19 Haziran 2006

BABAM BENİM

Ben hayatta en çok babamı sevdim.

Annem de bilir bunu.

Sorsalar;

"Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?" diye,

Bir seçim yapamam ama, annem de bilir "babalar bi farklı sevilir"

Kırılır, üzülür belki içten içe ama bilir.

O yüzdendir “babanın kızısın sen” demesi.

Hatta ikimize birden kızınca,

“Bu kızda bütün kötü huylarını senden almış” deyip gülmesi.

***

Biz, kardeşim ve ben özgür yetiştik.

Kendi kararlarımızı kendimiz verdik.

Sorumluluklarımızı bildik.

Fikrimiz vardı, gerektiğinde söyledik.

Hiç baskı görmedik ama cezamızı da çektik.

Kızını dövmeyen dizini döver derler,

Babam belki bugünlerde daha da inanır oldu bu söze.

Dövmekten kastımız şiddet içermiyor elbette.

Aile kültürümüzdeki karşılığı şudur;

Bu kadar demokratik bu kadar saygılı bu kadar hoşgörülü olunmalı mı çocuklara karşı?

***

Ben başına buyruk bir çocuktum.

Zor bir kız çocuğuydum yani.

Ele avuca sığmaz durduğu yerde durmaz.

Sonradan öğrendim ben aslında ADHD idim.

Babamdan aldıklarımla annemin katkıları sayesinde hallice toparlamışım ama gene de arızayım arıza…

Vermeseydi onlar can bana, ben ben olmazdım di mi ama?

****

Hayat adamıdır benim babam.

Kolay değildir onunla yaşamak ama zevklidir.

Eğlenirsin.

Gülersin.

Hayatın sana sunduklarını seversin.

Çok şey öğrenirsin…

Gönlü öyle zengindir ki sanırsın dünya bu zenginlik üzerine kurulu.

Artık sen de inanırsın hayatta ki en büyük zenginliktir yüreğin, yüreğine sığdırabildiklerin.

En zor anlarda ile kaçmamayı, inandıklarına dört elle sarılmayı.

İnandıklarının peşinden gitmeyi, gitmeyi gitmeyi…

Ama gerektiğinde dönmeyi, kaldığın yerden devam etmeyi.

Haklı olduğunda bile durup bir kere daha düşünmeyi.

Oldu da kırıldıysa bir kalp şımarmayı gerekirse şımartmayı ama illa ki o kalbi tekrar yapıştırmayı.

Kızarmış ekmek varsa kahvaltıda tereyağlı ballı bir şölen gerektiğini.

Eğer yüreğinden taşmışsa bir kere sevinçten de üzüntüden de ağlanabileceğini.

Okumayı, tartışmayı paylaşmayı.

Arasıra kafanı kaldırıp gökyüzüne bakmayı, denizi koklamayı.

Üzüm yemeği, taze cevizin lezzetini.

Film seyrederken uyuyup kalsan bile sonunu mutlaka seyretmeyi.

Denize diye yola çıkıp dağa ulaştığında, ulaştığın yerin keyfini çıkartmayı.

Balık yemeninin sağlıklı olduğunu, yanında içilen rakının keyfini.

Her şeyin bir nedeni olduğunu sonuca böyle ulaşılabileceğini.

Aklın bu işlere yaradığını.

Bir de sobanın el yaktığını öğrenirsiniz.

Her seferinde elini sobaya doğru uzatıp denememek gerektiğini.

***

Ama dedim ya zor bir çocuktum ben.

“Stubborn” kelimesini öğretirken annem bak dedi bu kelimeyi kesin unutmazsın

“stubborn = evren”

Ve ben bir kez daha dokundum sobaya...

YÜREĞİM YANDI.

14 Haziran 2006

YASTAYIM


Gece karanlık... Gece hüzünlü...
Uzun zamandır esen rüzgar;
"En kötü karar kararsızlıktan iyidir" diyor.

Hani eskilerin deyimiyle plak dönüyor;

"Yoksun
Yine varlığım sürükleniyor
Sensizliğim bilinmiyor
Sen gittin gideli ellerim hep titriyor
kalbim bu acıyı gizliyor"

Ben bir sigara yakıyorum geceye, dumanı yol alıyor.
Duman olup geceye karışmak istiyorum.
Olmuyor.

"Çok zor o kadar yıl sonra itiraf etmek
Bu aşkı bertaraf etmek
Bu kez sana söyleyecek ne çok şey vardı
İsterdim bak unutmadım demek"

Plak dönüyor;
İçimi bir hüzün kaplıyor.

"Yıllar sonra bile hiç kimseye söyleyemedim
Bu sevdayı kalbime gömdüm"


Düşünüyorum...
Var mıdır kalbe gömülen sevdalar.

Yürek taşırmı, dayanır mı, eskisi gibi çarpar mı?

Bir sigara daha yakıyorum.
Ateşi kor yüreğim.
Dumanı vuslata sitemim.
Külleri...
Söze ne gerek anlayın işte budur benden geriye kalan.
Dayan yüreğim dayan.

Plak dönüyor...

"Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım hiç kimse bilmiyor"

Hüznü bir köşeye koyuyorum.
Eski fotoğraflara bakarken bir anı gelip beni buluyor.
Gülümsüyorum.
Hüzün yasla karışıyor,
Karışıyor da...
Aşk hala her şeye rağmen nasıl bu yürekte kendine yer buluyor, işte bunu bilmiyorum.

Plak duruyor...
Kalbim hala taşıyor, hayır hiç ağır gelmiyor
Eskisi gibi de çarpıyor üstelik
Ama neden bilmem
Bu gece bana ağır geliyor,
HİÇ KİMSE YASIMI BİLMİYOR...

29 Mayıs 2006

Kulağım Bile Anladı...

Ayşe Arman bugün Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesine Evren Yiğit’in bir yazısını aktarmış.
Ben de bloguma taşımak istedim. Önce adı çekti ilgimi. Evren…

Ben yaşlarında olmalı diye düşündüm. Ben yaşlarında Evren isminde kız sayılıdır. Seksenlerle birlikte akın akın doğan Evren isimli erkek çocukları ile karşılaştırılamazlar bile.

Öyle midir acaba???
Sonra "google" da bir "search"

1978 doğumluymuş ve de erkekmiş. “Denizkızı”na ne oldu peki?
Sonra onun başka biri olduğunu fark ettim.
Bir Evren Yiğit daha var ama onun bir de soyadı var: Geniş.

Sonra başka sitelere de bakınca anladım. O Küstah dergisinin kadın kahramanıydı.
Kadındı…
Belki benim yaşlarımdadır düşüncesi beni gülümsetti. Neden takıldım ki buna kadar…

Bir de tanım vardı onunla ilgili ekşi sözlükte.
“Bond kızı karizmasında olup da Türkan Şoray ağırlığında olan.”
Tekrar gülümsedim.

Sonunda öğrendim çok çok genç ama sıkı bir yetenek olduğunu.

Ve şimdi sıra yazıda.
Yazının bir başlığı var mıydı bilmiyorum ama ben ona bir başlık uydurdum burada…


***

KULAĞIM BİLE ANLAMIŞ

Kulağımın içi kaşınıyor.
Felaket.
Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri. Sonra artıyor.
Kaşımak da bir zor ki kulağın içini. Bir türlü geçmiyor.
"Ne yapsam acaba?" diyorum. Günler geçtikçe daha da artıyor.
Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye. "N’oldu ki?" diye soruyor arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum. "Uyuyamıyorum geceleri, kulak kaşınmasından!" Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi. "Çok iyi doktordur" diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."
Gidiyorum doktora. Gözlüklü, şirin bir amca. Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.
Şaşırıyorum önce. "İçinde kaşıntı var" diyorum. "Öyle büyüteçle ne anlayacaksınız ki?"
"Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek için bakıyorum." "Nedir?" diyorum doktora.
"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor.
"Nasıl yani?" diyorum. "Kimin sözleri?"
"Bakacağız" diyor. Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor. "Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana.
Biraz irkiliyorum."Eski sözler" diyorum, "Ha?" Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı acıtmıyor nedense.
"Bir erkek sesi bu" diyor. Sanki bir uğultu duyuyorum. Cımbızı çıkarıyor kulağımdan. "Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.
Yalana bakıyorum.
Küçücük bir şey gibi gözüküyor. "Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş?
Hangi yalan peki?" diyorum. "Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım.
Tekrar kulağınıza kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım. Sonra serbest bırakırız." Yalanı tüpün içine koyuyor. Kapağını da kapıyor tüpün.
Serbest kalıyor yalan.
"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.
"Yalanmış ha?" diyorum.
Kulağım bile anlamış, kalbim hálá anlamıyor...

***
Böyledir kalbinde sevgiyi büyütebilenler.
Göz görür, kulak duyar, ten hisseder ama o koca yürek anlamaz.

Umarım yüreğinize inan biri sevmiştir sizi.
Yoksa çok yazık,
Hem size hem yüreğinize…
Posted by Picasa

18 Mayıs 2006

Annem Annem Sen Üzülme…




Ne güzeldir anneye yazılan şarkılar.
Tıpkı yukarıda bir cümlesini aldığım şarkıdaki gibi…
Ama mümkün müdür anne olup da üzülmemek.
Erkekleri bilmem ama kızlar annelerini 30’lü yaşlarına gelince anlarlar.
Sezen’in şarkısındaki gibi…
“Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan…”


Geçtiğimiz haftasonu anneler günü idi.
(Sevmiyorum böyle günleri, önceden ısmarlama sevgi gösterilerini. Sevgililer, anneler, babalar... Bence önemli bir gün daha eklenmeli bu ticari yarışa... Kardeşler günü :))


Vatan Gazetesi’nin ekinde Dilek Önder’in yazısı tam da benim düşündüklerimi dile getiriyordu.
Kısa bir alıntı;
“ Annenin yaptıklarını yapmaya başlayınca…
Onun kullandığı bir kelime ilk defa ağzından çıktığında…
Kendini onun en sinir olduğun hareketini yaparken bulduğunda…
Önce şaşırıp kalırsın, gülersin.
Sonra da onu daha çok sevmeye başlarsın.”


Anne kız olmanın kanunu mudur bilemem ama, durum bundan ibarettir.
İlk gençlik yıllarındaki itirazlar, sonrasında isyanlara bırakır kendini.
Sonra kaçınılmaz 30’lar gelir.
Kendinizle baş başa kaldığınızda şapkanızı önünüze koyar düşünürsünüz.
Bir şarkı takılır aklınıza dalar gidersiniz.
“Ağlama anne benim için ağlama…”


Ama her anne ağlar kızına…
“Keşke” ler çoğalıp, bi de “evet ya…” lar eklenince yaşanmışlıklara...
Ve evet kızlar da ağlar analarına ama ancak 30’larında.


Seni Seviyorum.




10 Nisan 2006

İYİ Kİ DOĞDUM...

Güzel anıları saklamanın en iyi yolu,
onları yenileri ile tazelemektir.

Francis Bacon


Yeni bir yaş, buna başlamak için doğru zaman olabilir.
Doğum gününüz kutlu olsun.


Bugün bankadaki işlemleri yapabilmek için girdim internet sitesine. Ve her zamanki kuru doğumgünü kutlama mesajı yerine bu anlamlı mesajı almak hoşuma gitti nedense... Bana özel seçilmemiş olsa da , öyle bir zamanlaması vardı ki bu mesajın...


Banka işlemlerimi yapamadım ama hiç de kafama takmadım.
Ne de olsa bugün ben doğdum.


İyi ki doğdum...


Sevgi dolu bir anne babaya…
Muhteşem bir kardeşe…
Can bir dosta…

Özleyen, özlenen arkadaşlara…

Beni görünce gülümseyen tanıdıklara…

Ve

Sana…

Peşinden geldiğim bu ülkede umarım güzelliklere yenilerini ekleriz.

Bizi sevenlerle birlikte anıları çoğaltırız.


İyi ki doğdum da sizleri tanıdım…

İyi ki hepiniz hayatıma girdiniz.

Beni hayatlarınıza aldınız.

Hepinize teşekkürler.

Hepinizi çok özledim.

PS: Yeni takılar yok mu diye soranlara :

Var tabi…

Ama bugün ben doğdum.

Biraz torpil benim de hakkım di mi ama ???

20 Mart 2006

Toplu Gösteri

Tekrar buradayım. Herkese sevgiler. Hepinizi şimdiden özledim.
Sanmayın ki yeni şeyler yapabildim. Ancak bavulları boşalttım ve eve yerleştim.
Dolayısıyla eskilerle idare edeceksiniz :)


Yaptığım ilk küpelerin toplu gösterimindeyiz şimdi.

Umarım beğenirsiniz...






Kendim kullanamadığım için küpe yapmak konusunda hep çekimserdim.
Şuşu bu konuda beni cesaretlendirdi.
Annem de hep " bunları küpeleri olmalı" der dururdu.
Şimdi de küpeler var ama o küpelerin kolyeleri yok.
Hakkımı yemiyeyim. Sonradan yaptığım bir kaç kolyenin küpelerini de yaptım.
Artık takımlarım bile var yani...
Sevgiler


Evren

12 Mart 2006

GİTMEK...


Bir kez daha gidiyorum.
Son olmadığını, olamayacağını bilerek...


Gitmek;
Zordur, kolaydır, acıdır, mutluluktur, heyecandır, endişedir...
Gitmek;
Bazen gülümsetir bazen ağlatır...

Vedanın hüznü, kavuşmanın telaşı bir aradadır.

Geçen hafta farkındalıklarım arasına bir çok yeniler eklendi ama dilime pelesenk ettiğim şu cümlenin içi artık daha dolu :

"Giden değil kalandır terkeden, giden de bu yüzden gitmiştir zaten"

Yukarıda okuduğunuz cümle kime ait hatırlamıyorum.
Ama bu şiiri ilk okuduğum gün o kadar aklımdaki :
Yurttayım, oda arkadaşıma hediye geldi şairin kitabı,
okudum, hatta aklıma kazıdım.

Ne tuhaf di mi geçen hafta içini doldurdum bu cümlenin.
Aradan geçen onca yıl bu cümle beynimde bir yerlerde, 2006'nın yağmurlu bir gününde, penceresinden ilk defa baktığım bir odada ona anlam yüklemem için beklemiş.

Bu bekleyiş, yaşam akışımın yönünü, o pencereden baktığımda gördüğüm derinliğe çevirdi.

Yaşamın koşuşturması içinde mümkün müdür bilemem ama, umarım siz sizde olanları,

size kalanları anlamlardırmak için bunca yıl beklemek zorunda kalmazsınız.

Herkese sevgiler,
Ve bana da bon voyage. :)
Evren