24 Ekim 2006

Bayram Geldi Hoş Geldiiiiiiiiiiiiii…

Bu yıl bayram Ekim sonuna denk geldi.

Hava şansımıza güneşli, hani kışa başlamadan hemen önce bayram edin der gibiydi.

Annemle babam arkadaşlarıyla tatile gittiler.
Ben de bu durumda İstanbul’daki evimde son bayramımı yapayım dedim. Dedim de Şuşum olmaz dedi.

Önce bir iki yan çizdim ama baktım evde oturdukça kutularıma kutu ekliyorum
tabi bel ağrılarıma da bel ağrısı…

Hemen bir telefon açtım ve soluğu Şuşumun ve tabi dolaylı olarak benim de ablam olan (saygılar sunarım kendisi benden 6 ay küçük ablam olur) Neslilerde aldım. Yemeği de kaçırmadım tabi.

Şuşumun annesi Hayruş kendisine gözlük aldı 2 tane. (Yoktu – yoksa insan aynı anda içerisi dışarısı deyip de 2 markaaaaaaaaaa gözlüğü almaz di mi ??? Hayır en azından tahmin eder, bu evlatlar bırakmaz beni ağızlarına sakız ederler hatta üstüne bi de sinir hastası ederler der, gene almaz. Aklına gelmedi zaar.)

Bütün gece gözlükleriyle uğraştık tabi.

Sabah bir heyecan uyandık, kahvaltı sofraları hazırlandı. Hızlı hızlı kahvaltı edildi ki bir an önce bayramlaşma başlasın. Ne de olsa 2 markaaaaaaaaa gözlük almış BULGAR(İ) Kraliyet Ailesi yaşayan son efsane Hayruş Sultan’ın eli öpülecek…

Çok keyifli bir bayram sabahı oldu. Öyle ki, uzun süredir hepimiz bu kadar içten belki de ilk defa güldük. Gözlerimizden yaş geldi. Sağ olsun Hayruş da bir laf etmedi onunla ve köklerinin ona bahşettiği gözlükleri ile uğraşmamıza.

Bayramlaşma bitti. Ev halkı kendi telaşına döndü.

Birkaç kolyeyi yanımda götürmüştüm.

Biz de Nesli ile fotoğraf çekimine başladık. İşte tasarım, işte sanat...(işte fotoğraf???)












İyi güzel hoş da bir bayram mesajı bile yok mu diyenler için; bu yıl aldığım en eğlenceli bayram mesajı da sizlere:

(üzerinde küçük değişiklikler yaptım. Pardonnnnnn)

Umarım beğenirsiniz…

Kahkahalar, yeni heyecanlar, bebekler, düğünler,
eğlenceler ve tatlı

sürprizler olsun…
Tatlılar olsun,
tarçınlı kurabiyeler, elmalı kekler…

Şekerli kahveler içilsin 40 yıl hatırı olsun.

Görüşmek için telefonlaşmalar olsun.
Buluşmalar, kavuşmalar olsun.

Kayıplar, depremler, afetler olmasın.
Kırgınlıklar, anlaşmazlıklar,
ayrılıklar, yalanlar olmasın.

"biz" olsun; "ben" olmasın...

mutluluk parayla, eğlence zoraki olmasın

veee
...aşk olsun... bir kere söylensin, yeter olsun.

En önemlisi
sevgi olsun...

daha n'oolsun…

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN...

15 Ekim 2006

İyi ki geldin dünyaya...

Küçük dünyamı aydınlatan...
Zamanı unutturan...
Yüzümü gülümseten...
Yatağımda uyumaktan keyif alan...
Sadece bir gün oldu seni görmeyeli, şimdiden özledim
Seni çok seviyorum deyişini.
Hani içtenlikle bakıp da ellerimi sevişini.

Ama bu bana özel değil biliyor musun.
Sen seni seven herkesi böyle sevdin küçüğüm.
Herkes de seni böyle sevsin dilerim.
Ben kendi adıma TEŞEKKÜR
etmek istedim sana.

Sen farkında olmasan da,
Zor günlerde arkadaş oldun bana...

Annenle o benim arkadaşım kavgaların hiç bitmesin.

Sıkılırsan yap bir meditasyon rahatla.

.

Ya da uyu sevdiklerinin kollarında. (Bilir misin bilmem; doktor annene hadi bakalım zamanı gelmiş bu kız durmaz artık dediğinde Şuşu vardı yanınızda.)


Arada spor yapmayı ihmal etme.
Parmaklar da ince ve güzel olmalı di mi ama.


Meditasyonun başka bir versiyonudur mutfakta sergilediğin hüner.
Annen bu konuda bir harikadır.
Hiç kuşkusuz ona çekeseksin bu konuda.



Unutulmaz elmalı salata sakinleşmek için ne yapsak dediğimiz anda çıktı ortaya.
Bir gün bende anneni beklerken baby chef'den aldığımız tarifle yaptığımız o limonatanın tadı hala damağımda...
Sevgini katarsan küçüğüm yaptıklarına unutulmaz anlar bırakırsın hafızalarda.

Ama sanmaki hep usluydun ve söz dinledin.
Sadece gönül almasını çok iyi bildin.
Anneni üzüp üzüp sonrada tüm içtenliğinde sarıldığında
"seni gerçekten çok seviyorum annecim ben senin kurbağanınım" deyişinden anladık ki
sen büyünce çok canlar yakacaksın.
Varsın sen yak, (korkum yakıp da fark etmeyenler çıkarsa karşına diye)
senin ki yanmasın da...

Sen gönül almasını bildikten sonra.
Ama dikkat et kimsenin kalbini kırma.
Kırılınca yapışsa bile izi kalır.
Unutma!
Hoş annenle baban öğretecek bütün bunları sana.
Herkesden bir parça olacak sen büyürken sende.
Ama sen gene de tehlikeli karışımı hep tut aklında.
Şuşu kadar narin ve ince
Benim kadar süslü ve zevkli
Annen kadar komik ve pratik...

Umarım büyüme yıllarının da tanığı olurum.
Uzaklarda olsam bile...
Annenle baban çok arayıp sormasa da.
Ben onlara yazmasam da.
Buluştuğumuzda herşey kaldığı yerden devam eder bizlerin hayatında.
Bunu da öğreneceksin zamanla;
Önemli olan telefon ilk çaldığında açıp açmaman değil,
Açtığında koşup koşamayacağındır.
Ve hayatın kaldığı yerden akıp gitmesini belirleyen de insanları kalbinde koyduğun yerdir.
Onların bende özel bir yeri var.
Artık senin de.

12 Ekim 2006

ŞUŞU İLE GÖRÜŞEBİLDİK

Sonunda görüşebildik...
(ve Şuşu en çok yılın modasını yansıtan İtalyan kaplama zincir ve parçalar ve yarı değerli taşla yaptığım tasarımı beğendi.)

Oysa benim favorim bu kolyeydi.
Biraz aykırı ve asi...


Şuşum bir sevgili yaptı kendine, görebilene aşk olsun.
(Böyle söyleyince de hani sanırsın pasta hamurundan falan yaptı. "Magazin Dünyası"nın bana kattığı bu değerli kelimeyi gururla paylaştım sizlerle...)
Allahtan yarışlar varda Orhan arasıra uzaklara gidebiliyor.
Yoksa Şuşu'yu gören cennete gidebilir. O derece yani.
Neyse dün gece beraberdik. Yeni yaptığım kolyeleri ayırdık.
Olmuş olmamış.
Olmuşlar çoğunluktaydı.
Buraya kadar gecemiz normaldi ve Şuşu ile geçirdiğimiz bir kaç değerli saatti.
(Öncesinde ısmarladığı açık büfe çin ve kahve keyfi kıskanan olur diye paylaşılmıyor tabi.)
Herşey yaptığım son tasarımları arşivlemek için kamerayı elime almamla başladı denebilir.

***

Bu kamera da ayrı bir hikaye aslında.
Yarı profesyonele yakın çok özellikli bir digital kameram var söylemesi ayıp.
Sağolsun Barbi sayesinde karar verip almıştım.

***

Neyse ben "user manual"okuma özürlüsü ve dene yanıl öğren pratiğinde bir tip olduğumdan yaklaşık 1,5 yıldır fotoğraf çekmek için çabalıyor ve çektiğim 500 fotoğraftan ancak 50'si kullanılabilir olursa mutlu oluyorum.
Tahmin edersiniz dün gece de böyle bir deneysel çalışmanın ortasındaydım.
Bir ara sinir krizleri geçirdim. Gülmekten gözümden yaş geldi.
Şuşu da bir kaç deneme yapıp benim gene bütün ayarları bozduğumu ve bunu bir profesyonele gösterip düzelttirmem gerektiğini söyledi.
Bense çoktan kamerayı satıp yenisini almak için soluğu internetin başında almıştım.
Sözün özü...
Gece 1'de fotoğraf çekimine başlayabildik.
Şuşu'nun yaptığı ayarla çekip yaparken yaptığım "bir-çok şey" sonunda kameranın bayağı hatrı sayılır özelliği daha olduğunu keşfettim.
Sonuç...
Çekimlerin sonunda ki bu arada sağolsun İlter kardeşim tripot getirdi işi profesyonelliğe döktüm hatta Küba'ya gidip hem tatil hem çekim hayalleri kurdum ama nafile, sabah 4'de yatmaya karar verdiğimde 290 çekimden elimde kalan hepi topu 30 tane oldu. Yani ben %10'luk başarı grafiğimi bütün çabalamalara rağmen değiştirememiş oldum.

Ve sahne...
(İşte o geceden kalan nadide fotoğraflardan bazıları ...)

ŞANS BİLEKLİĞİ - Para, huzur, mutluluk en önemlisi sağlık getirmesi dileklerimizle...





KÜPELER... KÜPELER...
(Hepi topu 10 adet)
Kendim küpe takma özürlüyüm ya komiktir tasarımlara da yansıyor.



10 Ekim 2006

YILIN MODASI ALTIN



Yılın modası altın...

Gerçek, imitasyon fark etmez siz de edinin bir kaç tane.
Takın takıştırın ama ne olur mutlaka kendinize yakıştırın.


İNANMAK

Neye inanırsınız hayatta… İnandıklarınız için nelerden vazgeçersiniz.

Bir gün inandıklarınız sizi yarı yolda bırakırsa…

Bunlar vardı kafamda İstanbul’a yol alırken.

Akılsız başımın cezasını bütün bedenim,

beynim ve huzurla bir yerlerde kalmasını dilediğim anılarım çekti maalesef.

Ne komiktir insan aklı… Nerelerden nerelere gidiverir.

Küçücük çağrışımlar, büyük yankılanmalar sonrasında da

yakınmalar yaratır insanın beyninde.

Nedendir bilinmez çok azı güldürür. (Yoksa ben de mi böyle oluyor.)

Bir blog arkadaşı yazmamalarıma istinaden demiş ki;

“Hayattan dilim parçaları okumak güzeldi,....
Maalesef artik, ne haber var, ne tasarım var....saat durdu mu diye merak ettim...???

Yazarımın haberlerini bekliyorum.”

Bir cevap yazmış mıydım ?

Hatırlamıyorum.

Nerden aklına geldi derseniz.

Komik ama yazmaya başlar başlamaz kulaklarımda onun sesini duydum.

****

Hayatım, çok yakınlarımın bildiği üzere köklü bir değişikliğe uğradı geçtiğimiz aylarda.

Önceleri kabullenmek zordu.

Çok inandığım bir insanın başka bir yüzünü gördüm.

Kendi deyimi ile stratejik bir hata yaparak önce ona olan güvenimi kaybetti.

Sonra da biz birbirimizi…


Tahmin edilenin ötesinde;

Sizi üzen aslında dönüp dolaşıp kendinizmişsiniz.

Bu kadar inandığınız için.

Hani her şeyden vazgeçtiğiniz…

“aynısını O da benim için yapardı”ya olan sıkı sıkı bağlılığınız var ya…

Biraz romantik, biraz gerçek dışı, biraz filmlerde olan…

****

Artık geçti…

Yeni bir hayat, yeni bir düzen bekliyor şimdi beni.

Daha emin kollarda, daha güvenli…

Hep bildiğim sıcaklıkta…

****

Kısaca döndüm yani.

Yeni tasarımlar da yolda…

19 Haziran 2006

BABAM BENİM

Ben hayatta en çok babamı sevdim.

Annem de bilir bunu.

Sorsalar;

"Anneni mi daha çok seviyorsun babanı mı?" diye,

Bir seçim yapamam ama, annem de bilir "babalar bi farklı sevilir"

Kırılır, üzülür belki içten içe ama bilir.

O yüzdendir “babanın kızısın sen” demesi.

Hatta ikimize birden kızınca,

“Bu kızda bütün kötü huylarını senden almış” deyip gülmesi.

***

Biz, kardeşim ve ben özgür yetiştik.

Kendi kararlarımızı kendimiz verdik.

Sorumluluklarımızı bildik.

Fikrimiz vardı, gerektiğinde söyledik.

Hiç baskı görmedik ama cezamızı da çektik.

Kızını dövmeyen dizini döver derler,

Babam belki bugünlerde daha da inanır oldu bu söze.

Dövmekten kastımız şiddet içermiyor elbette.

Aile kültürümüzdeki karşılığı şudur;

Bu kadar demokratik bu kadar saygılı bu kadar hoşgörülü olunmalı mı çocuklara karşı?

***

Ben başına buyruk bir çocuktum.

Zor bir kız çocuğuydum yani.

Ele avuca sığmaz durduğu yerde durmaz.

Sonradan öğrendim ben aslında ADHD idim.

Babamdan aldıklarımla annemin katkıları sayesinde hallice toparlamışım ama gene de arızayım arıza…

Vermeseydi onlar can bana, ben ben olmazdım di mi ama?

****

Hayat adamıdır benim babam.

Kolay değildir onunla yaşamak ama zevklidir.

Eğlenirsin.

Gülersin.

Hayatın sana sunduklarını seversin.

Çok şey öğrenirsin…

Gönlü öyle zengindir ki sanırsın dünya bu zenginlik üzerine kurulu.

Artık sen de inanırsın hayatta ki en büyük zenginliktir yüreğin, yüreğine sığdırabildiklerin.

En zor anlarda ile kaçmamayı, inandıklarına dört elle sarılmayı.

İnandıklarının peşinden gitmeyi, gitmeyi gitmeyi…

Ama gerektiğinde dönmeyi, kaldığın yerden devam etmeyi.

Haklı olduğunda bile durup bir kere daha düşünmeyi.

Oldu da kırıldıysa bir kalp şımarmayı gerekirse şımartmayı ama illa ki o kalbi tekrar yapıştırmayı.

Kızarmış ekmek varsa kahvaltıda tereyağlı ballı bir şölen gerektiğini.

Eğer yüreğinden taşmışsa bir kere sevinçten de üzüntüden de ağlanabileceğini.

Okumayı, tartışmayı paylaşmayı.

Arasıra kafanı kaldırıp gökyüzüne bakmayı, denizi koklamayı.

Üzüm yemeği, taze cevizin lezzetini.

Film seyrederken uyuyup kalsan bile sonunu mutlaka seyretmeyi.

Denize diye yola çıkıp dağa ulaştığında, ulaştığın yerin keyfini çıkartmayı.

Balık yemeninin sağlıklı olduğunu, yanında içilen rakının keyfini.

Her şeyin bir nedeni olduğunu sonuca böyle ulaşılabileceğini.

Aklın bu işlere yaradığını.

Bir de sobanın el yaktığını öğrenirsiniz.

Her seferinde elini sobaya doğru uzatıp denememek gerektiğini.

***

Ama dedim ya zor bir çocuktum ben.

“Stubborn” kelimesini öğretirken annem bak dedi bu kelimeyi kesin unutmazsın

“stubborn = evren”

Ve ben bir kez daha dokundum sobaya...

YÜREĞİM YANDI.

14 Haziran 2006

YASTAYIM


Gece karanlık... Gece hüzünlü...
Uzun zamandır esen rüzgar;
"En kötü karar kararsızlıktan iyidir" diyor.

Hani eskilerin deyimiyle plak dönüyor;

"Yoksun
Yine varlığım sürükleniyor
Sensizliğim bilinmiyor
Sen gittin gideli ellerim hep titriyor
kalbim bu acıyı gizliyor"

Ben bir sigara yakıyorum geceye, dumanı yol alıyor.
Duman olup geceye karışmak istiyorum.
Olmuyor.

"Çok zor o kadar yıl sonra itiraf etmek
Bu aşkı bertaraf etmek
Bu kez sana söyleyecek ne çok şey vardı
İsterdim bak unutmadım demek"

Plak dönüyor;
İçimi bir hüzün kaplıyor.

"Yıllar sonra bile hiç kimseye söyleyemedim
Bu sevdayı kalbime gömdüm"


Düşünüyorum...
Var mıdır kalbe gömülen sevdalar.

Yürek taşırmı, dayanır mı, eskisi gibi çarpar mı?

Bir sigara daha yakıyorum.
Ateşi kor yüreğim.
Dumanı vuslata sitemim.
Külleri...
Söze ne gerek anlayın işte budur benden geriye kalan.
Dayan yüreğim dayan.

Plak dönüyor...

"Şimdi eşim dostum beni hastayım sanıyor
Yastayım hiç kimse bilmiyor"

Hüznü bir köşeye koyuyorum.
Eski fotoğraflara bakarken bir anı gelip beni buluyor.
Gülümsüyorum.
Hüzün yasla karışıyor,
Karışıyor da...
Aşk hala her şeye rağmen nasıl bu yürekte kendine yer buluyor, işte bunu bilmiyorum.

Plak duruyor...
Kalbim hala taşıyor, hayır hiç ağır gelmiyor
Eskisi gibi de çarpıyor üstelik
Ama neden bilmem
Bu gece bana ağır geliyor,
HİÇ KİMSE YASIMI BİLMİYOR...