14 Ocak 2009

İNSAN


Yaşlı kadın torununu yanına çağırmış; cılız sesinin ve 96 yıllık yorgun bedeninin izin verdiği bir ses tonu ile torununa iyice yaklaşmasını söylemiş. Dünyada kaç insan var diye sormuş torununa. Torunu yaklaşık 6 milyar demiş. Kadın gülümsemiş yanlışın var demiş. Peki demiş sen kaçını tanıdın? Oğlan kendinden emin; en az 1000 demiş. Kadın gülümsemiş; yanılıyorsun, dünyada 1000 insan ancak var, dilerim ya onlardan biri ol ya da onlardan birinin arkadaşı.

Okuduğum öğreti niteliği taşıyan bu metin böyle miydi bu kelimelerle mi kaleme alınmıştı çok da emin değilim. Ama aklımda kalanı bu: İNSAN OLMAK. Ne zaman bir karar almam gerekse ve bir karar vermem önce insanı koyarım en öne ve merak ederim ben insan değil miyim diye? Peki en öne insan beni koyarsam bu bencillik mi olur benim ana dilimde. Peki ya koymazsam enayi demez mi akıl dilim bana. Bence bir karışıklık var ortada. Anneme ve babama danışmalıyım bir ara . Beni yetiştirirken bencillik sınırını tam olarak nereye çizmişlerdi; ufkun görünmeyen diğer yanına mı acaba. İtirazım yok bu duruma yanlış anlaşılmasın sakin ha; keşke enayi olma duygusunu da atsalardı dünyanın öbür ucuna. Pek sık olmasa da karşılaşınca insan bu duygusuyla sormadan edemiyor aslına; geride kalan onca insana ne deniyor peki bu dünyada?

13 Ocak 2009

ŞAPKA

Sen şimdi öyle oturuyorsun ya elinde bir sigara, diliyorsun ya gün geçsin, akşam olsun, karnım doysun yeter bana. Farkında değilsin. YAŞLANIYORSUN. Bir gün önüne koyacaksın şapkanı, bakacaksın yaşanmışlıklara...İstemek yetmez sahip olmak için, bileceksin artık o yaşta. Bazen yönünü değiştirmek lazım akışın: Kanatların olmasını isteyerek bir ömrü heba etme lüksün yok SAÇMALAMA ama kanatları olduğu için kuşlara yem verebilirsin mesela ve gökyüzünde süzülebildikleri için onların kanatlarına yüklersin umutlarını. Onlar taşırken sıcak diyarlara senin umutlarını, belki dinlendikleri bir zamanda umudunu gerçek yapacak biri gelir o anda kuşların yanına. Bilemezsin ama dilersin... Umutlarını gerçek yapacak olanın sen olduğunu ancak şapkanı önüne koyunca fark edersin. Bence vakit var…
Sence?

Fotoğraf


12 Ocak 2009

AŞKI ÖĞRET BANA


Aşkını anlat bana bir çocuk saflığında olsun
Bir kuşun ürkekliğinde
Bir tüyün hafifliğinde olsun

Aşkını yaşat bana
Vazgeçemediğim anılarım olsun
Sen vazgeçsen bile
benim bırakıp gidemediğim anlar olsun

Sen aşkı öğret bana
Ben sevmeyi sana
...

11 Ocak 2009

ARDINA SAKLANMIŞIM KENDİMİN




Yazıp siliyorsun…
Ne yazacağını bilmiyorsun.
Ne yazmaya kalksan ya onu yazıyor, ya onunla yazıyor ya da ona ithaf ediyorsun.
Onsuz mu olamıyorsun
Onsuz olmamayı mı tercih ediyorsun
Onsuz olmamak işine mi geliyor bilmiyorsun
Bu sorulardan iyi çalımlarla kaçıyor
Olur da çalımdan kaçayım derken yeni bir soru ile karşılaşırsan da cevabı geçiştiriyorsun
Akıllısın ya…
Sen bunu uzun zamandır yapıyorsun
Ben farkındayım da sana bunu söylemek ilişkimizi etkiler mi onu kestiremiyorum
Ben seni o varken tanıyamıyordum o gitti artık ulaşamıyorum


Sen duvarlar örüyor
Kozalarda uyuyorsun
Hadi diyorum bir metamorfoz çıkar kabuğundan, kabuk çatlıyor
Hah tamam artık çıkıyor diye umutlanıyorum
Hemen yeni bir tane daha örüyorsun
Kendinle yüzleşmekse korkun
Ya da benim söyleyeceklerimse seni ürküten


Yapma…
Bunu kendine, bana, seni sevenlere, dostlarına, anne-babana ve hatta hayatına yapma.
Okumayacaksın biliyorum
Boşuna bu yazmalar
Tıpkı aramalarımın cevapsız kalışı gibi
Yazmalarım da karşılıksız
Ama biliyor musun ben seni seviyorum kendim


Sen ne kadar suçu kendin de arasan da
Duvarlar örüp arkasına saklansan da
Kozalar örüp uyusan da
Sen ne kadar benden kaçsan da
Asıl bensiz olamazsın
Sen asıl onsuz daha bensin
Daha içten
Daha güzel
Daha akıllı
Daha insan
Sen ne kadar benden kaçsan da
Geride bırakırım hevesi ile hep arkana dönüp baksan da
Ben hep yanındayım tam da yanı başında.


10 Ocak 2009

TO FEEL YOU ALL THE TIME


aslında giden değil kalandır terk eden
giden de bu yüzden gitmiştir zaten

Munganın bu sözlerini
Biraz’ın Terk Edilenler için yazısını okuyunca hatırladım.
Şiirin tamamını bulunca da paylaşmadan edemedim.



Terk eden kimdi
kimdi kalan

giden mi suçludur her zaman?
ne zaman başlar ayrılıklar
dostluklar biter ne zaman
her geçen gün bir parça daha aldı götürdü bizden

aynı kalmıyordu hiçbir şey
değişiyordu her şey kendiliğinden

artık çözülmüştü ellerimiz
artık bölünmüştü yüreğimiz
birimiz söylemeliydi
bunu ötekine incitmeden


kimdi giden kimdi kalan
aslında giden değil kalandır terk eden
giden de bu yüzden gitmiştir zaten.



murathan mungan

Sahi ne zaman başlar ayrılıklar
Dostluklar biter ne zaman?

Peki ya kopmayan kopamayan bağlar var mıdır hayatta.
Bölünmüşken yürekler ve eller kenetli değilken
Başka kollarda başka hayalleri yaşayıp
Başka sabahlara uyanırken…
Ve hiçbir zorunluluk da yoksa üstelik
Neden terk eden edileni hala arar
Ve neden terk edilen terk edende bulur yaşama sevincini.

Kimdir giden ve söyler misiniz kimdir aslında kalan?







07 Ocak 2009

SON DİLEK



Dünyadaki son gününüz olduğunu bilseydiniz ne yapardınız?

Çılgın bir parti verirdim. Sevdiğim, yüzünü görmek istediğim herkesi davet ederdim.
Onlarla fotoğraflar çektirir, hepsinde bir ben kalsın isterdim.
Son bir saat aralıksız shut atardım atabildiğim kadar. O ana kadar bir yudum içmezdim. Aklım başımda olsun ki söylemek istediklerimi söylemek istediklerime söyleyebileyim. Orada olmayanlara da yazıp bırakabileyim diye.
En çok kardeşime kızardım gelemedi diye.
Sahi ne zaman öğrendim ben son günüm olduğunu. Yani 24 saatim var mı?
Varsa iyi...

O zaman kardeşim de benimle demektir.

Sen mi?
Sen gelmesen de olur.
Sana söyleyecek ne bir sözüm var ne yazılacak bir cümlem.
Ama son bir dileğim var eğer yerine getirebilirsen.
Kaldıysa bir parçam sende bir nedenden
onu da gönder ki vakit varken

bir şey geriye kalmasın sende benden,
götüreyim yanımda ben giderken.

Fotoğraf

06 Ocak 2009

HİBERNASYON



Her şey o karmaşık durumda ne yapacağını, nasıl karar vereceğini bilememesi ile başlamıştı. Farkındaydı. Başka bir arkadaşına olsa “deli misin sen evde iki yabancı gibi yaşayacağına konuşsana, al karşına ne oluyor bize diye sor” derdi. Oysa kendisi o kadar da kolay yapamamıştı. Kocası ile iki yabancı gibi yaşamaya başlayalı hayatında hiçbir şey iyi gitmiyordu.

İşinde sorunları vardı, sürekli gergindi, sabahları zor uyanıyor, hatta yataktan kalkamıyor, eşinin hadi hadileri arasında güne başlıyor, işe sürünerek gidiyor ve bütün gün bir sürüngen kıvamında çalışıyordu.

Bunu çözmesi, bu durumdan kurtulması ve bir an önce hayatına devam etmesi gerekiyordu. Yolu yoktu, bütün cesaretini toplayıp bu gece bu konuyu açıklığa kavuşturacaktı. Konuyu nereden nasıl açmalıyım diye düşündü. Sabah yataktan kalkamama durumu ile başlasa konu ister istemez neden niçin bölümüne gelir oradan da aralarındaki iletişimsizliğe varırdı elbet.

Akşam yemeğe oturduklarında, yorgun bedenine zorla monte edilmiş kafasını isteksizce kaldırdı ve kocasına:

- Ben bir önceki hayatımda galiba kış uykusuna yatan bir hayvandım. Baksana şu halime yaşamaya mecalim yok.
- Tembellik diyoruz biz buna.
- Tembellik değil, sanki kanım yok, kalbim atmıyor ve de hissetmiyorum.
- ….
- Sence de bir sorun yok mu ortada?
- Bir şey mi istiyorsun sen? Bir şey mi yaptım. Önemli bir günü unuttum gene di mi? Günlerdir surat asmaların, oflamalar püflemeler buna.
- Hayır hayır… Hem ne zaman surat astım ben sana.
- Ne bileyim bizim Bülent’in karısı bir haftadır Bülentle yatmıyormuş. Ne güldüm ya. Sonra seni anlattım Bülent dedi abi kesin unutmuşundur özel bir günü diye.
- Bülenti ne iyi dinlemişsin. Keşke Bülenti dinlediğin kadar dinlesen beni.
- Hayda sen de tuhaflaştın valla. Bak ben seni yarın annenlere göndereyim. Ara patronu. İzin al iki gün. Bak bir şeyin kalıyor mu annenlere gidince?

Kadın sessizce baktı. Ne kadar da başkaydı. Ne kadar da özeldi. Konuşurlardı. Dinlerlerdi. Gülerlerdi. Aynı dili konuşamayan iki insana dönüşmüşlerdi. Ne zaman olmuştu bu değişim. Yoksa hep böyleler miydi?

Kadın adama baktı… Masadan kalktı...

- Kusura bakma toplayamayacağım mutfağı. Bu arada mera edersen; hibernasyon benim ki… Öyle bir günden yarına değişmez. Annemle falan da geçmez. Yatıyorum. Odaya geldiğinde bedenim soğuksa sakin ola ki sarılmaya kalkıp beni ısıtmaya çalışma. Şimdi mevsim değişti ya bizim hayatımızda, bünyem yeni duruma alışana kadar izin ver bana.


________________________________________


KIŞ UYKUSU : HİBERNASYON Kış geldiği, sıcaklık düştüğü, besinleri ortadan kaybolduğu zaman doğadaki canlılar bu duruma karşı bir kaç şekilde kendilerini koruyorlar.Ya sıcak bölgelere göç edeceklerdir yada bulundukları bölgede kalarak kendilerini bu yeni duruma adapte edeceklerdir.3 cü bir seçenekte Hibernasyon yani kış uykusu yani canlı bünyesinin neredeyse durma noktası derecesine kadar yavaşlatılarak koşulların düzelmesini beklemektir. Kaplumbağaların ve diğer soğukkanlı hayvanların bu ilk iki yönteme başvurmak gibi bir şansları yok, göç edemezler yada bünyeleri çevreden aldıkları ısıya göre değişim gösterek yavaşlamaya başladığı için yeni duruma adapte olamazlar. Tek şansları hibernasyondur. Yani kış uykusu aslında isimlendirildiği gibi bildiğimiz şekilde bir uyumak değildir, ölümle yaşam arasındaki bir çizgiye kadar inmek ve orada beklemek demektir. Buna bilim dilinde "Hibernasyon" kış uykusuna yatan bir hayvana da "Hibernatör" diyorlar .Bu yavaşlamayı tıpkı insanların donmadan evvel uykuya dalmalarına benzetebiliriz.

Ama kış uykusuna yatan canlılar bizden farklı olarak ölüm çizgisinin tam üstünde durabilmeyi ve ısı yükselince yaşama geri dönebilmeyi beceriyorlar. Gece uykusunda ise bünye yavaşlamaz vücut ısısı düşmez. Mesela ayılar gerçek anlamda kış uykuna yatmıyorlar. Onların ki sadece derin bir uyku, çünkü asla vücut ısıları hibernasyon tanımına uyacak şekilde düşmüyor ve bünyeleri ölüm derecesinde yavaşlamıyor. Kış uykuna yatmış bir hayvan ise kolaylıkla ölmüş sanılabilir çünkü vücut ısıları neredeyse sıfır dereceye kadar düşüyor, nefes alış verişleri ve kalp atışları hissedilemeyecek derecede yavaşlıyor. Hibernasyondan çıkmakta gece uykusunda uyanmak gibi aniden ve kolayca olmaz ısı ve daha uzun bir süreç ister.

Ayrıca bkz


04 Ocak 2009

KENDİME KENDİMDEN BAŞKA KENDİM YOK


HÜZÜN MEVSİMİ

Gece
bir tabut gibi çöker omuzlarıma
bir ölünün iç çekmesi olur rüzgar
hüzünle düşünürüm uzaktaki bir evi
yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
hasreti bir ben bilirim
bir de gecenin gözlerindeki baykuş
baykuş kötü kuş baykuş çirkin kuşonu hüznümle güzelleştiririm.

hüznümle süsler.
bir damın üstüne oturturum süsler.
damımın üstüne oturturum

— sizi hiç bu kadar yakından görmedimdi

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

abimin acıyla yontulmuş yüzü
yaşlı bir güvercin gibi düşer avuçlarıma
dağılır ses olur acısı
ezberlediğim bir öğüdü yineler bana

— çocuğum üşütme yüreğini...

şimdi hüzün mevsimidir bütün şiirleri gezen
ben doğma büyüme evciyim göç benim harcım değil
hasret bana çabuk dokunur yalnızken karanlıktan korkarım
mesela mevsim kışsa yağmur yağıyorsa
mesela annem de yoksa, şimşek de çakıyorsa ben çok korkarım ağlarım

— ana bana kurşun dök. dua oku. üfle ana.

ana ben daha çok küçüğüm. bana ninni söyle ana

yalnızım. bunu hep söylüyorum
yalnızım. bunu hep söylüyorum

geceyi çarmıha geriyorum kimseler tapmıyor
hüznümü ölçeğe vuruyorum yüreğime sığmıyor
herşey ne kadar olabilir meraklanıyorum
yüzüme dokundukça tırnaklarım kanıyor
yalnızlığımı hüznümle yoğuran gece
öyle basitsin ki sen bütün şiirlerin içinde
biliyorum.
biliyorum bunu da biliyorum
gökteki yıldızlar kadar dizeler yazılsa da
kendime kendimden başka kendim yok
ne utancımı kuşanan bir sevgine çirkinliğimi öpen bir kız

yalnızlığımdan yalnızlığım yalnız

— ana bana bir hal oldu. hep böyle titriyorum.
ana çok üşüyorum, ıhlamur ısıt bana

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta

ben sevgiye hasretim
sevgi uzakta


ey insanlar
ey gecede unutulmuşluğumun yargıçları
iğrenerek öpüyorum parmaklarınızı
iğrenerek hepinizi kucaklıyorum ilkin
ağzınızı dudaklarınızı dişlerinizi öpüyorum
bilmiyorsunuz
ben kendimi öpüyorum

cinsel bir çiftleşmedir çarşaflar
ıslak bir gece en fazla kendini çoğaltır
bir solucan vücuduna yeni bir halka ekler
döllenir acı
sevişme daha da erselikleşir

— hü’yü tanıdım size anlatmalıyım bir gün.
size bir gün mutlaka hü'yü anlatmalıyım

geceyse
tükenmişse güneşin güçlülüğü
gök gözlerinin buğusunu yansıtır
senin acın acıların ölümüne gebedir
korkma yavrum
ne gece ne geceler senin suçsuz mızıkçılığını küçültemez
bir çirkini öpmek için uzattığın yüreğini
güzelleşip bir sevginin göğsüne yatmak bir
biraz yorgun biraz korkak bir insan sevmek biraz da
yayıp sırtını gecenin duvarına bir ölünün ağzını dudağını öpmek biraz

yıldızlar sayılmaz: hasret uzakta
ben sevgiye hasretim
sevgi uzakta

ey kanımda tefler çalan mevsimle gelen
sesimi çakallarla boğan gece
hüznüme vur acımı soy
beni de kuşat
boris karlof kadar masum yüzümü
karanlığınla frenkeştaynla


çünkü artık büyütmeliyim içimde nefreti
kalbim ki yıllardır iyiliğe abone
nerde bir insan görse
bırakır sevgi kuşlarını
çünkü o bağışlar yargıçlarını
kendi yasalarını kuramıyan yargıçlarını

ey gecede unutulmuşluğumun suçluları
ey yanlışlığın yanlış yargılayıcıları

suçum: nefreti öksüz bırakmak
savunmam: sevgimi yüceltmek içindir
sakalım yok biliyorum ama kötü değilim
büyükleri sayarım küçükleri severim
çocukları incitmeden severim. kadını öpmesini bilirim
sizi de sizi de öpmesini bilirim
— ana ben çok yalnızım.
benim başka sevgim yok...
içimde utanç çiçeği gibi büyüyor hü
kural tanımayan sevgim benim
aykırım fizik
ötem doğaüstüm yanlışlığım

aşkım.
Sevgili yanılgım benim başyargıcım
nefretim nefretim nerdesin

kalbim
bir gün elbette sana hükmedeceğim
elbet geçer bu hüzün mevsimi
bir baykuş bir serçeyle arkadaş olduğu gün
o gün size sevinci de anlatıcam
bir solucan bir leylekle çiftleştiği gün
o gün bahar mevsimidir size aşkı anlatacağım

ve bir gün elbette yıldızları sayacağım

— gelin kucaklayın beni. yıldızları sayamıyorum.





Arkadaş Zekai Özger • Soyut Dergisi • Nisan 1969

ÖLÜMÜ GÖZE ALMAK




“Neden başka bir şeylerden bahsetmiyoruz”

Sahi neden?
İnsanlar ölüyor bu dünyada.
Fark eder mi dini, dili, ırkı, cinsiyeti, rengi?
Söyle fark eder mi?
İnsanlar ölüyor bu dünyada yüzyıllardan beri.
Toprak uğruna, din uğruna, rengi uğruna.
Özür dilemek ne fayda… Ardından ağlamak…
Dünyanın kuralı bu deme bana.
Dünya, masa başında oturup 3-5 kişinin kararı ile yüz binlerin ölmesinden oluşamaz.
Oluşmamalı.

“Neden başka bir şeylerden bahsetmiyoruz”

Neden mesela…

Aşktan…
Beklentilerden…
Kırgınlıklardan…
Kızgınlıklardan…
İnançlardan…
Sevgiden…
Zenginlikten…
Yoksulluktan…
Yokluktan…
İşsizlikten…
Krizden…
Arkadaşlardan…
Dostlardan…

Bahsediyoruz…
Ama bunlar başka yazıların konusu.
Bugün tek bir konu var bahsedilmesi gereken

ÖZGÜRLÜK VE ÖLÜM

Anlasana yoktur hiçbir savaşın kazananı, sadece kaybedenler vardır.
Bir de kaybedilenler bu uğurda…
Olayların hangi tarafında olduğun önemlidir.
Ne zaman bir ölüm olsa özgürlük adına aklıma gelir: Büyük Reis’in Mektubu


Çocuktum daha Cumhuriyet gazetesi bir ek çıkartırdı “Bilim ve Teknik” 5-6 haziran Dünya Çevre Günü ile ilgili olarak Büyük Reis’in Mektubunu yayınlamıştı. Seattle Reis, Duvamish Kızılderililerinin Şefiydi. Bu küçük kabile batı Amerika’da Pasifik okyanusunun yakınlarında Washington Gölü’nün sularını denize akıtan ırmağın kenarında yaşamaktaydı. 1856 yılında bu kabile Bainbridge Adasının doğu kıyılarına göç ettirildiler. Bu gün yalnız küçük bir ırmak ve bir göl Duwamish adını taşır. Bir de Washington Eyaletinin en büyük şehri olan Seattle Kentinin adı, Kızılderili Şeften alınmıştır. 1853-1857 yılları arasında USA Başkanlığı yapan Franklin Pierce’ın, topraklarını sözde satın almak isteyen bir mektup yazması üzerine, Seattle Reis’in verdiği yanıt:


Washington’daki Büyük Reis bizim toprağımızı satın almak istediğinizi bildirdi. Dostluk ve iyi niyet sözleri söyledi. O bizim dostluğumuza layık olmadığı için bu sözleri söylemesi iyi. Biz yine de onun teklifini düşüneceğiz, çünkü satmazsak beyaz adamın belki de silahla gelip toprağımızı alacağını biliyoruz.

Gökyüzü nasıl satın alınır ya da satılır, ya da toprağın ısısı? Bunun düşünemeyiz bile biz. Havanın tazeliğine, suyun pırıltısına biz sahip değiliz ki siz bizden onları satın alasınız. Kararımızı vereceğiz.

Beyaz kardeşlerimiz mevsimlerin geri geleceğine nasıl inanıyorlarsa Washington’daki Büyük Reis de Reis Seattle’ın dediklerine öylesine inanmalıdır.

Sözlerim Yıldızlar Gibidir

Benim sözlerim yıldızlar gibidir, hiç kaybolmayacaklardır. Yeryüzünün her yeri halkım için kutsaldır. Her bir parıldayan çam iğnesi, her kumlu kıyı, karanlık ormanlardaki sis, ağaçsız köşe, vızıldayan böcek halkımın düşüncesinde kutsaldır. Ağacın içinde yükselen özsu Kızılderililerin anılarını taşır içinde.

Beyazların ölüleri yıldızlar arasında dolaşmaya gittiklerinde, doğdukları toprakları unuturlar, bizim ölülerimiz ise bu harika toprağı hiç unutulmazlar. Çünkü o bizim anamızdır. Biz toprağın bir parçasıyız ve o da bizim bir parçamızdır. Kokulu çiçekler bizim kız kardeşlerimizdir; geyikler, atlar, büyük kartal da erkek kardeşlerimiz... Yüksek kayalıklar, yumuşak çayırlar, midillinin ve insanın vücut ısısı hep aynı aileye aittir.

Washington’daki Büyük Reis bize topraklarımızı almak için haber aldığında bizden çok şeyler istiyor demektir. Büyük Reis bize kendi kendimize rahatça yaşayacak bir yer vereceğini de söylüyor. O bizim babamız, biz de onun çocukları olacağız. Ama bu hiç olabilir mi? Tanrı sizin halkınızı seviyor, Kızılderili çocuklarını ise terk etti. Beyaz adamlara işlerinde yardımcı olsunlar diye makineler yolladı, onlara büyük köyler yaptı... Yakında beklenmedik bir yağmurdan sonra gelen seller gibi kaplayacaksınız toprağın üstünü.

Benim halkım giden bir sel gibi, ama dönüşü olmayan... Hayır, biz ayrı ırklardanız. Çocuklarımız bile birlikte oynamıyor, yaşlılarımız da aynı öyküleri anlatmıyor birbirlerine. Tanrı size iyi davranıyor, bizler ise yetimiz. Toprağımızı satma teklifinizi düşüneceğiz, ama bu kolay olmayacak, çünkü bu toprak bizim için kutsaldır. Biz bu ormanları seviyoruz. Bilmiyorum, yaşamımız sizinkinden o denli farklı ki...

Derelerimizde ve nehirlerimizde akan su yalnızca su değil, atalarımızın kanıdır. Size toprağı satarsak bilesiniz ki o kutsaldır. Çocuklarınıza onun kutsal olduğunu öğretin. Denizin berrak suyundaki her kımıltı benim halkımın yaşamından olaylar, anılar anlatmalıdır size. Suyun şırıltısı dedelerimin sesidir. Nehirler kardeşlerimizdir; susuzluğumuzu giderir, kanolarımızı taşır, çocuklarımızı birbirine yaklaştırırlar.

Nehirler Kardeşlerimizdir

Eğer kardeşlerimizi satarsak şunu hep anımsayın ve çocuklarınıza da öğretin: Nehirler bizim --ve sizin de-- kardeşimizdir, onlara diğer kardeşlerinize olduğu gibi davranmalısınız. Dağlarda sabah güneşi sisi nasıl kovarsa, Kızılderili de beyaz adamın kovalamasından hep öyle geri çekildi. Ama babalarımızın külleri kutsaldır, onların mezarları bu kutsanmış topraktır. Beyaz adamın bunu anlamayacağını biliyoruz. Onun için bir toprak parçasının diğerinden farkı yoktur. Çünkü o bir yabancıdır, gece gelir ve istediği toprağı alır. Toprak onun kardeşi değil, düşmanıdır. Onu fethettiği anda daha ötelere gider, babalarının mezarlarını geride bırakır ve onları bir daha düşünmez bile. Toprağı, çocuklarından çalar ve bunu da dert etmez kendisine. Babalarının mezarları ve onların çocuklarının doğum hakları unutulur. Anası olan toprağa ve onun kardeşi göğe, koyun ya da pırıltılı incilermişçesine satılacak eşya muamelesi yapar. Beyazların açlığı toprağı tüketecek, geride hiçbir şey bırakmayacak, tıpkı bir çöl gibi.

Bilemiyorum, yaşamımız sizinkinden çok farklı. Sizin kentlerinizin görünümü Kızılderililerin gözünü acıtıyor. Belki de biz vahşiyiz ve ondan anlamıyoruz. Beyazların kentlerinde sessizlik yok. Baharda hışırdayan yaprakları ve böceklerin vızıltısını duyacak hiçbir yer yok oralarda. Belki de bu, ben vahşi olduğum ve anlamadığım için böyle. Oralardaki gürültü sanki kulaklarınıza hakaret ediyor. Meleyen keçi kuşlarının sesini ya da geceleyin göl kenarında bağıran kurbağaları duyamadıktan sonra yaşamda ne var ki? Ben bir Kızılderili'yim ve bunu anlamıyorum. Kızılderili bir gölün üstünde rüzgarın şarkı söylemesini sever, öğle yağmurları ile yıkanan rüzgarın kokusunu da, hele o çamların, o sert çamların sert kokusunu... Hava, Kızılderili için çok değerlidir; çünkü her şey solumaktadır, hayvan, ağaç, insan, her şey. Beyaz adam soluduğu havanın farkında değil sanki, günlerdir etrafında oluşan pis kokuyu algılamayan bir ceset gibi...

Hayvanlar Olmasaydı

Ama biz size toprağımızı satarsak unutmayın ki, hava bizim için çok değerlidir. Hava ruhunu yaşayanlarla paylaşır. Rüzgar babalarımıza ilk soluklarını verdi, onların son soluklarını aldı ve çocuklarımıza da yaşamın ruhunu verecektir. Size toprağımızı sattığımızda rüzgarın, çayır çiçeklerinin hoş kokusunu taşıyan çok özel ve kutsal değerini bilmelisiniz. Hayvanlar olmasaydı Toprağımızı satma teklifini düşüneceğiz. Kabul etmeye karar verirsek de tek koşulumuz var: Beyaz adam toprağın hayvanlarına kendi kardeşi gibi davranacaktır. Ben bir vahşiyim ve başka türlüsünü de anlamam. Beyaz adamın geçen bir trenden ateş edip öldürdüğü ve sonra da bıraktığı binlerce kokuşmuş sığır cesedi gördüm. Ben bir vahşiyim ve anlamıyorum. Nasıl olur da o duman çıkaran demir at, bizim ancak yaşayabilmek için öldürdüğümüz sığırlardan daha önemli oluyor? Hayvanlar olmazsa insan nedir ki? Tüm hayvanlar yok olsaydı insan, ruhunun büyük yalnızlığı içinde ölür giderdi. Hayvanlara ne olursa hemen sonra insanlara da aynısı olur. Her şey birbirine bağlıdır. Toprağa ne olursa toprağın çocuklarına da aynısı olur. Ayaklarınızın altındaki toprağın atalarınızın külleri olduğunu çocuklarınıza öğretmelisiniz. Toprağı korumaları için onlara toprağın, atalarımızın ruhları ile dolu olduğunu anlatın. Çocuklarımıza öğrettiklerimizi çocuklarınıza öğretin.

Toprak Anamızdır

Toprağa ne olursa, toprağın çocuklarına da aynısı olur. İnsan toprağa tükürürse kendi suratına tükürmüş olur. Çünkü biliyoruz ki, toprak insana değil, insan toprağa aittir, bunu iyi biliyoruz. Kan nasıl bir aileyi birleştirse, her şey de öyle birbirine bağlıdır. Toprağa ne olursa toprağın çocuklarına da aynısı olur. Yaşamın dokusunu insan yaratmadı, o, dokunun içinde yalnızca bir iplikçiktir. Siz o dokuya ne yaparsanız aynısını kendinize yapmış sayılırsınız. Hayır, gece ve gündüz birlikte yaşayamazlar, ölüler o güzelim ırmaklarda, uzaklarda yaşarlar, ilk baharın sessiz adımlarıyla geri dönerler ve gölü okşayan rüzgar onların ruhlarıdır.

Toprağımızı satma teklifinizi düşüneceğiz. Ama halkım soruyor: Beyaz adam ne istiyor? İnsan gökyüzünü ya da toprağın sıcaklığını satın alabilir mi? Ya da antilopun hızını? Biz bunları size nasıl satabiliriz ve sizler bunları nasıl satın alabilirsiniz? Kızılderili bir kağıt parçasını imzalayıp beyaz adama verdi diye toprağa istediğinizi yapabilir misiniz? Havanın tazeliği ve suyun pırıltısı bize ait olmadığına göre bunları bizden nasıl satın alabilirsiniz?

Teklifinizi düşüneceğiz. Toprağı satmazsak, beyaz adamın silahla gelip, onu zorla alacağını biliyoruz. Ama biz vahşiyiz. Şimdilik güçlü olan beyaz adam; tanrı olduğuna inanıyor, toprağın onun olduğunu sanıyor. Bir insan nasıl olur da anasının sahibi olur?
Toprağımızı satma teklifinizi düşüneceğiz. Gece ve gündüz birlikte yaşayamazlar. Rezervasyon alanına gitme teklifinizi düşüneceğiz. Bir kenarda barış içinde yaşayacağız. Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz önemsiz. Çocuklarımız babalarının korkaklaştığını ve yenildiğini gördüler. Çocuklarımız utandırıldı. Yenilgilerden sonra günlerini boşa geçiriyorlar, vücutlarını tatlı yemekler ve kuvvetli içkilerle zehirliyorlar.

Geri kalan günlerimizi nerede geçireceğimiz önemli değil, zaten çok günümüz de kalmadı. Birkaç saat, birkaç kış... Bir zamanlar bu topraklarda yaşamış olan büyük kabileden hiçbir çocuk doğmayacak. Bir zamanlar sizin gibi kuvvetli ve umut dolu olup da ormanda küçük gruplar halinde dolaşan o insanlardan, halkının mezarlarında ağlamak için kimse kalmayacak.

İnsanlar Denizin Dalgaları Gibidir

Ama neden kabilemin çöküşü için üzüleyim? Kabile, insanlardan oluşur, başka bir şeyden değil. İnsanlar denizin dalgaları gibi gelir ve giderler. Tanrıları kendileri ile birlikte dolaşan ve arkadaşça konuşan beyaz adam bile bu ortak hükme karşı çıkamaz. Belki de biz gerçekten kardeşizdir. Göreceğiz. Bildiğimiz bir şey var, beyaz adam da anlayacak onu bir gün: Bizim tanrımızla sizinki aynı. Bizim toprağımıza sahip çıkmayı düşündüğünüz gibi ona da sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz belki, ama bunu yapamazsınız. O, beyazların olduğu kadar Kızılderililerin de; tüm insanların tanrısıdır. Bu toprak onun için değerlidir, toprağı yaralamak, onun yarattıklarına kötü davranmak demektir.

Beyazlar da bir gün yok olacaklar, belki diğer kabilelerden de önce. Daha iyi bir yatak bulmak için uzaklara gidin. Bir gece kendi çöpünüzde boğulacaksınız. Sizi buralara getirip bu toprakların ve Kızılderililerin fatihi yapan tanrının kuvvetine güvenip, bizim batışımıza çok sevineceksiniz. Bu hüküm izim için bir sırdır. Bütün sığırlar öldürülüp, bütün yaban atları ehlileştirildiğinde, ormanın gizli köşeleri insanların kokusu ile ağırlaştığında, bereketli tepeler tel çitlerle sarılıp utandırıldığında nerede olacak o kuşlar? Kartal nerede? Yok... O zaman ava ve hızlı midilliye "Yaşa, çok yaşa!" demenin anlamı ne ki?

Yaşamın sonu ve kurtuluşun başlangıcı. Tanrı özel bir nedenle sizi hayvanların, ormanların ve Kızılderililerin fatihi yaptı, ama bu neden bizim için bir sır. Eğer beyaz adamın düşlerinden haberimiz olsa idi, belki de bu sırrı anlayabilirdik. Uzun kış akşamlarında çocuklarına anlattıklarını bilseydik anlardık belki de. Ama biz vahşiyiz, beyaz adamın rüyaları bize ödünç verilemez ki. O rüyalar bize ödünç verilemeyeceğine göre, biz de kendi yolumuza gideceğiz. Çünkü biz her şeyden çok, bir insanın kendi istediği gibi yaşama hakkına saygılıyız. Onun yaşamı kendi kardeşinden çok farklı olsa bile. Bizi bağlayan çok fazla şey yok.

Teklifinizi düşüneceğiz. Kabul edersek bu yalnızca söz verdiğiniz rezervasyonu sağlama almak için olacak. Orada belki de kısa günlerimizi istediğimiz gibi geçirebiliriz.
Son Kızılderili bu topraklardan gittiğinde ve anısı yalnızca ovanın üstündeki bulutun gölgesi olarak kaldığında yine de atalarımızın ruhları bu kıyılarda ve ormanlarda canlı olarak kalacaktır. Çünkü onlar yeni doğan bebeğin, anasının kalp atışlarını sevdiği gibi sevmişlerdi bu toprağı.

Toprağımızı size satarsak onu sevdiğimiz gibi sevin sizde onu. Ona özendiğimiz gibi özenin. Ve tüm gücünüzle, ruhunuzla, yüreğinizle onu çocuklarınız için koruyun ve tanrının bizi, hepimizi sevdiği gibi sevin onu. Çünkü bir şeyi biliyoruz: Bizim tanrımız sizinkinin aynısıdır. Bu ortak hükme beyaz adam bile karşı çıkamaz.
Kim bilir, belki yine kardeşizdir sizinle. Göreceğiz...
___________________________________________
Metnin orjinalini bulmaya çabalarken aşağıdaki yorumu okudum. Belki sizin de ilginizi çeker.
(...)
Ancak anlaşılmıştır ki bu konuşma aslında Duwamish kızılderililerinin şefi olan Seattle'a ait değil, bir belgesel film senaryosunda senaryo yazarı Ted Perry tarafından ona aitmiş gibi sunulmuş ve belgesel yapımcısı John Stevens daha etkili olmasını arzuladığı için bu sözlerin aslında ona ait olmadığını belirtmemiş, bunun sonucunda da Seatlle'ın sözleri olarak bilinmeye ve yayılmaya başlamış.
Konuşmanın orjinali tam olarak bilinmemekle birlikte 29 Ekim1887 tarihinde Seattle Sunday Star'da Şef Seattle' atfedilen ve görüşmeler sırasında orada tercüman olarak bulunduğunu iddia eden Dr. Henry A. Smith tarafından, Seattle' ait olduğu iddia edilerek yukarıdaki yazının esinlendiği bir yazı yayınlanmıştır.
Amerikan resmi kaynaklarında ise bu konuşma neredeyse tam tersi bir teslimiyeti ifade eden kısa bir konuşma olarak geçiyor. Bu konuşma dönemin bölge valisinin, Seattle’ın hemen güneyinde yer alan Muleteo’da veya Point Elliott’ta 21 Ocak 1855 tarihinde Duwamish, Snoqualmies ve Skagit kabileleriyle birarada yaptığı toplantı sırasında yapılan konuşma olduğu…
Amerika resmi belgelerine göre bölge valisine şu sözleri söylüyor Duwamish kızılderililerinin Şefi Seattle:
"Size babam gibi bakıyorum. Ben ve diğerlerimiz sizi öyle görüyoruz. Bütün kızılderililer size karşı aynı dostane duygular içindeler ve bunu kağıt üzerinde Büyük Baba’ya gönderecekler. Bütün erkekler, yaşlı erkekler, kadınlar ve çocuklar onun sizi onlara göz kulak olmanız için göndermesinden hoşnutlar. Benim zihnim sizinki gibi, daha fazla bir şey söylemek istemiyorum. Kalbim [konuşma sırasında orada bulunan] Dr. Maynard’a yönelik iyi duygular içinde. Ondan her zaman ilaç almak isterim. Şimdi bununla dost oluyoruz ve geçmişte eğer varsa bütün kötü duygularımızı bir kenara bırakıyoruz. Bizler Amerikalıların dostuyuz. Bütün Kızılderililer aynı düşüncedeler. Size babamız gibi bakıyoruz. Bu düşüncemizi asla değiştirmeyeceğiz. Bizi görmeye geldiğiniz için, hep böyle olacağız. Şimdi, şimdi bu kağıdı gönderin.”

SENLE KONUŞTUM



~ Uyuyamadım bütün gece…
~ Gene ne oldu ki?
~ Bilmem aklıma düştün gene. Sen iyi değilsin biliyorum. Biliyorum benim yapacağım bir şey yok sen istemedikçe ama elimde değil aklım kalıyor sende.
~ Sen işine baksana ne karışıyorsun bana. Ben sana karışıyor muyum? Müdahale ediyor muyum? Endişe duyuyor muyum?
~ Duymalısın belki de. Ben de iyi değilim sana söyleyemiyorum daha da kötü olma diye. Hem ne bu sinir bu öfke.
~ Karışma bana. Yaptım bir hata şimdi de cezasını çekiyorum. Hem ne var biraz yalnız kalmak istedimse. Ne var yani kimse bana ulaşamıyorsa. Ulaştı da ne oldu. Sen biliyorsun bunu en iyi. Birlikte yaşamadık mı tüm o heyecanları, üzüntüleri, kırgınlıkları, kızgınlıkları, hayal kırıklıklarını. Ben sen değilim. Unutamıyorum senin gibi bir günde.
~ Bir gün mü? Farkında mısın 2 yıl bitti. Koskoca iki yıl. Değer mi?
~ Senin verdiğin değerle benim ki bir değil diye sakın ola ki yargılama beni. Hem sen git ne istiyorsan yaşa. Engel mi oluyorum ben sana.
~ Engel değil de…
~ Ne?
~ Sen olmayınca olmuyorum. Denedim biliyorsun. Sensizken 1-2 kere denedim. Mutlu etmedi ki anlar beni. Seni istedim. Sen de ol.
~ Olamam. Benim yaram iyileşmedi. Hem ne diye dürtüp duruyorsun beni. Demedim mi ben ararım seni. Gelme üstüme. Bak tekrar diyorum. Sen git ne istiyorsan yaşa. Beni düşünme. Yalnız bırak. Ben daha iyiyim inan. Ama öyle senin istediğin gibi taşıp coşamam. Yavaş yavaş. Doktor bile dedi. Heyecanlara ve endişelere dikkat et diye. Sen bir de beni düşünüyormuşsun gibi hadi diyorsun yeni heyecanlara yeni aşklara. Oldu küçük hanım, mümkünse bir süre daha görüşmeyelim.
~ Bir dinlesen beni…
~ Dinledim de ne oldu. Teslim oldum. Kendi çıplaklığımla kalakaldım. Hem sen okudun mu bugün aydan atlayan kedi’nin yazısını.
~ Okudum
~ Ne anladın?
~ Ben çorbayı hatırlıyorum…
~ Ve ben…
~ Tükürüğü.
~ İşte gördün mü? O nedenle git ve ne yaşarsan yaşa ama benimle uğraşma. Beni rahat bırak.
~ Peki ya herkes onun gibi değilse. Yani çorbayı aşkla pişiren biri varsa… Sunmak için birini bekliyorsa… Hadi inat etme. Gel benimle, sensiz olmaz biliyorsun, boşuna inat ediyorsun. Şu evrende var olmazsan nefes almak neye yarar söylesene... Sensiz yaşanmaz ki yüreğim. Sensiz olmaz ki anlasana...


____


SORULAR VE CEVAPLARI




Aslında kırmızılının “öyle mi” yazısını okumak üzere girdim bloguna, bir de baktım ki yeni bir mim var dünden kalan. Okumaya başladım ve sonunda bir de baktım ben de mimlenmişim. Teşekkür ederim kırmızılı.

Mim kimden başladı nasıl başladı bilmiyorum ama James Lipton tarafından sunulan Inside The Actors Studio söyleşi programının en sevdiğim bölümüdür bu sorularla sanatçıların baş başa kalması. Hele de en sonunda;
"If heaven exists, what would you like to hear God say when you arrive at the Pearly Gates?"
"Eğer cennet varsa, cennetin kapılarına geldiğinde Tanrı'nın sana ne demesini istersin?"
Nasıl doğallar, nasıl da güvenle cevaplar veriyorlar.
Hep düşünmüşümdür yurdumda olsa nasıl olurdu acaba diye.

Bu kadar girizgahtan son; işte sorular ve cevapları…


1. En sevdiğiniz kelime nedir?

Aşk

2. En nefret ettiğiniz kelime nedir?

Babam dışında birinin bana kızım demesi

3. Sizi ne heyecanlandırır?

Gece karanlık ve fonda çalan jazz

4. Heyecanınızı ne öldürür?

Tam da o sıra karşımdakinin gaz çıkartması

5. En sevdiğiniz ses nedir?

Çocukların kahkahaları

6. Nefret ettiğiniz ses nedir?

Tahtaya tebeşirle yazı yazarken bazen çıkan o ses

7. Hangi mesleği yapmak istemezsiniz?

Muhasebeci (para ve rakam olan herhangi bir meslek)

8. Hangi doğal yeteneğe sahip olmak istersiniz?

Düşünce okuma

9. Kendiniz olmasaydınız kim olurdunuz?

Kendim olmak ama mümkünse daha az konuşmak

10. Nerede yaşamak isterdiniz?

Kesinlikle tropik bir adada

11. En önemli kusurunuz nedir?

Çoooook konuşurum

12. Size en fazla keyif veren kötü huyunuz hangisi?

Tatlıya olan düşkünlüğüm

13. Kahramanınız kim?

Annemle babamın karışımı

14. En çok kullandığınız küfür nedir?

Fuck

15. Şu anki ruh haliniz nasıl?

Takıntılı, huzursuz ama gene de umutlu

16. Hayat felsefenizi hangi slogan özetler?

Gerçekten istemezsen başaramazsın. Gerçekten kendini vermezsen başarıyı anlamazsın.

17. Mutluluk rüyanız nedir?

Bir kır evinde torunlarımla gölün kenarında piknik yapmak

18. Sizce mutsuzluğun tanımı nedir?

Huzursuzluk

19. Nasıl ölmek istersiniz?

Ölmek istemesem ???

20. Öldüğünüzde cennete giderseniz Tanrı’nın size kapıda ne söylemesini istersiniz?

Hoş geldin. İstediğin her şeyi yapmak için verdiğim fırsatları iyi değerlendirdin.
______________________________________________
Bu soruları kimin cevaplaması heyecanlı olurdu
Nily ve Yalnızlıkokulu'nun cevaplarını okumak isterdim.
Peki onlar cevap vermek ister miydi?
______________________________________________

03 Ocak 2009

PEKİ YA SİZİN RENGİNİZ...?



"Peşimden deprosyana sürüklemiyeceğim seni de
ben de gitmiyeceğim banane
bu gri havaya fıstık yeşili pencereler acıcam
tatlı bi tutuncuya boyıyıcam olmayan duvarlarımı
hadi güle güle..."


Bu sabah bu satırlarla uyandım... Başı vardı elbet, aslında bu sonu... En son cümlecikler. Ne garip depresif bir konuşma aslında tamamı. Ama ben bu satırlara gelince gülümsedim ve önemli olanın gri hayatlarımıza renkli penceler açıp duvarlarımızı istediğimiz renkleri ile boyayabilmek olduğunu fark ettim. Evimi düşündüm; ana renk evimin her yerinde bej ama salon ve tuvalet kırmızılı, mutfak yeşilli, banyo ve misafir yatak odası turunculu, kendi yatak odam pembeli...
Ne renkli bir kişilik yansıması değil mi?

Peki ya ben;
Griydim aslında.
Aslında kısmen griyim hala.

Ama sanki bazı sabahlar mavi uyanıyorum güne; bazı sabahlar turuncu arada yeşil, kırmızı... Bazen mor, çoğunlukla gri...

Google'da arasam bir "renk ve kişilik testi " diye düşünürken...

Seviyorum google'ı: BULDUMMMMM
İşte renginiz ve kişiliğiniz boyayın bakalım pencelerinizi ve duvarlarınızı.



SORU - 1: Seçin bir renk...

SARI
MAVİ
KIRMIZI

SORU - 2: Bir renk daha...

YEŞİL
MOR
TURUNCU




VE ŞİMDİ SONUÇLAR


SARI VE YEŞİL: Bakıcılar

Gerçekçi bakış açınız kendiniz ve çevrenizdekiler için güvenli ve rahat bir ortam yaratıyor. Karşınızdakini dinliyor ve ne söylemek istediğini anlıyorsunuz. İnsanların sözlerini olduğu gibi kabul etmek yerine sorular sorarak gerçekten neye ihtiyaçları olduğunu bulmaya çalışıyor ve bu arada onların kendilerini daha iyi tanımalarına yardımcı oluyorsunuz. İnsanlara bakmak ve yardım etmek sizin doğal bir yeteneğiniz. Fakat aşırıya kaçtığınız zamanlarda ne yazık ki kimseye yardımcı olmuyorsunuz. Bazen başkalarının kendi ihtiyaçlarını keşfetme yetisine saygı göstermeniz gerekir. Sürekli insanları kurtardığınız ve yardım ettiğiniz zaman onların kendi problemleri ve sorumlulukları ile yüzleşmelerine engel olursunuz. Dolayısıyla geri adım atın ve insanların sizin desteğiniz olmadan kendi ayakları üzerinde durmalarına izin verin. Eğer başarısız olurlarsa bunu normal olduğunu hatırlayın çünkü ancak o zaman kendileri için neyin doğru olduğunu aramaya ihtiyaç duyabilir ve kendi çözümlerini bulabilirler. Yaşamda sürekli başkalarının bakış açılarını anlamaya çalıştığınız için kendinizi ihmal ediyor olmanız yüksek bir ihtimaldir. Çevrenizdeki insanları unutmaya ve kendi ihtiyaçlarınıza konsantre olmaya çalışın. Bu şekilde başkalarının da size yardımcı olması için imkan yaratmış ve kendi mutluluğunuzu ikinci plana atmamış olursunuz. Eğer sarıyı yeşilden daha çok seviyorsanız, ilişkilerinizden ziyade kişisel gelişiminize ve kariyerinize daha gerçekçi yaklaşıyorsunuz demektir. Eğer yeşili sarıdan daha çok seviyorsanız, ilişkilerinize daha gerçekçekçi yaklaşıyorsunuz ve hedeflerinize daha az yoğunlaşıyorsunuz demektir.


SARI VE MOR: Aracılar

Siz yaşamdaki amacınızı bulmak için bir yolculuğa çıkmış gibisiniz. Önce olayları yaşıyor sonra geri çekilip analiz etmeye başlıyorsunuz. Bu sizin olgunlaşmanıza yardım ediyor. Her anın değerli olduğuna inanıyor ve keyif almaya çalışıyorsunuz. Manevi değerlere verdiğiniz önem başkalarının kendi içindeki maneviyatı aramalarına yol açıyor. Meraklı, araştırmacı doğanız sezgilerinizin güçlenmesini sağlıyor. İnsanların kendilerinin farkında olmasına yardım ediyorsunuz. Onları dinleyerek, akılcı gözlemler yaparak ve duygularınızı ifade ederek insanları etkiliyorsunuz. Dahası kendilerinde olumlu değişimler yapma isteği uyandırıyorsunuz. Siz harika bir iletişimcisiniz. İnsanları taraf tutmadan dinleme ve söylenenleri olduğu gibi anlayabilme yeteneğiniz var. Konuşma sırasında olayların içini görebiliyor ve gerçekten ne yapılması gerektiğini hemen kavrayabiliyorsunuz . Yeteneklerinizi en iyi konuşurken ortaya çıkarabiliyorsunuz. İletişim kurarken siz kişisel ve profesyonel olarak mucizeler yaratıyorsunuz. Fakat ne yazık ki değişime duyduğunuz büyük ihtiyaç nedeniyle gerçekler ve istekleriniz arasında kesin bir çizgi koyamıyorsunuz. Doğal yeteneklerinizi kullanarak neyin gerçek neyin potansiyel bir ihtimal olduğunu ayırt etmeye çalışın. Doğru adımı atacağınıza güvenin. Siz pozitif değişimleri nasıl yapabileceğini çok iyi bilen birisiniz. Eğer sarıyı mordan daha çok seviyorsanız, bir durumun potansiyel sonuçlarından ziyade gerçekçi taraflarını görmeyi tercih ediyorsunuz demektir. Eğer moru sarıdan daha çok seviyorsanız, olabilecek imkanları düşünüyor ve yaşamınızdaki gerçekleri ikinci plana atıyorsunuz demektir.


SARI VE TURUNCU: Teknik Düşünenler

Sizin temel düşünceleriniz genelde işleri nasıl sonuçlandıracağı nızı planlamak üzerine yoğunlaşmış. Sistematik bir yaklaşım geliştirerek işleri, ilişkilerinizi ve hatta yaşamı anlamaya çalışıyorsunuz. Siz kendinizi çevrenizde ki kaynakları arttıran bir insan olarak görüyorsunuz. Çevrenizdeki yetenekleri ve kaynakları araştırıyor, deneme yanılma yolu ile dünyanızı tanımaya çalışıyorsunuz. Keşifleriniz ile yetenekli insanları ve kaynakları doğru yerde kullanma gücünü kazanıyorsunuz. Eğlenmek sizin için bir olaydaki bütün gerçekleri araştırmak ve tüm parçaların doğru yerine oturmasını sağlamak demektir. Siz bir işte yada ilişkideki başarılı kısımları büyük bir dikkat ve zevkle incelersiniz. Her başarılı bölüm sizin için tekrar değerlendirebileceğ iniz yada başka bir alanda yeniden kullanabileceğ iniz değerli bir parçadır. Bir çok kişinin şaşkın ve hayranlık dolu bakışları altında siz var olan kaynaklardan yeni ve orjinal kavramlar, fikirler, olgular yaratırsınız. Teknik yaklaşımınız, rahatlıkla eksik yapılan işleri hemen görmenizi sağlar. Bu başkalarında kendilerini savunma ihtiyacı doğurabilir ve sizi aşırı ciddi olmakla suçlayabilirler. Genelde bir hata yapıldığında siz bunu farkeden ilk kişi olduğunuz için insanlar sizden çekinmeye başlayabilir. Fazla hareketin olmadığı bir ortamda özellikle dikkatli olun. Yeniliklerin olmadığı bir ortamda kendinizi değişmez bir döngü içinde hissedebilir ve mutsuzluk yaşayabilirsiniz. Başkaları sizi negatif, mızmız yada sorun arayan birisi olarak görebilir. Gerçekte siz aslında sadece kayıpsınız ve ne istediğinizi bulmaya çalışıyorsunuz. Eğer sarıyı portakal renginden daha çok seviyorsanız, kişisel gelişiminiz başkaları ile olan ilişkilerinizden daha önemli demektir. Eğer portakal rengini sarıdan daha çok seviyorsanız, başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarınızdan daha önce düşünüyorsunuz demektir.


MAVİ VE YEŞİL: Güven Uyandıranlar

Siz başkalarına yardım etmekten ve destek olmaktan zevk alıyorsunuz. Limitsiz merakınız gerçekten ne düşündüklerini söylemeleri için insanlara ortam yaratıyor. Siz karşınızdaki kişinin hayallerini görebiliyor ve gerçek ihtiyaçlarına duyarlı olabiliyorsunuz. Onlara kendi yeteneklerine güvenmeleri için gerek duydukları öz güveni veriyorsunuz. İnsanların kendilerini önemli hissetmelerini istiyorsunuz ve bunu dinleyerek sağlıyorsunuz. Başlangıçta ortama uyum sağlamaya ihtiyacınız var. Başkaları sizin onlar gibi olduğunuza inanmalılar. Sonra gerçek karakteriniz ortaya çıkmaya başlıyor. Bu durumda insanlar bildiklerini zannettikleri bu yeni kişiye uyum sağlamaya çalışırlar. Bu özelliğiniz yüzünden bazen ihtiyaçlarınıza cevap vermeyen durumları yada ilişkileri kendinize çekersiniz. Siz dikkatle dinleyen birisiniz. Başka insanların ne hissettiğini bilmek istersiniz. Bu yetenek sizin müziği ve yabancı dilleri daha iyi duymanızı sağlar. Eğer imkanlarınız varsa bir müzik aleti çalabilir yada kendi diliniz dahil başka dilleri fazla aksan olmadan konuşabilirsiniz. Düşünce ve duyguları açık olarak ifade edebilirsiniz. Aşırı ciddi olduğunuzda yada fazla rahat hissettiğinizde kişisel gelişiminizi ihmal etmeye başlarsınız. Ne istediğinizden ve ne beklediğinizden emin olun. Böylece başkaları sizin ihtiyaçlarınızı nasıl karşılayacakları nı bilirler ve yaşamınız daha keyifli bir hal alır. Eğer maviyi yeşilden daha çok seviyorsanız, kariyeriniz yada kişisel hedefleriniz sizin için birinci sırada demektir. İlişkileriniz hayallerinize uyum göstermek zorundadır. Eğer yeşili maviden daha çok seviyorsanız, başkalarının hayallerine destek olmaya daha çok önem veriyorsunuz ve kendinizi ikinci plana atıyorsunuz demektir.


MAVİ VE MOR: Düşünenler

Siz oluşumu incelersiniz. Bir şeyin neden var olduğunu bilmeye ihtiyaç duyarsınız. Bulduğunuz sonuçlar sizin büyük resmi görmenizi sağlar. Neye ihtiyaç olduğunu bulma kabiliyetiniz sizin olayları iyileştirmenizi sağlar. Geleceğe yoğunlaşarak, fikirler ve olaylar sanki olmuş bitmiş gibi düşünebilirsiniz. Siz gelecekteki dünyada yaşarsınız. Bu kafanızda ki bir resimdir. Siz insanların motivasyonunu ve sebep-sonuç ilişkilerini anlayabildiğiniz zaman perfomansınızın en üstünü yaşarsınız. Sürekli hareket planı hazırlamak için kafanızın içinde olayları kategorize ediyorsunuz. Bu planlar olmadan organize olmak sizin için çok zordur. Zaman zaman gündüz hayal kurarak geçiren bir insan haline gelebilirsiniz. Siz yol açan öncüsünüz. Yeni fikirleri ve yapıları geliştirmeye karar verdiğiniz zaman büyük keyif alırsınız. Fikirleri kafanızın içinde gerçeğe dönüştürmek ihtirasınızın artmasını sağlar. İnancınız güçlü olduğu zaman, gerçeklere bakmadan olayları üstlenebilirsiniz. Kendiniz ve başkaları hakkında geliştireceğiniz yanlış ön yargılar sizi ortamın dışına sürükleyebilir. Sürekli yeni bir şeyler yapma ihtiyacınız sizin hazırda yapmış olduklarınızı takdir etmenize engel olabilir. Kafanızın içinde çok fazla resim olması yaşamınızı zorlaştırabilir. Diğer insanlar ve olaylar size yetişemeyebilir. Farkında olmadan çevrenizden ve kendinizden imkansızı istemeye başlayabilirsiniz. Eğer maviyi mordan daha fazla seviyorsanız, kendi hayallerinizi ilişkilerinizden daha ön planda tutuyorsunuz demektir. Eğer moru maviden daha çok seviyorsanız, ilişkilerinizde nasıl güçlü olabileceğinize daha çok ilgi duyuyorsunuz demektir.


MAVİ VE TURUNCU: Yapıcılar

Siz heyecanlı bir yaşam bekliyorsunuz. Bunu çift karakteriniz ile başarıyorsunuz. Bir dakika yeni bir ev tipi yapmak isteyen yaratıcı ve özgür düşünen birisisiniz, ikinci dakika da ise tarzınızı değiştirip niye bir insanın böyle bir fikri ortaya savunabileceğ ini sorgulayan geleneksel bir eleştirmen oluverirsiniz. Siz sosyal bir muammasınız. Merakınız pek çok farklı kesimden kişiler ile iletişim kurmanızı sağlar. Siz bu ortamlarda gelişip serpilirsiniz. Partilerde eğlenceli kişilerden biri sizsinizdir. Arkadaşlarınız pek çok farklı ortamdan gelen ve farklı ilgi alanları olan insanlardan oluşur. Bazen durup kendinize şaşırırsınız; sürekli bu çılgınlıkları kendinize nasıl çektiğinizi düşünürsünüz. Fakat içten içe bilirsiniz ki aşırı tek düzelik kişinin gelişimini durdurur ve siz kesinlikle tek düze bir ortamda bulunamazsınız. Dünyanın size ihtiyacı olduğuna inanmak istersiniz. Çoğu kez kontrolünüzün olmadığı sosyal konular üzerinde düşünüp bir anlam çıkarmaya çalışırsınız. Sonunda ise boşa harcadığınız zamandan yorgun düşmüş ve duygusal olarak çökmüş hissedersiniz. Anlamanız gerek ki dünya hiç bir zaman istediğiniz gibi mükemmel bir ortam olmayacak. Bir insan ancak bir yere kadar olayları kontrol edebilir. Zaman içinde göreceksiniz ki kontrol edemediğiniz sosyal kavramlar üzerinde enerjinizi harcamak yerine kendi çevrenize ve yaşamınıza konsantre olursanız çok daha etkili değişimler gerçekleştirebilirsin iz. Bir iş yaparken amaca ve hedefe tüm varlığınızı veremiyorsanı z başarılı olmanız mümkün değildir. Bütün kalbiniz ile girişmiyorsanı z o işi bırakın ve bir sonrakine geçin. Siz yeni bir şeyler yapmak, kurmak, üretmek ihtiyacındasını z, eğer bu imkan elinizde yoksa mutsuz olmanız kaçınılmazdır. Eğer maviyi portakal renginden daha çok seviyorsanız, bir işi önce nasıl yapacağınızı düşünür sonra planınızı gözden geçirip hatalarını incelersiniz. Eğer portakal rengini maviden daha çok seviyorsanız, anlık heyecanlara kapılıp planlarınızı unutmanız çok kolaydır.


KIRMIZI VE YEŞİL: Kaynak Yöneticileri

Pratik ve insanlara değer veren bir yapınız var. Başkalarına yaşamlarında daha anlamlı ve değerli aşamalar katetmeleri için yardımcı olursunuz. Hiç kimse sizi kandıramaz. Siz dinamik birisiniz ve herkesin ne yaptığını yada amaçladığını çok iyi bilirsiniz. Neyin önemli olduğunu bilmenizi sağlayan özel bir yeteneğiniz vardır. Bir öğretmen yada ebeveyn gibi insanların yaşamlarını daha iyi nasıl yapabileceklerini düşünürsünüz. Siz en çok elinizdeki kaynakların nasıl kullanılacağını idare ettiğinizde başarılı olursunuz. Başlangıçta çok eğitmek amacı ile başlamanıza rağmen daha sonra aşırı otoriter olabilirsiniz. Hatta aşırıya kaçıp patronluk taslayabilirsiniz. Ne yazık ki orta dereceniz yok, ya eğiticisiniz yada otoritersiniz. Bu durum çevrenizdeki insanların kafasını karıştırabilir. İnsanlar patronluk tasladığınızda bile insanların iyiliğini düşündüğünüzü her zaman farkedemeyebilirler . Üzgün olduğunuzda, baskı altında kaldığınızda yada sarhoş olduğunuzda kırmızı rengini simgeleyen tarafınızı ortaya çıkarırsınız. Yeşilin sakinleştiren etkisi olmadan aşırı davranışlarınız ile dostlarınızı oldukça şaşırtabilirsiniz. Eğer yeşili kırmızıdan daha çok seviyorsanız bu karakter daha bile çarpıcıdır. Eğer çevrenizdekiler bu süreçlerden birinde size farklı davranmaya kalkarsa bunun nedeni muhtemelen sizi tanıyamadıkları içindir. Eğer kırmızıyı yeşilden daha çok seviyorsanız, başkalarından önce bir hedefin başarılması için nelerin yapılması gerektiğine önem verirsiniz. Bu yapınız sizin kendinize güvenmenizi ve direk olmanızı sağlar Eğer yeşili kırmızıdan daha çok seviyorsanız, destekleyici yanınız ön plana çıkar ve öncelikle enerjinizi başkalarının ihtiyaçlarına yönlendirirsiniz.


KIRMIZI VE MOR: Birleştiriciler

Siz olayların duygusal yanları ile gerçekleri birleştirmeyi seversiniz. Bir olay olduğunda önce durumu analiz edersiniz, saçmalıkları bir tarafa atar ve insanları bir araya getirerek durumun düzelmesini sağlamaya çalışırsınız. Başkaları sizin düzene olan ihtiyacınızı aşırı ciddi olarak görür. Siz başkalarına fikir verirken yada açık açık düşüncelerinizi söylerken en başarılı olursunuz. Başkalarına destek olmak kendinizi iyi hissetmenizi sağlar. Vücut diliniz insanları size çeker. Merakınız hareket yaratır. Siz seksi bir insansınız. Yeni olgular sizi heyecanlandırı r ve yeniden canlanmanızı sağlar. Fakat aynı zamanda yenilikler yapmanız gerekenleri bitirmenize engel olabilir. Ertelemeyin. .. heyecanınız sönmeden önce işlerinizi bitirmeye çalışın. Olayların ve insanların göründükleri gibi olduğunu bilmeye ihtiyacınız vardır. Bu yapınız özellikle kötü bir ruh hali içinde olduğunuzda daha belirginleşir. Çevrenizi kontrol eden bir yapıya bürünürsünüz. Bazen olayların sadece negatif yanlarını görürsünüz. Böyle durumlarda öylesine kuşkucu ve aşırı analitik olursunuz ki herkesin moralini bozabilirsiniz. Duygularınızı ve davranışlarınızı çalışan bir plan ile birleştirmeye ihtiyacınız vardır. Yoksa geleceğinizi yönlendirmek sizin için çok zor bir hal alacaktır. Eğer kırmızıyı mordan daha çok seviyorsanız, en popüler insan olmaktansa işlerin doğru şekilde yürümesine daha çok ilgi duyarsınız. Sözlerinizin sonuçlarını düşünmeden konuşma eğilimindesiniz. Eğer moru kırmızıdan daha çok seviyorsanız, insanların tepkilerine çok önem veriyorsunuz demektir. İstediğinizi almak için cazibenizi ve çekiciliğinizi kullanırsınız.


KIRMIZI VE TURUNCU: İnsancıllar

Siz bireyselliğe saygı duyarsınız. Siz kendi yolunuzda yürümeye ve kendi düşüncelerinizi özür dilemeden açıkca konuşmaya inanırsınız. Eğer birisi çizgisini aşarsa sessiz kalmazsınız. Koşulsuz sevgi arıyorsunuz ve insanların herhangi bir kısıtlama, utanç yada korku olmadan kendilerini ifade edebilecekleri bir ortam yaratmayı ümit ediyorsunuz. Kendinize yakın bulduğunuz insanlar ile içten ve samimi ortamlarda bulunmayı seviyorsunuz. En büyük her zaman en iyi olmayabilir sizin için. Küçük şehirler, küçük firmalar ve küçük arkadaş grupları sizin için daha caziptir, sizin kendinizi değerli hissetmenizi sağlarlar. Aksi takdirde aşırı endişeler, geniş çevre, pek çok arkadaş ve hatta karmaşık duygular gerçekleri görme yeteneğinizi yok edebilir. Siz başkaları için neyin çalışmadığını görebilirsiniz. Sonrada hazır olsun veya olmasınlar olduğu gibi gerçeği söylersiniz. Bu açıksözlülük kendisine güveni olmayan insanlar için ürkütücü olabilir ve sizden uzaklaşmalarına yol açabilir. Diğerleri ise sizi güvenilir ve koruyucu olarak görür. İş yapmaya yoğunlaşmış kişiliğiniz sizin duygusal yanınızı saklar. Bu sizin koruma mekanizmanızdı r. Biraz daha açılmalısınız. Zayıflıklarınızı göstermekten çekinmeyin. Tıpkı bir mıknatıs gibi hakettiğiniz sevgiyi ve saygıyı kendinize çekmeye başlayacaksınız. Çünkü insanlar böylece sizi tanıyabilir ve gerçekten hakettiğiniz değeri ancak o zaman verebilir. Eğer kırmızıyı portakal renginden daha çok seviyorsanız, dünyada pozitif bir değişim yapmaya öyle yoğunlaşmış durumdasınız ki ilişkilerinizi ikinci plana atıyorsunuz. Eğer portakal rengini kırmızıdan daha çok seviyorsanız, herkesin iyiliği için olayları tamir eden yada arabuluculuk yapan birisiniz demektir






Fotoğraf



Benim renklerim mavi ve turuncu

02 Ocak 2009

VAZGEÇMEK



İstediklerimizden vazgeçsek ve sadece elimizdekilerle yetinmeye çalışsak; daha az hayal kırıklığı daha fazla mutluluk bulur muyduk acaba?
Bazı hayallerin peşini bırakmak gerekir bazen.
Olmak istediğinle olduğun kişi arasında bir seçim yapmak gerekse hangisinden yana olurdu seçimin?

Elindeki ile yetinir miydin o anda?


***


Gecenin karanlığında penceremde yağmurun bıraktığı deseni seyrederken bunları düşünüyordum. Severek dinlediklerimden “Go Head On” çalıyor fonda ve ben düşünüyorum…

Kendim geldi sonunda kendime.
3 kere vuruşundan anladım.
Açtım kapıyı heyecanla…

Oturduk lafladık biraz

  1. geçmişten
  2. gelecekten
  3. hayallerden

Bazı hayalleri unutmak gerek dedi.
Bazen vazgeçmek.
Ben hiçbir zaman tam anlamıyla vazgeçmedim.
Ama artık vazgeçmeliyim.
Kendim yanına umudu almış.
Hoşuma gitti ışığı. Gülümsetti beni. Öyle güzel hayaller kurdu ki kıskandım. Galiba seveceğim şu umudu. Anlaşacağız sanki. Hatta izin verirse tutunacağım ona. Bazen hayatta bildiğimizden vazgeçip bilmediklerimize sarılmak gerek. Bazen tam anlamıyla vazgeçmek. Kabullenmek…
Yeniden başlamak gerek.
Umutla
Yeni bir yıla...
Yeni bir yaşa...
Yeniden bir aşka…
Başlamak gerek.

Şu anda bana Eva Cassidy, What A Wonderful life ile eşlik ediyor. Ve ben şu an elimdekilerle mutluyum. Bu gece uzun zamandır ilk defa mutlu olduğumu hissediyorum. Bu gece yağmur ilk defa yeşertmek için yağıyor, hissediyorum. İçimde bir umut yeşeriyor artık adını biliyorum.

TESADÜFLERDEN


Kadın inanmak istedi. Adama baktı. İçinde bir şeyler oldu ama tam da adlandıramadı. Üzerinde de durmadı. Bir kez daha adama inanmak istiyordu. Düşünmedi. Sormadı.
Sessizce çıktı evden, vedalaşmadı geri dönmekti niyeti, bakkaldan ekmek almaya gider gibi bir hali vardı.

Apartmanın kapısı büyük bir gürültü ile kapandı ardından. Dönüp baktı istemsizce kafasını yukarı kaldırıp cama baktı. Perdenin arkasındadır dedi kendi kendine. Cesaret edemezdi ortaya çıkmaya. Neye cesaret etmişti ki zaten dedi içinden ve derinden.

Yürüdü yokuş aşağı deniz kokusu geldi burnuna. Ne çok severlerdi Pazar sabahları kentin sokaklarını, ne çok severlerdi boğazı bir uçtan öbür uca yürüme telaşını. Gülümsedi. Bir yağmur eksikti oda tamamlandı dedi koluna düşen ilk damlada. Çantasından yağmurluğunu çıkarttı usul usul giydi. Islanmak ister hali hoşuna gitti.

Beşiktaş’ın kalabalığına karıştı, yağmur şiddetini arttırmıştı. Her zaman yaptığı gibi kitapçıya sığındı. Çok satanlar bölümünden bir kitap seçti. Aklına blogdaki oyun geldi. 51. sayfamıydı sahi…
Açtı kitabı bugünkü falı niyetine 9 yıl 5 ay oldu diye düşündü 113. sayfayı buldu. Saatine baktı 18:10.
18. cümle mi 10. cümle mi diye düşündü ve önce 10. cümleyi okudu:

Onun sadece bedenini değil ruhunu da bulmalısın

Bu oyuna bayıldı. Bedenin burada ama merak ediyorum demişti konuşmasına başlarken ruhun nerede? Ne tesadüf dedi.

18. cümleyi buldu. Yağmur şiddetini artırmıştı. İnsanlar kaçmak için kendisi gibi davranmış ve soluğu kitapçıda almıştı. Etrafındaki kalabalıktan rahatsız oldu. Sağa sola bakındı. İçinde bir sıkıntı vardı. Satırı kaybetti tekrar saydı. 15,16,17, 18:

Ve sadece kafanı rahat ettirmek için söylüyorum: Benim bir sevgilim var.”

Bu da nerden çıktı diye düşündü. Gerçekten bir sevgilisi olabilir miydi? Bu bir oyun dedi. Sonra durdu ya benim fark etmem için ilahi bir tesadüfse tüm olanlar. Evden çıkar çıkmaz yağmur yağması, kitapçıya girmesi, bu kitabı alıp, bu oyunu oynamaya başlaması. Bu satırı seçmesi…
Eve mi dönmeliydi bu lanet yağmurun da dineceği yoktu. Eline telefonun aldı.
Kime gidecekti. Saatine baktı 18:45 .

45. cümleyi bulup oradaki cümleye göre davranmaya karar verdi. Ne de olsa hayat bir oyundu. Saymaya başladı 19,20,21…
Sayfayı çevirdi; sıkıntısı giderek mi artıyordu, kitapçı çok mu kalabalık olmuştu. Devam etti 34,35,36…
Diğer sayfaya geçti 43,44,45:

Sakin ol kalbinin atışını kontrol altına almazsan kalp krizi geçireceksin

***

Sersem gibiydi; kendine geldiğinde bir hastanede olduğunu fark etti. Başında da kocası.
Ne oldu dedi.

“Kalp spazmı geçirmişsin, bir kitapçıda, sonra da bayılmışsın seni buraya getirmişler elinde telefonun varmış son aradığın numaradan bana ulaşmışlar, şimdi iyisin. Doktorlar az sonra evimize gidebileceğimizi söylediler.”

“Kalp spazmı mı?”

“Ama iyisin merak etme, bak ağlayıp kendini yorma. Hayır neden ağlıyorsun ki, tesadüf kalabalık bir yerdeymişsin doktor varmış o müdahale etmiş, hemen de seni buraya getirmiş. Hadi kalk da giydireyim seni, sonra da evimize gidelim. Sana sıcak bir çorba yaparım. Bir şeyin kalmaz. Ne olur ağlama…”

Kadın ağlamıyordu, gözyaşlarına söz geçiremiyordu. İstemsizce akıyordu yaşlar gözünden. İstemsizce yukarı baktığı gibi kafasını kaldırıp son bir kez inanmak istedi kocasına. “Affet beni” dese dedi. Ben inansam ve evimize gitsek. Adam demedi. Anlamadı bile...

“Telefonumu uzatır mısın?
- Alo Ayşe evde misin, bu akşam sen de kalabilir miyim? Yo yo iyiyim. Hayır ağlamıyorum. Sadece eve gitmek istemedim. Gelince anlatırım. Yok yok öyle değil, evet sanırım başka bir kadın var. Yok o söylemedi. Tahmin ediyorum. Ayşe kapatıyorum olanları sana daha sonra anlatacağım. Tamam 1 saate kadar sende olurum. Taksi ile geliyorum. Tamam. Bye”

“Bu da ne demek oluyor şimdi, ne başkası ne… Sen iyice kafayı yedin. İş arkadaşım diyorum, ne yapayım yani kadın bana aşık olduysa…Suç ben de mi? Hem nereden çıkartıyorsun sen benim onunla bir ilişkim olduğunu.”

“Tesadüflerden…”



Not: Yazıyı yazmaya başladığımda karşıma ne çıkacağını bilmiyordum.
Elime Paulo Coelho'nun Zahir kitabını aldım gerisi tamamen tesadüf.


01 Ocak 2009

GÜNAYDIN

GÜNAYDIN

Bu sabah

pencerenizden

sağlık

huzur

sevgi

umut

aşk

hoşgörü

inanç

başarı

girebilmesi için

önce pencerenizi

aralayın

derim

.