12 Kasım 2008

... kalbim ellerim kadar küçük değil ... (*)


K İ M Ö Z L E R D İ A V U Ç İ Ç L E R İ N İ N K O K U S U N U

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.


Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.


Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.


Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.


Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.


O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.


Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.


Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.


Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.


Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.


Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.


Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.


Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.


O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.


O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.


Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.


Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.


Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.


Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.


Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.


Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.


İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci dereceden failidir"denmeseydi eğer.


Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.


Issızlığa teslim olmazdı sahiller, kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklıketmiş olmasalardı eğer!!!


Can Yücel
*****
(*) nikbin koalaya teşekkürler...

09 Kasım 2008

BENİ BANA BIRAK


Kadın sabahın ilk ışıklarına gülümseyerek MERHABA dedi.
Yeni bir gün başlıyordu gene.
63 yıldır hep umutla kalkardı yataktan da sonra ne olurdu bilemezdi.
Gün uzarken geceye umut da onla mı giderdi anlayamazdı.

Kontrol günüydü bugün. Sevmezdi kontrol günlerini.
10 yıl önce kalbi teklediğinde “doktor üzmeyeceksin bu kalbi, canın sıkılmayacak ona buna demişti”
Dikkat edeceksin. Seni sevenlerle mutlu olduklarında beraber olacak gerisinden uzak duracaksın demişti.
Daha 40’larında bile yoktu doktoru. Önemli başarılara imza atmış yakışıklı bekar bir adamdı.
Ne de çok kızmıştı genç doktora. Ne yaşadın ki sen diyecek oldu, sustu.
Ne çok korkmuştu ölümden o gün.
Kızı daha yeni evlenmişti. Torunun göremeyecek miydi?
Damadı sevememişti. Bir zeka pırıltısı yoktu genç delikanlının bakışlarında.
Durgun bir hali vardı, kendisi ancak pişmemiş sarımsak yer tansiyonu düşer ve bu kadar durgun olurdu. Ama kızı sevmişti genç adamı. Evlendikleri gün de aynı temennide bulunmuştu.
Yeter ki mutlu olsunlardı.
Heyecanlarına yenik düştüğü 30’lu 40’lı yaşlarını anımsadı.
Ne hareketliydi. Ne neşeli.
Düşer düşer ayağa kalkardı.
Şimdi öyle miydi?
Ne de olsa kaç yangın geçti bu yürekten kaç yara aldı ruhum diye düşündü.
Arkadaşlıkları, para sıkıntıları, sosyal çevresi, ailesi, kız kardeşi, çocukları, eşi, abisi
Kimler kimleri çağrıştırdı.
Radyoda çalan şarkı ile kadın hayallere daldı.

Beni bana bırak giderken başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun
Sanma ki senden senin uğrana verdiklerimden
Geriye bir şey isterim sen ayrılırken
Sanma ki senin için yaptıklarımın hesabı sorulacaktır senden

Kim kimin için yazmıştı acaba diye düşündü.
Bu şarkıyı bilmezden önce kendisine yazılan cümleyi hatırladı.
Gözyaşına karşılık yazılan o uzun mektuptan arda kalan tek cümleyi

Beni bana bırak ben seni sana bıraktım.

Adamı düşündü, biliyor muydu acaba bu şarkı sözünü.
Kendisi ile konuştuğunu fark etti: “aslında hepimiz insanız aynı duygularla yoğruluyor aynı hislerle boğuşuyoruz.”

"Beni bana bırak ben seni sana bıraktım. "
Oysa adam onu alsın kendine götürsün istemişti.

Özdemir Asaf'ın da dediği gibi.
NOKTASIZ
Biri gelir sorarsa
Sana beni sorarsa
Gitti der misin
Gittiğimi söyler misin
Gidiyorum ben sana
Benimle gider misin.

Adamı gülümseyerek düşünmesi kadını düşündürdü.
Yaşanmışlıklarına sığdırdıkları duygular gelince aklına, gözyaşına söz dinletemedi.
Adam en çok buna kırılmıştı, incilerini adamın yüreğine bu kadar kolay bırakıvermesine.
Ağlamazdı adam. Öfkeye dönüşürdü gözyaşları.
Sevmezdi hüznünü paylaşmayı. Saklardı kendini kendine, hüzün yüreğine hapsolurdu.
Adamı hiç öyle görmemişti hatta düşünmemişti.
Kadın şiirleri ezbere bilmezdi, baş ucu kitabı yapar fal bakardı şiirlerden kendine.
AĞLAMAK
Ağlamak
Unutmak kadar kolaydır inan
Sevin ağlayabiliyorsan
Sevin ağlıyorsan
Gül ağlayabiliyorum diye
Gül ağlıyorum ağlaıyorum diye
Sana bir şey yapamam
Ağlayamıyorsan
Özdemir Asaf

Heybetli bir adamdı. Güzel bir yüzü kocaman elleri vardı.
Kendi ellerine bir daha baktı.
Sahi ne de küçük kalmıştı elleri adamın avucunda.
Gülümsedi.

Ellerini severdi kadın. Tırnaklarını.
Kırışlıklarına baktı.
Kum tanelerini tutmaya çalışırken ki hallerini anımsadı.
Nasıl da güçlü, nasıl da inatçı elleri vardı.
Şarkı sözlerini mırıldanırken,
Kum tanelerinin bıraktığı kırışıklıklara baktı.

Beni bana bırak giderken başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun


Adamın zekasına bir kez daha hayran kaldı.
Ne de olsa ya ayrılmayacak ya da rakip olacaklardı.
Adam son hamlesini çok zekice yapmıştı.
Zaten aşık olduğu zekası değil miydi?
Nasıl da ustaca ve bilgece cevaplar verirdi bana diye düşündü.
Nasıl da zorlardı beni. Zaten en çok da zorlayışını sevmişti.
Gözünde bir anı belirdi yüzünde bir gülümse.
Utandı bu yaşta adamla uyanışına.
Bedeninin o günkü gibi yanışına.
Adamın koca ellerini hissedişine.
O ellerin bedenini sarışını hatırlayışına öfkelendi.
Nasıl da izin vermişti.
Hayat dedi nereden alıyor nereye getiriyor.

Hayal koridorlarında yolculuğu devam ederken radyoda anons geçti.
Saat 9 haberlerine kulak kabarttı. Bu memleketin hali giderek kötülüyor dedi.

Güne geç kalmanın heyecanıyla yataktan kalktı az sonra torunu gelecekti.
Allahtan torunu kendisi gibi hareketliydi, zekası gözlerinden fışkırıyordu.
Şimdi fırtına gibi içeri girer “Anane sadece bu kadar mı hazırlık yaptın” diye azarlardı.
Sonra kucağına atlar.
Sımsıkı sarılırdı.
Özledim seni, kokunu derdi öperdi.
Kokuya önem verirdi.
Daha küçücüktü
Ananen nasıl kokuyor diyenlere
Temiz derdi.

Duştan çıktı kapı çaldı.Derken başladı yaşam kendi rutininde dönmeye.
Kahvaltı masası günün telaşını yaşarken
Kadın şarkısını mırıldandı.
Beni bana bırak giderken başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun
Kahvaltı masasından izinle kalktı.
Odasına dönüp kafasını kurcalayana bir fal baktı:
KALAN
Bir şey kaldı gecelerden birinde Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.
Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..
Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.
Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.
Özdemir ASAF

KAHVE FALI


"Bazı gidişler vardır ki arkada kalanın beklemekten ziyade yapacağı birşey olamaz ve yine bazı gidişler vardır ki arkada kalan göz yaşları ile gasil eder yüreğini.

Senin gidişin de öyleydi.

Zamana yaygın değil zamanı kendisine tutsak alan gidişlerden. Göz yaşları ile mesh edilip yakılmaya hazırlanmış bir avuç kelebeğin vedası gibiydi."(*)
Bu sabah beni hiç tanımayan biri kahve falı baktı bana hani falsız kalma fala inanma sohbetlerinden biriydi yaptığımız.
Kelebekler var dedi etrafında ne demek ki acaba?
Bi de adam dedi kapının arkasında.
Gülümsedim.
Kahve falını, iki sohbet arasında bakanla bakılanın hisleri ve düşerinin buluşması diye yorumlarım hep.
Bu sefer fala yansıyan neydi bilemedim hissim mi düşüm mü?
Dışarı çıktığıımda güneş vardı. Yeni bir gün başlamıştı.

"Sabah oldu gene.
Her gecenin sabahı vardır eğer nefes alıyorsan.
Acı çekiyorsan, seviyorsan, mutluysan, öfkeliysen
mutlaka bilirsin ki
her gecenin bir sabahı vardır."(**)

Bazı geceler vardır sabah olsun istemezsiniz bazı geceler vardır ışığı göremezsiniz.
Geceler vardır sabahlara kadar mutluluktan uyunmaz.
Geceler vardır içiniz acır uyku tutmaz.
Ama sabah mutlaka vardır. Güneş illaki doğuyordur güne.
Belki sıcak değildir gün ya da ışıl ışıl parlamıyordur güneş ama bilirsiniz

BUGÜN YENİ BİR GÜN

Bugün güneş vardı. İçimi ısıtan türden.
Güneşiniz hiç solmasın.
Her yeni gün yepyeni umutlarla doğsun içinize.
Ama izin verin önce kendinize.
Kapınızı açmak ürkütüyorsa sizi
Pencerenizi aralayın.
Girsin güneş evinize.
Bedenize ruhunuza yüreğinize...
----
(*) / (**) Sahiplerinden izin alınmadan yayınlanmışlardır.
Anlayışlarına sığınarak.

07 Kasım 2008

HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ...


Hiçbir şey olmamış gibi... Toprak üzerinde ıslak, kahverengi, kızıl, buruşuk yapraklar öbek öbek... Üzerinden milyonlarca kez geçilmiş patika kimbilir kimlerin ayak izini taşıyor. Hava soğuk. Güneş ormanı aydınlatıyor ama ısıtmıyor. Sık dallı ağaçların arasından sızan keskin ışık demetleri, yumuşak hareketlerle toprağa doğru inen yapraklara düşüyor...Hiçbir şey olmamış gibi yapabilmek ne zor.Ama yaşamanın da başka yolu yok sanki.Şu buruşuk yaprağın çirkin olduğunu kim söyleyebilir? Hatta dalında yeşil, taze binlerce yaprak arasında herhangi biriyken şimdi farklı, güzel ve zamansız duruyor... Küçük güzel kuşların pırrrr diye gelip yaprak öbeğinin yanına konmalarına ve toprak üstünde zıplayarak yol almalarına ne buyurulur? Ormanın sessizliğine çok uzaktan bir karışıp bir kaybolan otoban uğultusu ise kahvaltı masasındaki sarı kayısı reçeli üzerinde uçup duran sineğin vızıltısına benziyor... Hiçbir şey olmamış gibi yapabilmek ne zor...Ama evet, yaşamanın da başka yolu yok gibi yok sanki...[1]



Tahmin ediyorum ki; hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz.
Öfkemize yenildik. Acılarımız ağır geldi umutlarımıza.
Biliyorum hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz.
Dün bir bugün iki derken kapadık bütün kapılarımızı ardı ardına bakakaldık ardımıza.

Bir arkadaşımla konuştum bu sabah.
Heyecanlı, bir o kadar umutlu hayatından.
Onca yıldan sonra yeni birini tanımaya duyduğu hevese şaşkın;
Bekleyemiyorum aramasını, konuşuyoruz kapatıyorum ve tekrar tekrar aramak istiyorum.
Heyecanıma yenik düşüp arıyorum allahtan dedi hep o bekledik gülümsemeyi hissediyorum.

Ne güzeldir çağlarken duygularınız karşılığını bulmanız.
Bir dere yatağında ahenkle akarken çağlayana dönüşüp coşmanız.

Ama bir de tersi vardır bu durumun:
Size sunulan yatakda akarken karşınızdakinin durup duvarları örmesi.
Tersiniz döner.
O duvarını sağlamlaştırmaya çalışırken telaşla,
Siz cama çarpan kuş misali, kanadınız kırılır yere düşersiniz.
Dönüp bakmaz bile önüne, ne kuş önemlidir o an, ne de kırık kanadı.
Duvarcının derdi kendine ördüğü duvarı.

Coşkunuzu öfkeye dönüştüren güce şaşarsınız.
"Madem duvar örecektin ey duvarcı ne diye dere yatağı olup akmamı sağladın sana.
Hadi çektim bütün restlerimi cevap versene bana..."
Der ama duvarı hiç düşünmezsiniz.
Siz çarptıkça çatlayan duvarı hiç düşünmezsiniz. Ne de olsa kuş olup uçmak sizin derdiniz.

Hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz hissediyorum.
Kuş kafasının dikine gidip çarpmasaydı duvara, çatlarmıydı duvar acaba...
Ya da tam tersi duvar çıkmasaydı kuşun karşısına kuş kanadından olur muydu umarsızca.
Siz ne dersiniz?


Sizi bilmem ama biz hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız farkına varmadıkça...




***
[1] İclal Aydın yazısının tamamı için : http://www9.vatanim.com.tr/haberdetay.asp?tarih=03.11.2008&Newsid=206981&Categoryid=4&wid=10







13 Ekim 2008

25

Evet 25...


Nino'nun blogunu okuduğumda düşündüm.


Tesadüfler hayatımızı ne kadar şekillendiriyor diye düşünüp bir kez daha şaşırdım.


Ben 25'inde evlendim...


25'inde boşandım...


Bilemedim seveyim mi sevmiyeyim mi şu 25'i...


Sonra canım kız kardeşim Şuşum aradığı hayat arkadaşını buldu ve evlenmeye karar verdi.


Düğün tarihi 25'ti...


Sevmeye karar verdim 25'i...


Öyle güzeldin ki ilk seromoni de...




Herşey başladığı gibi gidiyorsa;


Güzel olacak herşey 25'inde, 26'sında ve sonrasında...
Mutluluklar dilerim...


17 Eylül 2008

Hayat Şaşırtır...

Bir öğrencim geldi bugün. Nasıl da multu oldum. Resim öğretmeliğini kazanmış.
Beni de görmek istemiş.
Hiç değişmemişsiniz dedi. Hala güzel ve sımsıcaksınız.
Şaşırmış boşanmama. Sizin gibi harika bir insanı neden bırakır ki bir adam dedi.
Güldüm.
Hayat onu daha hiç şaşırtmamıştı.
Oysa ben biliyordum;
bir adamı ya da kadını terk etmek için çok sebebe ihtiyacınız yoktur aslında.
Bunun karı koca olmakla da bir ilgisi yoktur.
Arkadaş da satar adamı dostta.
Ağır gelir hepsi İNSANA.
Değerli tek şey şudur:
Verdiğiniz sözleri tutabilecek kadar insan mısınız?
Eğer cevabınız hayırsa zaten...
Satarsınız ananızı da!
Bu aralar merakla bu soruyu soruyorum.
Bir arkadaşınıza verdiğiniz sözleri tutabilecek kadar insan mısınız?
Ya bir dostunuza...
Hayatınızın kadınına...
Erkeğinize...
Kendinize cevap verebilecek kadar insan mısınız?
Bir öğrencim geldi bugün.
Gurur duydum onunla ve kendimle.
Sizin gibi bir öğretmen olmak istiyorum dedi.
Olmuştu da.
Söylediği bir cümle neler de düşündürdü bana.
Kalbimi açtığım adam, kadın ve çocuk...
Nerdesiniz?
Kendinize cevap verebilecek misiniz?

09 Eylül 2008

Komik Tesadüfler...

Hayat garip tesadüflerle dolu...

Bu yaz kızlar grubu tatil yapacaktık.

Kızlardan biri evlenmeye karar verince programda küçük bir eksiklikle davem ettik tatile.

Bizim ekip aynı...

Yedik, güldük, yüzdük ve bol bol oyun oynadık.

Grubun tek erkeği beni 100 üzerinden 100 ile en komik ilan etti ve tahmin edin beni kim takip etti: SERPİL

Peki en terbiyeli kim sorusunun cevabı ne oldu dersiniz : HİÇ KİMSE

Evin küçük kızı evleniyor dedim ya...

Biz de bir heyecan.

Bir keyif sormayın gitsin.

Bizin kız da çaktırmıyor ama evlilik olayının .okunu çıkartmak konusunda suçu hep bizim beklentilerimize atıveriyor.

Yakın çevrem bilir ki; kendi düğün seromonim ve olaylarımda hiç birşey yapmayarak rekora gidecektim.

Ahtım var bir daha evlenirsem kesin eş adayım ve ben başbaşa uzaklara dünyanın en romantik kara parçasına gideceğiz ve 1 ay balayı yapacağız.

İsteyenin bi yüzü vermeyenin...

Bu arada tam da küçük kız kardeşe sevinirken...

Bir haber geldi. Kendi içlerinde birbirini bu kadar iyi tamamlayan iki arkadaş olur mu dediğim canlar biz boşanıyoruz dediler.

Hay allahım birine sevin 3'üne üzül...

Dedim ya hayat komik tesadüflerle dolu diye.

Mahkeme günü el ele tutuşmuş alışveriş yaparken rast geldiğimiz bir arkadaşım bayılıyorum size dedi hala ilk günkü gibi aşıksınız. Güldüm; "Yaklaşık 1 saat önce boşandık" dediğimde yüzündeki ifadeyi görüntülemek isterdim.

Dedim ya hayat komik tesadüflerle dolu diye.

Bugün toplaantıdan çıkmış odama doğru yürürken düşünüyordum bu hayat böyle gitmez diye...

Bir arkadaşım sen istemediğin için biri yok hayatında dedi.

Doğru muydu?

Ben mi istemiyordum.

Bunları düşünerek odama girdim ve iş arkadaşım sizi biri aradı ama adını bırakmadı arkadaşınızmış dedi.

Normalde aramam basireti bağlanmış bir şekilde telefonu elime aldım.
Numarayı çevirdim ve ses tanıdık geldi.

O kadar yakın...

O kadar tanıdık...

O kadar uzak...

Ama içimi ısıttı.

Haklıydılar...

Ben istemediğim için hayatımda biri yoktu.

Eve geldim.

Müziğimi açtım. Eski bir tanıdığa telefon açtım.

O kadar yakın...
O kadar tanıdık...
O kadar uzak...


İçim üşüdü...

Doğruydu...

Ben istediğim için hala yalnızdım.

Hayat komik tesadüflerle dolu.

Keşke bu gece kapımı tesadüfen çalan sen olsan.

Sana geldim desen.

Kendimi aldım ve sana geldim.

Hiç başlayamadığımızı yaşamaya...

Hiç bitmeyeni bitirmeye geldim.

Tesadüfen bu gece ben sana inansam.

Tesadüfen...