24 Mayıs 2007

KAHVALTI HATIRASI

Harika bir haftasonu geçirdim. İstanbul'a malzeme almaya gittim.
Gitmişken bir araya gelelim bari dedik.
Kahvaltı edecek nezih bir yer ararken imdadımıza yetişti grubun yakışıklısı ve güzeli.
Hepimiz aldık elimizden geleni yanımıza vardık nezih İlter Palas Kahvaltı Salonu'na.
Sloganı bile dikkate değer:
Yok yok demeyin çatlama pahasına masadakileri deneyin... Yetmezse gerisini isteyin.
Yedik, içtik, eğlendik, çok güldük...


Güzel malzemeler buldum. Keyifle kolye yapmaya başladım. Yakında fotoğraflarla burada...


Ama bugünün konusu KAHVALTI HATIRASI...




Yok Yok Kalvaltı Evi Gururla Sunar...

Günün spesiyeli : SÜNGER BOB (made by Nino)

Küçümenlerimin masası



Büyük küçük demeden okumak, okumak, okumak

Hayatı ne kadar ciddiye aldığımız oynadığımız oyuna bile böyle yansıyor işte :)

İki genç derin uykuda...

İki mini cin tavuk şımarıklığın sınırlarını zorlamakta.

Akşam üzeri yoğun bir günün sonunda maillerime baktım. Evin ablası Nesli'den mail gelmiş.

İzin verir mi bilmem ama onun satırları yer almalı burada...

"Arkadaslar,Yogunluktan dolayi biraz gec oldu, ama sevgili kardeslerime enfes sabah kahvaltisi icin ve hepinize de böylesine harika dostlar oldugunuz icin tesekkür etmek istiyorum. Resimler sahane cikmis. Pazartesi ve Sali yaptigimiz toplantilara laptopumla girmistim. Arada mailleriniz geldikce caktirmadan acip baktim. Sagimda solumda oturanlarin bile ilgisini cekti resimlerden yansiyan mutluluk. Hatta aramiza yeni katilan direktörlerden biri "o kim, bu kim?" diye sorular sorup "ne kadar mutlu bir topluluk" diye yorumlarda bulundu. Tabii, en gözde resim Serpil Abla, Evren, Sera ve Ata'nin üst üste yattiklari resimdi :))

Hepinizi seviyorum,Neslihan"

Biz de seni seviyoruz. Bir de ben bir idol olarak ablaya sahip olduğum için çok mutluyum. :)))))

Bir de benden güzel olma durumun var ki o konuya burada hiç değinmek istemiyorum. :(((((

Hepiniz iyi ki varsınız... Bizi bir arada tutan bağ hiç kopmasın.

06 Mayıs 2007

YENİ KOLYELER








Sonunda yaptığım kolyelerin fotoğraflarını çekmeyi başardım. Sadece 3'ü bana kaldı. Diğerleri sahiplerini buldu. Fotoğrafları bile kalmadı anı olarak bende.












Serpilimin ördüğü zincir olarak kullandığım malzemeler ve elimde kalanlar ile ancak bu kadar becerebiliyorum. Bu haftasonu ne yapıp edip İstanbul'a gitmeliyim. Hem malzeme alır hem de dostlarla bir gün geçiririm.

Bu kolye eskilerden ama çok sık takmıyordum, neden diye düşünürken keşfettim ki eski hali ile çok karanlık bir kolyeydi. Ben de yarı değerli taşlar, cam boncuklar ve çek kristallerini bir arada kullandım ve bu kolyeyi başdan tasarladım.

Yarın ki kıyafetim için harika bir tamamlayıcı oldu.

Hepinize iyi haftalar... Muhteşem bir hafta geçirin.

Bir Kahve İçimlik Mola


Kahve fotoğrafı arıyordum bu siteyi buldum. Meraklısı için adresi:

http://www.kahvemolasi.com






Bu sabah uyandım… Yatağımdan kalkarken yüzümde bir gülümseme vardı.
Mutluydum.
Güzel bir uyku uyumuştum ve huzurluydum. Yatağımın sol yanında uyandım.

Yatağımın sol yanı uzun zamandır boş.
Sahibini bekliyor.

O olmasa da masadakini sandalyesini boş bırakan bir anne tanıdım, oğlunun gelmesini dört gözle bekleyen. Her yemekte bir sandalye bir tabak onun için de konurdu masaya. Oğlu gelmese de kızım dediği gelini gitmişti oğlunun yanına.
Ama mutlu kapadı gözlerini bu hayata. Uzaklardaki bir masada oğlunun yalnız olmayacağını bilmek mutlu etmişti son günlerinde onu. Nerededir o çift şimdi kim bilir?

İnsan aklı nereden nereye… Yatağımın sol yanını anlatıyordum.

Dün gece ilk defa yatağımın sol yanında uyudum. Yastığa sarılmadan.
Sadece kafamı dayadım. Güvenli, sevgi dolu bir göğse yaslar gibi huzurluydum.
Sabaha kadar öylece uyumuşum. Sabah ilk defa yatağımın sol yanında uyandım.
Mutluydum.

Mutluluk ne kısa ne uzun bir duygu. Anlık, o an var sonra o an aklına gelince gene var.
Ama hüzün öyle mi… Hep içimde. Bir köşede sinsice bekliyor.
En mutlu zamanda bile kendini hatırlatacak küçük bir ayrıntı buluyor.
Mesela, tam da o uzun zamandır beklediğiniz öpücük size doğru geliyor.
Kalbiniz çarpıyor, ağzınız kuruyor,
kan öyle hızlı dolanıyor ki damarlarınızda içinizde tuhaf bir korku… Ve işte sahnede gene o görüntü.

Bir adam camdan dağın yamaçlarında kurulmuş şehre bakıyor, üzerinde küçük siyah bir şort. Bedeni çıplak, elinde bir sigara. Şehir gözle görünür mesafede, sabah ayazında üzerinde bir çiy. Kadın yattığı yatakta adamın keyifle sigara içtiğini düşünürken…

Adam yitirdiği kadına ağlıyor.

Neden sürekli bu görüntü gözüme takılıyor. Neden beni o adamın ve kadının hali hüzünlendiriyor. O adam kim. Ben miyim yatakdaki kadın. Peki neden o yataktayım.

O ev. O yamaç… İki yanı ağaçlarla çevrili bir ormana girer gibi dar bir yol.

Öpücük artık beni ilgilendirmiyor.

Kafam o yolda.
Korkuyorum oradan ileriye, yolun sonundaki eve gitmeye.
Karşı evde kocaman bir köpek. Dost olduğumu anlar mı?

İçeride beni neyin beklediğini bilmiyorum. O adam hala pencerede mi ki?
Sorsam, neden her heyecanlandığımda camın önünde duruşunuz geliyor gözümün önüne desem. O kadar gerçek ki görüntü aklımda.

Bari diyorum bir kahve içimlik uğrayayım yanına.

Bulur muyum yolu acaba?
Ya da aradığım cevabı bu adamda.





24 Nisan 2007

DOSTLARLA OLMAK GÜZEL

Harika bir haftasonu geçirdim.
İstanbul grubunun yaşlıları ve küçüğü Bursa'ya ziyaretime geldi.
Özlemişiz. Çabucak bitiverdi 2 gün.
Dolu dolu geçti.
Yedik, içtik, oyun oynadık, gezdik, yorulduk, fosur fosur uyuduk.
İşte akılda kalanlar.

  • Yemek için sabırlı olunabildiği ama potansiyelden gram kayıp olmadığı
  • Şuşu ve Sepo'nun çizim ve anlatım gerektiren oyunlarda bir daha eş olmaması gerektiği
  • Ben ve Hayruş'un sadece 81 oynarken eş olabildiği
  • Mudanya'nın kalabalık olduğu, ablada balık yenecekse önceden birşeyler yenilip gidilmesi gerektiği
Balıkçıda sıra beklerken... Yapılmadık muzurluk kalmadı.
  • Zeytinyağlıların kaç çeşit ve ne kadar bol olursa olsun, lor, bal ve taze ekmek üçlüsü kadar karın doyuramayacağı
  • Abaza peynirinin bizim grup için doğru seçim olduğu
  • Metro Gross marketin "Bursa'da gezilecek yerler" listesine eklenmesi gerektiği
  • Çaydanlığın misafirler için olduğu ve 2-3 boy büyüğünün evde bulundurulması gerektiği
  • Kokoreç seven arkadaşları olanların kokoreçcinin 100-150 metre yakınında oturmasının faydaları

Acilen araba alınması, toplu taşıma araçlarındaki muzurlukların tekrarlanmaması

Öyle ki grubun en yaşlısı bizi tanımıyormuş gibi gidip en önde bir yer buldu kendine. Ne varsa biraz şımarmak da :)






  • Ne yapılıp edilip incenilmesi
Fotograf karesinde benden başka bir şey gören var mı?








***

Bu arada kolye yapıp duruyorum ama bir türlü fotoğraf çekemeden sahiplerini buluyorlar. Sepo'nun ördüğü parçalarla yapacağım kolyeler de en yakında burada.

***
Arayı açma şikayetlerinde bulunanlar, inanın ben de böyle olsun istemiyorum ama hani daha önce bahsetmiştim ya ruh halimi, işte o aynen devam ettiğinden böyle oluyor.
Ama bahar geldi, yeni, yeniden aşklar kapıda... Yakında onlar da burada :)
Bahar gibi enerjik olun, bahar kadar ışıltılı
Sevgiyle kalın.




26 Mart 2007

Güzel Şeyler Oluyor…

Olmadığım süre içinde neler neler oldu bilseniz. Mesela kolyelerimden 20 tanesi Brüksel’e görücüye gitti. Çok heyecanlıyım. Sonuçları size bildireceğim. Bu arada 4-5 tane de yeni kolye yapma şansım oldu.Onların fotoğraflarını çekemeden sahiplerini buldu. Şu fotoğraf işini daha sıkıya almalıyım. :)

Geçen haftasonu Suna ile beraberdik. Nefis bir yemek ardından da sıcak çikolata içtik. Hani derler ya; (siz de dermisiniz acaba ?), seks kadar güzeldi.

Malzemeciden doğal taşlar aldık.
Heyecanla eve geldim. Kolyelerini yaptım Suna’nın.

Umarım beğenir. O daha görmeden işte huzurlarınızda…




Yanda gördüğünüz kolyede Suna'nın bir arkadaşı için üzerine tıklatıp büyütürseniz fark edeceksinizki çiçeklerden ve yapraklardan oluşan bir yaz kolyesi... Ortadaki büyük taş da ise bir kalp var. Sevgi ve mutlulukla takar umarım.






***

Geçen hafta İnsan Kaynakları Zirvesine katıldım. Vicdan kalpte değil, beyindeymiş. Çok şaşırdım. Sızlayan kalp değil, beyinmiş. Bunca zaman kalbim acıyor derken aslında bunu beynimde yaşıyormuşum.

Bir de Zen Ata sözü öğrendim.

“Yeni bir şey öğrenmenin karşısındaki en büyük engel, onun zaten bilindiğinin sanılmasıdır.”

Ne güzel bir laf di mi? Ne çok yaşamışızdır bu yanılsamayı… Ben biliyorum döneminden ileriye gidemeyen çocuk aslında hiç öğrenemeden, farkına varamadan, tadına varamadan yaşıyor hayatını.

Mesela samimiyeti nasıl tanımlarsınız…

“İnsanın samimiyeti, karşısındakinin algısı kadardır.”

Hiç böyle tanımlamazdım diye düşündüm. 2 günlük eğitimde daha neler öğrendim…

***

Her gününüz kendinize bir artı koyarak geçsin. Eğer bir artı koyamıyorsanız en azından eksinin üzerine dik bir çizgi çekin. Bugün yarım artı olur yarın tamamlarsınız belki…

26 Şubat 2007

NEREDE KALMIŞTIK..?

Geçtiğimiz günler, kurumumdaki hummalı çalışmalar benim İstanbul'a kaçmama sebep oldu. Ama asıl neden aramıza çok erken katılan Can bebek... Ona buradan sevgiler, bi de hoşgeldin.
Gittim, gördüm, küçümen bi şey, öyle küçümen ki insan koklamaya kıyamıyor. Uzaktan bir öpücük verdim hem ona hem de annesi Ebru'ya...
Bilenler bilir, Ebru Yalova günlerimin en güzel kazanımı. İyi ki gittim Yalova'ya deme sebebim.
İkinize, pardon artık üçünüze de mutluluk diliyorum. Bi de huzur bi de hiç azalmayacak biliyorum ama sevgi, sevgi, sevgi...
Neler olmadı ki bu arada...
Nilü geldi oğluyla. Güleç bir erkek o şimdiden. Şenay da vardı tabi. Fotoğrafları da var ama bugün yanımda değil. 2-3 güne kadar koyarım fotoğrafları da siteye. Nasıl güzel geçti. Doyamadık birbirimize. Annem o sabah aşure yapmış getirdi. Bilge Hatun'un ellerine sağlık dedik. Şenay kahvaltı niyetine bir tabak aşure yedi. Ben de kahvaltı üstüne... Nasıl da güzel olmuş, hani olsa ben en az iki üç tabak daha yermişim. :)
Sonra Sevgililer Günü kutlandı tüm dünya da ve tabi benim canım ülkemde de...
Mesela o sabah kurum çalışanları birbirimizin "Sevgililer Günü"nü kutladık. Komik bir durum oldu tabi. Sonra telefonla arayan bir kaç kişi daha sevgililer günümü kutladı. Allah razı olsun.
Ama en anlamlısı akşam eve gitmeden ailemle yediğim yemek oldu. O gün annem küçük bir operasyon geçirmiş. Adet olduğu üzere bu bilgi benden gizlenmiş, neyse akşam eve gitmek üzere babamın yanına gidince annen de geliyor hastaneden onu bekliyoruz dedi de ben de öğrenmiş oldum. Annem sabah beri ameliyat olacam uğruna açbilaç durduğundan yolda bir yerde yemek yemek üzere durduk. İçeri bir girdik heryer rezerve(türkçe meali önceden aranarak biz geleceğiz aman ha olurda yer kalmaz siz şimdiden bize yer tutun). Ama masalar ben diyeyim 10, siz deyin 15 kişilik... Ben de bir kavram kargaşası daha oldu. Ben okuduğum bildiğim kadarıyla bu sevgili olma durumu iki kişiyi ilgilendirirdi, ben neyi kaçırdımdı da sevgililer çoğulu (ler eki yani) 10-15 kişiyi kapsar hale geldi bilemedim.
Neyse bizim bu taraklarda bezimiz olmayışı işe yaradı, grup sevgileri gelmeden bir masaya (yani sandalyelere) oturduk sevgililer yemeği yedik.
Akşam evde ben de sevgililer günümü kutladım. Eski esvgilileri düşündüm, eskimeyen sevgilere gülümsedim. Beni hala gülümsetebilene bir kadeh kaldırdım. İyi ki tanıdım seni dedim. İyi bir sevgili değildin ama bana çok şey öğrettin.
Başka bir yazının konusu olmalı bunlar. Neler öğrendim, nasıl öğrendim... Nasıl zorla öğretti :)))
Tuna ve Suna ile akşam yemeğine gittik. Onların bir yardımlaşma grubu var. Güzel insanlarla tanışma fırsatım oldu. Kolyelerim yanımdaydı. Beğendiler. Annem gecen nasıl geçti dedi, herkes kolyeleri beğendi kimse almadı dedim. Bu cümleye çok güldüm. Sanki satış gecesi de :)
İstanbul'a gittim demiştim yazının en başında. İşte sıra ancak geldi bu konuya.
Ben kulağımın hangi köşesinden dinlediysem hava durumunu, 15 derece diye, giyindim baharlıkları geldim işe. Hatta polar bir üst vardı onu giyeyim dedim; abartma Evren oldum.
Düştüm yollara, hava İstanbul'a yaklaştıkça bir soğuk bir soğuk...
İnsan bu kadar soğuk bir havayı nasıl denk getirir hiç birimiz bilemedik. Amaç gezmek değil birbirimizi görebilmekti. Öyle de oldu. Özlemişiz. Konular birikmiş.
Hayruş üşenmemiş aşure yapmış. Sıcak sıcak yedik, ılındı yedik, soğudu ertesi gün gene yedik. Tahmin edeceğiniz gibi bu haftasonu İstanbul ziyaretine aşure damgasını vurdu ama gene de benim favorim sıcaklarda, kuru patlıcan dolması oldu.
Bu günlerde A vitamini fazlalığı, B vitamini eksikliğinin yarattığı arazlarla uğraşıyorum.
Bi de tabi yeni aldığım malzemelerle takı yapma heyecan sardı beni. En kısa zamanda bu sayfalarda yerini alması dileklerimle...
Sevgiler, sevgiler, sevgiler...

30 Ocak 2007

AYRIL AMA UNUTMA

Uzun zamandır yazmıyorum. İçimden gelenleri yazmak bazılarını kırabilir, bazılarına ağır gelebilir, bazılarını da üzebilirdi. Sonra her gördüğüm arkadaşımdan eleştiri alır oldum. Güncellemiyorsun blogunu diye. Ne yazmalıyım diye düşündüm.

Yılbaşında İstanbul'daydım. Ailem kadar yakın dostlarımla. Çok eğlendik çok güldük ve Sezen Aksu şarkılarında kadeh kaldırıp ağladık (m). Hediyeler verdik, hediyeler aldık. Tek sırt çantası gittiğim İstanbul'dan 2 valiz bir çanta dönmeyi başardım. Bi de yedik, yedik, yedik... Üç gün üç gece acılı ezmenin keyfini çıkarttık. Kendi aramızda buna böyle demedik :)





İşte meşhur şişem, ekmek teknem ve yılbaşı hediyem bir arada :)

Bu arada uzun zamandır evimde olmasını istediğim ekmek teknesi ve şişeyi bulup geldi Kara Amca. Temizleyeceğim diye şişenin dibini çıkartım sonra onu tekrar tek parça haline getireceğim derken ellerimi yapıştırdım.

İstanbul'dan döndükten 2 haftasonra Şuşum geldi. Aynı akşam Bursa'dan eski akrabalar - yeni arkadaşlar "Hoşgeldin" Bursa'ya demek için geldiler. Güzel bir şarap gecesi oldu. Gene yedik, yedik ve yedik... Sohbet güzeldi. Laf lafı açtı. Güldük, eğlendik... Tekrarı olsun mutlaka dedik ve geceyi bitirdik.













Bursa'ya hoşgeldin hediyelerimden biri de bu ikiliydi...

Bursalı dostlarla ve arkadaşlarla devam ediyor geceler, haftasonu gezmeler…
Mudanya’dan Çalı’ya uzanan yeme içme yerleri keşifleri yerini yavaş yavaş evde DVD keyfi yapma ve ama mutlaka yeme alışkanlığına bırakacak gibi.

Tüm bunlar olurken, geçtiğimiz cumartesi günü Vatan Gazetesi’nin ekinde Ebru Drew imzalı yazı üzerinde durmadığım, durmak istemediğim bir gerçekliği yansıttı. Sonra alıp götürdü beni bir yere. Sizinle paylaşmak istedim. Bilmem sizi de götürür mü bir yerlere…

Ne zordur çok sevdiğiniz bir insandan “bitti” kelimesini duymak. Önce inkar edersiniz. Sonra yürek mahkum kabullenirsiniz. Sonra doğruluğuna ikna edersiniz kendinizi. Sonra da unutmak için türlü çeşit zaman öldürme yöntemleri bulursunuz. Bilirsiniz aklınıza gelmezse yüreğiniz acımaz. Sonra bütün hayat akıp giderken olağanca hızıyla siz bir anda durursunuz ve ansızın sızınız büyür amansız acımasızlığıyla… Sinsice güler, kolay mı der kolay mı?
Sızlarsınız, sızlanırsınız, sebepsiz ağlarsınız.
Sebep siz ağlarsınız.

Sözü burada Ebru Drew’e bırakıyorum izninizle…

Tamam ayrılık zor zanaat... Aylar ya da yıllarca koyun koyuna yattığın adamı/kadını bir kalemde silip atmak... Kalp acısı bu, başka şeye benzemiyor. Bir tek kalp acısa iyi, akıl da kalbe uyuyor, ne uyku kalıyor insanda ne normal hayatına dönebiliyorEn azından bir müddet sancılı, kıvranmalı geçiyor. Önemli olan da bu müddeti en hasarsız şekilde atlatabilmek, değil mi?.. Sonra kalp nasılsa kendini acıtacak yeni bir sahip buluyor. Ve en onarılmaz sanılan yaralar bile kapanıyor. Tek ilaç, zamanla. Ayrılığa kimsenin bir itirazı olamaz. Ama... Kadın ve erkeğin ayrılma sürecini yaşayış biçimleri öyle farklı ki... İşte orada biraz durmak, nasıl’ını, niye’sini kurcalamak gerek. Bunu yaparken de çok uzağa gitmemeli. Sırf göz önünde diye ünlülerin hayatını masaya yatırıp, özelini kurcalamak yerine, insan, en iyi bildiği kendinden çıkmalı yola. Ee var mısınız benimle bir iç yolculuğuna?.. (Neşter please!).Son ayrılığımı hatırlarsınız, an be an tanık oldunuz ne de olsa. Bu yaşıma dek kimse için ayaklar altına almadığım gururumu hiçe sayıp dayanmıştım kapısına. “Bitti” demişti, “bitti!” Kulaklarım duydu, kalbim inanmak istemedi. Gecelere vurdum, kadehlerde teselli aradım, barlarda hiç tanımadığım adamlara dert yandım. Sağolsunlar, sabırla dinlediler ama “Hiçbir erkek kapısına gelen kadını geri çevirmemeli” sözleriyle daha da acıttılar beni. Neyse geçti gitti. Ne acısı kaldı, ne izi. Hayat devam ediyordu. Onsuz da yaşanıyordu. Bunu kalbime kabul ettirdikten sonra sıra aklıma geldi. Önce numarasını sildim telefonumdan, ona ait ne varsa attım. Onu hatırlatacak ve onun hediye ettiği her şeyi. Eşimi dostumu arayıp rica ettim: “N’olur onun adını anmayın.” Ben, beni istemeyen adamı hayatımdan çıkarmak adına yoğun bir unutma mücadelesi verirken, o ne yaptı peki?.. Kah mesaj attı, kah mailler gönderdi. Varlığını hatırlatmaya devam etti. Bundan daha büyük bir erkek bencilliği olabilir mi?..


Her erkek aynı değil kuşkusuz.
Mail ya da mesaj atmıyor ama sizdeki varlığını bir şekilde sürdürüyor.
Oysa bilmiyor…
Karşınızdaki size izin verdiği sürece onun hayatında bir anlam taşırsınız.
Yani Ebru Drew’in yazısında dediği gibi
“…Sonra kalp nasılsa kendini acıtacak yeni bir sahip buluyor. Ve en onarılmaz sanılan yaralar bile kapanıyor. Tek ilaç, zamanla…

Neyse geçti gitti. Ne acısı kaldı, ne izi. Hayat devam ediyordu. Onsuz da yaşanıyordu.”

Onsuz yaşayamayacağını, onsuz hayatın anlamı olmayacağını düşünenlere öneri :
Biraz zaman tanıyın ve tekrar düşünün…

Sevgiyle kalın.

19 Aralık 2006

MUTLUYUM MUTLUSUN MUTLU

Bu sabah enerji doluydum yatağımda uyandığımda.
Herşeyin yeniliği sarhoş etmişti beni.
Bu sabah ayık kafayla şöyle bir baktım hayatıma.

Daha ne istiyorsun ki dedim kendime...
Ve ekledim.


MUTLUYUM
Umarım
MUTLUSUN ve
diliyorum hepiniz
MUTLUsunuz.

Bu enerjimin en kısa zamanda takılarıma yansımasını diliyorum ve sizleri eski takılarımın yeni fotoğrafları ile başbaşa bırakıyorum.


Fotoğrafları çeken Barbi'ye; bana sabırla zaman ayırdığı ve tüm zorluklara rağmen başarılı sonuçlar almak için uğraştığı ve sonunda kötü bir makarna ve salataya bile ses çıkartmadığı için huzurlarınızda teşekkür ediyorum.


























04 Aralık 2006

TAKI TASARIMI SERGİSİ





1-3 Aralık 2006 günlerinde takı tasarımı sergisi varmış...
Varmış dememin sebebi ben taşınma telaşında olunca (ve hala taşınamadım) maillerime ve ilgi duyduğum ve takip ettiğim sitelere vakit ayıramayınca en sevdiğim uğraşımla ilgili bu güzel organizasyonu kaçırmış oldum.
Portaldan fotoğraflarla idare etmek zorunda kaldım tabi.
Oysa ne büyük bir zenginlik olacaktı benim için.
Beğendiğim tasarımcıların bazılarıyla da tanışma fırsatı bulacaktım.
İnternet sitelerinden bulduğum fotoğraflarla kendilerine buradan da olsa;
"ELLERİNİZE SAĞLIK"
diyorum.

Mücevher Oscar'ı Ödüllü Sevan Bıçakçı'nın tasarımları gerçekten de Kapalıçarşı esnafının ona taktığı ada yakışıyor. Kapalıçarşı'da onun için "Sevan deli mal yapar. O çılgındır" diyorlarmış. Çılgın parçalar yaptığı için de adı Çılgın Sevan olarak kalmış.
(İnsanın "Allah'ım bana da böyle çılgınlıklar nasip eyle" diye bağırası geliyor.)
Sizce de çılgın değiller mi? (Üstte gördüğünüz yüzükler de kendisine ait. )
Çılgın Sevan'ın asıl patlaması da Güler Sabancı'nın Osmanlı Kolleksiyonu'ndan bir yüzüğü takmasıyla olmuş. (Bu yüzük de o kolleksiyondan bir parça)



Takı Tasarımcıları Portalından Sedat Bey'in fotoğraflarıyla sergiden bir kaç görüntü... (neden ben gezemedim o standların arasında diye ne kadar söylendiğimi kelimelerle anlatamam.)











Meraklısına dip not: Bir evime taşınıp da şu malzemelerime kavuşabilsem nasıl da o sergilere katılıp stant sahibi olacam göreceksiniz.

(Bu dip not umudunu kaybetme diyenlere ithaf olunur.) :)))))))))))

16 Kasım 2006

UMUT



Ne güzeldir sonbahar…

Biraz hüzünlü, biraz yalnız…

Şaşırtır sizi, hatta bazen hazırlıksız yakalar.

Biraz insanlar gibidir sonbahar.

Güneş var diye güvenir ince giyinirsiniz
çok geçmez hava kararır ve yağmur başlar.

Kızarsınız.

Kendinize.

Onun güneşli yanına güvendiğiniz için.

***

Bugün geldi bu fotoğraf,
sevdiğim sonbaharın terkedilmişliğinin resmi gibiydi.

Biraz hüzünlü, biraz yalnız.

Sevdiğini bekler hali etkiledi beni.
O nedenle biraz da umut gibi.

12 Kasım 2006

ANNEMİN KOLYELERİ

Hala Bursa'dayım.

Kabullensem iyi olacak artık Bursa'dayım.
Henüz evime yerleşemedim, hatta eşyalarımı bile getiremedim ama artık Bursalıyım.
Herşey derlensin toplansın da hemencecik taşınıvereyim dedim ama hala beklemedeyim. Bu durumu hiç sevmem elim kolum bağlı hiç birşey yapmadan gün öldürmeyi.

Akıllı kafam takı malzemelerimi bir valize koyup gelseydim neler neler çıkardı şimdi.
Annemle dertleşirken, hem bi şey yapmıyorum hem de blogumu güncelleyemiyorum diye, aklıma geliverdi; annemin kolyeleri...

Nasıl olsa çekerim fotoğraflarını diye kendi arşivimde bile yoklar. Günlerdir elimde fon kartonları orasına gölge düştü burası olmadı derken çekemediğim fotoğrafları bu sabah annemin de yardımıyla çektim.

Takı Tasarımcıları Portalından Sedat Bey gene beğenmez ya çektiğim fotoğrafları, ne yapalım en azından bir fikir edinirsiniz dedim. Öncesi ve sonrası için çok uygun bir çalışmaydı aslında ama ben önceki hallerini çekemedim. Annemin üç renkten oluşan yarı değerli taşlardan bir kolyesi vardı. Uzun zamandır o formda kullandığından sıkılmıştı ve küçük hareketlerle yeniliklere ihtiyacı olan taşlarını bana verdi.

Aşağıda gördüğünüz kolyeleri farklı kullanım amaçlarına uygun eklemeler yaparak yeniledim.










Annem değerli ve yarı değerli taşları çok sever ve çok güzel taşır. Gümüş bir kolyeyi bozarak yaptığım ve gene yarı değerli taşlar ekleyerek yaptığım kolyeleri istediğinde iç içe istediğinde ayrı ayrı kullanabilir hala geldi.





Yarı değerli taşlarımı aldığım Osman Amca'ya uğradığımda pembe kuvars taşlara bayıldım. Kendim için 2 tane oldukça büyük iki taşı alırken gördüğüm açık pembe ve kırmızıya yakın renkleri olan taşlar (neden alırken isimlerini yazmam ki ben bu taşların, işte aklımda kalmadılar) 2 dizi aldım, annemin çok seveceğini düşündüğüm bir takım yapmayı aklımdan geçirerek. Annem sevmez küpe, bileklik, kolye bir arada. Ama ikili takım olarak kullanır diye düşümdüm ara ara...
Aklımdaki tasarım böyle olmasa da aşağıda gördüğünüz gibi bir hal aldı dizmeye başlayınca...


Sanmayın ki bu kadar anneme yaptığım kolyeler. Bunlar yarı değerli taş kullanarak yaptıklarım. Bi de yeşil taşlarla daha önce yaptığım bir kolye vardı annem için onu biraz sadeleştirdim. Başka bir günün konusu olsun diye de bugüne eklemedim. Bir de tabi benim tarzıma daha yakın bulduklarım var. Yakında onlar da alacak yerini bu sayfalarda...

Dua edin de taşınma işlerim bir an önce bitsin. Ben de hem evime hem de takı malzemelerime bir an önce kavuşayım. Hem de "arayı açıyorsun" diye yakınanlara inat her gün yazayım.

Yeni takılar yapıp burada sergileme fırsatı bulayım.

05 Kasım 2006

SEVGİLER

Uzun zamandır yazmamıştım. Nedeni basit kendimce:
yaşadığım şehir, evim, komşularım, yemek yediğim yerler, dolaştığım sokaklar, alışveriş merkezleri ve niceleri... DEĞİŞİYOR.
Telaşlıyım yani. Şaşkınım hatta biraz. Belki şoktayım.
...
Sonra bir gün bir mail geliyor, bazen de bir telefon.
Hayat tekrar anlamını buluyor.
İfadelerdeki tedirginlik yerini anlık gülümsemelere bırakıyor.
Yürek fark ediyor. Herşey değişse de
dostluklar hep baki...
Daha önce de yazmıştım değil mi,
"nerede nasıl bırakığınız değil biraraya geldiğinizde nereden başlayabildiğinizdir dostluğunuzu belirleyen"

Bu akşam o dostlardan birinin yazdıklarını paylaşmak isterim sizlerle.
Teşekkürlerimle birlikte...


Sayfalarında ufak bir gezinti ile neşeyi sitende üzerini bir hüzünle örterek gizleyebildiğini fakat bir o kadar da, yazamayanı bile yazar hale getirebildiğini gördüm. Nereden mi biliyorum o benim işte yazamayan. Bunları yazarken yazar mı olduğumu düşünüyorum? Tabi ki hayır. Ben o kadar yazar değilim ki yazarken noktalama işaretlerini bile doğru yere koyamam. Hani derler ya “doğru yerde doğru insan” bunların ikisine bile bir arada rastlamışlığım olmamıştır şu 3 onluk hayatımda. Ya da “bu bana bir işaret olmalı” diye bulunduğu durumdan ders çıkarmışlığım. Hangi durumun neye işaret ettiğini hiç kezleyememişimdir. Sanırım benim işaretlerle ilgili bir sorunum var. Tüm bunları anlayabilen ve kendine yüksek bir dirayetle paye çıkarabilen insanlara imrenerek bakmışımdır. Hatta çoğu zaman bakarken de kendilerine yakalanmışımdır.

Aslında ben Evrenin şöyle bir “Takı”larına bakmaya gelmiştim fazla durmayıp çıkacaktım. Ne kendimin yazarken ne de kendisinin yazdıklarımı okurken ayıracağı vaktini almayacaktım. Ama burada her şeyin takılardan ibaret olmadığını başta da dediğim gibi hüznün arkasına gizlenmiş ince bir siluetle bize gülümseyerek bakan neşe ne ise, takıların arkasına gizlenmiş “takıntı”lar da aynı şekilde dikkatimi çekti.

24 Ekim 2006

Bayram Geldi Hoş Geldiiiiiiiiiiiiii…

Bu yıl bayram Ekim sonuna denk geldi.

Hava şansımıza güneşli, hani kışa başlamadan hemen önce bayram edin der gibiydi.

Annemle babam arkadaşlarıyla tatile gittiler.
Ben de bu durumda İstanbul’daki evimde son bayramımı yapayım dedim. Dedim de Şuşum olmaz dedi.

Önce bir iki yan çizdim ama baktım evde oturdukça kutularıma kutu ekliyorum
tabi bel ağrılarıma da bel ağrısı…

Hemen bir telefon açtım ve soluğu Şuşumun ve tabi dolaylı olarak benim de ablam olan (saygılar sunarım kendisi benden 6 ay küçük ablam olur) Neslilerde aldım. Yemeği de kaçırmadım tabi.

Şuşumun annesi Hayruş kendisine gözlük aldı 2 tane. (Yoktu – yoksa insan aynı anda içerisi dışarısı deyip de 2 markaaaaaaaaaa gözlüğü almaz di mi ??? Hayır en azından tahmin eder, bu evlatlar bırakmaz beni ağızlarına sakız ederler hatta üstüne bi de sinir hastası ederler der, gene almaz. Aklına gelmedi zaar.)

Bütün gece gözlükleriyle uğraştık tabi.

Sabah bir heyecan uyandık, kahvaltı sofraları hazırlandı. Hızlı hızlı kahvaltı edildi ki bir an önce bayramlaşma başlasın. Ne de olsa 2 markaaaaaaaaa gözlük almış BULGAR(İ) Kraliyet Ailesi yaşayan son efsane Hayruş Sultan’ın eli öpülecek…

Çok keyifli bir bayram sabahı oldu. Öyle ki, uzun süredir hepimiz bu kadar içten belki de ilk defa güldük. Gözlerimizden yaş geldi. Sağ olsun Hayruş da bir laf etmedi onunla ve köklerinin ona bahşettiği gözlükleri ile uğraşmamıza.

Bayramlaşma bitti. Ev halkı kendi telaşına döndü.

Birkaç kolyeyi yanımda götürmüştüm.

Biz de Nesli ile fotoğraf çekimine başladık. İşte tasarım, işte sanat...(işte fotoğraf???)












İyi güzel hoş da bir bayram mesajı bile yok mu diyenler için; bu yıl aldığım en eğlenceli bayram mesajı da sizlere:

(üzerinde küçük değişiklikler yaptım. Pardonnnnnn)

Umarım beğenirsiniz…

Kahkahalar, yeni heyecanlar, bebekler, düğünler,
eğlenceler ve tatlı

sürprizler olsun…
Tatlılar olsun,
tarçınlı kurabiyeler, elmalı kekler…

Şekerli kahveler içilsin 40 yıl hatırı olsun.

Görüşmek için telefonlaşmalar olsun.
Buluşmalar, kavuşmalar olsun.

Kayıplar, depremler, afetler olmasın.
Kırgınlıklar, anlaşmazlıklar,
ayrılıklar, yalanlar olmasın.

"biz" olsun; "ben" olmasın...

mutluluk parayla, eğlence zoraki olmasın

veee
...aşk olsun... bir kere söylensin, yeter olsun.

En önemlisi
sevgi olsun...

daha n'oolsun…

BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN...

15 Ekim 2006

İyi ki geldin dünyaya...

Küçük dünyamı aydınlatan...
Zamanı unutturan...
Yüzümü gülümseten...
Yatağımda uyumaktan keyif alan...
Sadece bir gün oldu seni görmeyeli, şimdiden özledim
Seni çok seviyorum deyişini.
Hani içtenlikle bakıp da ellerimi sevişini.

Ama bu bana özel değil biliyor musun.
Sen seni seven herkesi böyle sevdin küçüğüm.
Herkes de seni böyle sevsin dilerim.
Ben kendi adıma TEŞEKKÜR
etmek istedim sana.

Sen farkında olmasan da,
Zor günlerde arkadaş oldun bana...

Annenle o benim arkadaşım kavgaların hiç bitmesin.

Sıkılırsan yap bir meditasyon rahatla.

.

Ya da uyu sevdiklerinin kollarında. (Bilir misin bilmem; doktor annene hadi bakalım zamanı gelmiş bu kız durmaz artık dediğinde Şuşu vardı yanınızda.)


Arada spor yapmayı ihmal etme.
Parmaklar da ince ve güzel olmalı di mi ama.


Meditasyonun başka bir versiyonudur mutfakta sergilediğin hüner.
Annen bu konuda bir harikadır.
Hiç kuşkusuz ona çekeseksin bu konuda.



Unutulmaz elmalı salata sakinleşmek için ne yapsak dediğimiz anda çıktı ortaya.
Bir gün bende anneni beklerken baby chef'den aldığımız tarifle yaptığımız o limonatanın tadı hala damağımda...
Sevgini katarsan küçüğüm yaptıklarına unutulmaz anlar bırakırsın hafızalarda.

Ama sanmaki hep usluydun ve söz dinledin.
Sadece gönül almasını çok iyi bildin.
Anneni üzüp üzüp sonrada tüm içtenliğinde sarıldığında
"seni gerçekten çok seviyorum annecim ben senin kurbağanınım" deyişinden anladık ki
sen büyünce çok canlar yakacaksın.
Varsın sen yak, (korkum yakıp da fark etmeyenler çıkarsa karşına diye)
senin ki yanmasın da...

Sen gönül almasını bildikten sonra.
Ama dikkat et kimsenin kalbini kırma.
Kırılınca yapışsa bile izi kalır.
Unutma!
Hoş annenle baban öğretecek bütün bunları sana.
Herkesden bir parça olacak sen büyürken sende.
Ama sen gene de tehlikeli karışımı hep tut aklında.
Şuşu kadar narin ve ince
Benim kadar süslü ve zevkli
Annen kadar komik ve pratik...

Umarım büyüme yıllarının da tanığı olurum.
Uzaklarda olsam bile...
Annenle baban çok arayıp sormasa da.
Ben onlara yazmasam da.
Buluştuğumuzda herşey kaldığı yerden devam eder bizlerin hayatında.
Bunu da öğreneceksin zamanla;
Önemli olan telefon ilk çaldığında açıp açmaman değil,
Açtığında koşup koşamayacağındır.
Ve hayatın kaldığı yerden akıp gitmesini belirleyen de insanları kalbinde koyduğun yerdir.
Onların bende özel bir yeri var.
Artık senin de.

12 Ekim 2006

ŞUŞU İLE GÖRÜŞEBİLDİK

Sonunda görüşebildik...
(ve Şuşu en çok yılın modasını yansıtan İtalyan kaplama zincir ve parçalar ve yarı değerli taşla yaptığım tasarımı beğendi.)

Oysa benim favorim bu kolyeydi.
Biraz aykırı ve asi...


Şuşum bir sevgili yaptı kendine, görebilene aşk olsun.
(Böyle söyleyince de hani sanırsın pasta hamurundan falan yaptı. "Magazin Dünyası"nın bana kattığı bu değerli kelimeyi gururla paylaştım sizlerle...)
Allahtan yarışlar varda Orhan arasıra uzaklara gidebiliyor.
Yoksa Şuşu'yu gören cennete gidebilir. O derece yani.
Neyse dün gece beraberdik. Yeni yaptığım kolyeleri ayırdık.
Olmuş olmamış.
Olmuşlar çoğunluktaydı.
Buraya kadar gecemiz normaldi ve Şuşu ile geçirdiğimiz bir kaç değerli saatti.
(Öncesinde ısmarladığı açık büfe çin ve kahve keyfi kıskanan olur diye paylaşılmıyor tabi.)
Herşey yaptığım son tasarımları arşivlemek için kamerayı elime almamla başladı denebilir.

***

Bu kamera da ayrı bir hikaye aslında.
Yarı profesyonele yakın çok özellikli bir digital kameram var söylemesi ayıp.
Sağolsun Barbi sayesinde karar verip almıştım.

***

Neyse ben "user manual"okuma özürlüsü ve dene yanıl öğren pratiğinde bir tip olduğumdan yaklaşık 1,5 yıldır fotoğraf çekmek için çabalıyor ve çektiğim 500 fotoğraftan ancak 50'si kullanılabilir olursa mutlu oluyorum.
Tahmin edersiniz dün gece de böyle bir deneysel çalışmanın ortasındaydım.
Bir ara sinir krizleri geçirdim. Gülmekten gözümden yaş geldi.
Şuşu da bir kaç deneme yapıp benim gene bütün ayarları bozduğumu ve bunu bir profesyonele gösterip düzelttirmem gerektiğini söyledi.
Bense çoktan kamerayı satıp yenisini almak için soluğu internetin başında almıştım.
Sözün özü...
Gece 1'de fotoğraf çekimine başlayabildik.
Şuşu'nun yaptığı ayarla çekip yaparken yaptığım "bir-çok şey" sonunda kameranın bayağı hatrı sayılır özelliği daha olduğunu keşfettim.
Sonuç...
Çekimlerin sonunda ki bu arada sağolsun İlter kardeşim tripot getirdi işi profesyonelliğe döktüm hatta Küba'ya gidip hem tatil hem çekim hayalleri kurdum ama nafile, sabah 4'de yatmaya karar verdiğimde 290 çekimden elimde kalan hepi topu 30 tane oldu. Yani ben %10'luk başarı grafiğimi bütün çabalamalara rağmen değiştirememiş oldum.

Ve sahne...
(İşte o geceden kalan nadide fotoğraflardan bazıları ...)

ŞANS BİLEKLİĞİ - Para, huzur, mutluluk en önemlisi sağlık getirmesi dileklerimizle...





KÜPELER... KÜPELER...
(Hepi topu 10 adet)
Kendim küpe takma özürlüyüm ya komiktir tasarımlara da yansıyor.