05 Şubat 2009

YOLCULUK


Yüreğimde bir sızı kalacaktıysa da
Gelmediğin için değil
Gelip de gittiğin için olsaydı bari...


Tutacağım elini
Son sözlerin mi olacaktı yani.
Sana inanmışlığın hüznü
Son aldanışın eseri şimdi

Ben sana sevdalandım
Sana sarıldım
Seninle uyudum sanıyorsun

Sen daha anlamıyorsun
Ben bendeki seni sevdim en çok
Ellerini tutacağım demiştin

En büyük acın içinden çıkıp da

karışınca güne
Ben sen de yok olma pahasına
Senle bakacağım yüreğinin derinlerine
Acının yokluğu geride koca bir
boşluk bırakacak
sen bana kızacaksın umarsızca
Ama gene de geleceğim sana
Tutacağım elini
Seveceğim yüreğini
Bilsem de aslında senin için
Karanlıkta bir yalnızlık duygusuyum sadece
Ve bilsem de aslında sen bana değil
Sendeki bana sevdalısın


İçerlemiyor değilim ama
Boş ver sen bana bakma


Ben bineceğim bir otobüse
Yol boyu terettüt edeceğim içten içe
Ama sen dememiş miydin bir seferinde
Tereddüt etmek iyidir
İnsan doğruyu bulur yüreğinde
Ben sadece yüreğimi alıp yanıma
Geleceğim yanına
Kırsam da kırılsam da
Sürse de bir gün bir gece
Gene de geleceğim yanına
Tutacağım ellerinden
Öpeceğim doya doya
Başka hiç bir şey için söz veremem ama
Tutacağım ellerinden...
...

______

04 Şubat 2009

VERTISUS


Bir aydan fazladır görüşmüyorlardı…
Kadın masasının başında son katılacağı kongre bildirgesini hazırlarken, konuşmaları geldi aklına:
...
- Sana geleceğim bu gece
- Hem de bu gece nasıl olacakmış o
- Bulduğum ilk araçla
- Zaten gecenin bu yarısı kesin bulursun bir araç
- Koşarak gelirim ben de…
...

Ertesi gün gelen maille adamın ne kadar ciddi olduğunu anlamıştı. Lütfen Ciddiye Alın başlığındaydı... Sevdiği adamdan geliyordu. Heyecanla maili okumaya başladı. Sevgilisi gene harika bir öykü kurgulamıştı. Sevdiğine Koşan Adam – Vertisus adında. Ve bir link vardı mailin sonunda.
www.sevdiginekosanadam-vertisus.com.tr İnanamadı. Linke tıkladı. Adam yola çıkmıştı o sabah. Yıllık izninden 10 gün almıştı. Üzerindeki tişörtte SANA GELİYORUM… yazıyordu. Deli demişti içinden. Serseri…


Yola çıktığının 5. günüydü
Sabah haberleri sevgilisinden bahsediyordu.
Kadın adamın açtığı bloga kendi düşüncelerini giriyordu fırsat buldukça.
O sabah şöyle bir not düştü tarihe…

"Haberin geldi… 72 saate kadar burada olacakmışsın. Görmelisin yüreğimi, hızına erişemez oldum. Ellerim ayaklarım telaşta… Nerede duracaklarını bilmiyorlar haberin geldiğinden beri dağınık şimdi tüm düşünceler…

En sevdiğin yemekler yapılmak üzere sıraya girdi bile. Önce pazara çıkılmalı… Yaprak alınacak, bir de patlıcan. Yoksa bir rakı sofrası mı kursam ? En sevdiğin balık ve deniz mahsulleri… Yanına sadece bol salata tabi bir de sarma."


Gelmesine kırksekiz saatten az bir süre kala telefon acı acı çaldı, yüreği hop etti kadının.
Telefondaki ses;
"Yakınınızmış cep bilgisayarında sizin adınız kayıtlıydı o nedenle aradık. Gelseniz iyi olur…"

Kadın olduğu yerde yığılıp kaldı. Yola çıkacak gücü kalmamıştı. En yakın arkadaşından yardım istedi. Yolda olup biteni anlatırken…

“Doktorlar aradı. Önce inanamadım olduğum yere yığıldım kaldım. Canım ya İstanbul’a kadar gelmiş. Taksim’de kısa boylu, çelimsiz, cılız bir adam kollarından tutup sarsmış. Görgü tanıklarının söylediği bu… Birden çıkmış karşına adam sabah sabah. Adam koşarak uzaklaşmış sonra...
Bizim ki yığılmış kalmış sokağın ortasına. Çevreden görüp de hastaneye kaldırmasalar…”

Ağlamaya başladı kadın kelimelerin ortasında. Deli dedi… Koşarak sevdiğine gitmek ancak bir delinin işi zaten. Kadın bu düşüncelerle hastaneye vardığında...


________

03 Şubat 2009

EMİR

Tüm sözler seninse sessizlik benim. İçimde açan bu siyah şey senin, Yüzümden, elimden, kalbimden damlayan, Yerlere saçılan bu renkler senin, Elinden tutar hep götürür seni, Kapılar kapatır bırakır beni, Geride derinde gecenin içinde, Seni izleyen o gölge hep benim. Uzaklar seninse, tüm yollar benimdir, Gördüğüm yüzünse sevmek bana emirdir, Sana uzanan sadece ellerimdir, Hissetmelisin! Kalbim en sağlam, en yıkılmaz kalemdir, Yıldızlar seninse, karanlık benimdir, Sözlerim en dokunulmaz mabedimdir, Gitmemelisin. Hoşçakal deme… Kal.. Uzaklar seninse, tüm yollar benimdir, Gördüğüm yüzünse sevmektir emir, Sana uzanan sadece ellerimdir, Hissetmelisin! Kalbim en sağlam, en yıkılmaz kalemdir, Yıldızlar seninse, karanlık benimdir, Sakın vazgeçme... Sakın vazgeçme... Gitmemelisin... Hoşçakal deme… Kal..

02 Şubat 2009

SÖYLE



sen düşününce geçmişini
yaşadım yeterince diyor musun
ve hayalini kurunca geleceğinin
sen olabilecek misin yüreğinden geçtiğince
ölürken sevecek misin kendini gerçekten
ve seni uğrulayanlarla birlikte
helal olsun diyebilecek misin kendine inanarak
kendine gerçeği itiraf edebilecek misin yani
biraz yalansız
biraz acıtarak
gidebilecek misin bu dünyadan
geride bir sen bırakarak
______

DÖRT DÖNDE ... hehe

Beenmaya mimlemiş beni.
Bazı sorular sordum kendisine mime dair, kafama göre takılma konusunda izin çıktı bana. Başlıkta ola ola bu oldu sonunda...

Bir de 100 verdim kendime, soruların hepsine bir cevabım var diye...

Bazı bloglarda okurken sorulara cevaplar vermiştim, cevaplarım dün neydi bilmiyorum ama bugün böyle…

Yaptığım 4 iş...
~ Konuşmak işim gereği
~ İkna etmek huyum gereği
~ Sevmek yüreğim gereği
~ Kazık yemek doğam gereği

Defalarca izleyebileceğim 4 film…
Beenmaya burada sana özel not:
elma diyorum başka da bir şey demiyorum.

Yaşadığım 4 yer...(5 olsa…)
~ Bursa
~ Eskişehir
~ İstanbul
~ Joannesburg (ilk okuduğum kitabın galiba 7 yaşındaydım kahramanı zenci çocuk burada yaşıyordu. Ben o gün bu gün orada yaşarım.)
~ Küba (Siz ne derseniz deyin ben bir önceki hayatımda burada yaşadım.)


İzlediğim 4 Tv programı...
(dizi olsa ama düzenli takip etmesek - obsesif durumlar kabul olsa)
~ 4 kere kadar seyretmişliğim vardır Sex and The City’i.(Utanmaz bir daha da seyrederim. Bir kere fena halde ayakkabı düşkünüyüm bu bir, ikincisi kadın yazıyor, üçüncüsü dostluk her şeyin ötesinde, dördüncüsü özgürlük içimizde J)
~ Grey’s Anatomy
~ NCSI
~ House

Tatil için gittiğim 4 yer...
~ Her yere gidebilirim… Dağa… Denize…
Asos'tan Side'ye tüm sahili gezmişliğim olmakla birlikte,
~ Çeşme
~ Uludağ

En sevdiğim 4 yemek...
~ İlla da annemin zeytinyağlı sarması olmadı şuşumunki…
~ Karnıyarık – Pilav – Cacık (bu üçlü ayrılmaz onlar tek bir yemek aslında)
~ Leyla ablanın mantısı bol sarımsaklı olsun lütfennnnnnnnn
~ Denizden babam çıksa yemem ama her türlü deniz canlısı-cansızı yanında rakıyla…

Hemen şimdi olmak istediğim 4 yer...
~ Bir arabanın içinde yağmur yağarken müzik dinlemek ve güneye doğru gitmek
~ Dostlarla bir şarap evinde
~ Aydın Boysan’lı herhangi bir rakı masasında babam da yanımızda olabilir mi?
~ Bir adamın yüreğinde, aklında, hücrelerinde

Bir yağmur damlası olsaydım düşmek isteyeceğim 4 yer... (tek yer olsa…)
En çok bir yüreğe düşmek isterdim içindeki umut filizlensin diye

Şimdiden cevaplarını tahmin ediyorum ama şaşkınkova buyurun canım ilk miminiz hayırlı uğurlu olsun. Hadi şaşırt beni cevaplarınla...
________

01 Şubat 2009

SABAH SABAH



Sabah sabah acıyla uyandım güne… Oysa ne güzeldi gecemiz. Sen hiç olmadığın kadar anlayışlıydın bana. Hatta bir ara kalkıp masayı toplamama bile yardım ettin. Bir tuzluk taşıdın ama olsun… Dışarıda yağmur yağıyordu. Loş bir ışık eve huzur veriyordu her zamanki gibi. Evdeki mumlar titrek ışıklarıyla eşlik diyordu gecemize, garip bir tedirginlik vardı mumların ışığında. Fonda o hep tanıdık tını…

Mutluydum ben ve sen hiç olmadığın kadar yakındın bana. Yüzümü okşadın önce, elimi tuttun sonra ve ayağa kaldırdın beni. Sıkıca belimi kavradın ve başladık dans etmeye. (*)


Teninin kokusunu çektim içime. Sen baktın gözlerime. Şarkıyı mırıldanıyordun belli belirsiz. Sonra döndürüyordun beni defalarca. Bir şey söylemek istiyordun da sanki sözcükler çıkmak istemiyordu. Müzik bittiğinde beni şöyle bir döndürdün etrafımda. Kendine çektin sonra. Hiç öpmediğin gibi öptün beni.

Bir şey olacaktı o gece ben hissediyordum,
sen biliyordun.
Ama geciktiriyorduk her ikimizde…

Oturduk koltuğun köşesine. Sen sarmaladın beni kollarınla sanki son kez sarılıyormuşçasına. Öptün öptün öptün saçımın her telini. Parmaklarımı, tenimi. Bakışlarını kaçırıyordun hissettim. Sırtımı sana yaslamıştım. Güven duymadığın anlar vardır ya… Hani derdin sen bana

“Bir şey söylemene gerek yok, sen gel yaslan bana.
Ben senin limanınım bunu hiçbir zaman unutma”

Yok bu sefer öyle güçlü durmuyordun arkamda. Hatta kendi bedenimi taşıyabileyim diye geriye atıyordun bedenini usulca. Hem anlaşılmasın istiyordun hem de fark edilsin. Nasıl olacaktı ki bu söylesene bana. Sonra sen yüzümü yüzüne çevirdin. Baktın gözlerinle söylediğini ben anlatayım diye yalvardın bana. Bildik bir cümle döküldü dudaklarından belli belirsiz. “Sen çok iyisin… Sen bana karşı her zaman sabırlı, her zaman anlayışlıydın” Sustum sadece ve susmanı diledim sessizce. Sen sustun. Bir şey söylemeyecek misin dedin. Hiçbir şey söylemeyecektim.

Ama içim haykırıyordu avazım çıktığı kadar. Bağır bağır bağırıyordum ben sana. Ama kıyamazdım ki sana. Sesimi yükseltip incitemezdim ki erkeğimi. Sustum. Bir an önce o kapıdan çıkman için yalvarıyordu gözlerim.

Sen fark etmedin ama o son bakışında: Elimi tuttun, avucuma bir şey bıraktın. Al bunu koy yüreğine dedin. Unutma beni. Öyle parlaktı ki o anda ne olduğunu anlayamadım. Aldım yüreğime koydum. Bir ağrı saplandı anlayamadım. Ben acının nerden kaynaklandığını bulmaya çabalarken…

Çıktın.

Sen gidince mutfağa attım kendimi, bulaşık yıkadım önce, sonra mumları söndürdüm ve ışığı açtım en parlak haliyle. Etrafı topladım. İçimdeki sesi duymamak için müziği en sonuna kadar açtım. Geceydi, geç olmuştu ama umursamadım. Neden sonra anladım, avucuma bıraktığın her neyse yara açtı içime. İçimde açılan yaranın çapı küçük olsun, yüzeysel olsun bir de çok acıtmasın diliyordum sadece.

Öyle olmadı…
Günler geçtikçe derinleşti yaram.
Acısı oturdu yüreğime.
Yüreğim atmadı sonra bir ara.
Kanım çekildi.
Günlerce yatağımdan çıkmadan bekledim sessizce.

O günden sonra…
Sesin sesime değmedi…
Yüreğin yüreğime…
Tenin tenime…

Günler sonra bir sabah uyandım ben içimde tarifsiz bir acıyla
Ne oldu, bu da nereden çıktı derken
Bir şiir geldi aklıma

“Eski bir aşk,
yeni bir ayrılıktır her zaman.
Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır;
kimse bilmez be canım
bir yara bir ömrü nasıl kanatır” (**)

_________
Fotoğraf

(*) Dans müziği için James Blunt - You're Beautiful' u dinleyebilirsiniz. Evrenin Ritmi'nde 105.
(**) Yılmaz Odabaşı – Bir Aşk Yara




BİR DÜŞ GECESİ (*)







Yağmur yağsa deliler gibi, biz hiç konuşmasak, tutmamış olsak ellerimizi.
Hatta ikimiz de adı konmamış bir sevdanın içinde olsak.

Ben arabayı kullanırken sen yanımda otursan öylece… Yağmur yağsa üstümüze. Biraz ürkek biraz hızlı araba kullandığım için sen tedirgin olsan. Ağzından çıkabilen tek kelime dikkat et olsa. Radyo da kanal çekmese… Sen sinirlensen bir sigara yaksan ikimize… Yağmur giderek hızlansa… Sonra kaysa arabamız yağan yağmurdan, çarpsak bir ağaca ve kentin ışıkları çok geride kaldığı için çalışmasa telefonlarımız. Bize bir şey olmasa ama arabamız çalışmasa… Yürüsek ormanda bir süre, bir kasabada bir bara denk gelsek. Girsek içeri. Çekici sabaha gelirim dese. Biraz şoktan biraz da sinirden votka shut atsak seninle.

Üçüncü shutta fark etsek konuşmadığımızı ama söylemek istediğimiz çok şey olduğunu… O sırada bir şarkı çalsa sözlerini yarım yamalak bildiğin. Ben sana eşlik etsem, sesimin en mutlu tonunda. Gülmeye başlasak ve sen ilk defa gözlerimi fark etsen o gece. Bardaki diğer müşteriler eşlik etse bize... Sen ve ben barın üstüne çıkıp şarkı söylesek avazımız çıktığı kadar… Detone olsak ama umursamasak… Sadece gülsek beraberce… Ben ilk defa gülmenin sana ne kadar yakıştığını fark etsem… Sonra sen elimi tutup beni aşağıya indirsen… Dışarıda yağan yağmura rağmen arabamıza gitsek... Yağmur hiç durmadan yağsa o gece… Güneşle uyansak güne… Bakışların düşümdeki gibi olsa, gözlerin gözlerimi o sabahtan sonra hiç bırakmasa…

Olmaz mı?



______
(*) 27 Dresess Filminden Bir Sahne üzerine kaleme alınmıştır. (Ben bu bar olayına takıkım da o nedenle etkilenilmiştir. Filmi izlemeseniz de olur. Ya da haftasonu sabun köpüğü niyetine izlenmesi tavsiye edilir. )