  mümkün olamayacağını söylediğinde, dönüş yolunda ikisinin nasıl da canından can çekilmiş gibi ağladını anlatırdı. Günlerce aç gezdi çocuk, günlerce yemedi içmedi. Yürürdü... Kilometrelerce yürürdü. O düşüne yürürdü. Düşünde bir kuğu gibiydi, gölün üzerinde tüyden hafif dans ederdi. 18 yaşına geldiğinde, anoreksiyaya bağlı kalp yetmezliğinden öldü. Öldüğünde tüyden hafifti, 30 kiloydu sadece. O düşlerine sadece düşlerinde dokunabilenlerdendi. O düşlerini de yanına alıp, düş diyarlara gitti.














Kendimi tanıdım mesela, büyüyünce ne olmak istediğini bile bilmeyen... Yazmayı seviyordum, yeteneğimde vardı ama yazar olmak değildi düşüm. Gazeteci ol derdi edebiyat öğretmenim bana, hem gözlem yeteneğin var hem de kalemin güçlü... Düşündüm ve hoşuma gitti ama hiç düşlemedim. Matematiği severdim, ama düşleyecek kadar olmadığını fark ettim ve Halkla İlişkiler okumak için Eskişehir'e gittim. Herkes, ne kadar başarılı bir reklam yazarı olabileceğimi söyler dururdu, ben Halkla İlişkiler alanında müşteri tarafında çalıştım.

Kurduğum tek düşün olmak istediğimle değil, olmak istediğim yerle ilgili olduğunu fark ettim. Bir yürekte...  Birlikte yaşamak ve yaşamı paylaşmak tek düşümdü benim. Yek diğerinde atan bir yürektim. Düşüme iki kere dokundum hayatta. Biri, canımı acıtacak kadar yakın, diğeri canımı yakacak kadar uzaktı...









Hep farklı kültürler ve farklı ülkeler tanımak istedim. Bir iki tanıdığımda oldu ama şöyle başımı alıp gitmeler şeklinde değildi hiçbirisi... Şimdi yepyeni bir düşe bıraktım yüreğimi, yepyeni bir düşe tutundum. Bir trenin yolcusuyum. Uzuyor... Uzuyorum. Dolanıyorum dünyayı... Düşün gerçeğe dönüştüğü zamanların anlatıcısı olmak istiyorum. Düşüme sarılıp ayağa kalkmak ve yürümek istiyorum. Arkama bakmadan ama neyi bıraktığımı da bilerek, ileriye, daha ileriye yürüyebilmek istiyorum.

***

Düşlerinin peşinden gidebilen insanlar vardır, şartlar onların içini kolaylaştırır... Ama herşeyi şartlara yüklemek, bir parça korkaklıktır; düşüne sarılmamaktır, yılmak, yenilmek ve bırakmaktır. Herşeyi şartlara bağlamamak lazım, biraz da poponun gücüne inanmak lazım. Hayata sımsıkı tutunup, seni bıraktığı yerden kopabilmek lazım. Belki düşün gerçeğe dönüşeceği yer, varacağın noktadadır.

Denemek lazım... Denemek lazım... Denemek lazım...




Fotoğraflar / deviantART