23 Kasım 2008

UMUTSUZ AMA MUTLU



Ben umutsuz ama mutlu bir tipim.

UMUTSUZUM


Doğru işi bulmak,
doğru adamı bulmak,
doğru insan olmak,
doğru bir anne olmak,
doğru bir arkadaş olmak,
doğru bir sevgili olmak,
doğru bir çocuk olmak,
doğru bir abla olmak,
doğru bir öğretmen olmak,
doğru bir eş olmak,
doğru bir kadın
olmak konusunda umutsuzum
bakınca aslında ben kendimden umutsuzum

AMA MUTLUYUM

Her sabah yeni bir gün olduğunu bilerek uyandığım için mutluyum.
Kendime bile gülebildiğim için mutluyum.
En zor günlerde bile hayatın kendisi komik deyip gülümseyebildiğim için mutluyum.
İşimi, kendi beceri ve bilgi düzeyim göz önünde bulundurulduğunda mükemmele yakın yapmak konusunda çaba harcadığım için mutluyum.
Renkleri ve şekilleri bir araya getirdiğimde ortaya çıkanları başkaları beğendiğinde kendimle gizli ama haklı bir gurur duyduğumda mutluyum.
Karşımdaki doğru adam olabilme ihtimalini taşıdığı için önce güveni sonra da kendine ve ona bir şans vermek lazımı yanıma alıp bir ilişkiye gidebildiğim için mutluyum.

AMA UMUTSUZUM

Geride bırakma konusunda beceriksiz olduğum için umutsuzum.
Kararsız ama bir yandan da aceleci olduğum için umutsuzum.
Meraklı ama dalgın olduğum için umutsuzum.
Karşımdakinden korktuğum için umutsuzum.

Ben karanlık koridorlarda ilerlerken
ışığı gördüğüm için mutlu
Işığa uluşamayacağım diye korktuğum için umutsuzum.
FARKINDA OLDUĞUM İÇİN UMUTSUZ
FARKINDA OLDUĞUM İÇİN MUTLUYUM

21 Kasım 2008

KEYİF ve BLUESSUZ

Efes Pilsen 19. Blues Festival'i Çarşamba akşamı Bursa'daydı. Biz 21:00 sularında Suare'ye vardığımızda inanılmaz bir seyirci coşkusuyla karşılaştık. Program akışı ile ilgili detaylı bilgiye ulaşmak konusunda gösterdiğimiz çaba anlamsız kalmış programın neden 19.30'da başladığına anlam verememiş ve de 9 gibi gitmeyi uygun bulmuştuk. Festivalin 3 konuğundan ilki çoktan sahneyi terk etmişti bile.









Bizi inanılmaz güçlü bir ses ve muhteşem yorumu ile Sharrie karşıladı.


Sahnenin önünde olmak dışında size bir seçenek bırakmayan, ıslıklar ve tezahuratlarla sahnede devleşen Sharrie “I want some power in da house!” (Salonda bir güç istiyorum!) dediğinde ve şarkıya başladığında salondaki gücü hissedebiliyordunuz. Sharrie sahnede tıpkı bir alev topu gibiydi.







Saat 22.30 da günün yorgunluğu, Sharrie'nin enerjisi ve sigara dumanlarının verdiği rahatsızlık ile depelenen bedenime söz dinletemedim ve maalesef John Lee Hooker Jr.'ın performansının yarısında Suareden ayrıldık.








O yorgunlukla aldığım duş beni daha yatağa yatamadan uyur gezer bire hale soktu. Uyanıklıkla uyur ara halinde seyreden zihnim bir mesaj sesi ile irkildi.

Mesajı okuduğumda çok da önemsemedim. Hatta uykumu bu saatte böldüğü için kızdım bile diyebilirim. Sonra telefonum çaldı ve 10 dakika sonra bir daha. Açtım. Telefondaki ses kızgındı, mutsuzdu ve hayal kırıklığı yaşıyordu. Konuştuk uzun uzun. Uykum kaçtı.

Gene düşüncelere daldım.

Düşlerim ve düşüncelerim karıştı.

Kafamda konserden arda kalan “I want some power in da house!” melodisi ama sözler

“I want some power to change my life!” şeklindeydi.

Hayatımızın akışını değiştirebilecek tek güç kendi içimizde.

Demek kolay da...

*****

Dün uzun zamandır görmediğim bir arkadaşımla dertleşirken akşam dedim blues festivaldeydim.

Aaa dedi bana niye haber vermedin. Gelir miydin dedim.

Kahkaha atmaya başladı:

Ben bluessuz tercih ederim ama olsun dedi...

Askere gidecek 20 güne kadar. Şimdiden asker anıları var. Mış lı muş lu hikayeler.

Güle güle git güle güle gel.












18 Kasım 2008

BADEM




Babam Isparta'nın Yenişarbademli Köyünden
Dolayısıyla biz de.
Pınargözü çocukluğumun düş mağarası.
Eskiden yani biz çocukken içine kadar girilirdi tehlike arz etmiş olacak ki demirlerle örülmüş önü, fotoğrafta gördüm.

Birazcık ansiklopedik bilgi:

TARİHÇESİ: Coğrafi şartların uygun olduğu Yenişarbademli, tarih boyunca birçok uygarlığa sahne olmuştur. Yapılan araştırmalara göre, M.Ö. 4000 yıllarında Etiler (Hititler), M.Ö. 1500 yıllarında Frigyalılar, M.Ö. 800 yıllarında İyonlar, M.Ö. 600 yıllarında Lidyalılar, M.Ö. 446 yıllarında Persler, M.Ö. 190 yıllarında Romalılar, M.S. 395 yıllarında Bizanslar yörede egemen olmuşlardır. 1071 Malazgirt zaferinden sonra 1142 yıllarında Selçuklu topraklarına katılmış, 1810 yılında Konya vilayetine bağlı bir kaza olmuştur. Yenişarbademli, ilçe statüsüne 1990 yılında sahip olmuştur. İlçe ve yöresinde günümüze kadar ulaşan 25 civarında ören yeri bulunmaktadır. Ayrıca, tepeler üzerine kurulmuş çeşitli zamanlara ait kale kalıntıları bulunmaktadır. Bunların başlıcaları; Kestel (küçükkale), Kaledost (geledost), Doğdu, Çataltepe, Asar (kaletepe), Ortatepe, Mandras, Maltepesi, Aktepe (Gavur harmanı) dır. Ayrıca, vadilerde kurulan 12 yerleşimde ise sarnıçlar, kaleiçi ve yer altı evleri bulunmaktadır. Psidia bölgesine dahil olan Yenişarbademli’deki kalıntılar, Roma ve Bizans dönemlerindeki Gorgorum antik kenti olarak anılmaktadır.
Türkiye’nin en uzun mağarası Pınargözü Mağarası: Yerli yabancı tüm mağara araştırmacılarının gözdesi olan mağara, 15 km. uzunluğuyla Türkiye’nin en uzun mağarasıdır. Mağara, Yenişarbademli ilçesine 8 km. uzaklıkta, Çaydere Ormanları’nın içinde bulunmaktadır. Aynı zamanda bir su kaynağı olan mağara, çevresinde tespit edilen 213 çeşit barındıran bitki örtüsüyle de dikkat çekicidir. Mağaraya, girişte bulunan sifondan dalarak girilir. Sifonun önünde hızı 150-160 km’ye ulaşan hava akımı oluşur ve su ısısı Ağustos ayında bile 5.8 C’dir. Bölgede bulunan dünyanın en büyük yeraltı ırmağı, Beyşehir Gölü ile Manavgat Çağlayanı arasında akar.Dedegül (Dedegöl) Dağları: Her yaşta insanın tırmanabileceği bir dağ olan Dedegül Dağı, yumuşaklığı ve güzellikleriyle her yıl yüzlerce dağcıyı ağırlamaktadır. Dağ turizminde önemli bir yere sahip olan Dedegül, tur kayağı ve triking yürüyüşlerine olanak sağlamaktadır.
 Rahmetli dedem bütün torunlarını alır dağlarda yürüyüşe çıkartırdı.
Dedegül dağları tepe tepe dedem hepimizden önce çıkar o tepelere.
Severim bademli köyünü.
Hele de bir yaylası vardır oradan da bir göl manzarası; insanın ömrü uzar.


Badem bugünlerde neden hayatımda derseniz.;

Amigdala ile girdi hayatıma.

Amigdala ne derseniz;


Amigdala insanlarda limbik halkanın altında, beyin sapının üzerinde bulunan ve birbirleri ile bağlantılı yapılardan oluşan BADEM şeklinde bir kütledir...

Bizlerdeki fevri davranışların arkasında amigdala olduğunu söylememiz yanlış olmaz. Bir tehlikeye maruz kaldığımız zaman amigdalanın duygusal repertuvarı beyin tarafından ilkel sorularla tetiklenir. Bu benim nefret ettiğim bir şey mi?. Bu bana zarar verir mi? Bu benim korktuğum bir şey mi? gibi. Eğer bu soruların cevabı bir şekilde ‘’evet’’ ise , amigdala sinirsel bir alarm şeklinde anında tepkiler verir ve beynin geriye kalan kısımlarına, kriz var mesajını iletir. Amigdalanın beyinle zengin bir iletişim ağı mevcuttur. Acil bir durumda beynin akılcı zihin dahil büyük bir bölümünü kontrol eder ve yönlendirir. Limbik sistemdeki yapılar öğrenme ve hatırlama süreçlerinin, amigdala ise duygusal durumların uzmanıdır.

Buyrun bakalım. Şimdi söylenene şudur ki biz kadınlarda amigdala gelişmiş.
Yani bademimiz var.
Ah amigdala ah.
Bi de badem diye bir müzik grubu var. Kara dilber şarkısını çok severek dinlerdim.
Baktım başka ne şarkıları var diye. Sonsuza kadarın sözleri dikkatimi çekti.

Sonsuza Kadar


Bitti rüya çok ansızın şimdi sensiz ve yanlızım
Üç günlük aşk acıtmazki tüm anılar birer birer yok olmazki



Önünde diz çöksem sana söz versem benimle bir ömrü paylaşır mısın
Yanında olsam elini tutsam beni sonsuza kadar severmisin söyle


Iyi günde kötü günde bil ki bu kalp seninle bundan böyle
Beni takip et eve kadar artık kaçmam seninim sonsuza kadar


Önünde diz çöksem sana söz versem benimle bir ömrü paylaşır mısın
Yanında olsam elini tutsam beni sonsuza kadar sever misin söyle
Elini tutsam yüzüne baksam beni sonsuza kadar sever misin
Önünde diz çöksem sana söz versem benimle bir ömrü paylaşır mısın söyle



Var mıdır yaşamınızda 3 günlük aşklarınız.
Var mıdır o aşkların siz de bıraktığı kekremsi gülüşler.
Var mıdır devam etsin diye gözünün içine baktığınız.
Of amigdala of



12 Kasım 2008

... kalbim ellerim kadar küçük değil ... (*)


K İ M Ö Z L E R D İ A V U Ç İ Ç L E R İ N İ N K O K U S U N U

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.


Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.


Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer.


Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.


Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.


O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.


Daha çabuk unutulurdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.


Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.


Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de,
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.


Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.


Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman, meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.


Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.


Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.


O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.


O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.


Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.


Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.


Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.


Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipekten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.


Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.


Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.


İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de, kartvizitinde "onca ayrılığın birinci dereceden failidir"denmeseydi eğer.


Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.


Issızlığa teslim olmazdı sahiller, kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse...

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu, kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklıketmiş olmasalardı eğer!!!


Can Yücel
*****
(*) nikbin koalaya teşekkürler...

09 Kasım 2008

BENİ BANA BIRAK


Kadın sabahın ilk ışıklarına gülümseyerek MERHABA dedi.
Yeni bir gün başlıyordu gene.
63 yıldır hep umutla kalkardı yataktan da sonra ne olurdu bilemezdi.
Gün uzarken geceye umut da onla mı giderdi anlayamazdı.

Kontrol günüydü bugün. Sevmezdi kontrol günlerini.
10 yıl önce kalbi teklediğinde “doktor üzmeyeceksin bu kalbi, canın sıkılmayacak ona buna demişti”
Dikkat edeceksin. Seni sevenlerle mutlu olduklarında beraber olacak gerisinden uzak duracaksın demişti.
Daha 40’larında bile yoktu doktoru. Önemli başarılara imza atmış yakışıklı bekar bir adamdı.
Ne de çok kızmıştı genç doktora. Ne yaşadın ki sen diyecek oldu, sustu.
Ne çok korkmuştu ölümden o gün.
Kızı daha yeni evlenmişti. Torunun göremeyecek miydi?
Damadı sevememişti. Bir zeka pırıltısı yoktu genç delikanlının bakışlarında.
Durgun bir hali vardı, kendisi ancak pişmemiş sarımsak yer tansiyonu düşer ve bu kadar durgun olurdu. Ama kızı sevmişti genç adamı. Evlendikleri gün de aynı temennide bulunmuştu.
Yeter ki mutlu olsunlardı.
Heyecanlarına yenik düştüğü 30’lu 40’lı yaşlarını anımsadı.
Ne hareketliydi. Ne neşeli.
Düşer düşer ayağa kalkardı.
Şimdi öyle miydi?
Ne de olsa kaç yangın geçti bu yürekten kaç yara aldı ruhum diye düşündü.
Arkadaşlıkları, para sıkıntıları, sosyal çevresi, ailesi, kız kardeşi, çocukları, eşi, abisi
Kimler kimleri çağrıştırdı.
Radyoda çalan şarkı ile kadın hayallere daldı.

Beni bana bırak giderken başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun
Sanma ki senden senin uğrana verdiklerimden
Geriye bir şey isterim sen ayrılırken
Sanma ki senin için yaptıklarımın hesabı sorulacaktır senden

Kim kimin için yazmıştı acaba diye düşündü.
Bu şarkıyı bilmezden önce kendisine yazılan cümleyi hatırladı.
Gözyaşına karşılık yazılan o uzun mektuptan arda kalan tek cümleyi

Beni bana bırak ben seni sana bıraktım.

Adamı düşündü, biliyor muydu acaba bu şarkı sözünü.
Kendisi ile konuştuğunu fark etti: “aslında hepimiz insanız aynı duygularla yoğruluyor aynı hislerle boğuşuyoruz.”

"Beni bana bırak ben seni sana bıraktım. "
Oysa adam onu alsın kendine götürsün istemişti.

Özdemir Asaf'ın da dediği gibi.
NOKTASIZ
Biri gelir sorarsa
Sana beni sorarsa
Gitti der misin
Gittiğimi söyler misin
Gidiyorum ben sana
Benimle gider misin.

Adamı gülümseyerek düşünmesi kadını düşündürdü.
Yaşanmışlıklarına sığdırdıkları duygular gelince aklına, gözyaşına söz dinletemedi.
Adam en çok buna kırılmıştı, incilerini adamın yüreğine bu kadar kolay bırakıvermesine.
Ağlamazdı adam. Öfkeye dönüşürdü gözyaşları.
Sevmezdi hüznünü paylaşmayı. Saklardı kendini kendine, hüzün yüreğine hapsolurdu.
Adamı hiç öyle görmemişti hatta düşünmemişti.
Kadın şiirleri ezbere bilmezdi, baş ucu kitabı yapar fal bakardı şiirlerden kendine.
AĞLAMAK
Ağlamak
Unutmak kadar kolaydır inan
Sevin ağlayabiliyorsan
Sevin ağlıyorsan
Gül ağlayabiliyorum diye
Gül ağlıyorum ağlaıyorum diye
Sana bir şey yapamam
Ağlayamıyorsan
Özdemir Asaf

Heybetli bir adamdı. Güzel bir yüzü kocaman elleri vardı.
Kendi ellerine bir daha baktı.
Sahi ne de küçük kalmıştı elleri adamın avucunda.
Gülümsedi.

Ellerini severdi kadın. Tırnaklarını.
Kırışlıklarına baktı.
Kum tanelerini tutmaya çalışırken ki hallerini anımsadı.
Nasıl da güçlü, nasıl da inatçı elleri vardı.
Şarkı sözlerini mırıldanırken,
Kum tanelerinin bıraktığı kırışıklıklara baktı.

Beni bana bırak giderken başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun


Adamın zekasına bir kez daha hayran kaldı.
Ne de olsa ya ayrılmayacak ya da rakip olacaklardı.
Adam son hamlesini çok zekice yapmıştı.
Zaten aşık olduğu zekası değil miydi?
Nasıl da ustaca ve bilgece cevaplar verirdi bana diye düşündü.
Nasıl da zorlardı beni. Zaten en çok da zorlayışını sevmişti.
Gözünde bir anı belirdi yüzünde bir gülümse.
Utandı bu yaşta adamla uyanışına.
Bedeninin o günkü gibi yanışına.
Adamın koca ellerini hissedişine.
O ellerin bedenini sarışını hatırlayışına öfkelendi.
Nasıl da izin vermişti.
Hayat dedi nereden alıyor nereye getiriyor.

Hayal koridorlarında yolculuğu devam ederken radyoda anons geçti.
Saat 9 haberlerine kulak kabarttı. Bu memleketin hali giderek kötülüyor dedi.

Güne geç kalmanın heyecanıyla yataktan kalktı az sonra torunu gelecekti.
Allahtan torunu kendisi gibi hareketliydi, zekası gözlerinden fışkırıyordu.
Şimdi fırtına gibi içeri girer “Anane sadece bu kadar mı hazırlık yaptın” diye azarlardı.
Sonra kucağına atlar.
Sımsıkı sarılırdı.
Özledim seni, kokunu derdi öperdi.
Kokuya önem verirdi.
Daha küçücüktü
Ananen nasıl kokuyor diyenlere
Temiz derdi.

Duştan çıktı kapı çaldı.Derken başladı yaşam kendi rutininde dönmeye.
Kahvaltı masası günün telaşını yaşarken
Kadın şarkısını mırıldandı.
Beni bana bırak giderken başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun
Kahvaltı masasından izinle kalktı.
Odasına dönüp kafasını kurcalayana bir fal baktı:
KALAN
Bir şey kaldı gecelerden birinde Senden.
Öncesinde bilinmemiş birşey,
Silinmez bir ses gibi giden..
Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde,
Bir şey kaldı senden
Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı.
Veriliş rengi başka, alınış rengi başka..
Söylemeye vakit kalmadan
Dudakların altına bırakılmış bir şey.
Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta..
Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı.
Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden,
Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz..
Seninle dolu, seninle sensiz bir şey..
Arandıkça bulunmamış yıllar yılı,
Bulundukça aramaklı.
Özdemir ASAF

KAHVE FALI


"Bazı gidişler vardır ki arkada kalanın beklemekten ziyade yapacağı birşey olamaz ve yine bazı gidişler vardır ki arkada kalan göz yaşları ile gasil eder yüreğini.

Senin gidişin de öyleydi.

Zamana yaygın değil zamanı kendisine tutsak alan gidişlerden. Göz yaşları ile mesh edilip yakılmaya hazırlanmış bir avuç kelebeğin vedası gibiydi."(*)
Bu sabah beni hiç tanımayan biri kahve falı baktı bana hani falsız kalma fala inanma sohbetlerinden biriydi yaptığımız.
Kelebekler var dedi etrafında ne demek ki acaba?
Bi de adam dedi kapının arkasında.
Gülümsedim.
Kahve falını, iki sohbet arasında bakanla bakılanın hisleri ve düşerinin buluşması diye yorumlarım hep.
Bu sefer fala yansıyan neydi bilemedim hissim mi düşüm mü?
Dışarı çıktığıımda güneş vardı. Yeni bir gün başlamıştı.

"Sabah oldu gene.
Her gecenin sabahı vardır eğer nefes alıyorsan.
Acı çekiyorsan, seviyorsan, mutluysan, öfkeliysen
mutlaka bilirsin ki
her gecenin bir sabahı vardır."(**)

Bazı geceler vardır sabah olsun istemezsiniz bazı geceler vardır ışığı göremezsiniz.
Geceler vardır sabahlara kadar mutluluktan uyunmaz.
Geceler vardır içiniz acır uyku tutmaz.
Ama sabah mutlaka vardır. Güneş illaki doğuyordur güne.
Belki sıcak değildir gün ya da ışıl ışıl parlamıyordur güneş ama bilirsiniz

BUGÜN YENİ BİR GÜN

Bugün güneş vardı. İçimi ısıtan türden.
Güneşiniz hiç solmasın.
Her yeni gün yepyeni umutlarla doğsun içinize.
Ama izin verin önce kendinize.
Kapınızı açmak ürkütüyorsa sizi
Pencerenizi aralayın.
Girsin güneş evinize.
Bedenize ruhunuza yüreğinize...
----
(*) / (**) Sahiplerinden izin alınmadan yayınlanmışlardır.
Anlayışlarına sığınarak.

07 Kasım 2008

HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ...


Hiçbir şey olmamış gibi... Toprak üzerinde ıslak, kahverengi, kızıl, buruşuk yapraklar öbek öbek... Üzerinden milyonlarca kez geçilmiş patika kimbilir kimlerin ayak izini taşıyor. Hava soğuk. Güneş ormanı aydınlatıyor ama ısıtmıyor. Sık dallı ağaçların arasından sızan keskin ışık demetleri, yumuşak hareketlerle toprağa doğru inen yapraklara düşüyor...Hiçbir şey olmamış gibi yapabilmek ne zor.Ama yaşamanın da başka yolu yok sanki.Şu buruşuk yaprağın çirkin olduğunu kim söyleyebilir? Hatta dalında yeşil, taze binlerce yaprak arasında herhangi biriyken şimdi farklı, güzel ve zamansız duruyor... Küçük güzel kuşların pırrrr diye gelip yaprak öbeğinin yanına konmalarına ve toprak üstünde zıplayarak yol almalarına ne buyurulur? Ormanın sessizliğine çok uzaktan bir karışıp bir kaybolan otoban uğultusu ise kahvaltı masasındaki sarı kayısı reçeli üzerinde uçup duran sineğin vızıltısına benziyor... Hiçbir şey olmamış gibi yapabilmek ne zor...Ama evet, yaşamanın da başka yolu yok gibi yok sanki...[1]



Tahmin ediyorum ki; hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz.
Öfkemize yenildik. Acılarımız ağır geldi umutlarımıza.
Biliyorum hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz.
Dün bir bugün iki derken kapadık bütün kapılarımızı ardı ardına bakakaldık ardımıza.

Bir arkadaşımla konuştum bu sabah.
Heyecanlı, bir o kadar umutlu hayatından.
Onca yıldan sonra yeni birini tanımaya duyduğu hevese şaşkın;
Bekleyemiyorum aramasını, konuşuyoruz kapatıyorum ve tekrar tekrar aramak istiyorum.
Heyecanıma yenik düşüp arıyorum allahtan dedi hep o bekledik gülümsemeyi hissediyorum.

Ne güzeldir çağlarken duygularınız karşılığını bulmanız.
Bir dere yatağında ahenkle akarken çağlayana dönüşüp coşmanız.

Ama bir de tersi vardır bu durumun:
Size sunulan yatakda akarken karşınızdakinin durup duvarları örmesi.
Tersiniz döner.
O duvarını sağlamlaştırmaya çalışırken telaşla,
Siz cama çarpan kuş misali, kanadınız kırılır yere düşersiniz.
Dönüp bakmaz bile önüne, ne kuş önemlidir o an, ne de kırık kanadı.
Duvarcının derdi kendine ördüğü duvarı.

Coşkunuzu öfkeye dönüştüren güce şaşarsınız.
"Madem duvar örecektin ey duvarcı ne diye dere yatağı olup akmamı sağladın sana.
Hadi çektim bütün restlerimi cevap versene bana..."
Der ama duvarı hiç düşünmezsiniz.
Siz çarptıkça çatlayan duvarı hiç düşünmezsiniz. Ne de olsa kuş olup uçmak sizin derdiniz.

Hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız biz hissediyorum.
Kuş kafasının dikine gidip çarpmasaydı duvara, çatlarmıydı duvar acaba...
Ya da tam tersi duvar çıkmasaydı kuşun karşısına kuş kanadından olur muydu umarsızca.
Siz ne dersiniz?


Sizi bilmem ama biz hiçbir şey olmamış gibi davranamayacağız farkına varmadıkça...




***
[1] İclal Aydın yazısının tamamı için : http://www9.vatanim.com.tr/haberdetay.asp?tarih=03.11.2008&Newsid=206981&Categoryid=4&wid=10