Gelmedi içimden bir şey yazmak diye başlamıştım saat 00:00'ı gösterdiğinde... Yazdığım her satırı sildim. Nedensiz bir hüznün yansıması olmasın istedim kelimelerimde. İçimden gelmeyen kelimelerle sahte mutluluk cümleleri kurmak istemedim o gece. Bir şiirimsi ile şımarmak istediğimi belirttim sadece....
36 yılı geride bıraktığımın farkındalığında, yalnızlığımı alıp uzandım yatağıma. Bir arkadaşımın dediği gibi, dişlerimi bardağa koyma yaşımın geldiğini hissedişime gülümsedim. Ruh annem derki, senin içine 50 yaşında bir kadın kaçmış reenkarnasyonunda, tuhaflığın ondan ötürü. Gerçektir belki, bilmem ki...
Bildiğim bir şey var ki, yaşımın ötesinde bir farkındalıkla yaklaşırım olaylara. Düşünürüm hep, çok yaşamakta mı gelir bu halim yoksa çok izlemekten mi hayatı... Ya da bazen bir çocuk oluveririm en safından, şaşırırım hayata ve hatta umursamam bazen...
Yaramaz bir çocuk olmanın bıraktığı izi alnımda taşırım. Elimdeki izse kendime çok kızdığım, kendime nasihat niyetine bıraktığımdır.
İlk aşkımı 17-18 yaşlarında yaşadım, sonuncusunda 25 yaşımdaydım... Hiç bitmeyecek gibi sevdim. 5 yıl sürdü ilki, ikincisi 10 yıl...
Dostumdu üniversitedeki sevgilim, yakışmayan bir sonla bitirdiğim. Sonrasında denedim bir kaç adamla ama ya adam bana uymadı ya da ben adama. Evlendim en büyük aşkımla... Olunla ölürüm dedim ya da onsuz kalırsam, onsuzum şimdi ama yaşıyorum hala. Hiç sevmedim yalnızlığı ve hiç sevemedim yalnız kalmaları. En büyük korkumdu yalnızlık, şimdilerde sıkça konuştuğum.
Arkadaşlarım oldu ve öğrencilerim... Dostum var ve bir abim sonradan edindiğim, hiç hayatımdan çıkmasınlar istediğim. Erken kaybettim sevdiklerimi, teyzemi, dayımı, dedemi, ninemi ve annanemi... Hiç tanımadım annemin babasını...
Herkesin "sen iyi bir anne olursun" demesine karşın, hep korktum o sorumluluğu almaktan. Belki yaramaz bir çocuk olmamdan belki annemle babam kadar iyi olamayacağımdan... Abla olmayı çok istememe rağmen bana abilik yapan bir kardeşim oldu sonunda...
Hiç bir şey şaşırtmaz dememeli insan, bir gün hiç tanımadığın insanları yakınında, yanıbaşında hissedebilirsin deseler olmaz derdim ama demem bugünden sonra.
gelmeyeceğini bilsem de bekliyorum nedensizce şarkımızı dinliyorum gecenin sessizliğinde bir sigara yakıyorum yataktayım kızarsın biliyorum ama bu gece böyle olsun istiyorum ne de olsa doğumgünüm şımarmak istiyorum sabah yataktan kalkıyorum portakal sıkıyorum bir tost yapıyorum bir tepsiye koyuyorum hazırladıklarımı bir frezya dalı koyuyorum ince beyaz bir vazoya bir kart yazıyorum kendime geliyorum yatak odasına uzanıyorum yatağıma alıyorum tepsiyi kucağıma biliyorum kızarsın sen ama bugün benim doğumgünüm şımarmak istiyorum kahvaltım bitince giriyorum duşa ılık sularla yıkıyorum kendimi en güzel kokulu duş jeliyle köpük köpük yapıyorum tenimi nasıl şımarıyorum duşta şarkılar söylüyorum sesimin en mutlu tonunda sarınıyorum bornozuma gidip salonun orta yerinndeki koltuğuma uzanıyorum umarsızca uyuyup kalıyorum oracıkta telefonlarım çalıyor ısrarla uyanmıyorum kapıma dayanıyor dostlar açamıyorum bir rüyadayım içinde senin olduğun hiç ama hiç uyanmak istemiyorum Lyambiko çalıyor fonda sesinin tınısında sesini buluyorum
bugün benim doğumgünüm sen gelip beni şımart istiyorum söyle hayat çok şey mi istiyorum...
Oldum olası sevmem uyumayı. Annem anlatır, çocukken eve gelen misafirleri ne yapar ne eder sabahın köründe uyandırırmışım bin bir tembihe rağmen. Ben günü yaşamayı severim. Işığı, güneşin yaydığı enerjiyi severim. Yeterince almalıyım günün bana verdiklerini. Umudu, yaşama sevincini…Umudunuz hiç solmasın, yüzünüz hep ışıkla aydınlansın…
Yazmışım 2006 yılının Ocak ayının 22. gününe denk gelen postuna. Ve canım kardeşim ilk ve tek yorumunu o yazı üzerine yazmış bana. Çok özledim. Okudum yazdıklarını paylaşmak istedim Konuk Yazar köşesinde.
Kendisi kendi kaderini çizen bir çocuktur aslında ve babamın-annemin kendi kaderlerini çizerken ki disiplini sadece ona yansımıştır genlerin taşınması sırasında. Bildim bileli uzaklardadır, bildim bileli özlerim ben onu. Akıllıdır. Duygusaldır. Candır. Çok güldürür beni. Sevmez hakkında konuşulmasını, acaip bir şey olur duyunca. Kızar falan bize. Ama napalım çok konuşulası, iyi konuşulası, çok sevilesi bir çocuk o... Ailecek özler, severiz kendisini...
Üniversite dergisine yazdığı yazısı jüriden geçmemiş olsa da derginin editörü olarak seçilmiş benim canım. Kendi yorumu da şu olmuş anneme “Sonradan okudum da çok sıkıcı olmuş valla.” Öperim onu ben, kutlarım çok. Bir de çok severim, deliler gibi özlerim.
Sizi onun bana yazdığı yorum ile baş başa bırakırım, ben bu arada sesini duymak için telefona sarılırım.
Bu yazı üzerine ben de bir şeyler yazayım bari. Sevgili ablamın dediklerine her ne kadar katılsam da, kendimi "geceleri" savunma ihtiyacı içinde hissettim. Gece neden güzeldir?Bir kere karanlıktır gece. Aydınlatmak istediğini aydınlatır, gerisine karışmazsın. Canin isterse hiçbir şey yakmaz karanlıkta oturursun. Gündüz hiç öyle midir? Her türlü inisiyatifi elinden alır, aydın ve ışıkta olmaktan başka çaren yoktur. Seçim özgürlüğünü kısıtlar.Benim yıldızlarla herhangi bir platonik veya romantik bir bağım olmamasına rağmen onları güneşe tercih ederim. En azından güneşin o despot hükümdarlığı yoktur gecede. Binlerce yıldız istediği gibi yanıp söner, hem de güneşten çok daha uzakta.
Ablam bilir, ben de küçükken herkesin kalkmasını isterdim. Ama öyle "kalksınlar, günü yaşasınlar, bak ne güzel güneş lay lay lom" diye değil de, can sıkıntısından patlamamak için. Şimdi biraz deisti bakış açım. Geceleri (ama saat 9, 10 değil benim bahsettiğim, bayağı gece, öyle aksam makşam değil yani) pek kimse olmaz etrafta, sokakta az kişi gezer; evdeysen yatmıştır ev ahalisi kesin. Sonra istediğin kadar otur gece senin! Az kişiyle paylaşırsın, tabii milletin isi gücü var uyur. Bırak onlar kapışsın günü gece sana kalsın. Sonra sabahın ilk ışıklarını kaçırmaktan falan korkuyorsan, otur sabaha kadar kim tutar seni! Seyret sevgili güneşi, sonra ona nazire yaparcasına "oh bu kadar yetti, bana müsaade, hadi size iyi günler" deyip, güneşe naz yaparak salına salına odana çekil, devir kafayı. Sonra güneş istediği kadar yollasın ışınlarını, seni rahatsız etmesi mümkün değil garibanın, kendini boşuna hedere etsin dursun artık.
Benim bir de şahsi sebeplerim vardır. En önemlisini yazayım ve bitireyim. Güneşi pek sevmem. Bütün yıl karanlıkta oturmak istemem tabi ki de, bana güneş batar. Yazın öğle saatlerinde mümkün değil adim atmam dışarı. Sıcak basar, kurdeşen dökerim. Hakikaten sinirim bozulur karakterim değişir, nemrut ve çekilmez olurum (sanki nemrut çok çekilir bir şeymiş gibi, neyse...). Yani esin dostun ziyan olmaması için benim güneşle çok sık bire bir kalmam engellenmelidir. Alışverişe, gezmeye, hatta denize bile gitmem.
Amma çok yazdım. Yeter. İşe döneyim. Zaten uykum var, gece gene oturdum saat kaça kadar. Manyak mıyım neyim!
Abla Notu 1 : Hafif bir manyaklık var kabul etmek lazım...
Abla Notu 2 : Aradım yazıyı yayına verdikten sonra kardeşi... Çok güldürdün gene beni... Ama çok... Gözümden yaş geldi ve hatta boğuluyordum bir ara.
Baharda güneşli bir günde ilk merhabam hayata. Sevmem ben güneşsiz günleri. İlk olsun son olsun ama illa ki bahar olsun isterim. Hüzün kaplar bedenimi. Yüreğim çoktandır alışık bu duruma. Bazen düşünüyorum da galiba seviyorum ben bu ruh halimi. Hafif melankolik bi o kadar deli. İçinde garip bir mutluluk gizli. Öyle büyük şeylere ihtiyaç duymayan, küçük şeylerden mutlu olan bir kız çocuğunun farkındalık hali.
***
Haberini aldım gelmişsin buralara. Yolun düşmüş yani. Uğramamışsın, olsun. Aramamışsın ona da eyvallah. Hiç mi özlemedin diye düşünmedim desem yalan olur. Belki özledin belki de çok özledin de ondandır arayıp soramayışın. Arasam mı acaba ? Merhaba desem mi ? Ama bahar değil ki şimdi. SÖYLE NASIL UMUTLANAYIM ÖZLEYİŞİNE Ben hüzünlerdeyim. Karanlıklar içinde kendi yalnızlığımla boğuşuyorum Sonra yalnızlığımı kırpıp kırpıp havaya savuruyorum. Elime düşen bir damla yaş. Havaya bakıyorum
öyle karanlık
öyle ürkütücü
biliyorum yağmur yağmayacak bu gece.
İlk damla değil içime düşen FARKINDAYIM. Ama devamı gelecek, başımın üstünde kara bir bulut, gelip yüreğimi ıslatacak bu gece.
Başımı hemen önüme eğip hızlı adımlarla arkama bakmadan yürüyorum. Sonra aniden sanki şaşırtmak ister gibi kendimi; durup dönüyorum. Herşey aynı. Aynı hüzün, aynı yüz, aynı yürek, aynı bekleyiş...
KORKUYORUM
Aniden uyanıyorum. Ayağa kalkıyorum. Bir düş gördüm diyorum kendi kendime. Hey sana diyorum: İnanabiliyor musun bir düş gördüm ikimize dair.
Yokuştan iniyoruz beraber. Yetişmeye çalıştığımız bir kalabalık var. Hadi diyorum geç kalacağız. Gülümsüyorsun. Çok geç kaldık diyorsun.
Uyanıyorum. Kafam karışıyor. Aynaya bakıyorum. Ben ben değilim o anda. Zorluyorum ama kendimi göremiyorum.
Sana dönüyorum Usul usul yaklaştıkça, Seni Re(i)simleştiriyorum Sen bensin Ben koskocaman bir boşluk.
Biliyorum ben o köprüyü geçemeyeceğim bu günlerde. Neden diye soran olursa cevabı basit; bahar hala gelmedi bizim buralara...
Baharı silip, umut yazıyorum yerine... Sonra bir daha silip aşk yazıyorum... Bir kez daha silip sen yazıyorum... Olmuyor hiçbiri o boşluğu doldurmuyor.
Cümleyi değiştiriyorum sonunda; Biliyorum ben o köprüyü geçemeyeceğim bu günlerde... Neden diye soran olursa cevabı basit:
ÖNCELEYİN Önce bir ellerin vardı yalnızlığımla benim aramda Sonra birden kapılar açılıverdi ardına kadar Sonra yüzün onun ardından gözlerin dudakların Sonra her şey çıkıp geldi Bir korkusuzluk aldı yürüdü çevremizde Sen çıkardın utancını duvara astın Ben masanın üstüne koydum kuralları Her şey işte böyle oldu önce Cemal Süreya
HATIRLAMAZSIN TABİ NE BENİ NE DE KENDİNİ NE İLK KARŞILAŞMAMIZI NE BİRBİRİMİZE TUTKUYLA GÜLÜMSEMEMİZİ KAHRAMANIMDIN SEN BENİM EN Bİ KADININDIM BEN SENİN AMA SUÇLUYDUN İŞTE FARK EDİNCE AFFEDEMEYECEĞİNİ KENDİNİ KAPATTIN KAPILARI TEK TEK ÜSTÜME AMA NE OLDU BİLİYOR MUSUN? KAPATTIĞIN KAPILARI TEK TEK ARALIYORUM ŞİMDİLERDE GÜNEŞ GİRDİ İÇERİ. ÜRPERDİM ÖNCELERİ FARK EDİNCE ÜRKEKLİĞİMİ SESLENDİ UZAKLARDAN BİRİ:
Zemheri gelmiş senin yüreğine arada güneş açsa da bahara uzak düşmüşsün işte. Benim güneşim bazen salak saçma çalışır ama ne zaman istersen senin olabilir
Kadın sabahın ilk ışıklarına gülümseyerek MERHABA dedi. Yeni bir gün başlıyordu gene. 63 yıldır hep umutla kalkardı yataktan da sonra ne olurdu bilemezdi. Gün uzarken geceye umut da onla mı giderdi anlayamazdı.
Kontrol günüydü bugün. Sevmezdi kontrol günlerini. 10 yıl önce kalbi teklediğinde “doktor üzmeyeceksin bu kalbi, canın sıkılmayacak ona buna, dikkat edeceksin. Seni sevenlerle mutlu olduklarında beraber olacak gerisinden uzak duracaksın" demişti.
Daha 40’larında bile yoktu doktoru. Önemli başarılara imza atmış yakışıklı bekar bir adamdı. Ne de çok kızmıştı genç doktora. Ne yaşadın ki sen diyecek oldu, sustu. Ne çok korkmuştu ölümden o gün.
Kızı daha yeni evlenmişti. Torunun göremeyecek miydi? Damadı sevememişti. Bir zeka pırıltısı yoktu genç delikanlının bakışlarında. Durgun bir hali vardı, kendisi ancak pişmemiş sarımsak yer tansiyonu düşer ve bu kadar durgun olurdu. Ama kızı sevmişti genç adamı. Evlendikleri gün de aynı temennide bulunmuştu.
Yeter ki mutlu olsunlardı. Heyecanlarına yenik düştüğü 30’lu 40’lı yaşlarını anımsadı. Ne hareketliydi. Ne neşeli. Düşer düşer ayağa kalkardı. Şimdi öyle miydi? Ne de olsa kaç yangın geçti bu yürekten kaç yara aldı ruhum diye düşündü. Arkadaşlıkları, para sıkıntıları, sosyal çevresi, ailesi, kız kardeşi, çocukları, eşi, abisi... Kimler kimleri çağrıştırdı. Radyoda çalan şarkı ile kadın hayallere daldı.
Beni benimle bırak giderken Başka bir şey istemem ayrılırken Bana bir tek beni bırak ne olur Gerisi senin olsun ... Sanma ki senden senin uğrana verdiklerimden Geriye bir şey isterim sen ayrılırken Sanma ki senin için yaptıklarımın Hesabı sorulacaktır senden
Kim kimin için yazmıştı acaba diye düşündü. Bu şarkıyı bilmezden önce kendisine yazılan cümleyi hatırladı. Gözyaşına karşılık yazılan o uzun mektuptan arda kalan tek cümleyi
Beni bana bırak ben seni sana bıraktım.
Adamı düşündü, biliyor muydu acaba bu şarkı sözünü. Kendisi ile konuştuğunu fark etti: “aslında hepimiz insanız aynı duygularla yoğruluyor aynı hislerle boğuşuyoruz.”
"Beni bana bırak ben seni sana bıraktım. " demişti adam giderken...
Oysa adam onu alsın kendine götürsün istemişti de diyememişti adam kapıyı kapatırken.
Özdemir Asaf'ın da dediği gibi.
NOKTASIZ Biri gelir sorarsa Sana beni sorarsa Gitti der misin Gittiğimi söyler misin Gidiyorum ben sana Benimle gider misin.
Adamı gülümseyerek düşünmesi kadını düşündürdü. Yaşanmışlıklarına sığdırdıkları duygular gelince aklına, gözyaşına söz dinletemedi. Adam en çok buna kırılmıştı, incilerini adamın yüreğine bu kadar kolay bırakıvermesine. Ağlamazdı adam. Öfkeye dönüşürdü gözyaşları. Sevmezdi hüznünü paylaşmayı. Saklardı kendini kendine, hüzün yüreğine hapsolurdu. Adamı hiç öyle görmemişti hatta düşünmemişti. Kadın şiirleri ezbere bilmezdi, baş ucu kitabı yapar fal bakardı şiirlerden kendine.
AĞLAMAK Ağlamak Unutmak kadar kolaydır inan Sevin ağlayabiliyorsan Sevin ağlıyorsan Gül ağlayabiliyorum diye Gül ağlıyorum ağlaıyorum diye Sana bir şey yapamam Ağlayamıyorsan
Heybetli bir adamdı. Güzel bir yüzü kocaman elleri vardı. Kendi ellerine bir daha baktı. Sahi ne de küçük kalmıştı elleri adamın avucunda. Gülümsedi. Ellerini severdi kadın. Tırnaklarını. Kırışlıklarına baktı. Kum tanelerini tutmaya çalışırken ki hallerini anımsadı. Nasıl da güçlü, nasıl da inatçı elleri vardı. Şarkı sözlerini mırıldanırken, Kum tanelerinin bıraktığı kırışıklıklara baktı.
Beni benimle bırak giderken
Başka bir şey istemem ayrılırken
Bana bir tek beni bırak ne olur
Gerisi senin olsun
Adamın zekasına bir kez daha hayran kaldı. Ne de olsa ya ayrılmayacak ya da rakip olacaklardı. Adam son hamlesini çok zekice yapmıştı. Zaten aşık olduğu zekası değil miydi? Nasıl da ustaca ve bilgece cevaplar verirdi bana diye düşündü. Nasıl da zorlardı beni. Zaten en çok da zorlayışını sevmişti.
Gözünde bir anı belirdi yüzünde bir gülümse. Utandı bu yaşta adamla uyanışına. Bedeninin o günkü gibi yanışına. Adamın koca ellerini hissedişine. O ellerin bedenini sarışını hatırlayışına öfkelendi. Nasıl da izin vermişti. Hayat dedi nereden alıyor nereye getiriyor. Hayal koridorlarında yolculuğu devam ederken radyoda anons geçti. Saat 9 haberlerine kulak kabarttı. Bu memleketin hali giderek kötülüyor dedi. Güne geç kalmanın heyecanıyla yataktan kalktı az sonra torunu gelecekti. Allahtan torunu kendisi gibi hareketliydi, zekası gözlerinden fışkırıyordu. Şimdi fırtına gibi içeri girer
“Anane sadece bu kadar mı hazırlık yaptın” diye azarlardı. Sonra kucağına atlar. Sımsıkı sarılırdı. "Özledim seni, kokunu" derdi öperdi. Kokuya önem verirdi. Daha küçücüktü "Ananen nasıl kokuyor" diyenlere "Temiz" derdi. Duştan çıktı kapı çaldı. Derken başladı yaşam kendi rutininde dönmeye. Kahvaltı masası günün telaşını yaşarken, kadın şarkısını mırıldandı.
Beni benimle bırak giderken Başka bir şey istemem sen ayrılırken Bana bir tek beni bırak ne olur Gerisi senin olsun Senin olsun
KALAN Bir şey kaldı gecelerden birinde Senden. Öncesinde bilinmemiş birşey, Silinmez bir ses gibi giden.. Kelimelerden büyük, kelimelerin içinde, Bir şey kaldı senden Yaşamalar'ın arasında kaçamaklı. Veriliş rengi başka, alınış rengi başka.. Söylemeye vakit kalmadan Dudakların altına bırakılmış bir şey. Karanlıkların tam ortasında bir kırmızı nokta.. Gözlerce pırıl pırıl, ellerce saklı. Bir şey kaldı, bir denizin kıyısında senden, Bakışlarla yüklü, söylemelerle sessiz.. Seninle dolu, seninle sensiz bir şey.. Arandıkça bulunmamış yıllar yılı, Bulundukça aramaklı.
Yazıp sildiğin kaçıncı başlangıç bu. Daha kaç kez sonunu görmeden baştan sileceksin. Sonra da benim kaderim bu diyeceksin. Söylesene, sen devam etmek istemezsen, sen bir yanlışlık var dersen, sen sonunu merak etmezsen, o sonu değiştirmek istemezsen yazılır mı hikayeler.
Sen masallara inandın diye, hep mutlu olmak zorunda değil ki sonu. Bir kere mutlu olmadı diye, masallara kulakları tıkamak niye. Daha ne kadar kapatacaksın kapılarını senin dışındaki evrene söylesene. Kapını her çaldıklarında arka odalara kaçmalarda neyin nesi? Yakışıyor mu sana?
Her insan kendi masalını kendi yaratır ve kendi kahramanlarını kendisi belirler unutma. Sen prenses olmak istersen ve bir prens tarafından uyandırılmaksa niyetin, masal aynı cümle ile başlamasa da benzer bir cümle ile bitebilir sonunda.
Sen istersen...
- İSTEMEM
O zaman başkalarına bel bağlama. Sen istemedikten sonra onların yapacakları birşey kalmıyor, anla artık ve devam et kendi kurguladığın yalnızlık masalına... ve en önemlisi mutlu olmayı öğren seçtiğin masalda.
_______________________________
Kırmızı Günlük, Prenses'e yazmış bugün, yazdığım yorumdan sonra aklıma takıldı hem prenses olmak istemeyeceksin hem de olamadım diye üzüleceksin. Olacak iş mi yani?
Yazma artık dedi... Neden ki dedim. Kendini tekrarlıyorsun dedi. Hayat kendini tekrarlar dedim. Durdum, düşümdüm... Ve sordum:
- Bir adam çıktığında karşına, ilk gördüğün de etkilendin varsayalım...
- Eeee..
- E'si, heyecanlanır mısın?
- Haliyle...
- Bu her seferinde benzer midir?
- Benzerdir...
- Kendini tekrarlarsın aslında... Daha basit bir örnek vereğim; sabahları kahvatı eder misin?
- Ederim... de sen bana salak muamelesi yapma istersen, öyle basit falan... Her sabah kahvaltı etmeden çıkmam evden...
- Off, ben anlatamayacağım için tercih basit canım. Kendini tekrarlarsın yani...
- Hayır canım ne alakası var. Bazı sabahlar çeşitleri değiştiririm. Zeytin yemem ya da yumurta... Bazı sabahlar sadecce börek yerim mesala yanında çayla... Bazı sabahlar protakal suyu içerim sadece...
- Ne niyetine?
- Adam demek isterdim de bildiğin üzere kahvaltı...
- Ya bir baştan çıkartma adamı, ciddi bir şeye odaklanıyorum gecenin şu saatinde... Ne diyordum, kahvaltı... Kahvaltı niyetine sadece tercihlerin değişir ama kendini her sabah uyandığında tekrarlarsın. Ben de kadın erkek hikayeleri yazıyorum, kendini tekralamak bundan ibaret aslında. Kelime tercihlerim ise o sabah ki isteğime bağlı, bazen ballı ekmek yiyorum bazen acı bir zeytin denk geliyor kaderime. Tercihlerim oluyor benim de... Canım süt içmek istiyor sadece ya da gidip bir pastanede alıyorum soluğu. Ama her sabah kahvaltı etmeyi seviyorum kendi canımın istediğince.
- Nasıl beceriyorsun bunu?
- Neyi?
- Kelimelerle oynamayı... Kendini tekrarlamak derken ben hep aynı konuları yazıyorsun demek istedim aslında...
- Tam da aksine hep aynı konuyu yazıyorum ben. Bak şimdi ne yazmışm ben kendimi tanıtma kısmında: "Adam ve kadın hikâyeleri yazıyorum, geçmişe, geleceğe ve ana dair. Yüreğimden geçen en çok onlar…" Bu meselenin kahvahtı etmeden sokağa çıkmam kısmı.
Sonra ne demişim: "Yaşama dair notlarım da var aralarda hayata çivi niyetine çaktığım. "Bu kahvaltıda bazı sabahlar yumurtayı tercih ettiğimin bir göstergesi. Anlatabildin mi nasıl dolaşıp geldiğimi?
- Alemsin valla... "Çiviler batar bazen ayağıma bir serzeniş olur kelimelerim." de o sabah zeytini yağlayıp, kekiklemek olsa gerek bu durumda.
- Dalga geçmiyorsan, evet aslında tam da anlatmak istediğim bu. hayat tekralar kendini. Tekrarlarken değişenler olur elbet: kelimelerin anlamı, söylenişin şekli, acının, sevincin, aşkın, tutkunun şiddeti... Ama öz değişmez. Niyet kahvaltı etmektir. Kahvaltı etmeden evden çıkmamamak bir prensiptir. şekil değişir zamanla öz aynı kalır insanda.
- Anladım yazacaksın sen inatla...
- İnatla???
- Yani her sabah kahvaltı etmek gibi ya...
- Keyifle yazıyorum ben her seferinde... Kelimelerle oynuyorum, aynı şeyleri farklı farklı kelimelerle dile getirmeyi seviyorum. Bazne bir şiirimsi bazen bir öykü, bazen öylesine bir sesleniş benimkisi... Duyan olunca, hele de sesime ses verince mutlu oluyorum kendimce. Bak ne diyeceğim sen okuma beni bir süre... Tekrarlama kendini ne dersin?
- Ne o benim kelimelerimle beni vuruyorsun...
- Yok yok yanlış anladın. Şimdi sen diyorsun ya kendini tekrarlıyorsun diye. Aslında hayat tekrarlar kendini. Sen de bile görebilirsin bunun yansımasını diyorum sadece. Tercih senin yani... ben tekrarlamayı tercih ediyorum...Sen...
- Tamam Allahın cezası ben de okumaya devam edeceğim seni... Zaten bir gün okumasam, meraklanıyorum ne yazdı acaba diye...
- Her gün aynı şekilde yazmadığımı kabul ediyorsun yani...
- Ama sen de kabul et aslında aynı şeyi yazıp duruyorsun...
- Hayat kendini tekrarlar her seferinde... Mesela yarın bunu yazacağım sana itafen... Okuma da göreyim...
- Tamam anladık hayat tekrarlar kendini, kısa kes ve bir şarap aç da içelim...
Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa. Ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki; taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir.
Jacob Riis
_____________________________________________
Kırdın beni deriz ya bazen, kırılırız gerçekten, gözlerimiz dolar, ağlayacak gibi oluruz hatta. Yüreğimiz acır ya derinden...
Hiç düşündünüz mü kaç kez vurmuştur karşımızdaki bize sözleriyle, davranışlarıyla, yaptıklarıyla ve yapmadıklarıyla...
Kaç kez vurulmuşuzdur da kırılmışızdır sonuncuda?
_____________________________________________
Fotoğraf / Bulduğum sitedeki bilgi Sinop Kayalıkları olduğunu belirtiyordu. Beni çekense kayanın içinden fışkıran hayattı.
Akla düştü mü gitmek, dur demek olmuyor... Desen de zaten sesin duyulmuyor...
Bu sefer giden İnandığı Masalları anlatan adam Haşim... İlk tanışmamızda Haşmet diye seslenmeme nasıl da gülümseyerek cevap vermişti oysa...
Geçenlerde LAL gitti. Bazen gitmek gerek dedim kendime, LaL'in gidişine... Ama bugün Haşimin de gideceğini öğrenince, ağır geldi bir haftada iki veda... İnandığım Masalllar benim sorularıma cevaplar bulduğumdu... Zaman zaman açar okurdum eskilerden de... Haşimin eskileri benim yenilerim olurdu. Şimdi, yani bu tarihden sonra bıraktığı bütün izlerde arayacağım cevaplarımı. Teşekkür etmedim belki de hiç sana, bana kattıklarına, sorulara, cevaplara, duygulara, düşüncelere... Yaz demese de yazardım ben ona... Yazdım yüreğimden geçenleri, dilimin döndüğünce...
kimbilir kaç defa yazdım aslında... ve bir kadar da yazmadığım an vardır biliyor musun? seni ilk ne zaman buldum hatırlamıyorum ama o gün de kafamda bir soru, sen de bir cevap vardı mutlaka... mutlaka diyorum çünkü ben seni kendimi bulduklarıma ekledim.
kendimi buldum evet...
kendimi kaybettiğim zamanlarda, buldum dediğim her seferde ve aslında bulamadığımı fark ettiğimde nedense bir masala inandım. senin anlattığın masal değilse de hatırlattığın bir masal vardı beni kelimelerine çeken. şimdi sen gidiyorsun, şairin dediği gibi ellerin durur mu onlar da gidiyorlar ki, o eller ne sorulara cevap verdiler... o eller ki, yürekten taşanı yazdı, akıldan sızanı, muhteşem alıntılar yaptılar bazen, bazen arkasına yarınlarla meraklandırdılar okuyanı, kısacık öykülerle düşündürüp, aşkı yaşattılar, kadın oldular adam oldular monologları diyologlara dönüştürdürler.
sen içinle hesaplaştın da biz durduk mu sanki; biz de hesaplaştık senden sonra. şimdi sen gidiyorsun masal diyarlara, kelimelerin durur mu onlar da geliyorlar ardından... düşüncelerin, duyguların, aşkların, hüzünlerin, soruların, hüzünlerin... bir tek bıraktığın izler kalacak biz de masal tadında ki; o izler kadınlara sürme, erkeklere dövme olacaklar.
yolun açık olsun masalcı... yüreğin mutluluk dolsun, aklına bilmediğin kelimeler takılsın. sorduğun sorulara bulduğun her cevabı bir kenara not etmeyi unutma. belli mi olur büyürsün, torunların olur, an'ları anlatırsın onlara eski bir masal tadında....
Sabah ofise gittim. Arkadaşım iyi gözüküyorsun dedi. Makyaj yapılmış... Özenle giyinilmiş DE merak ettim ruhun nerde dedi. Geliyor yolda dedim. Bir yere uğraması gerekti. Baktım ikna olmadı devam ettim. Biraz gecikecekmiş az önce haber verdi. Meraklanma öğleni bulmaz gelir dedim.
Radyodaki ses:
Nesine yar nesine
Ölürüm ben sesine
Dış Ses:
Yazıyı bekliyorum hala... Bitmedi mi?
İç sesim:
Bir daha vursa idi
Nefesim nefesine
Arkadaşımla göz göze geldiğimizde anladım onun da iç sesi benimki ile aynıydı. Gözler dolmuştu gene. Birbirine benzer hikayelerin benzer baş kahramanlarıydık biz. Anlardık ruh nerede kalmış, beden nerede. Gidiyorum dedim kendi odama. Bugün çalışmak ve herşeyi unutmak günü.
İç sesim tüm koridor boyunca bana eşlik etti.
nesine yar nesine
ölürüm ben sesine
bir daha vursa idi
nefesim nefesime (*)
Masama oturmaya fırsat bile bulamadan telefonum çaldı.
Telefondaki ses: (hani az önce karşılaştığım ruhumu soran ses)
Su balıksız olur, balık susuz olmaz bilir misin.
İç sesim:
Bilirim. Ben denizde bir balıktım önce.
Bilmediğim denizlerde yüzdüm.
Korkusuz ve özgürdüm.
Alışıktım medcezirlere.
Bir gün deniz gitti ve dönmedi.
O gün anladım ki
Su balıksız olur ama balık susuz olmazmış.
Başka Bir Dış ses:
Evren hanım bu evraklarda imzalarınız eksik sisteme giriş için imzanıza ihtiyacım var.
Telefondaki sese cevap veren kendi sesim:
Çalışmam lazım. Bu gün çok iş var. Bi de unutmadan senden nefret ediyorum.
Gün içinde ne çok şey yaşar şu yürek. Ne az bilir karşımızdakiler. Ve hatta yanımızdakiler. Maskeler takarız tıpkı şapkalar gibi. Şapkaları çıkarıp maskeleri düşürünce ANLARIZ. Bazen ruhu rahat bırakmak gerek.
BIRAKIN GİTSİN. Onunla uyusun. Ağlasın. Sevişsin. Hatta kavga etsin. Gelir telaşlanmayın. MUTLAKA geri gelir. Ruh yüreğin sesine kulak verir. Ruh geri dönüş yolunu illaki bilir. Ruhumuz huzur bulunca; kürkçü dükkanı gibi dönüp dolaşır gene yüreğimize yerleşir.
(**) Yazının adı yazı ile ilişkilendirilmemiş olup, durumdan fazife çıkartılmıştır. Durumdan vazife çıkartmak da bir dostun duruma yaptığı yoruma özeldir. Aslında başlık bir çeşit durum komedisidir.
Ne zaman ağlasan telefonun diğer ucunda beni bulma telaşındasın.
Ne zaman mutlu olsan telefonun diğer ucunda ben varım diye bozuluyorsun.
Tuhaf olan ne biliyor musun?
Ben senin telefonun diğer ucunda olmanı bir başkasının varlığına yüklediğim anlamdan değil de sana yüklediğim anlamdan dolayı istiyorum. Bu nedendendir ki; ben ne zaman telefonun bir ucunda olsam, sen diğer ucunda olduğunda mutlu oluyorum.
Sense...
Senin diğerlerinden farkın yok...
Sen diğerleri gibi başkasına yüklediğin anlamlar havada kaldığında bana sarılıyorsun.
sevmek yüklediğin anlamın, kişideki yansımasıdır... yalansızdır, kavgasızdır, bir önceki an'ın karbon kopyasını yaşıyorsan, çok şey istiyorsundur hayattan... fark ettiğin halde devam ediyorsan, hayata kızma, çok şey mi istiyorum deme filmler kaç kez seyredersen seyret senaryoları değişmedikçe aynı oyuncular tarafından oynanıyormuş gibi gelir sana ve bazen senaryoların değişmesi de yetmez, bazen filmin sonunu değiştirmek için başrol oyuncusunun da değişmesi gerekir...
Güldük doyasıya... Gözlerimizden yaş geldi hatta... Özlemişiz, çok ama çok özlemişiz.
Yemek yedik, 3 kişiydik ama herşeyi ortaya istedik. Sonra servis açtırdık. Sonra tek tatlı istedik ve 3 kişi bölüştük. Bu arada hep güldük. Çok güldük. Gözlerimizden yaş geldi adeta.
Ben yemeğe oturduğumuzda kendimi İstanbul Cadde Kırıntı'da zannettim. Oysa Bursa Kükürtlü Siesta'daydık. Bira içemedim. T-bone Steak yiyemedim. Ama çok güldüm. Fena halde İstanbul'um geldi benim...ÇOK ÖZLEDİM.
Saatleri 9 ettik. Geç olmuş dedik. Oysa İstanbul'da olsaydık, büyük ihtimal yemeğin ortasına bile gelmemiştik. Çok gülüyor olurduk gene mutlaka. Ama gece erkenden bitmez İstanbul'da.
Yemek bitti doğal olarak ama ayrılmak istemedik. Kahve içmek için FSM Gönül Kahvesi'ne gittik. Önce dışarıda oturduk, üşüdüm tabii. Sonra içeride bir masa bulduk. İyi ki bulduk. İki adam vardı sohbetini koyulaştırmış. Yanlarındaki boş masaya oturduk. Adamlardan biri nasıl hoş, dudakları, yüzü, gülümsemesi…
Ben taktım adama. Üzerinden bir sohbet bir kahkaha, nasıl eğlendik, gözlerimizden yaş geldi adeta. Adam farkında değildi belki ama biz onun üzerinden yazdığımız türlü hikayelerle çok güldük, çok eğlendik. Sonra ben aniden ayakkabılarını fark ettim, aman Allah'ım olamaz dedim. Bu ayakkabıları giyen adamın yüksek ihtimal bol paçalı boxserı vardır dedim. Arkadaşım hayrola nüfusuna mı alacaksın dedi. Yok yok ama bir kere bile olacaksa da olmaz artık dedim. Nasıl yani dediler, ne oldu onca fanteziye… Ayakkabıları çok çok çirkin dedim. Ayakkabıları ile mi evlenecektin ki dedi. Hayır ama dedim benim için önemli. Güldük bunun üzerine. Ben başladım, sesi şöyle, aaa bak bak gömleğinin kolunu nasıl da kıvırmış. Hıh olmaz dedim. Hatırlatayım bir kez daha, adam durumla yakından uzaktan ilgilenmiyor, biz öyle kendi çapımızda kafa yapıyoruz aslında kendimizle. Çok gülüyoruz, öyle ki, gözlerimizden yaşlar geliyor o kadar çok gülüyoruz, o kadar çok dalga geçiyoruz kendimizle. Arkadaşım sinirleniyor sonunda, senin de ne çok kriterin var, tabi yalnız kalırsın diyor. Aaa... Neden söylendin ki sen şimdi bana diyorum. Hayır, sanki sen dört dörtlüksün diyor. Sen farkında değilsin ama benim içimde Adriana LAMA var diyorum. Artık o andan sonra orada oturmak mümkün değil, hesabı isteyip kalkıyoruz. Arabaya biniyoruz ama artık gülmekten hakikaten ağlıyoruz. LAMA deyip deyip gülüyoruz. LAMA olup tükürmek istiyoruz; hayata, beklentilerimize, mükemmellik arayışımıza çok içerliyoruz.
Gülmekten dağılmış bir halde evlere dağılırken; ne çok ihtiyacımız varmış diyoruz. En son bu kadar çok ne zaman güldüğümüzü hatırlamıyoruz. Ama bu geceyi not ediyoruz. 1 Nisan şakası tadında olsun hayatlar diyoruz. Gülmek çıksın fallardan ve içimizdeki LAMAlar çok yaşasın diyoruz.
DİLERİM;
İçinizdeki çocuk hiç büyümesin, hep gülecek nedenleriniz olsun hayata.
Şükredin gözlerinizden yaş gelecek kadar gülebiliyor olduğunuza...
Şükredin dostlarla geçen gecelerinizin olmasına...
Şükredin yaşanmışlıklarınıza...
Mutlu olun kısaca...
Mutlu edin eğer şansınız varsa...
Gülün ve becerebiliyorsanız güldürün yarın dostlarınızı yaptığınız şakalarla...