20 Şubat 2008
KOLYELER
2-3 gündür kızlar biz de kolye isteriz deyip durdular.
Ben de daha önce yaptığım kolyelerden getirdim neleri beğendiklerini aanlamak için.
4 tanesi sahiplerini buldu. Nasıl da mutlu oldum.
İstanbul'a gider gitmez ilk iş kolye malzemesi satın alıp yenilerini yapmaya başlayacağım.
İnsanın yaptıklarının başkaları tarafından beğenilmesi nasıl da keyif veriyor.
Gününü değiştiriyor.
Ruhunu ısıtıyor.
Bambaşka bir keyif veriyor yaşama dair.
Aradığımız çok uzaklarda değil.
İçimizde...
İzin verdiğimiz müddetçe.
15 Şubat 2008
Burada Buraya Kadar
İstersiniz...
İstemezsiniz...
Geride bırakırsınız...
İyi ki bırakmışım dersiniz...
Ya da demezsiniz...
Bazen hatırlarsınız...
Hatırlamak istersiniz...
Hatırlamamak için unuttum dersiniz...
Bazen sizin dışınızdakileri ne kadar değiştirirseniz, yok ederseniz, görmezden gelirseniz gelin,
Aslında HİÇBİR ŞEY yapamazsınız...
O zaman siz değişirsiniz.
EVRENİN Takıntılı Dünyası dönmeye devam ediyor.
Hadi gelin "DEĞİŞİMİ" yakından takip edin.
14 Şubat 2008
BUGÜN
Demeyeceksin işte. Yaşarsın çünkü.
Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
Çok sevmeyeceksin mesela. O daha az severse kırılırsın.
Ve zaten genellikle o daha az sever seni, senin o'nu sevdiğinden.
Çok sevmezsen, çok acımazsın.
Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini... Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin. Senin değillermiş gibi davranacaksın.
Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın. Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın. Çok eşyan olmayacak mesela evinde. Paldır küldür yürüyebileceksin.
İlle de bir şeyleri sahipleneceksen, çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
Gökyüzünü sahipleneceksin...
Güneşi, ayı, yıldızları...
Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak. "O benim." diyeceksin.
Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin.. .
Mesela gökkuşağı senin olacak. İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
Mesela turuncuya, ya da pembeye. Ya da cennete ait olacaksın.
Çok sahiplenmeden,
Çok ait olmadan yaşayacaksın.
Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
İlişik yaşayacaksın.
Ucundan tutarak...
Can YÜCEL
***
Ne aşklar yaşadım zaten yoktular...
Can YÜCEL'den alıntı yapmış NİNO, okuyunca yukarıda yazdığım satır geldi aklıma nerdendi kimdendi hatırlayamadım ama aklıma gelince düşündüm.
Yaşadığım aşkları...
Gerçekten yok muydular ?
Bir sevgilim olmuştu. Özenirdik doğumgünlerine, ilk tanışma tarihi, buluşma tarihi, öpüşme tarihi... Herşey kutlanırdı. Unutulmazdı. unutulursa kırılırdı kalp...
***
Sonra aşık oldum. Gördüğüm an "Seninle ölmek istiyorum" dedim.
Düşündüğüm kadar uzun sürmedi. Gitti... Gittim.
Ne o öldü ne de ben. Ama bitti.
Güzel ve özel günlerin hiçbirinde belki de yanyana değildik.
Ama ne zaman bir araya gelsek o günü ve geceyi çok özel kılardık.
Yoksa kılar mıydım?
Yoksa o günler ve geceler hiç yoklar mıydı?
****
Biliyorum kızacaksınız beni tanıyan bazılarınız bana ama ben buyum.
Bugün özel değil benim için...
Bazılarınız çok özel kutlamalar yapacaksınız biliyorum...
Bekleyeceksiniz sevilmeyi... Hatırlanmayı... Özel kılınmayı...
Bir kerede benim dediğimi deneyin.
Hiç sebebi yokken bir mum yakın o gece yemek masasında...
Ya da tam eve girerken bir papatyayı koparıp verin sevdiğinize...
Sonra düşünün kendinizi hiç bu kadar özel hissetmişmiydiniz...
Ben hissettim, papatyayı koparıp,
Mumu yaktığım her gece kendimi çok özel hissettim.
Sen de hissettin mi?
24 Aralık 2007
13 Kasım 2007
...
Bugün biri fal baktı bana. İçine atmışsın dikkat et taşmasın dedi.
Psikolojik olarak seni zorlayacak bir birikime dönebilir atamadıkların.
İnternette arama yaptım. “içine atmak”
Aşağıdaki tanımı buldum.
“Konuşamamak, anlatamamak, paylaşamamak, haykıramamak, hep susmaktır.
Ne güzel bir tanım değil mi?
Size de öyle olmaz mı?
İçiniz sıkışır.
Bilinmeyen boğar sizi.
Gözleriniz dalar…
Uzaklara bakarken boş boş…
Ağlamaya başlarsınız.
Ağla açılırsın derler.
Ağlama değmez derler.
Siz içiniz katılıncaya kadar ağlarsınız.
Bazen soğuk bir “Nesquik” içinizi ısıtır.
Bazen hiç beklenmedik bir el sizi sarar.
Tam da o sırada gözünüze sabun kaçar ağlarsınız.
12 Kasım 2007
BURADAYIM
Kaç kez kızdı arkadaşlarım neden güncellenmiyor bu site hayat durdu mu diye?
Durmadı ama zamana ihtiyaç vardı.
NELER OLDU ÖZETLEMEK GEREK...
- Mesela yeğenim doğdu. Adını benim evimde sımsıcak Ege'den aldı.
- Kardeşim geldi harika bir yaz tatili yaptık. Annem, babam ve kardeşim karadeniz turu yaptı.
- Biz de kızlar grubu olarak Çeşme de keyif yaptık.
- Ben İstanbul'a gittim.
- Şuşum Bursa'ya geldi.
- Ben yüksek lisansa başladım.
- Nihan'ın bir blogu oldu. http://www.pastanino.blogspot.com/
Günler günleri kovaladı.
Sonra bir gece dolunay oldu.
Dolunayda yapılan piknik herşeyin sonu ve bir şeyin başlangıcı oldu.
İçilen şarap yüzümde bir gülümseme oluşturdu.
Aldığım bir haber içimi burktu.
Doğancıda kuru bir ağaç tüm heybeti ile bana bir şeyi hatırlattı.
"BEN BURADAYIM"
24 Mayıs 2007
KAHVALTI HATIRASI
Güzel malzemeler buldum. Keyifle kolye yapmaya başladım. Yakında fotoğraflarla burada...
Ama bugünün konusu KAHVALTI HATIRASI...
Yok Yok Kalvaltı Evi Gururla Sunar...
Günün spesiyeli : SÜNGER BOB (made by Nino)
Hayatı ne kadar ciddiye aldığımız oynadığımız oyuna bile böyle yansıyor işte :)
İki genç derin uykuda...
İki mini cin tavuk şımarıklığın sınırlarını zorlamakta.
Akşam üzeri yoğun bir günün sonunda maillerime baktım. Evin ablası Nesli'den mail gelmiş.
İzin verir mi bilmem ama onun satırları yer almalı burada...
"Arkadaslar,Yogunluktan dolayi biraz gec oldu, ama sevgili kardeslerime enfes sabah kahvaltisi icin ve hepinize de böylesine harika dostlar oldugunuz icin tesekkür etmek istiyorum. Resimler sahane cikmis. Pazartesi ve Sali yaptigimiz toplantilara laptopumla girmistim. Arada mailleriniz geldikce caktirmadan acip baktim. Sagimda solumda oturanlarin bile ilgisini cekti resimlerden yansiyan mutluluk. Hatta aramiza yeni katilan direktörlerden biri "o kim, bu kim?" diye sorular sorup "ne kadar mutlu bir topluluk" diye yorumlarda bulundu. Tabii, en gözde resim Serpil Abla, Evren, Sera ve Ata'nin üst üste yattiklari resimdi :))
Hepinizi seviyorum,Neslihan"
Biz de seni seviyoruz. Bir de ben bir idol olarak ablaya sahip olduğum için çok mutluyum. :)))))
Bir de benden güzel olma durumun var ki o konuya burada hiç değinmek istemiyorum. :(((((
Hepiniz iyi ki varsınız... Bizi bir arada tutan bağ hiç kopmasın.
06 Mayıs 2007
YENİ KOLYELER
Sonunda yaptığım kolyelerin fotoğraflarını çekmeyi başardım. Sadece 3'ü bana kaldı. Diğerleri sahiplerini buldu. Fotoğrafları bile kalmadı anı olarak bende.
Serpilimin ördüğü zincir olarak kullandığım malzemeler ve elimde kalanlar ile ancak bu kadar becerebiliyorum. Bu haftasonu ne yapıp edip İstanbul'a gitmeliyim. Hem malzeme alır hem de dostlarla bir gün geçiririm.
Bu kolye eskilerden ama çok sık takmıyordum, neden diye düşünürken keşfettim ki eski hali ile çok karanlık bir kolyeydi. Ben de yarı değerli taşlar, cam boncuklar ve çek kristallerini bir arada kullandım ve bu kolyeyi başdan tasarladım.
Yarın ki kıyafetim için harika bir tamamlayıcı oldu.
Hepinize iyi haftalar... Muhteşem bir hafta geçirin.
Bir Kahve İçimlik Mola
Bu sabah uyandım… Yatağımdan kalkarken yüzümde bir gülümseme vardı.
Mutluydum.
Güzel bir uyku uyumuştum ve huzurluydum. Yatağımın sol yanında uyandım.
Yatağımın sol yanı uzun zamandır boş.
Sahibini bekliyor.
O olmasa da masadakini sandalyesini boş bırakan bir anne tanıdım, oğlunun gelmesini dört gözle bekleyen. Her yemekte bir sandalye bir tabak onun için de konurdu masaya. Oğlu gelmese de kızım dediği gelini gitmişti oğlunun yanına.
Ama mutlu kapadı gözlerini bu hayata. Uzaklardaki bir masada oğlunun yalnız olmayacağını bilmek mutlu etmişti son günlerinde onu. Nerededir o çift şimdi kim bilir?
İnsan aklı nereden nereye… Yatağımın sol yanını anlatıyordum.
Dün gece ilk defa yatağımın sol yanında uyudum. Yastığa sarılmadan.
Sadece kafamı dayadım. Güvenli, sevgi dolu bir göğse yaslar gibi huzurluydum.
Sabaha kadar öylece uyumuşum. Sabah ilk defa yatağımın sol yanında uyandım.
Mutluydum.
Mutluluk ne kısa ne uzun bir duygu. Anlık, o an var sonra o an aklına gelince gene var.
Ama hüzün öyle mi… Hep içimde. Bir köşede sinsice bekliyor.
En mutlu zamanda bile kendini hatırlatacak küçük bir ayrıntı buluyor.
Mesela, tam da o uzun zamandır beklediğiniz öpücük size doğru geliyor.
Kalbiniz çarpıyor, ağzınız kuruyor,
kan öyle hızlı dolanıyor ki damarlarınızda içinizde tuhaf bir korku… Ve işte sahnede gene o görüntü.
Bir adam camdan dağın yamaçlarında kurulmuş şehre bakıyor, üzerinde küçük siyah bir şort. Bedeni çıplak, elinde bir sigara. Şehir gözle görünür mesafede, sabah ayazında üzerinde bir çiy. Kadın yattığı yatakta adamın keyifle sigara içtiğini düşünürken…
Adam yitirdiği kadına ağlıyor.
Neden sürekli bu görüntü gözüme takılıyor. Neden beni o adamın ve kadının hali hüzünlendiriyor. O adam kim. Ben miyim yatakdaki kadın. Peki neden o yataktayım.
O ev. O yamaç… İki yanı ağaçlarla çevrili bir ormana girer gibi dar bir yol.
Öpücük artık beni ilgilendirmiyor.
Kafam o yolda.
Korkuyorum oradan ileriye, yolun sonundaki eve gitmeye.
Karşı evde kocaman bir köpek. Dost olduğumu anlar mı?
İçeride beni neyin beklediğini bilmiyorum. O adam hala pencerede mi ki?
Sorsam, neden her heyecanlandığımda camın önünde duruşunuz geliyor gözümün önüne desem. O kadar gerçek ki görüntü aklımda.
Bari diyorum bir kahve içimlik uğrayayım yanına.
Bulur muyum yolu acaba?
Ya da aradığım cevabı bu adamda.
24 Nisan 2007
DOSTLARLA OLMAK GÜZEL
Harika bir haftasonu geçirdim.
İstanbul grubunun yaşlıları ve küçüğü Bursa'ya ziyaretime geldi.
Özlemişiz. Çabucak bitiverdi 2 gün.
Dolu dolu geçti.
Yedik, içtik, oyun oynadık, gezdik, yorulduk, fosur fosur uyuduk.
İşte akılda kalanlar.
- Yemek için sabırlı olunabildiği ama potansiyelden gram kayıp olmadığı
- Şuşu ve Sepo'nun çizim ve anlatım gerektiren oyunlarda bir daha eş olmaması gerektiği
- Ben ve Hayruş'un sadece 81 oynarken eş olabildiği
- Mudanya'nın kalabalık olduğu, ablada balık yenecekse önceden birşeyler yenilip gidilmesi gerektiği
- Zeytinyağlıların kaç çeşit ve ne kadar bol olursa olsun, lor, bal ve taze ekmek üçlüsü kadar karın doyuramayacağı
- Abaza peynirinin bizim grup için doğru seçim olduğu
- Metro Gross marketin "Bursa'da gezilecek yerler" listesine eklenmesi gerektiği
- Çaydanlığın misafirler için olduğu ve 2-3 boy büyüğünün evde bulundurulması gerektiği
- Kokoreç seven arkadaşları olanların kokoreçcinin 100-150 metre yakınında oturmasının faydaları
Acilen araba alınması, toplu taşıma araçlarındaki muzurlukların tekrarlanmaması
Öyle ki grubun en yaşlısı bizi tanımıyormuş gibi gidip en önde bir yer buldu kendine. Ne varsa biraz şımarmak da :)
- Ne yapılıp edilip incenilmesi
***
Bu arada kolye yapıp duruyorum ama bir türlü fotoğraf çekemeden sahiplerini buluyorlar. Sepo'nun ördüğü parçalarla yapacağım kolyeler de en yakında burada.
***
Arayı açma şikayetlerinde bulunanlar, inanın ben de böyle olsun istemiyorum ama hani daha önce bahsetmiştim ya ruh halimi, işte o aynen devam ettiğinden böyle oluyor.
Ama bahar geldi, yeni, yeniden aşklar kapıda... Yakında onlar da burada :)
Bahar gibi enerjik olun, bahar kadar ışıltılı
Sevgiyle kalın.
26 Mart 2007
Güzel Şeyler Oluyor…
Geçen haftasonu
Malzemeciden doğal taşlar aldık.
Heyecanla eve geldim. Kolyelerini yaptım Suna’nın.
Umarım beğenir. O daha görmeden işte huzurlarınızda…
Yanda gördüğünüz kolyede Suna'nın bir arkadaşı için üzerine tıklatıp büyütürseniz fark edeceksinizki çiçeklerden ve yapraklardan oluşan bir yaz kolyesi... Ortadaki büyük taş da ise bir kalp var. Sevgi ve mutlulukla takar umarım.
***
Geçen hafta İnsan Kaynakları Zirvesine katıldım. Vicdan kalpte değil, beyindeymiş. Çok şaşırdım. Sızlayan kalp değil, beyinmiş. Bunca zaman kalbim acıyor derken aslında bunu beynimde yaşıyormuşum.
Bir de Zen Ata sözü öğrendim.
“Yeni bir şey öğrenmenin karşısındaki en büyük engel, onun zaten bilindiğinin sanılmasıdır.”
Ne güzel bir laf di mi? Ne çok yaşamışızdır bu yanılsamayı… Ben biliyorum döneminden ileriye gidemeyen çocuk aslında hiç öğrenemeden, farkına varamadan, tadına varamadan yaşıyor hayatını.
Mesela samimiyeti nasıl tanımlarsınız…
“İnsanın samimiyeti, karşısındakinin algısı kadardır.”
Hiç böyle tanımlamazdım diye düşündüm. 2 günlük eğitimde daha neler öğrendim…
***
Her gününüz kendinize bir artı koyarak geçsin. Eğer bir artı koyamıyorsanız en azından eksinin üzerine dik bir çizgi çekin. Bugün yarım artı olur yarın tamamlarsınız belki…
26 Şubat 2007
NEREDE KALMIŞTIK..?
30 Ocak 2007
AYRIL AMA UNUTMA
Yılbaşında İstanbul'daydım. Ailem kadar yakın dostlarımla. Çok eğlendik çok güldük ve Sezen Aksu şarkılarında kadeh kaldırıp ağladık (m). Hediyeler verdik, hediyeler aldık. Tek sırt çantası gittiğim İstanbul'dan 2 valiz bir çanta dönmeyi başardım. Bi de yedik, yedik, yedik... Üç gün üç gece acılı ezmenin keyfini çıkarttık. Kendi aramızda buna böyle demedik :)
Bu arada uzun zamandır evimde olmasını istediğim ekmek teknesi ve şişeyi bulup geldi Kara Amca. Temizleyeceğim diye şişenin dibini çıkartım sonra onu tekrar tek parça haline getireceğim derken ellerimi yapıştırdım.
İstanbul'dan döndükten 2 haftasonra Şuşum geldi. Aynı akşam Bursa'dan eski akrabalar - yeni arkadaşlar "Hoşgeldin" Bursa'ya demek için geldiler. Güzel bir şarap gecesi oldu. Gene yedik, yedik ve yedik... Sohbet güzeldi. Laf lafı açtı. Güldük, eğlendik... Tekrarı olsun mutlaka dedik ve geceyi bitirdik.
Bursa'ya hoşgeldin hediyelerimden biri de bu ikiliydi...
Bursalı dostlarla ve arkadaşlarla devam ediyor geceler, haftasonu gezmeler…
Mudanya’dan Çalı’ya uzanan yeme içme yerleri keşifleri yerini yavaş yavaş evde DVD keyfi yapma ve ama mutlaka yeme alışkanlığına bırakacak gibi.
Tüm bunlar olurken, geçtiğimiz cumartesi günü Vatan Gazetesi’nin ekinde Ebru Drew imzalı yazı üzerinde durmadığım, durmak istemediğim bir gerçekliği yansıttı. Sonra alıp götürdü beni bir yere. Sizinle paylaşmak istedim. Bilmem sizi de götürür mü bir yerlere…
Ne zordur çok sevdiğiniz bir insandan “bitti” kelimesini duymak. Önce inkar edersiniz. Sonra yürek mahkum kabullenirsiniz. Sonra doğruluğuna ikna edersiniz kendinizi. Sonra da unutmak için türlü çeşit zaman öldürme yöntemleri bulursunuz. Bilirsiniz aklınıza gelmezse yüreğiniz acımaz. Sonra bütün hayat akıp giderken olağanca hızıyla siz bir anda durursunuz ve ansızın sızınız büyür amansız acımasızlığıyla… Sinsice güler, kolay mı der kolay mı?
Sızlarsınız, sızlanırsınız, sebepsiz ağlarsınız.
Sebep siz ağlarsınız.
Sözü burada Ebru Drew’e bırakıyorum izninizle…
Her erkek aynı değil kuşkusuz.
Mail ya da mesaj atmıyor ama sizdeki varlığını bir şekilde sürdürüyor.
Oysa bilmiyor…
Karşınızdaki size izin verdiği sürece onun hayatında bir anlam taşırsınız.
Yani Ebru Drew’in yazısında dediği gibi
“…Sonra kalp nasılsa kendini acıtacak yeni bir sahip buluyor. Ve en onarılmaz sanılan yaralar bile kapanıyor. Tek ilaç, zamanla…
…
Neyse geçti gitti. Ne acısı kaldı, ne izi. Hayat devam ediyordu. Onsuz da yaşanıyordu.”
Onsuz yaşayamayacağını, onsuz hayatın anlamı olmayacağını düşünenlere öneri :
Biraz zaman tanıyın ve tekrar düşünün…
Sevgiyle kalın.
19 Aralık 2006
MUTLUYUM MUTLUSUN MUTLU
Herşeyin yeniliği sarhoş etmişti beni.
Bu sabah ayık kafayla şöyle bir baktım hayatıma.
Daha ne istiyorsun ki dedim kendime...
Ve ekledim.
MUTLUYUM
Umarım MUTLUSUN ve
diliyorum hepiniz MUTLUsunuz.
Bu enerjimin en kısa zamanda takılarıma yansımasını diliyorum ve sizleri eski takılarımın yeni fotoğrafları ile başbaşa bırakıyorum.
Fotoğrafları çeken Barbi'ye; bana sabırla zaman ayırdığı ve tüm zorluklara rağmen başarılı sonuçlar almak için uğraştığı ve sonunda kötü bir makarna ve salataya bile ses çıkartmadığı için huzurlarınızda teşekkür ediyorum.
04 Aralık 2006
TAKI TASARIMI SERGİSİ
Varmış dememin sebebi ben taşınma telaşında olunca (ve hala taşınamadım) maillerime ve ilgi duyduğum ve takip ettiğim sitelere vakit ayıramayınca en sevdiğim uğraşımla ilgili bu güzel organizasyonu kaçırmış oldum.
Portaldan fotoğraflarla idare etmek zorunda kaldım tabi.
"ELLERİNİZE SAĞLIK"
Mücevher Oscar'ı Ödüllü Sevan Bıçakçı'nın tasarımları gerçekten de Kapalıçarşı esnafının ona taktığı ada yakışıyor. Kapalıçarşı'da onun için "Sevan deli mal yapar. O çılgındır" diyorlarmış. Çılgın parçalar yaptığı için de adı Çılgın Sevan olarak kalmış.
Çılgın Sevan'ın asıl patlaması da Güler Sabancı'nın Osmanlı Kolleksiyonu'ndan bir yüzüğü takmasıyla olmuş. (Bu yüzük de o kolleksiyondan bir parça)
Takı Tasarımcıları Portalından Sedat Bey'in fotoğraflarıyla sergiden bir kaç görüntü... (neden ben gezemedim o standların arasında diye ne kadar söylendiğimi kelimelerle anlatamam.)
16 Kasım 2006
UMUT
Ne güzeldir sonbahar…
Biraz hüzünlü, biraz yalnız…
Şaşırtır sizi, hatta bazen hazırlıksız yakalar.
Biraz insanlar gibidir sonbahar.
Güneş var diye güvenir ince giyinirsiniz
çok geçmez hava kararır ve yağmur başlar.
Kızarsınız.
Kendinize.
Onun güneşli yanına güvendiğiniz için.
***
Bugün geldi bu fotoğraf,
sevdiğim sonbaharın terkedilmişliğinin resmi gibiydi.
Biraz hüzünlü, biraz yalnız.
Sevdiğini bekler hali etkiledi beni.
O nedenle biraz da umut gibi.
12 Kasım 2006
ANNEMİN KOLYELERİ
Kabullensem iyi olacak artık Bursa'dayım.
Herşey derlensin toplansın da hemencecik taşınıvereyim dedim ama hala beklemedeyim. Bu durumu hiç sevmem elim kolum bağlı hiç birşey yapmadan gün öldürmeyi.
Akıllı kafam takı malzemelerimi bir valize koyup gelseydim neler neler çıkardı şimdi.
Annemle dertleşirken, hem bi şey yapmıyorum hem de blogumu güncelleyemiyorum diye, aklıma geliverdi; annemin kolyeleri...
Nasıl olsa çekerim fotoğraflarını diye kendi arşivimde bile yoklar. Günlerdir elimde fon kartonları orasına gölge düştü burası olmadı derken çekemediğim fotoğrafları bu sabah annemin de yardımıyla çektim.
Takı Tasarımcıları Portalından Sedat Bey gene beğenmez ya çektiğim fotoğrafları, ne yapalım en azından bir fikir edinirsiniz dedim. Öncesi ve sonrası için çok uygun bir çalışmaydı aslında ama ben önceki hallerini çekemedim. Annemin üç renkten oluşan yarı değerli taşlardan bir kolyesi vardı. Uzun zamandır o formda kullandığından sıkılmıştı ve küçük hareketlerle yeniliklere ihtiyacı olan taşlarını bana verdi.
Aşağıda gördüğünüz kolyeleri farklı kullanım amaçlarına uygun eklemeler yaparak yeniledim.
Aklımdaki tasarım böyle olmasa da aşağıda gördüğünüz gibi bir hal aldı dizmeye başlayınca...
Yeni takılar yapıp burada sergileme fırsatı bulayım.
05 Kasım 2006
SEVGİLER
yaşadığım şehir, evim, komşularım, yemek yediğim yerler, dolaştığım sokaklar, alışveriş merkezleri ve niceleri... DEĞİŞİYOR.
Telaşlıyım yani. Şaşkınım hatta biraz. Belki şoktayım.
...
Sonra bir gün bir mail geliyor, bazen de bir telefon.
Hayat tekrar anlamını buluyor.
İfadelerdeki tedirginlik yerini anlık gülümsemelere bırakıyor.
Yürek fark ediyor. Herşey değişse de dostluklar hep baki...
Daha önce de yazmıştım değil mi,
"nerede nasıl bırakığınız değil biraraya geldiğinizde nereden başlayabildiğinizdir dostluğunuzu belirleyen"
Bu akşam o dostlardan birinin yazdıklarını paylaşmak isterim sizlerle.
Teşekkürlerimle birlikte...
Sayfalarında ufak bir gezinti ile neşeyi sitende üzerini bir hüzünle örterek gizleyebildiğini fakat bir o kadar da, yazamayanı bile yazar hale getirebildiğini gördüm. Nereden mi biliyorum o benim işte yazamayan. Bunları yazarken yazar mı olduğumu düşünüyorum? Tabi ki hayır. Ben o kadar yazar değilim ki yazarken noktalama işaretlerini bile doğru yere koyamam. Hani derler ya “doğru yerde doğru insan” bunların ikisine bile bir arada rastlamışlığım olmamıştır şu 3 onluk hayatımda. Ya da “bu bana bir işaret olmalı” diye bulunduğu durumdan ders çıkarmışlığım. Hangi durumun neye işaret ettiğini hiç kezleyememişimdir. Sanırım benim işaretlerle ilgili bir sorunum var. Tüm bunları anlayabilen ve kendine yüksek bir dirayetle paye çıkarabilen insanlara imrenerek bakmışımdır. Hatta çoğu zaman bakarken de kendilerine yakalanmışımdır.
Aslında ben Evrenin şöyle bir “Takı”larına bakmaya gelmiştim fazla durmayıp çıkacaktım. Ne kendimin yazarken ne de kendisinin yazdıklarımı okurken ayıracağı vaktini almayacaktım. Ama burada her şeyin takılardan ibaret olmadığını başta da dediğim gibi hüznün arkasına gizlenmiş ince bir siluetle bize gülümseyerek bakan neşe ne ise, takıların arkasına gizlenmiş “takıntı”lar da aynı şekilde dikkatimi çekti.
24 Ekim 2006
Bayram Geldi Hoş Geldiiiiiiiiiiiiii…
Hava şansımıza güneşli, hani kışa başlamadan hemen önce bayram edin der gibiydi.
Ben de bu durumda İstanbul’daki evimde son bayramımı yapayım dedim. Dedim de Şuşum olmaz dedi.
Önce bir iki yan çizdim ama baktım evde oturdukça kutularıma kutu ekliyorum
tabi bel ağrılarıma da bel ağrısı…
Hemen bir telefon açtım ve soluğu Şuşumun ve tabi dolaylı olarak benim de ablam olan (saygılar sunarım kendisi benden 6 ay küçük ablam olur) Neslilerde aldım. Yemeği de kaçırmadım tabi.
Sabah bir heyecan uyandık, kahvaltı sofraları hazırlandı. Hızlı hızlı kahvaltı edildi ki bir an önce bayramlaşma başlasın. Ne de olsa 2 markaaaaaaaaa gözlük almış BULGAR(İ) Kraliyet Ailesi yaşayan son efsane Hayruş Sultan’ın eli öpülecek…
Birkaç kolyeyi yanımda götürmüştüm.
Biz de Nesli ile fotoğraf çekimine başladık. İşte tasarım, işte sanat...(işte fotoğraf???)
İyi güzel hoş da bir bayram mesajı bile yok mu diyenler için; bu yıl aldığım en eğlenceli bayram mesajı da sizlere:
(üzerinde küçük değişiklikler yaptım. Pardonnnnnn)
Umarım beğenirsiniz…
Kahkahalar, yeni heyecanlar, bebekler, düğünler,
eğlenceler ve tatlı
sürprizler olsun…
Tatlılar olsun,
tarçınlı kurabiyeler, elmalı kekler…
Şekerli kahveler içilsin 40 yıl hatırı olsun.
Görüşmek için telefonlaşmalar olsun.
Buluşmalar, kavuşmalar olsun.
Kayıplar, depremler, afetler olmasın.
Kırgınlıklar, anlaşmazlıklar, ayrılıklar, yalanlar olmasın.
"biz" olsun; "ben" olmasın...
mutluluk parayla, eğlence zoraki olmasın
veee
...aşk olsun... bir kere söylensin, yeter olsun.
En önemlisi
sevgi olsun...
daha n'oolsun…
BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN...
15 Ekim 2006
İyi ki geldin dünyaya...
Zamanı unutturan...
Yüzümü gülümseten...
Yatağımda uyumaktan keyif alan...
Sadece bir gün oldu seni görmeyeli, şimdiden özledim
Seni çok seviyorum deyişini.
Hani içtenlikle bakıp da ellerimi sevişini.
Ama bu bana özel değil biliyor musun.
Sen seni seven herkesi böyle sevdin küçüğüm.
Herkes de seni böyle sevsin dilerim.
Ben kendi adıma TEŞEKKÜR
etmek istedim sana.
Sen farkında olmasan da,
Zor günlerde arkadaş oldun bana...
Annenle o benim arkadaşım kavgaların hiç bitmesin.
Sıkılırsan yap bir meditasyon rahatla.
.
Ya da uyu sevdiklerinin kollarında. (Bilir misin bilmem; doktor annene hadi bakalım zamanı gelmiş bu kız durmaz artık dediğinde Şuşu vardı yanınızda.)
Arada spor yapmayı ihmal etme.
Meditasyonun başka bir versiyonudur mutfakta sergilediğin hüner.
Annen bu konuda bir harikadır.
Hiç kuşkusuz ona çekeseksin bu konuda.
Unutulmaz elmalı salata sakinleşmek için ne yapsak dediğimiz anda çıktı ortaya.
Bir gün bende anneni beklerken baby chef'den aldığımız tarifle yaptığımız o limonatanın tadı hala damağımda...
Sevgini katarsan küçüğüm yaptıklarına unutulmaz anlar bırakırsın hafızalarda.
Ama sanmaki hep usluydun ve söz dinledin.
Sadece gönül almasını çok iyi bildin.
Anneni üzüp üzüp sonrada tüm içtenliğinde sarıldığında
"seni gerçekten çok seviyorum annecim ben senin kurbağanınım" deyişinden anladık ki
sen büyünce çok canlar yakacaksın.
Varsın sen yak, (korkum yakıp da fark etmeyenler çıkarsa karşına diye)
senin ki yanmasın da...
Sen gönül almasını bildikten sonra.
Ama dikkat et kimsenin kalbini kırma.
Kırılınca yapışsa bile izi kalır.
Unutma!
Hoş annenle baban öğretecek bütün bunları sana.
Herkesden bir parça olacak sen büyürken sende.
Ama sen gene de tehlikeli karışımı hep tut aklında.
Şuşu kadar narin ve ince
Benim kadar süslü ve zevkli
Annen kadar komik ve pratik...
Umarım büyüme yıllarının da tanığı olurum.
Uzaklarda olsam bile...
Annenle baban çok arayıp sormasa da.
Ben onlara yazmasam da.
Buluştuğumuzda herşey kaldığı yerden devam eder bizlerin hayatında.
Bunu da öğreneceksin zamanla;
Önemli olan telefon ilk çaldığında açıp açmaman değil,
Açtığında koşup koşamayacağındır.
Ve hayatın kaldığı yerden akıp gitmesini belirleyen de insanları kalbinde koyduğun yerdir.
Onların bende özel bir yeri var.
Artık senin de.