12 Ekim 2006

ŞUŞU İLE GÖRÜŞEBİLDİK

Sonunda görüşebildik...
(ve Şuşu en çok yılın modasını yansıtan İtalyan kaplama zincir ve parçalar ve yarı değerli taşla yaptığım tasarımı beğendi.)

Oysa benim favorim bu kolyeydi.
Biraz aykırı ve asi...


Şuşum bir sevgili yaptı kendine, görebilene aşk olsun.
(Böyle söyleyince de hani sanırsın pasta hamurundan falan yaptı. "Magazin Dünyası"nın bana kattığı bu değerli kelimeyi gururla paylaştım sizlerle...)
Allahtan yarışlar varda Orhan arasıra uzaklara gidebiliyor.
Yoksa Şuşu'yu gören cennete gidebilir. O derece yani.
Neyse dün gece beraberdik. Yeni yaptığım kolyeleri ayırdık.
Olmuş olmamış.
Olmuşlar çoğunluktaydı.
Buraya kadar gecemiz normaldi ve Şuşu ile geçirdiğimiz bir kaç değerli saatti.
(Öncesinde ısmarladığı açık büfe çin ve kahve keyfi kıskanan olur diye paylaşılmıyor tabi.)
Herşey yaptığım son tasarımları arşivlemek için kamerayı elime almamla başladı denebilir.

***

Bu kamera da ayrı bir hikaye aslında.
Yarı profesyonele yakın çok özellikli bir digital kameram var söylemesi ayıp.
Sağolsun Barbi sayesinde karar verip almıştım.

***

Neyse ben "user manual"okuma özürlüsü ve dene yanıl öğren pratiğinde bir tip olduğumdan yaklaşık 1,5 yıldır fotoğraf çekmek için çabalıyor ve çektiğim 500 fotoğraftan ancak 50'si kullanılabilir olursa mutlu oluyorum.
Tahmin edersiniz dün gece de böyle bir deneysel çalışmanın ortasındaydım.
Bir ara sinir krizleri geçirdim. Gülmekten gözümden yaş geldi.
Şuşu da bir kaç deneme yapıp benim gene bütün ayarları bozduğumu ve bunu bir profesyonele gösterip düzelttirmem gerektiğini söyledi.
Bense çoktan kamerayı satıp yenisini almak için soluğu internetin başında almıştım.
Sözün özü...
Gece 1'de fotoğraf çekimine başlayabildik.
Şuşu'nun yaptığı ayarla çekip yaparken yaptığım "bir-çok şey" sonunda kameranın bayağı hatrı sayılır özelliği daha olduğunu keşfettim.
Sonuç...
Çekimlerin sonunda ki bu arada sağolsun İlter kardeşim tripot getirdi işi profesyonelliğe döktüm hatta Küba'ya gidip hem tatil hem çekim hayalleri kurdum ama nafile, sabah 4'de yatmaya karar verdiğimde 290 çekimden elimde kalan hepi topu 30 tane oldu. Yani ben %10'luk başarı grafiğimi bütün çabalamalara rağmen değiştirememiş oldum.

Ve sahne...
(İşte o geceden kalan nadide fotoğraflardan bazıları ...)

ŞANS BİLEKLİĞİ - Para, huzur, mutluluk en önemlisi sağlık getirmesi dileklerimizle...





KÜPELER... KÜPELER...
(Hepi topu 10 adet)
Kendim küpe takma özürlüyüm ya komiktir tasarımlara da yansıyor.



10 Ekim 2006

YILIN MODASI ALTIN



Yılın modası altın...

Gerçek, imitasyon fark etmez siz de edinin bir kaç tane.
Takın takıştırın ama ne olur mutlaka kendinize yakıştırın.


İNANMAK

Neye inanırsınız hayatta… İnandıklarınız için nelerden vazgeçersiniz.

Bir gün inandıklarınız sizi yarı yolda bırakırsa…

Bunlar vardı kafamda İstanbul’a yol alırken.

Akılsız başımın cezasını bütün bedenim,

beynim ve huzurla bir yerlerde kalmasını dilediğim anılarım çekti maalesef.

Ne komiktir insan aklı… Nerelerden nerelere gidiverir.

Küçücük çağrışımlar, büyük yankılanmalar sonrasında da

yakınmalar yaratır insanın beyninde.

Nedendir bilinmez çok azı güldürür. (Yoksa ben de mi böyle oluyor.)

Bir blog arkadaşı yazmamalarıma istinaden demiş ki;

“Hayattan dilim parçaları okumak güzeldi,....
Maalesef artik, ne haber var, ne tasarım var....saat durdu mu diye merak ettim...???

Yazarımın haberlerini bekliyorum.”

Bir cevap yazmış mıydım ?

Hatırlamıyorum.

Nerden aklına geldi derseniz.

Komik ama yazmaya başlar başlamaz kulaklarımda onun sesini duydum.

****

Hayatım, çok yakınlarımın bildiği üzere köklü bir değişikliğe uğradı geçtiğimiz aylarda.

Önceleri kabullenmek zordu.

Çok inandığım bir insanın başka bir yüzünü gördüm.

Kendi deyimi ile stratejik bir hata yaparak önce ona olan güvenimi kaybetti.

Sonra da biz birbirimizi…


Tahmin edilenin ötesinde;

Sizi üzen aslında dönüp dolaşıp kendinizmişsiniz.

Bu kadar inandığınız için.

Hani her şeyden vazgeçtiğiniz…

“aynısını O da benim için yapardı”ya olan sıkı sıkı bağlılığınız var ya…

Biraz romantik, biraz gerçek dışı, biraz filmlerde olan…

****

Artık geçti…

Yeni bir hayat, yeni bir düzen bekliyor şimdi beni.

Daha emin kollarda, daha güvenli…

Hep bildiğim sıcaklıkta…

****

Kısaca döndüm yani.

Yeni tasarımlar da yolda…

19 Haziran 2006

BABAM BENİM

Ben hayatta en çok babamı sevdim.

Annem de bilir bunu.

Sorsalar;

"Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?" diye,

Bir seçim yapamam ama, annem de bilir "babalar bi farklı sevilir"

Kırılır, üzülür belki içten içe ama bilir.

O yüzdendir “babanın kızısın sen” demesi.

Hatta ikimize birden kızınca,

“Bu kızda bütün kötü huylarını senden almış” deyip gülmesi.

***

Biz, kardeşim ve ben özgür yetiştik.

Kendi kararlarımızı kendimiz verdik.

Sorumluluklarımızı bildik.

Fikrimiz vardı, gerektiğinde söyledik.

Hiç baskı görmedik ama cezamızı da çektik.

Kızını dövmeyen dizini döver derler,

Babam belki bugünlerde daha da inanır oldu bu söze.

Dövmekten kastımız şiddet içermiyor elbette.

Aile kültürümüzdeki karşılığı şudur;

Bu kadar demokratik bu kadar saygılı bu kadar hoşgörülü olunmalı mı çocuklara karşı?

***

Ben başına buyruk bir çocuktum.

Zor bir kız çocuğuydum yani.

Ele avuca sığmaz durduğu yerde durmaz.

Sonradan öğrendim ben aslında ADHD idim.

Babamdan aldıklarımla annemin katkıları sayesinde hallice toparlamışım ama gene de arızayım arıza…

Vermeseydi onlar can bana, ben ben olmazdım di mi ama?

****

Hayat adamıdır benim babam.

Kolay değildir onunla yaşamak ama zevklidir.

Eğlenirsin.

Gülersin.

Hayatın sana sunduklarını seversin.

Çok şey öğrenirsin…

Gönlü öyle zengindir ki sanırsın dünya bu zenginlik üzerine kurulu.

Artık sen de inanırsın hayatta ki en büyük zenginliktir yüreğin, yüreğine sığdırabildiklerin.

En zor anlarda ile kaçmamayı, inandıklarına dört elle sarılmayı.

İnandıklarının peşinden gitmeyi, gitmeyi gitmeyi…

Ama gerektiğinde dönmeyi, kaldığın yerden devam etmeyi.

Haklı olduğunda bile durup bir kere daha düşünmeyi.

Oldu da kırıldıysa bir kalp şımarmayı gerekirse şımartmayı ama illa ki o kalbi tekrar yapıştırmayı.

Kızarmış ekmek varsa kahvaltıda tereyağlı ballı bir şölen gerektiğini.

Eğer yüreğinden taşmışsa bir kere sevinçten de üzüntüden de ağlanabileceğini.

Okumayı, tartışmayı paylaşmayı.

Arasıra kafanı kaldırıp gökyüzüne bakmayı, denizi koklamayı.

Üzüm yemeği, taze cevizin lezzetini.

Film seyrederken uyuyup kalsan bile sonunu mutlaka seyretmeyi.

Denize diye yola çıkıp dağa ulaştığında, ulaştığın yerin keyfini çıkartmayı.

Balık yemeninin sağlıklı olduğunu, yanında içilen rakının keyfini.

Her şeyin bir nedeni olduğunu sonuca böyle ulaşılabileceğini.

Aklın bu işlere yaradığını.

Bir de sobanın el yaktığını öğrenirsiniz.

Her seferinde elini sobaya doğru uzatıp denememek gerektiğini.

***

Ama dedim ya zor bir çocuktum ben.

“Stubborn” kelimesini öğretirken annem bak dedi bu kelimeyi kesin unutmazsın

“stubborn = evren”

Ve ben bir kez daha dokundum sobaya...

YÜREĞİM YANDI.

14 Haziran 2006

YASTAYIM


Gece karanlık... Gece hüzünlü...
Uzun zamandır esen rüzgar;
"En kötü karar kararsızlıktan iyidir" diyor.

Hani eskilerin deyimiyle plak dönüyor;

"Yoksun
Yine varlığım sürükleniyor
Sensizliğim bilinmiyor
Sen gittin gideli ellerim hep titriyor
kalbim bu acıyı gizliyor"

Ben bir sigara yakıyorum geceye, dumanı yol alıyor.
Duman olup geceye karışmak istiyorum.
Olmuyor.

"Çok zor o kadar yıl sonra itiraf etmek
Bu aşkı bertaraf etmek
Bu kez sana söyleyecek ne çok şey vardı
İsterdim bak unutmadım demek"

Plak dönüyor;
İçimi bir hüzün kaplıyor.

"Yıllar sonra bile hiç kimseye söyleyemedim
Bu sevdayı kalbime gömdüm"


Düşünüyorum...
Var mıdır kalbe gömülen sevdalar.

Yürek taşırmı, dayanır mı, eskisi gibi çarpar mı?

Bir sigara daha yakıyorum.
Ateşi kor yüreğim.
Dumanı vuslata sitemim.
Külleri...
Söze ne gerek anlayın işte budur benden geriye kalan.
Dayan yüreğim dayan.

Plak dönüyor...

"Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım hiç kimse bilmiyor"

Hüznü bir köşeye koyuyorum.
Eski fotoğraflara bakarken bir anı gelip beni buluyor.
Gülümsüyorum.
Hüzün yasla karışıyor,
Karışıyor da...
Aşk hala her şeye rağmen nasıl bu yürekte kendine yer buluyor, işte bunu bilmiyorum.

Plak duruyor...
Kalbim hala taşıyor, hayır hiç ağır gelmiyor
Eskisi gibi de çarpıyor üstelik
Ama neden bilmem
Bu gece bana ağır geliyor,
HİÇ KİMSE YASIMI BİLMİYOR...

29 Mayıs 2006

Kulağım Bile Anladı...

Ayşe Arman bugün Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesine Evren Yiğit’in bir yazısını aktarmış.
Ben de bloguma taşımak istedim. Önce adı çekti ilgimi. Evren…

Ben yaşlarında olmalı diye düşündüm. Ben yaşlarında Evren isminde kız sayılıdır. Seksenlerle birlikte akın akın doğan Evren isimli erkek çocukları ile karşılaştırılamazlar bile.

Öyle midir acaba???
Sonra "google" da bir "search"

1978 doğumluymuş ve de erkekmiş. “Denizkızı”na ne oldu peki?
Sonra onun başka biri olduğunu fark ettim.
Bir Evren Yiğit daha var ama onun bir de soyadı var: Geniş.

Sonra başka sitelere de bakınca anladım. O Küstah dergisinin kadın kahramanıydı.
Kadındı…
Belki benim yaşlarımdadır düşüncesi beni gülümsetti. Neden takıldım ki buna kadar…

Bir de tanım vardı onunla ilgili ekşi sözlükte.
“Bond kızı karizmasında olup da Türkan Şoray ağırlığında olan.”
Tekrar gülümsedim.

Sonunda öğrendim çok çok genç ama sıkı bir yetenek olduğunu.

Ve şimdi sıra yazıda.
Yazının bir başlığı var mıydı bilmiyorum ama ben ona bir başlık uydurdum burada…


***

KULAĞIM BİLE ANLAMIŞ

Kulağımın içi kaşınıyor.
Felaket.
Önce azar azar başlıyor kaşıntı, geceleri. Sonra artıyor.
Kaşımak da bir zor ki kulağın içini. Bir türlü geçmiyor.
"Ne yapsam acaba?" diyorum. Günler geçtikçe daha da artıyor.
Doktora gitmeye karar veriyorum. Arkadaşlarıma soruyorum "Tanıdığınız iyi bir kulak burun boğazcı var mı?" diye. "N’oldu ki?" diye soruyor arkadaşlarım. "Kaşınıyor kulağım" diyorum. "Uyuyamıyorum geceleri, kulak kaşınmasından!" Bir doktorun adını söylüyor bir tanesi. "Çok iyi doktordur" diyor. "Kimsenin çözemediğini çözer, iyileştiremediğini iyileştirir."
Gidiyorum doktora. Gözlüklü, şirin bir amca. Elinde bir büyüteç, kulağıma bakıyor.
Şaşırıyorum önce. "İçinde kaşıntı var" diyorum. "Öyle büyüteçle ne anlayacaksınız ki?"
"Yok" diyor, "Ben çoktan anladım ne olduğunu da, şimdi daha iyi görmek için bakıyorum." "Nedir?" diyorum doktora.
"Eski sözler kaçmış kulağınıza" diyor.
"Nasıl yani?" diyorum. "Kimin sözleri?"
"Bakacağız" diyor. Sonra bir alet çantasından kocaman, ucu ince, cımbıza benzer bir alet çıkarıyor. "Yan durun. Kıpırdamayın" diyor bana.
Biraz irkiliyorum."Eski sözler" diyorum, "Ha?" Cımbızın ucu kulağıma giriyor, canımı acıtmıyor nedense.
"Bir erkek sesi bu" diyor. Sanki bir uğultu duyuyorum. Cımbızı çıkarıyor kulağımdan. "Yalan kaçmış kulağınıza!" diyor doktor.
Yalana bakıyorum.
Küçücük bir şey gibi gözüküyor. "Vay be! Günlerdir kulağımı kaşındıran bu muymuş?
Hangi yalan peki?" diyorum. "Durun, bekleyin" diyor doktor. "Dikkatli olmamız lazım.
Tekrar kulağınıza kaçabilir. Önce şu deney tüpünün içine koyalım. Sonra serbest bırakırız." Yalanı tüpün içine koyuyor. Kapağını da kapıyor tüpün.
Serbest kalıyor yalan.
"Seni seviyorum" diye cılız bir ses geliyor tüpün içinden.
"Yalanmış ha?" diyorum.
Kulağım bile anlamış, kalbim hálá anlamıyor...

***
Böyledir kalbinde sevgiyi büyütebilenler.
Göz görür, kulak duyar, ten hisseder ama o koca yürek anlamaz.

Umarım yüreğinize inan biri sevmiştir sizi.
Yoksa çok yazık,
Hem size hem yüreğinize…
Posted by Picasa

18 Mayıs 2006

Annem Annem Sen Üzülme…




Ne güzeldir anneye yazılan şarkılar.
Tıpkı yukarıda bir cümlesini aldığım şarkıdaki gibi…
Ama mümkün müdür anne olup da üzülmemek.
Erkekleri bilmem ama kızlar annelerini 30’lü yaşlarına gelince anlarlar.
Sezen’in şarkısındaki gibi…
“Anneni daha sık anımsıyorsan hatta anlıyorsan…”


Geçtiğimiz haftasonu anneler günü idi.
(Sevmiyorum böyle günleri, önceden ısmarlama sevgi gösterilerini. Sevgililer, anneler, babalar... Bence önemli bir gün daha eklenmeli bu ticari yarışa... Kardeşler günü :))


Vatan Gazetesi’nin ekinde Dilek Önder’in yazısı tam da benim düşündüklerimi dile getiriyordu.
Kısa bir alıntı;
“ Annenin yaptıklarını yapmaya başlayınca…
Onun kullandığı bir kelime ilk defa ağzından çıktığında…
Kendini onun en sinir olduğun hareketini yaparken bulduğunda…
Önce şaşırıp kalırsın, gülersin.
Sonra da onu daha çok sevmeye başlarsın.”


Anne kız olmanın kanunu mudur bilemem ama, durum bundan ibarettir.
İlk gençlik yıllarındaki itirazlar, sonrasında isyanlara bırakır kendini.
Sonra kaçınılmaz 30’lar gelir.
Kendinizle baş başa kaldığınızda şapkanızı önünüze koyar düşünürsünüz.
Bir şarkı takılır aklınıza dalar gidersiniz.
“Ağlama anne benim için ağlama…”


Ama her anne ağlar kızına…
“Keşke” ler çoğalıp, bi de “evet ya…” lar eklenince yaşanmışlıklara...
Ve evet kızlar da ağlar analarına ama ancak 30’larında.


Seni Seviyorum.