31 Mart 2010

BAŞLA/MAK




Geçen pazarın güzelliklerinden bu kare. Taşların arasından gülümseyen yaşamı hep sevdim. Onlarca kare fotoğraf çekmişimdir buna benzer... Beni derin düşüncelere yolcu etmesinin dışında, önemli bir yeri var yaşamımda bu tür mucizelerin.

İnsanoğlunun, narin doğa kadar güçlü olamayışına hep şaşmışımdır. Çetin kışlardan, donduran soğuklardan, sağanak yağmurlardan çıkıp, gülümseyebilmek güne/şe... Doğa, her mevsim, binlerce yıldır devam ettirdiği bu döngü ile bize de bir şey anlatmak ister gibi gelir bana. O nedenle fotoğraflarım doğanın yenilenişini, teşekkür ederim mucizelerin gerçekleşmesini resmedebildiği için. Dönerim yüzümü güne/şe, gülümserim yaşama. Gücümü fark etme fırsatını önüme serdiği için. 

Gün şimdilik güzel...



30 Mart 2010

YÜZLEŞME/K


Fotoğraf / Mario



Bazen kendi kendimle konuşurken yakalıyorum kendimi...
Sen varsın karşımda, bir soru soruyorsun, cevabı bende değil desem de inanmıyorsun.
İnanmadığını bakışlarından anlıyorum ama en çok sesinden.
Sesin titriyor, havada asılı kalıyor, bana ulaşacak gücü bile yok, öyle cılız ki...
Ağzından çıkar çıkmaz havada kırılıveriyor.
Uzanıp tutmakla, bırakıp seyretmek arasında bir yerde kalıveriyor yüreğim.
Öyle kırılgan ki, korkuyor.
Sorun yere düşüyor.
Öyle güçlü kuvvetli bir çarpma ki, yer sarsılıyor.
Ödüm kopuyor.

Sonra herşey başa dönüyor.

Kendi kendime konuşurken yakalıyorum kendimi.
Soruyu soran ben oluyorum, cevabı veremeyen yine ben.
Kendime inanmadığımı bakışlarımdan anlıyorum ama en çok sesimden.
Sesim titriyor, havada asılı kalıyor, kendime ulaşacak gücü bile yok, öyle cılız ki...
Ben öyle sanıyorum, çünkü aklımdan geçer geçmez kırılıveriyor.
Bırakıp salmakla, saklayıp sakınmak arasında bir yerde kalıveriyor aklım.
Öyle kırılgan ki, korkuyorum.
Soru yüreğime düşüyor.
Öyle güçlü kuvvetli bir çarpma ki, bedenim sarsılıyor.
Gerçek kol geziyor.

Sonra herşey başa dönüyor.

Kendi kendine konuşurken yakalıyorum seni.
Soruyu soran ben oluyorum, cevabı veremeyen sen.
İnanmadığımı bakışlarımdan anlıyorsun ama en çok sesimden.
Sesim titriyor, havada asılı kalıyor, sana ulaşacak gücü bile yok, öyle cılız ki...
Ağzımdan çıkar çıkmaz havada kırılıveriyor.
Uzanıp tutmakla, bırakıp seyretmek arasında bir yerde kalıveriyor yüreğin.
Öyle kırılgan ki, korkuyor.
Sorum yere düşüyor.
Öyle güçlü kuvvetli bir çarpma ki, yer sarsılıyor.
Ödün kopuyor.

Sonra herşey başa dönüyor.

Sen kendi kendine konuşuyorsun
Ben kendi kendime
Sorular havada çarpışıyor
Ve verilemeyen cevaplar verilenlerle düelloya tutuşuyor
Biri saymayı bilmiyor, erken dönüp tetiği çekiyor
Cevaplardan biri yere düşüyor
Ödümüz kopuyor
Gerçek ortada kalıyor
Sahiplenen olmuyor

29 Mart 2010

GECE YAĞMUR DÜŞ TINI


Fotoğraf / Rybnicki


Yağan yağmura eşlik etsin diye, klasik jazz dinliyorum. Glenn Miller yumuşacık sesiyle ritmi ruhuma uygun Moment In The Moonlight'ı söylüyor. Salınıyorum onun müziğinde... Tınısı üzmek istemez gibi beni, aksine kollarımı salıyorum iki yana ve yağmura bırakıyorum düşlerimi usulca...

Hemen ardından, I Wish I Knew uzatıyor boynunu geceye Billy Taylor'ın yorumu ile... İçimdeki yaramaz kız çocuğu el çırpıyor düşlerdeki sevgiliye, yüzümde yamuk bir gülümseme ile...

Gece güzel... Yağmur güzel... Düş güzel... Tınılar güzel...

Smoke Gets In Your Eyes diyen Dinah Washington bölüyor düşlerimi... Ain't No Sunsihne'ı Buddy Guy söylüyor... Ben  Bill Withers  yorumunu oldum olası daha çok sevsem de... Bu şarkının yeri bende bambaşka... Artık başka bir hayalin içinde yüzüyor yüreğim; eskisi gibi hızla çarpmıyor, ama o telefon konuşmasının olduğu o güne kısa bir yolculuğa çıkıyor: O adamı tanıyorum. Bu şarkıyı dinlerken masasının başında oturuşunu, elindeki sigaradan çektiği nefesi, aklından geçenleri biliyorum. Adamı usulca yanağından öpüyorum.

Norah Jones, Sinkin' Soon söylemeye başlayınca, dağılıyor bulutlarım. Bir barda - bar gençlerin takıldığı, salaş bir mekan- bir bira içip çıkacağımız o gece düşüyor aklıma. Müzik başlayınca, sevdiğim adama sırtımı yaslayıp dans ediyorum... Kollarının arasındayım. Adamı seviyorum. O gecenin tadının dudağımda sonlandığını hatırlıyorum. Adamı özlüyorum. Öpüyorum. Düşlerimi yağmura bir kez daha bırakıyorum, usulca...





BİR SABAH ILINMIŞTI YÜREĞİM




Aşka uyanmadığım sabahlar da oluyor elbet.
Güne güzel başlamadığım sabahlarımın sayısı, eminim başladıklarımdan daha fazladır.
Her gün, gülümseyen bir çift gözle umutla bakmıyorum yaşama.
Her an sevgi kelebeği gibi çırpmıyor kanatlarım.

Ama bazı sabahlarım var ki,
Onlar unutamadıklarım.
Bu kartı aldığım sabahki gibi:
Aşka uyandığım.
Ilındığım.


_________________________________________________________________


Aslında güzel bir hikayesi var fotoğrafın, bir ara yazmalıyım.


DÜN GÜZELDİ



Korumayı bilsek, ah bilebilsek
Kırıp dökmeden
Yasaklamadan
Bakabilsek

Ah bir değer bilsek
Bilebilsek
Yaşam nasıl da
Tutunulası bir dal olurdu hepimize

Görebilsek
Ah bir görebilsek
Zenginlik budur diyebilsek
Korurduk değil mi
Koruyabilirdik
Bozmadan
Bozulmadan

Ah bir insan olsak
Olabilsek
Düşünsek
Anlasak
Kavrasak
Baksak
Görsek
Mutlu olsak



KUMYAKA - TARİHİ KİLİSE
GİRMEK YASAKTIR
Duvarları boyamak
Rölyefleri kazımak
İşemek
Çöp atmak
Kırmak
Yıkmak
SERBESTTİR


28 Mart 2010

GÜN GÜZELDİ






Ray Nance / Some Of These Days



PAZAR YÜRÜYÜŞÜ


Az sonra uzun bir pazar sabahı yürüyüşüne çıkacağız, son hazırlıkları tamamlıyorum, fotoğraf makinasının şarjı kontrol edildi. Dinlenecek müziklere yenileri eklendi.

Sabah yaptığım ilk iş, erken kalkmanın da avantajı ile mutlaka müzik dinlemek olur. Öyle hazırlanırım ben güne. Hoş, gece uyumaya da öyle hazırlanırım ben ve hatta yemek yaparken ve hatta... Uzar gider bu liste böyle... Müzik ruhun gıdası diyen atalarımı da selamlayayım yeri gelmişken.

Ne anlatıyorum...

Hımm... Pazar yürüyüşü hazırlıkları...

Yorulunca, soluklanacağımız banklarda, çimlerde yayılmışken okunacak bir kitap, havanın serinlemesi durumunda dudaklar çatlamasın diye krem, ellere ayrıca bir krem daha, ya güneş yakar kavurursa, yüze de gerek bir koruma kremi... Terlenirse diye tişört, ıslanırsa diye çorap ve ayakkabı... Yağmur yağarsa diye yağmurluk... Yağmazsa diye eşofman üstü... Acıkırsam - ki kesin - çikolata bar... Susarsam - ki kesin - su... Oldu mu benim çanta, üç günlük seyahat planlayanların bavulları kadar... Çaktırmadan da fotoğraf çantasına sıkıştırıyorum bir kaç şeyi hala...

Neyse efendim (pek bir absalom tarzı oldu  bu cümlem de... keh keh...) 

Ben naçizane müziklerime müzik eklerken, Gaydaistanbul 2009 albümüne denk geldim. Ne zamandır dinlemiyordum. Sonra kendime sinirlenip, kudurduğumdan mütevellit - şu bir yere giderken evimi neredeyse sırtımda götürecem halleri - gerildim haliyle. Dedim dur, (sen de dur okuyucu, dinle şarkıyı) şu şarkıyı dinleyeyim az biraz da neşeleneyim. Aaaa... Ben bir kudur bir kudur, kafayı ye kudur... Kudurrrr...  (durma sen de kudur)


Aaa, hayrola, hiççç senin gibi sakin, huzurlu, sinirleri alınmış et misali yumuşak bir insan kudurur mu demeyin. (sen sakın bir şey deme bekriya...) Siz bilmezsiniz, ben en çok kendime kudururum....

Şimdi uzun, uzunnnnnnnnnnnn bir yürüyüş yapıp, biraz smooth jazz, biraz küba müzikleri, bir parça da viyola jazz dinleyip, ruhuma kanat takayım. Ruhumun gideceği yol uzun, yürek yanı başında, bugün ruhum süzülsün masmaviye karışan güpgüneşin koynunda...

İyi pazarlar...


Fotoğraf için google'a "bavul" dedim.
O da bana, al sana dedi bir sürü bavul fotoğrafı. 
Ben ruhuma uygun olanı seçtim.
Kokoşum kabul edin :)





27 Mart 2010

LEZZETİNDEN SUAL OLUNMAZ YAŞAMIN

Vakti zamanında, yanlış hatırlamıyorsam, 2008 Aralık sonu, Nily mimlemişti beni... Sevdiğim mekanları yazmam için; şöyle başlamıştım söze:
Sevdiğim mekanlar…
Sevdiğim mekanlar…
Sevdiğim mekanlar…
Uzun uzun düşündüm
Yazmaya başlarsam aklıma gelir dedim.
Yemek yiyebileceğim salaş mekanları severim mesela…
Düşündüm…
Aklıma gelmişti tabi gelmesine de, mim gene çıkacak gibiydi yolundan.

Deniz kenarlarını severim…
Dağları tepeleri ormanları severim…
Rock müzik dinleyebileceğim mekanları severim…
Şık yerleri severim... Hani şu beyaz masa örtüleri şık, yakışıklı garsonların olduğu…
Jazz Barları severim…
Bol çeşit olsun bir de soul müzik, kahvaltımı edeyim ama mümkünse kalabalık olmasın brunch mekanlarını severim.
Balıkçıları severim.
Limanları.
Ben en çok sevdiklerim yanımda olsun isterim, mekan bahane olsun gönlümüz hoş olsun isterim.
Bazen salaş bazen şık ama mutlaka gülümseyerek anacağımız mekanları severim.
Yazdıkça fark etmiştim ki, bana o mekanı sevdiren, o mekanı paylaştığım dostlarla çoğaltabildiklerimdi. O mekanlara tek başına gittim mi diye çok düşündüm. Ama o mekanlara, dostlarımla çok gittim.
Nişantaşı’ndaki şık manavı bilirim… Bebek’teki soğuk sandviççiyi… Taksimdeki salaş ocakbaşını, hani umut pişirip kahkaha içtiğimiz. Uludağ’daki köy evini, Çeşme’deki denizi severim.
Bursa, Eskişehir, İstanbul, Alger, Bursa... 38 yıla sığdırdığım dört kent... Sonunda başladığım yere döndüm kendi yolculuğumda... Şimdi dönüp baktığımda, anılarda yer tutanlara, mekanlar geliyor gözümün ucuna, mekanlar ve o mekanlardaki tatlar dilimin ucuna, ama en çok, yaşamdan aldığım lezzetin keyfi yerleşiyor yüzüme. Gülümsüyorum. Yaşadıklarımdan aldığım lezzeti, güne yayacağımı biliyorum.

Soğanlı parkı severim, aşkı sandiviç yapıp keyfini çıkartabildiğimiz için. Ada’yı severim mumlar yakıp dilekler tuttuğumuz için. Moda, Fenerbahçe, Caddebostan'ı severim sahilinde yürümekten bıkmadığımız için. Taksim’i severim her şey bir arada olduğu için. Porsuk kenarını severim,bira içip, ilk aşkın heyecanlarını ona kustuğum için. Beşiktaşı severim Ortaköy’e yürüme mesafesinde olduğu için. Kozahan’ı severim simit ve çay en güzel orada gittiği için. Tünel’i severim iki ucu da keyfe açıldığı için. Alger'daki balıkçı kasabasını severim, jumbo karidesleri soğanla yiyebildiğim için. Caddeyi severim süslenip püslenip Kırıntı'da yemek yediğimiz için. Garın oradaki Ali Abinin köfte ekmeğini severim, tükürük midemi bulandırmadığı için. Mudanya'yı severim bir de tabi Yalova'yı balık yemek deniz kokmak için. Evimi severim dostlarım geldiğinde, herşeyin lezzeti katmerlendiği için. Trilye'yi severim, Tiffany'de Kahvaltı tadında bir duyguyu bana yaşattığı için.



Yazımı okurken fark ettim ki, hayatın lezzetini ailemle ve dostlarımla alıyorum ben, Mezzaluna'da yediğim pizzayı da, sahil kasabasındaki salaş balıkçıda yediğim balık ekmeği de lezzetli kılan, an. O anı orada, onlarla yaşamasaydım, o lezzet kalır mıydı aklımda çok da emin değilim. Kızılkayaların dürümünden aldığım lezzetin, Caddede yediğimde, Taksimde yediğim ile  aynı olmayışının nedenini fark ettiğim gibi: Dürüm, Hayal'den Line'a uzayıp, Jazz Stop'da sonlanan bir gecenin ardından yendiğinde lezzetliydi. Soğanlı Parkta yediğim sandiviçin lezzeti, her zamankinden farklı hazırlanışındaydı, hazırlanan kişiyle onu paylaşırken hissedeceklerimde saklıydı en çok da.

Bu nedenle, lezzetlerim var benim, ama mekanlardan çok, yaşamda, yaşamın içinde... Bu şöyle anlaşılmasın, bilirim ki, iyi kebapçılar, iyi Fransız ahçılar, Bolu'lu Ustalar vardır... Bilirim ki, onların ellerinden yediğiniz Adana'nın, Foie Gras'nın,  Gırma Böreğinin tadı başkadır. Yine de inanırım ki; lezzeti yaratan ve unutulmaz kılan, onu paylaştıklarındır... O an'dır.

Beni hayattan aldığım lezzetlere çıkarttığı yolculuk için stuven'a teşekkür ederim. Dilerim, kurallarına uyamadığım için çok kızmaz bana. Mimin konusu güzel, almak isteyen, üzerine yazmak isteyen olursa, keyifle okumak düşer bana... Lezzetinden sual olunmaz bir haftasonu dilerim hepinize...





26 Mart 2010

SOLUKSUZ KAL/MA/K

 Fotoğraf / Salvador Sabater


Sen (de) biliyordun !

yolun
yolcu(su)ydu
Sense
 durak

Ömür
Onun
soluklandığı
kadardı

Ölüm
Yola
çıktığı
her
an

Yol biter sandın
Sevda tükenmez

Sen (de) biliyordun
O
Bir
soluk
aldı
Senden

Sen
soluksuz kaldın
yani
yola çıkmasa da
Sen (en başından) biliyordun !
son
aynı
son


Biliyorsun değil mi...
Biliyorsun, çünkü sen de duraksın!





Kemikler Kırılır İnce İnce, Değer Bilmez Ellerde

Bir şiir okudum... İlk defa... İlk kez şiir okumadım ama o şiiri ilk defa okudum. Ve ilk defa okuduğumda, şöyle dedim:

İliğine kadar sevmek böyle olsa gerek...
Bunu yoruma da yazdım. Yoruma yorum geldi:

Bence de Evren ve yine bence senin de vücudunda yok bir tek kemik aşka uygun olmayan, sen de öylesin :))
Öyle miydim..? Yani ben, yani ben iliklerime kadar sevecek kadar, her bir kemiğimi aşka adayabilir miydim..? Kelimelerim beni böyle yansıtıyor olmalıydı. Sonra uzun uzun üzerine düşündüm; kelimeler, görüntü, algı, insan, duygu, karşılaşma, etkilenme. Kelimeler... Bir insan bir insanı kelimelerinden tanısa sadece, hissettiği; etkilenme, hoşlanma, sevgi, aşk... Hangisi olurdu? İlk görüşte aşk var da, ilk kelime de aşk neden yok! Bence var, en azından ilk cümle de olmasa bile, cümlelerinde kaybolup gitmek var ve onun ihtimallerinden biri de aşk!

Bu sabah düşüncelere yelken almış, yol yol olmuş yüreğimi, iyotla doldurasım var. Alayım kendimi diyorum, yapayım gene, beni benle bırakan ve kendimle uzun sohbetlerin durağı olan Gölyazı'ya kısa bir kaçamak. Kitap okuyup, fotoğraf çekip, müzik dinleyip günü kendime armağan edeyim. Müzik ruhun gıdası da, kitap okumak değil mi ya fotoğraf çekmek.. Onlar da doyuruyor benim ruhumu yeterince... Ah! Günü bana armağan edecek misin? Her günü ettiğin gibi...

Kafamın karışık olduğu zamanlarda yapabildiğim en iyi şey düşünceleri yazmak alt alta, geldiği gibi karışık sırada. Herhangi bir düzenleme ihtiyacı duymadan, kelimelere ve anlatıma özenmeden, yazmak, öylece alt alta...

Geçtiğimiz günlerde bir bloga bir yorum bırakmıştım. Hafızam... Daha çok yazmalıyım... Hatırlayamadığım daha az şey olması için, daha çok...

etkileyici! oysa daha küçük bir çocuk. aklı nasıl da kelimeleri kendine oyuncak kılıyor, çocuk yeni oyuncağıyla saatlerce oynuyor, kelimeleri önce sıralıyor, bir cümle kuruyor, sonra sıralarını bozuyor yepyeni bir cümle daha. çocuk yeni oyuncağı ile saatlerce oynuyor, aklı nasıl da kelimeleri kendine oyuncak kılıyor. oysa daha küçük bir çocuk. etkileyici!

Bir şiir okudum... İlk defa... İlk kez şiir okumadım ama o şiiri ilk defa okudum. Ve ilk defa okuduğumda, şöyle dedim:

İliğine kadar sevmek böyle olsa gerek...
Bunu yoruma da yazdım. Yoruma yorum geldi:

Bence de Evren ve yine bence senin de vücudunda yok bir tek kemik aşka uygun olmayan, sen de öylesin :))
Yoruma yorumum gecikmedi...

;) bunu bir sır olarak saklayalım, kırılmasın kemiklerimiz ince ince, değeri bil(in)mez ellerde...
Yazdım ve herşey başa döndü...

Fotoğraf / John Dittrich

25 Mart 2010

Sorularım Var Sana, Ama Önce Aklıma Sahip Çıksana



Bu gece,
Mumları yakıp derdime mi yansam?
Yoksa,
mumları yakıp
bir şişe şarabı açıp
içip içip
sövüp sövüp
sarhoş mu olsam?


Allah'ım bana bu konuda bir işaret gönder desem
Gelen işaretin senden geldiğini sanıp
içsem,
Günahkar olsam
Dile gelsem
Sanmıştım desem
Aşka düştüm kaldır desem
Elini uzatır mısın
Elin o kadar uzun mu
uzunsa
güçlü mü
Güçlüyse duyar mısın
Duyarsan iç der misin
Demezsen demez misin
İçsem mi
Yansam mı
İçsem yanacaksam
Yansam yanmam mı
Allahım aklıma sahip çıksan mı
Çıldırsam mı
Kahrolsam mı
Benden bir bok olmaz mı
Allahım seni meşgul etmesem mi

Allahım ben bu akşam ne etsem
Nerelere gitsem
İçsem içsem bütün bu günü unutsam mı?

Önce bir eve gidip, mumları yakayım da
sonrasına karar verecem.
Allahım ben bugün bir katil olmadan günü bitirsem
Valla sonrasına kendim karar verecem
Bak bir çıkabileyim izninlen şu işten
Elimi kana bulamadan
Bak gör
nasıl mantıklı düşünecem

Hadi kal sağlıcakla
Öperim
Severim
Ha!
Bir de her sıkıştığımda, yanımda olduğun için teşekkür ederim.

Evren



Not: Kusura bakma, pek özensiz gibi oldu, hani büyük, küçük harf, nokta, virgül falan, idare et, gerginim. Çok, çok gerginim.




YA DA İLE ACABA


Zamanla affediyor insan ama unutamıyor
Ya da
İnsan zamanla unutuyor ama affedemiyor
Ya da
Zaman geçiyor, affetmek de unutmak da önemini yitiriyor
Ya da
Zaman duruyor, ne sen unutabiliyorsun ne affedebiliyorsun
Ya da
Zaman akıyor, sen affedememenin ve unutamamanın sancıları ile kıvranıyorsun
Ya da
Zaman tükeniyor, sen ölürken bile son nefesinde bir şey diyebilmek istiyorsun
Kimse bilmiyor, kimse merak etmiyor, kimse umursamıyor
Ondan başka...
O yaşadığı sürece, dilinde bir 'acaba'
                                      Affedildim mi yoksa unutulup gittim mi tadında




Fotoğraf / Gennadii Tarakanov

MÜHÜR/LE(N)MEK







Yağmur yağıyordu dışarıda alabildiğine sağanak...
Umrumuzda değildi.
Sen şarkıları söylerken birine yanıyordun, ben başka birine.
Bir konser çıkışı sarılmıştık birbirimize.



Yağmur yağıyordu dışarıda alabildiğine sağanak...
Baktın bana, çevirdin kendine...
Gözlerin dedin...
Gözlerin bakar mı hep bana böyle...
Bakarlar dedim.
Mühür ettin dudaklarını sözüme.



Yürüdük o gece son hücremiz de nasibini alana kadar...
Bu gece dedin, bu gece bende kal.
Kalırım ama dedim...
Merak etme dedin.
Yatağım var ayrı...
Hatta istersen ayrı bir odam...
Bu gece dedin...
Bu gece, kal bende.
Ya gitmek istemezsem bir daha dedim.
Mühür ettin gözlerini gözlerime...



O gece,
Sen ve ben
Sıcak bir banyonun ardından üzerimizde havlular...
Sohbet ettik güneşin ilk ışıklarına kadar.
Vokta içtik en shutından...
Güldük en kahkahasından...



Gün ağırınca fark ettik,
Ne biri vardı artık ne başka biri...
Sen vardın.
Ben vardım.
Biz olmak istiyoruz diyen iç seslerimiz karıştı birbirine...
Gel yanıma dedin, uzan şöylece...
Uzandım,
Hiç dokunmadık birbirimize.
Sarılmadık bile...
Uyuduk sadece.



Gene de...
O gece, tenini mühür ettin tenime.


______________________________________________

Fotoğraf / Autumn blues by -Thomas C.
İlk Yayın Tarihi / Mart 2009

24 Mart 2010

AĞIR/LIK

Fotoğraf :/ Joaquim Chitas



ben seni yüreğin kadar seviyorum demiştim, 
yüreğim kadar seversem taşıyamazsın...

yüreğin kadar sev dedi

sevdim 

ağır geldi 




23 Mart 2010

US/LANDIR YÜREĞİMİ





Ah benim yaralı ruhum
Ah benim insan kusurum
Ah benim isyanlarım, ah yalnızlıklarım
Gel artık uslandır beni * 

Sabahtan beri kaçıncı kez dinledim bu şarkıyı, kaç kere konuştum kendimle… İyi değilim! Seni de üzüyorum, dedim ya hiç ama hiç hak etmediğin halde. Senin gibi sevilmedim ben daha önce, yani senin gibi sevmedi kimse beni, böyle düşününce, düşünce değil his işte… İçimde bir yer kanıyor inceden. Senle ilgili değil bu, yani sadece senle ilgili değil. Ne şansızlık ki, benzer bir hikayenin bitişi gibi başladı bizim hikayemiz; bir yaranın kabuğunu kaldırarak… Yara şimdi sızlıyor, en ufak bir sevgi değse, ya da ne bileyim bir kelime geçse, ya da bir düşünce, ya olursa hali… Kahvedeki adamlar gelip oturuyorlar karşıma sonra… Sonra fark ediyorum ki; o benim ya olursa dediğim hal oluyor. Yani seviyorsun sen beni. Bu nasıl bir yara bilemezsin sen, ben o kadar çok inandım ki... Ama hep de dediğim gibi oldu sonları, bu sefer olmayacağını biliyorum ama sen gel de onu yaraya anlat… Yara kapanmazdan önce, su bile sızım sızım sızlatır ya… Bir de sevgiyi koy o su yerine… Yarayı açan da sızlatan da ben değilim diyorsun, biliyorum. En çok da buna üzülüyor ya yüreğim.

Seni seyrediyorum, uyandığımdan beri. Sabahları artık serin ya, camı açıp içime çekiyorum o serinliği, sıcağını hissediyorum sonra, bir gülümseme yüzümde, korkuyorum içten içe…

Hani herşeyinle teslim olup da o sırtından vurulmuş olma hali vardır ya, ölümden döndüm, bilirim... Eve gelmeseydi o gece, hiç tanıyamayacaktım seni. Şimdi yıllar sonra, iyi ki gelmiş diyorum, iyi ki... Bunun iki sonucu var yaralı ruhda ya da bende öyle oldu. Oluyor… Yara hızla iyileşiyor, bu beklenen sonuç ama bir de o yaranın açıldığı zamanlardaki bana gidip kendimi sorguya çekme hali var. Güçlü sanıp da kendini, o en güçsüz yüzünle karşı karşıya kalıyorsun ya  nasıl bir yıkım anı o bilemezsin... Kendine geldiğinde ve onun ya ölseydinde ki buz ellerinin, seni kaybetme halinden değil de, çıkacak onca yasal prosedür ve can sıkıntısından olduğunu anladığında ki; o yüreksizliğe, o sevgisizliğe şaşıp şaşıp keşke ölseydimlerinin, çaresiz yakınmalarının ve kendi çaresizliğine, zayıflığına sarılıp da çığlık çığlık ağlamaların nasıl bir yıkım anı olduğunu sen bilemezsin. Ama ben bilirim. Ben o sınırdaydım, çaresizliğin kendine esir ettiği bedenim o elektrik verilmiş dikenli tellere takıldı benim. Koptu lime lime yüreğim.

Samimiyetle söylemem gerekirse, bundan böyle kendime sakladığım kelimelerim az olsun istiyorum hatta kendime hiç kelime kalmasın... Öyle yapayalnız yaşadım ki ben o günleri… Öyle içime attım ki. Kendime sakladığım her kelime bir hançer şimdi. Sen hiç, birini, ben nasılsa affedebilirim ama onun bu hallerini başkaları bilirse sevmezler diye korkarak sevdin mi... Sevmediysen anlayamazsın beni... Ama ben anlarım. Ben tam o sınırda sevdim birini. Kendimi geçip ona vardım ve onsuz nefes bile alamadım. O yaşamdı, nefesti, onsuzluksa ölüm.

Bugün, onu sevme haliyle bir ilgisi yok bu anlatmaya çalıştıklarımın. Beni, öznesi yaptım yaşamımın. Beni anlattım sana.

Ve sen...
Ve sen ne yazık ki; bu kendimle yüzleşme ve yarayı söküp atma sürecimin paydaşı, ve sen güzel gözleriyle bana, içime bakan. Ve sen, derinime inip, derinini paylaşan. Öyle çok seviyorum ki seni... İlk defa zamansız ölmekten korkuyorum...

Biliyor musun, bak buradan da açık açık söylüyorum ki sana; isyanım hep yalnızlığıma oldu benim, yaralı ruhum, insan kusurumdu… Ama, sen gel uslandır beni istiyorum… Sen gel, us/landır beni… Korkuyorum!




Sözler / Zülfü Livaneli 
Fotoğraf / Marzena Gregier

MANİ (DAR) / YÖN BULMACA


Yaşam akıp gidiyordu yollarca
Yönlerin hepsi birer bulmaca
Ben, dışımda akan bütün yönleri çevirdim sana
Sen, benim dışımda kalanlara
Kesişmemiz zor zevgilim
Dünya yuvarlak olsa da
Uzun zaman gerekli sırtları dönüp yola çıktıktan sonra

Eskiden ben akıp giderken sana
Sen akıp giderdin benden daha uzağa
Hızımı artırsam ne fayda
Sen de hızlanıyordun aynı oranda
Geç fark ettim, kusura bakma
Yani sevgilim, bir sepet bul tak koluma
Anladım ki, şu saaten sonra herkes kendi yoluna

Yollar ve yönler çözülmesi gereken bir bulmaca
Bulduğunda, elinden kayıyor kolayca
Akıllanır mı yüreğinde aşk olan
Kapadım gözümü döndüm yönümü aşıka
Annem seslendi ardımdan bağıra çağıra
'Baktın kar havası, eve gel kör olası'


Fotoğraflar  / Joannès Ceyrat


AŞK BUGÜNLERDE...



ÇİKOLATAYA BATIRILMIŞ PORTAKAL ŞEKERLEMESİ TADINDA

fotoğraf / Frances Janisch




bir ömrün kaç keresinde aşktır dedi adam,
bir ikincisi olacaksa sen ol dedi kadın...

adam bir gece sessizliğinde ayın son dördünde
dilin ucuna geleni haykırdı...





adam ne dedi...
kadın o gece hangi şarkıyı söyledi... 
azzzz sonra
azzz sonra
azz sonra
az sonra





22 Mart 2010

HUZUR (MU)

Fotoğraf / Stefano Orazzini





Ike Quebec Blue And Sentimental



Anlar vardır, bir andır.
Sadece tek bir an,
Ömre bedeldir.
Bu gece hissettiğim bu...

Bu gece hissettiğim,
huzur denizinde bir yelkenli.
Yelkenlide bir sen...
Yelkenlide bir ben...

Aynı ufka açılmışız,
Yol alıyoruz
Usul usul.
Varmak istediğimiz yer, aynı.
Olmak istediğimiz hal, aynı.

Ben sen!
Sen ben!
Bir de yelken!

Huzur denizinde,
Yelken,
Usul usul yol almalı.

Bu gece hissettiğim bu.
Bu aşkın yepyeni bir tarifi olmalı.
Huzur denizinde bir yelken,
usul usul yol almalı.
Limanı yürek olmalı.



KEYİF (Mİ)



BEN BUNA KATMERLİSİ DERİM
 GÖNÜL SOFRAMA BEKLERİM

SAĞLIĞA, HUZURA
CAM CAMA
CAN CANA




ADAM KADIN PİYANO GÜNBATIMI BANK EVET

Kadın, bekliyordu... Ama hiç belli etmiyordu. Yaşıyordu. Böyle yaşasalardı da, hep sevecekti adamı.
Adam, bekliyordu... Ama hiç belli etmiyordu. Yaşıyordu. Böyle yaşasalardı da, hep sevecekti kadını.

Kadın, yeni bir dil öğrenmeye heves etti. Sebebi çok da önemli değildi.
Adam, yeni bir dil öğrenmeye heves eden kadını destekledi. Desteği önemliydi.

Kadın, o sabah telaşla hazırlanışlarına veremediği anlamı kendine sorun etmedi.
Adam, o sabah telaşla hazırlanışlarına kadının veremediği anlamı kendine sorun etmeyişini çok sevdi.

Kadın, okyanus kenarındaki dağlara batan günü seyretmeyi çok severdi.
Adam, okyanus kenarındaki dağlara batan günü seyretmeyi çok seven kadını seyretmeyi severdi.


Kadın, kumsalda yürüdü. İyi ki geldik dedi.
Adam, kumsalda yürüdü. İyi ki geldik diyen kadını sevdi.

Kadın, okyanus kenarındaki yürüyüşten dönünce, hadi duş al demelerin anlamını bilemedi.
Adam, okyanus kenarındaki yürüyüşten dönünce, hadi duş al demelerinin anlamını bilemeyen kadını sevdi.




Kadın, duştan çıktı.
Adam, kadını öptü.

Kadın, akşam yemeğinden sonra ders çalışalım dedi.
Adam, hadi şimdi deyip, piyano üzerindeki kartları almasını istedi.

Kadın, piyano üzerindeki bir yüzünde yeni öğrenmeye çalıştığı dilde, diğer yüzünde kendi dilindeki okuma kartlarını eline aldı.
Adam; kadını, kartları, süprizi, heyecanı, geleceği avucuna aldı.

Kadın, batmaya beş kala güneşin ısıttığı banka oturdu.
Adam, batmaya beş kala güneşin ısıttığı banka oturan kadının yanına oturdu.

Kadın, ilk karttaki ilk kelimeyi okudu.
Adam, ilk karttaki ilk kelimeyi doğru okuyabildiği için kadını öptü.


 
Kadın, mutluydu.
Adam, kadının mutluluğuna mutlu.

Kadın, son okuma kartına geldi. Güneş batmak üzereydi.
Adam, son okuma kartına gelince, avucunu sıktı. Güneş henüz batmasın istiyordu.

Kadın, son okuma kartındaki kelimelerin fazlalığını fark etti. Bu benim değil dedi.
Adam, son okuma kartındaki kelimelerin fazlalığını fark eden kadının şaşkınlığını fark etti. Asıl onlar senin dedi.

Kadın, kartı okudu, yeni öğrenmeye çalıştığı dilde.
Adam, kartı okuyan kadını çok sevdi, kendi dilinde.

Kadın, kartın diğer yüzünü okudu, kendi dilinde.
Adam, kartın diğer yüzünü okuyan kadını çok sevdi, kadının dilinde.

Kadın, kartta yazana, evet dedi öğrendiği dilde.
Adam, kartta yazana, evet diyen kadını sevdi bildiği bütün dillerde.

Kadın, adamın avucuna baktı. Yaşlarına engel olmadı.
Adam, avucundaki yüzüğü parmağına takarken kadının akan yaşlarını öptü.  



Kadın, adamı çok sevdi.
Adam, kadını daha çok.






Fotoğraflar / deviantART

21 Mart 2010

AKŞAM AKŞAM GÜLÜMSEMEK



Güzel(e) uyanmak gibisi yoktur
Güzel(le) uyumak gibisi de...

Bu ödül güzel başlayan bu günün
Güzel bitişi oldu
İçimi ısıttı
Beni gülümsetti

Yüreğinin hissedilmesi gibisi yoktur
Yüreği hissetmek gibisi de...

Değerinin bilinmesi
Hele de değer
Yaşıyla, yaşanmışlığı ile
İçinde gizli bir sarrafı barındırıyorsa
Sizi yaşama bağlayandır

Teşekkürler




KÖKLERİN ACIR KENDİNE / ÜÇLEME

I - KARŞI ORMAN
Bazen, yıkıldığında bir ağacın,
Sanırsın ki, bir tek senin ormanında yıkılmıştır bir ağaç kökleri titreye titreye...
Ve sanırsın ki bir tek senin ormanında çıkmıştır yangın...
Ve sanırsın ki bir tek senin topraklarını vurmuştur kuraklık...

Sen sanırsın ki bir orman sen
Bir ağaç senin ki
Bir yudum suya muhtaç bir kökün

Karşı ormana baksan
Duyacaksın çığlıkları
Göğe değecek selvilerinin ucu
Gidip yangını bir an önce söndürsün isteyeceksin
Dileneceksin çiçeklerini açıp buluta
Daha hızlı, daha hızlı ulaş karşı ormana



II -GÖL VE AĞAÇ
Bazen, yıkıldığında bir ağaç bir gölün üzerine
Bir tek kendi yansımasını görür
Bir de acıyan köklerine ağlar sessizce
Oysa o gölün de acısı, seni görmek

Damlayan yaşını kendine katıp çoğalırken ses çıkartmıyorsa
Gözyaşını gözyaşına eklediğindendir
Hiç düşündün mü
Bir göl, her rengin koyusuna neden bürünür




III - KÖK VE YÜREK
Köklerin acır, devrildiğinde
Kendi  yansımanı görüp
Senden öteye gözünü kaparsan
Kendi ormanında
Bir tek kendi yüreğin acır
kendi
     kendine







Fotoğraf / Bartek

PAZARA UYANMAK

Dün sabah erkenden attım kendimi sokaklara... Öylesine boştu ki sokaklar, tek tük yürüyen insanlar gördüm bir de yanımdan öylece geçen arabalar. Yokuş çıktım, yokuş indim. Uzun upuzun yürüdüm. Kulağımda sevdiğim müzikler eşlik etti bana ve zaman zaman aklım gidiverdi günler öncesinden kalma iç acıtmalarıma. Doğru muydu, ben mi yersiz acıtıyordum içimi, ağlatıyordum yüreğimi. Kendim kendime mi düşmandım. Kendim kendimle mi barışık değildim. Sonra bir şarkı başlıyor bütün bu düşünceleri kovuveriyordu aklımdan ve ben yüzümde bir gülümseme ile günün uyanışını çekiyordum kare kare.



Bahar dallarını çektim ve boş sokakları ve bana gülümseyen o kediyi... Sonra pazara düştü yolum. Uyku mahmuru tezgahlara canlı renkleriyle meyva sebzelerin dizilişini seyrettim bir süre, gezindim aralarında. Yaptıklarıyla gurur duyan insan yüzleri çektim.  Balıkçının tezgahındaki umudu, salata malzemesi satan adamın yarın telaşlarını. Genç bir delikanlı bir portakal dilimi uzattı bana, portakal canlandırır insanı dedi, yüzünde kocaman bir inançla.  Bir diğeri Amasyadan mis kokulu elma verdi, kahvaltı etmediysen, buyur dedi, simitinden bir parça uzattı yaşlı bir amca.  Bir diğeri salatalık verdi yanında dometesi ve tuzuyla... Pazarı dolaştım; şakaları, kavgaları, yardımlaşmayı, misafir etmeyi, umutları, telaşları, sıkıntıları ve nicelerini gördüm dün pazarda. Yaşam dedim, sen görmek istediğin sürece akıp gidiyor işte, sokakta, pazarda, yüreğinde...

Bu pazar Ella Fitzgerald'dan Misty Blue ile uyandım güne... Güneş yatağıma kadar uzattığı eliyle okşadı yüzümü. Bugün iyot almalı bu ciğerler bir parça, denize gidip, dalgalarla oynaşmalı, taş atmalı sanki atılan her bir taşda sıkıntılar azalacakmış gibi. Fotoğraf çekmeli bol bol... Gülüp, eğlenmeli...

Bu düşünceler ile attım kendimi banyoya. Ilık bir duş ile arındırdım bedenimi. Şimdi sıra ruhumda... Baktım aynaya. Gülümsedim gözlerimin içine baka baka. Güzel(e) uyanmak bir parça da yaşamı sevmek, kendine huzur kaçamakları yaratmak değil mi? Dün bir arkadaşım dedi ki, dalgalı denizler gibisin. Ve böyle çok güzelsin.

Dalgalarım bir kendime çarpar benim, yutup alacaksa da bir beni alır, lacivert derinlerine çeker beni. Fazla gelirim kendime bile, kusar atar derinlerim beni, git hayata karış diye. Durulduğunda, kıyılarıma vurur dalgalarım, sesime yansır şırıl şırıl huzur. Dinlemeye doyamazsınız beni. Sonra, sonrası şairin de dediği gibi, iyilik güzellik...

Hadi bana eyvallah, yolum açık olsun bugün... İyi pazarlar...




19 Mart 2010

...


Fotoğraf / Christopher F.



bazen kelimeler yetmez
yürektekini anlatmaya


ŞARAP (MI)


Fotoğraf / Joannès Ceyrat



Oysa içesim yoktu...
Tamam, yalan!
Günlerdir içesim vardı.
Sonra bugün BU YAZI beni baştan çıkarttı.
Aklımı aldı.
Aklımı geri alıp eve geldim.
Kendime bir şarap seçtim.
İçiyorum.
İçiyorrrr İçiyorummmmm.


Fotoğraf ne alaka diyenlere

Mutluyum diyorum
Bilmem anlatabiliyor muyum