15 Şubat 2009

ÇOCUKTUM UFACIKTIM


Hadi saklama arkana
Biliyorum o çiçekler bana
Bak söz verdim işte sana
Günümü mü anlatayım sana
Şaşırdın sen galiba
Şimdi durup dururken ne alaka
Peki peki ağlama


Bir çocuk gördüm bugün sokakta ustası ölmüş ağlamakta
Şaşkın arap kızı buna rağmen sadece camdan bakmakta
Portakal soydum koydum kardeşimin başucuna
Kırmızı balığın yemini verdim aynı anda

Bugün de aklımın oyunlarında kaybettim kendimi
Döndüm çocukluğuma
Seke seke giderken doktorculuk oynamaya
Yaktı bir top canımı çok fena

O gün bugün sevmem ben hayatın oyunlarını
Ne yağ satarım ne bal sokaklarda
Yağmurlar yağsa da üzerime
Yalanlar söylemeyeceğim hayata
Kaçmayacağım bir daha söz veriyorum sana
Hadi ver çiçeklerimi bana
_______

KİMDE KİM?

İLK SÖZ
  • Bu yazı 1992 yılının Kasım'ında ele alındı. Orjinali kayboldu. Geçen hafta şaşkınım kutuları arasında dolaşırken bulmuş getirmiş bana, kendi el yazısı ile tarihine ve dip notlarına kadar koplayanmış sarı kağıt üzerine yeşil kalemle özenle yazılmış ve saklanmış bir halde getirdi bana. Teşekkür ederim dostum.
  • Yazın yolcuğumda ara ara, o zaman yazdıklarımı hatırlamaya çalışıp tekrar kaleme almaya çabaladığım çok oldu, aynı tadı hiç bulamayıp vazgeçtim tabi.
  • Bazı yazılar yazılır sadece, yürek hisseder el yazar, bu da öyleydi düne kadar. Şu anda tam da içinde bulunduğumuz duruma uygun hale gelmesi için 17 yıl kadar beklemesi gerekirmiş ve hiç umulmayan bir zamanda sana ulaştırılması.
    Bu yazı sahibine mektuptur aslında, geçmişte yazılan geleceğe ışık tutan, zamanda kaybolması bir tesadüfse, yaşanan; kaderdir, hayatın oyunudur ve kazanı yoktur.

_________________________________

Sana yazmalıyım, evet sana bir öykü yazıyormuşçasına yazmalıyım. Sen seversin öykülerimi, okursun, eleştirisin, karakterlerimi tartışırsın. Zaten bunun dışında da benimle pek konuşmazsın. Bense bizi konuşmak istiyorum. Neden başladık nereye geldik, ne yöne gidiyoruz, giderken daha ne kadar sürükleneceğiz. Ve en önemlisi nereye varacağız? Konu bu durumda ilişkimiz olmalı. Karakterler de sen ve ben. Yoksa konu öncelikle sende ben, bende sen mi olmalı. Aslında bu başka bir bakış açısıyla ilişkimizi anlatmak olmayacak mı? Ben ikinci yolu seçiyor ve sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatıyorum. Sana bir öykü yazıyorum.



KİMDE KİM?



Sevdiği adam’la konuşmak istediği, paylaşmayı düşlediği o kadar çok konu var ki; kadın dayanamayıp bir kez daha fırladı odasından. İşte yine oturmuş şöminenin karşısına, onun yazdıklarını belki kırkıncı kez okuyor, sonra sorulmak üzere küçük notlar alıyor ve arada sönmeye yüz tutmuş ateşe odun atıyordu. Kadın’ı fark edince, “Canım bir dakika vaktin var mı?” dedi ve gülümsedi. Bu “canım” öykü ile ilgili konuşulacaksa seçilen soğuk bir seslenişti, her seferinde canını acıtan. Kadın başını evet anlamında hafifçe eğip dinlemeye koyuldu adam’ı. Adam gene fark etmemişti kadın’ın kırılganlığını ve devam etti soğuk bir canla konuşmasına.



“Güzel… gel şöyle yanıma otur da, -Gülün Bana- yazısında çelişkiye düştüğün yerlerini göstereyim bir de yarattığın geceleri gözlerini içi su dolu bardağa bırakan yaşlı kadın karakterinde vurgulamak istediğim birkaç nokta var. Hep söylüyorum bunlar sadece dikkat çekmek için sana, ilk ben okuyorum ya, okuyucu gözüyle algılamaları aktarıyorum sana. Hep dediğim gibi öyküler senin istersen tek bir virgülüne bile dokunma”.



Kadın adamın soğukluğundan, cansızlığından o denli üşümüştü ki, ister istemez şöminenin yanınsa gidip bir kedi gibi adamın ayakucundaki mindere – başını da adamın dizine yaslayarak – rahatça oturdu. Tek istediği eski günlerdeki gibi adamın saçlarını okşaması ve tüm sıcaklığın ikisi arasında bir kıvılcım oluşturmasıydı. Ne çok zaman geçmişti son kıvılcımdan bu yana… Bunları düşünürken adamın tekrar konuşmaya başladığını anlamayacak kadar dalgındı. Nasıl böyle bir adama dönüştün diye sordu düşüncelerine… Adam “ Efendim canım” deyince, yüksek sesle düşündüğünü fark edip asıl kızması gerekenin kendisimi yoksa karşısındaki mi bilmeden özür dilemek istercesine tekrar eğdi başını adamın dizine. Hep boyun eğiyordu adama, tanıştıkları ilk günden beri.



Ayağa kalktı hızla, odadan çıkarken “Yeter… Bir daha asla” dedi ve adam’ın yanından ayrıldı, odanın kapısını hızla çarptı. Adam sustu. Yalnızlığına dönmek, kendine konuşmak onu daha mutlu eder olmuştu. Adam’ın sesi ile bir kez daha irkildi. Kendisi ile ilgilenildiğini düşünerek daha mutlu oldu. Saçını düzletti, aceleyle yüzüne renk gelsin diye ruj bile sürdü. Kapıyı açtı. “Bana mı seslendin?" “ Ne o yazdıklarını eleştirmeme katlanamıyor musun? Çekilmez bir kadın oldun, olgunlaşacağına giderek çocuklaşıyorsun, garipleşiyorsun. Burası çok sıcak oldu, arka odanın kapısını da açıver bir zahmet. Lütfen.”

İnanamıyordu kadın adam’ın kalbinin nasır bağlamasına. Kırık kalbini bakarak döndü odasına, camı açtı, kalbini aldı eline. Bir yusufçuk olup uçuşunu seyretti ardından yaşlı gözlerle, derin bir nefes aldı. Gidenin ardında bakarken yapılabilecek tek şeyin onları anlatan bir olduğuna karar verip yazmaya başladı aklınca, sözüm ona bir öykü yazıyormuşcasına.



KİMDE KİM?



Sana kendimi ve seni, seni ve beni ayrı ayrı uzun uzun anlatmalıyım. Ben bir insanım önce.



Bende ben, çalışan, okuyan, yazan, düşünen, paylaşmayı seven, yalnızlığı kendi seçtiği zamanlarda mutluluk diye tanımlayan, zaman zaman katı kurallı, zaman zaman onursuzca seven, kadın olmanın sınırlarını zorlayan, arzuları istemleri, eksikleri, doyumsuzlukları, tatminkarsızlıkları olan, kısacası; yaşamı kendi içinde arzuya dönüştüren kadıninsan.



Bende sen, birçocuk adam. Hani bir şiirin var senin, benim çok sevdiğim ama bir türlü ezberleyemediğim, benden önce yazılsa da bana her seferinde bana diye okuduğum; gün ışırmışçasına parlayan sabahken birden solup karanlığa gömülen geceyi andıran çocuğu anlatan” Bende sen sevgilim işte öylesine çocuksun. Çalışan, okuyan, dinlemeyi bilmeyen, acıları paylaşmayı onursuzluk, içi boş canımlarla sevgi yaydığını sanan, bazen korkup susan, bazen anı bozmamak için uzun uzun düşünen, düşündüğünü söylerken haklı olduğunu bile bile gene de sen bilirsinli cümleler kuran, yaşamın gerektirdiği güzellikleri görmezden gelen bir erkekinsan.



Sende sen, bir erkeksin. Bir insandan önce güçlü, erişilmez, aydın bir insansın ama bir kadar erkek. Sende sen “Sevdalı Bulut” a öykünürsün. Yaşamadan seyrettiğin o güzelim oyun bile ulaşamadı sana. O gece sen yoktun orada. Kabuğun seyretti oyunu. Kalbiyle, oyun gücüyle, Nazım’ın eliyle sevgi sunan Genco bile yanaşamadı senin acıdan kıvranan zamanla seni insansızlaştıran insanlığına...

Yaşamak paylaşmaktır, kavramaktır, hissetmektir, sevmektir diyen sen değilmişçesine neden gidersin hep tersine. Anlasana çocuğum bunlarsız boşuna öykünmektesin “Sevdalı Bulut”a, dön artık sendeki sana. Yaratmaya çabaladığın erkek çok ol öleli, gör artık bu gerçeği. Sen dönmelisin hayata, paylaşmalısın içinden kopanları, söylemelisin yüreğinden geçenleri bunlara hasret kulaklara ve öpmelisin eskisi gibi hayat kokan dudaklarınla. Aslında sende sen çocuğum bunların en iyisini bilensin...



Sende ben, ben de sen henüz yerini buladı. Eğer buraya kadar okumuşsan ve benimle konuşma paylaşma isteği doğmamışsa yüreğine ve hala gözlerimden gözlerine bir yaş damlayıp seni seviyorumlarla taşırmamışsa yüreğini; sende ben, yaşamı yaşama arzusuna dönüştürmek isteyip de ölümü hissettiren senin kadınınmışım sadece.
_________________________________


SON SÖZ

  • Unutma zaman 10 ila 19 yaş arasında önemlidir de, yirmisinden sonra hükümsüzdür.
  • Bugün bir el tutarsa elini ve susup sadece bakarsa gözlerine, bekle, yüreğim ulaşıyordur o sırada sana, sabırla bekle geleceğim yanına.
  • Ve iyi bak o tırnaklarına hayata tutunmak için onlara ihtiyacın olacak kaçıncı kez söylüyorum sana.
    Bir de kendine ve hayata iyi bak.
    Canım sen bana lazımsın ikinci paragraftaki gibi söyleniyor sana her defasında.

14 Şubat 2009

KOYU KIRMIZI



dışarıda garip puslu bir İstanbul havası, elinde kahvesi, camı açıyor sabahın kör karanlığında kadın... içine çekiyor yağmurun kokusunu, nemini alıyor üzerine... şemsiyesi ile yürüyen bir kadın, balkonunu yıkayan bir başka kadın ve kendisi dışında günü karşılayan yok o anda...

şemsiyesi ile yürüyen incecik kadın;
elindeki şemsiye belli ki kocasının. öyle bir sarılmış ki sapına sanırsın kocasının elinden tutuyor yürürken. kendi kendine mırıldanıyor, kafasında sanki sabahki tartışmayı sürdürüyor. yüzünde şaşkın, küskün bir ifade ile adım sayıyor. çizgilere basmıyor ve kare taşların tam ortasına denk geleek şekilde adımlarını dengeliyor. öyle garip bir temposu var ki sanki her an koşmaya hazırlanıyor, derken şemsiyeyi atıyor elinden, bağırmaya başlıyor, önce eşofman üstünü ardından tişörtünü çıkartıyor, bedeninin kirlenmişliğini yağmurla yıkar hali camdan seyretmekte olan kadının içine dokunuyor...

balkonunu yıkayan başı örtülü kilolu kadın;
elinde bir süpürge, bir kova su yağan yağmura inat balkonunu yıkıyor. oğlu camın arkasında mutfaktaki masada oturmuş, kokusu buğu olup yağmura karışan pişileri yiyor. belli annesi sabah erkenden kalkıp hamur açmış oğluna, aklı çalışsın okullar okusun babası gibi kütük olmasın diye oğluna pişi yapıp umutlarıyla tatlandırmış. balkonu yıkaması bitince sırtını dönüyor kadın mutfağın penceresine. memelerine sıkıştırdığı sigarayı yakıyor, bir nefes çekiyor kaçamak. öyle derindi ki çektiği nefes kızlığına gidiyor aklı. anasını kırmayıp, köyün zenginlerinden birinin şeherde yaşayan oğluna varacağı an geliyor gözünün önüne. köyün yükünü taşıması gerekmeyeceği için kabul edişi bu adamı, koynuna alışı sonra. boğazı bile görmediğine üzülüyor, gözünü kapatıyor. sigarasının son nefesinden sonra izmariti atacak gibi yaptığında, kendini boşluğa bırakır hali camdan seyretmekte olan kadının içine dokunuyor.

penceden bakan balık etli, güzel gözlü kadın;
elinde kahve fincanı ile öylece duruyor, aniden neden olduğunu bilmediği bir biçimde fincanı camın dış kenarına koyuyor, içine dokunuyor eliyle. avucundaki kan ağır geliyor kendini boşluğa bırakıyor kadın...

şemsiyeli kadınla balkonunu yıkamakta olan kadın sesin geldiği yere doğru bakışlarını çeviriyorlar ve birbirlerinin selamlıyorlar, tebessümle...
kadın yürüyor,
balkon yıkıyor,
ölüyor
yağmurda
kimse farkına varmıyor


yağmur
yürüyen kadının isyanını
balkon yıkayan kadının pişmanlığını
ölen kadının kan kokusunu
şehrin kanalizasyonuna karıştırıyor
o gün bütün denizler
koyu kırmızı oluyor
akıllara ölen kadınlar gelmiyor



_________



GEÇMİŞ ZAMAN OLUR


İlk defa karşılaşmıştık hatırlıyor musun, O bisiklete binelim dediğinde… 10 yaşında bile değildim daha… Anneme günlerce ağlamıştım bir bisikletim olsaydı O da severdi beni diye. Dayanamadı aldı kırmızı bir bisiklet… O gün ilk defa bisiklete bindiğimde o kumdan bir basketbol sahasında bisikletinin önünü kaldırıyordu ve ellerini bırakıyordu, sen anlamıştın benden önce, yani görünce biliyordun, hava atıyordu mahalleye yeni taşınan Ayşe Teyze’nin adını hiç bilmek istemediğim yeni yetmesine…

Büyüdüm sandığım bir zamanda karşımı çıkmıştın sonra hatırlıyor musun o günü…Camdan bakınca camını görürdüm mahallenin en yakışıklısının. Gecelerce sabahlara kadar cama yazardık duygularımızın en masumunu, en içtenini… Sonra bir gün o beni öptüğünde yanağımla dudağımın arasındaki kalan o küçücük boşluğa bırakmıştı delikanlılığını anlamıştın kızarmış yanaklarımla genç kız oluşumu… Koşarak gidiyordum bir gün sonra ona hatırlasana, sen cesaretlendiriyordun beni. İçimde tarifsiz çığlıklarla destek oluyordun bana… O okula yeni kayıt olmuş Almanya’dan gelen adını hiç bilmek istemediğim kısa saçlı kıza kur yapıyordu spor salonunun kapısında… Ve benim öpücüğümdü yanağına kondurduğu, içimdeki çığlık koptu attı kendini dışarı ancak o zaman fark ettin kırılacağını…

Bir daha inanmam dediğim bir zamandı bir sonraki karşılaşmamız… Bilardo oynuyordu, gözleri, öyle kara öyle güzeldi ki dokunmak istemiştim. Kalkıp yanına gittiğimde, gülümsedi bana, elimi tuttu, öğrenmek ister misin dedi. Karşı koyamadım ve sen o günden sonra hayatı öğrendin onda. Araba kullanmayı, öpüşmeyi, sevişmeyi, süt ve kekle kahvaltı etmeyi mesela… Giden ben oldum bu sefer, canım yanmasın diye arkasına bakmadan giden. Farkındaydım bu sefer de ben kırmıştım seni istemeden… Bir çığlık yükselmiş benden sonra kentin sokaklarında, rivayet odur ki hala dolanırmış. Gidemedim zaten ben bir daha onunla yürüdüğümüz o sokaklara… Sen üzülme bir daha kırılma diye…

Hayatı anladım dediğim bir zamanda, bir adam vardı başka bir kadına içerken rakısını sıcak sıcak şişesinden ve dolaşırken elinde açacakla “açacağım ulan o kırmızı arabanın tavanını” diye bağırırken yanındaydık adamın sen var mıydın o zamanda acaba… Günler sonra adam en kötü zamanlarımda tuttuğunda anlamıştım bir kez daha hayatımdaydın işte… Bir ölüyü gömdük beraber, bir kardeşi verdik mahpusa… Yükü ağır gelince kaçtım ben seni yanıma alıp uzaklara…Seni üzdüm kırdım bir kere daha…

Sabahtı, yüzümü bile yıkamamıştım daha, sen tekrar girdin hayatıma. Bir sabahtı çok iyi hatırlıyorum. Buldum sanmıştım, en büyük yanılgımdı oysa… Çıktı gitti sonunda geldiği gibi bir sabahtı, yüzümü bile yıkamamıştım daha…

Sonra adını hiç bilmediğim bir çocukla çıktın karşıma, tanıdıktı gelişin biliyordun gelme desem de gelecektin… Hayatı anlamakta zorluk çekiyor tut ellerinden dediğinde korkmalıydım aslında. Önce uzaktan sevdim çok uzaktan hiç bilmesin istedim… Sonra bir sabah o bilmek istedi beni. İtiraz etmedim. Bir şey olacağından değil, sevilmek güzel şeydir anlasın diye açtım kapılarımı, buyur ettim içeri. Çocuktu daha durur mu yanımda bir iki oynadı, hevesi geçince gitmek istedi. Anlıyordum ben onu, o daha hayatının oyun çağındaydı. Saldım kendisini şehrin karanlık sokaklarına, biliyorum pis bir rock barın köşesinde sövüyordur gene hayata… Senin sövdüğün gibi…

Hayatın kendi akışı içinde, bazen karşılaşıyoruz bazen bir kahve içimlik sohbetlere karışıyoruz seninle, rakı sofrasında gelip karşıma oturuyorsun en çok…
İyi dileklerimizi esirgemeden çıkıp gidiyoruz, yolumuza devam ediyoruz kaldığımız yerden. Yaralar açarken birlikteydik diye herhalde, kapatırken de karşılaşıyoruz her seferinde…


Bir bisiklet oluyorsun en kırmızından
Bir öpüş masum bir kaçamak
Bir kek oluyorsun fırından yeni çıkmış yanında soğuk bir sütle
Bir açacak alıyorum elime en asitlisinden soğuk bir içecek için
Bazen bir yanılsamasın gündüz niyetine gördüğüm
Bir oyun oynuyor hayat bana durup dururken sorulara neden
Sen geliyorsun aklıma
İçimden geçense hep aynı:
Gene mi çıktın karşıma
Durup dururken bir köşeden
İçimi kıpırdatıyorsun aniden
İyi yapıyorsun be yüreğimin sevgisi
Her şeye rağmen iyi geliyorsun sen bana…
Hep ol şimdiki gibi
Hep ol yarınlarımda da…

TUHAF DURUMLAR/İSYANKAR BİR BAKIŞ - Vol.6

sana yazılmış onca sahibine mektup arasından
sen gene de bu blog için yazdığım yazılarda arıyorsun ya seni...
varsın elbet ve olacaksın da...
ama sadece bir izsin sen...
diğerleri gibi...
yaşamıma deyip de iz bırakan nice, çocuk, kadın, adam, sokak satıcısı, hayat kadını, abi, abla, teyze, arkadaş, eş , dost, kedi, köpek, ağaç, çiçek gibi...
sadece bir izsin, inceden rahatsız etmeyen...
derin olduğun zamanların mektuplarını oku...
oradasın işte apaçık ortadasın...
sevmedin mi kendini... benim suçum değil...
bıraktığın derin iz sadece senin eserin...
ben senin eserini aktaran anlatıcıdan başka bir şey değilim o mektuplarda.
her satırı, her kelimesi sana yazıldı onların
bendeki seni anlattılar sana
beni anlattılar
aşkı anlattılar, gözyaşlarını da...
buradaki kırıntılara bakıp da izim o kadar da derin değilmiş diye sevinme...
iyi olanları üzerine alıp yerinme
ve acıtanları sana saplanmış bir bıçak olarak görme
senin izin de bir zamanlar
derindi,
o zamanlar sahibine mektuplar yazıldı, sen bil istendi,
başkalarının gözünde küçülüp alçalıp yok olma diye,
başkalarının gözünde benim sana verdiğim değeri değer bilip kral olma diye
sahibine mektup olarak atıldı izlerin teker teker...
şimdi ne mektup var sahibine yazılan senin adına
ne de derin bir iz...
dedim ya;
ama sadece ince bir izsin sen... diğerleri gibi...


_________
isyankar bir bakış oldu yanlış anlamalarına biliyorum ama burada yazılan herşeyi üzerine alınma

13 Şubat 2009

CUMA



Krem rengi koltuklar, sahibinin titiz olduğunu söylemiyor mu sana… Kare bir salon, ferah, sıkıştırılmamış eşyalar… Özgürlüğü sevdiğinin bir kanıtı sanki… Fark ettin mi aslında eşyaların arasındaki anlamlı boşluklar, uzak kalmadan ama çok da yaklaşmadan nefes almak istediğini anlatmıyor mu içten içe… Renklerin kendi içindeki dağılımında garip bir denge var huzuru aradığına dair… Nedense masa yuvarlak, keskin hatları kaldırılmış samimi dostlukları karşılar gibi… 4 sandalye olması dikkatini çekmedi mi? Doğal ağaç oluşları, doğayı sevdiğini söylemek için yeterli mi? Peki o köşede duran çiçek bahçesi, ormanda kaybolmak isteyen ama yanına koyduğu yerden aydınlatmalarla her seferinde evine dönmek isteyen bir kız çocuğunu hatırlatmıyor mu sana… Camda perde olmaması çekmedi mi dikkatini. Tuhaf aslında, kendini gizlemiyor ama bir yandan da dışarıyı gözetliyor, gizemli havasını burada da koruyor… Ne kadın ama… Ne çok içki şişesi var yerde… Üstelik kapının hemen karşısında gelene için der gibi duruyorlar… Eski bir örtü var geçmişi gizleyen… Şişeler var içleri kurutulmuş çiçeklerle doldurulmuş… Daha büyük yeşil bir şişe, eskiden zeytinyağ şişesi olarak kullanılırmış, dipi kırılmış… Başındaki yemeni ne güzel süslemiş o koca şişeyi… Prag’dan iki kara kalem tablo, gelin çiçekleri, onlarca mum… Kutular, kutular, kutular sırlarını saklar gibi… Camda camdan bir kalp var aşkı her yerde yaşamak istiyor belli ama çok da bilinsin istemiyor… Annesinin verdiği menekşe çocukluğunun izlerini taşıyor sanki… Ekmek teknesini gördün mü, yaratıcılık diye buna derim… Salonun ortasında dergileri taşıyor… Dekorasyona meraklı belli… Tasarım da ilgi alanları arasında sayılır bence… Bir yığın yastık var renk renk desen desen… Kendini yansıtıyor olabilir mi? Mısırdan gelmiş bir tablo çekti dikkatimi… Bir de annesinin hediye ettiği buruşuk kese kağıdını andıran vazo var ki çok değerli belli en tepede… Dostunun hediyesi çanağa ne demeli… Tıpkı dostu gibi… Gözünün önünde, elinin uzandığı yerde… Fark etmemişsindir kesin, annesin aldığı küçük vazo var bir tane, kırmızı… Ruh annesinin aldığı Afrikalı kadının taşıdığı yük kendini betimliyor gibi… Yanında duran iki tasın içindekileri sen de merak etmedin mi? Önünde İtalya’dan alınmış bir salkım üzüm duruyor, kesin şarap seviyordur bu kadın… Duvarda erkek kardeşinin çektiği fotoğraf var, neresi orası… Trieste mi? Bence hiç gitmemiştir kadın oraya… Hatta ne düşünüyorum biliyor musun bence deminden beri tespit ettiğimiz hiçbir ülkeyi görmemiştir bu kadın…

Koltukta oturanı gördün mü? Çok mu genç… Duygusallaşma hemen… Nasıl güzel gözleri var, nasıl kederli bir gülümsemesi… Şeytan tüyü var besbelli… Melek gibi sakin mi… Sen öyle san… Bence o kadın bizim aradığımız değil. Ne demişti patron, neşeli, kahkası öte mahalleden duyulan, şen şakrak… Değişmiş midir zamanla... Bu kadın değişmemiş yarı ölmüş gibi… Buysa da işimiz kolay olur hani… Baksana Cuma Cuma oturmuş klavyenin başına yazıyor da yazıyor…
Birini beklerken oyanamıyor mudur... Birini bekliyorsa da büyük hayal kırıklığı yaşayacak karşısında bizi görünce... Hem saçmalama üzerinde bir eşofman altı, yemek dökülmüş bir tişört, saçlar yarım yamalak toparlanmış… Makyajı akmış… Donuk bakışlar… Diyorum sana yarı ölmüş bu kadın... Hadi gel oturalım bir omzuna sen diğerine ben… İki çift laf ederiz sonra da onu da alıp gideriz… Birden olmaz mı, napalım yani davul zurna mı çalalım… Öyle aniden gidip oturulmaz mı? Korkar mı? Korkmaz canım, neden korksun ki… Hadi gel… Korksa korksa senden korkar… Şu kafandakini çıkartsan diyorum, havada öyle asılı duruyor kendi kendine… Kanatlarını bari alma diyorum her seferinde, çok yer kaplıyorlar… Benim elimdeki sadece yürürken dayanak olması için kullandığım bir değnek… Ayrıca kuyruğum kişilimin bir yansıması... Ayrı bir hava katıyor diye kıskanıyorsun...

Hadi hadi oyalanma sen sağ omza ben de sola…
_______

TUHAF DURUMLAR/İSYANKAR BİR BAKIŞ - Vol.5

kendi düş masallarına inanan koca bir aptalsın sen…
ne olacak sanmıştın söylesene?
mucizevi bir şekilde gökkuşağını kaydırak yapıp kendine

neşeyle inecek yanına
bir çocuk gülümsemesiyle
elini falan mı tutacaktı yoksa

sen onun omzuna bırakacaktın gözyaşlarını
o sana anlatacaktı sırlarını
komik olma…

sen iflah olmaz romantik bir serserisin
o ise libidosunu satılığa çıkartmış bir deli

gizem ve sergüzeşt ise
buluşmanızdan geriye kalan içi boş iki kelime
daha fazla anlam yükleme gecelere


_________________________
tuhaf bir geceydi hatırlasana, birbirini tanımayan iki tenin yanıp tutuşmasıydı adeta... bir de unutmadan, hiç kutlamadığımız sevgililer günün kutlu olsun...