07 Ocak 2010

AŞK ERMİŞİ


Yıllar önce elime geçmişti; belki de 1996-97  yılları olmalı çünkü Bursadaydım, dağ yolundaki evde oturuyordum ve karlar yağarken camın önünde o kitapla sorularıma cevaplar arıyordum... (Bu noktada şu satırlar geldi aklıma, kimin olduğunu hatırlayamadığım, benim olabilme ihtimali var mı ki; bazen eğer bir şahit de bulamazsanız kendinize hayal ve hatıra birbirine karışır. Zamanla hangisi hatıra hangisi hayal unutursunuz ki bu yaşlandığınızın elinizdeki ilk ip ucudur.) Yılını hatırlamamakla birlikte başucu kitabı yaptığımı çok iyi hatırlıyorum. Sadece kendime mi faydası oldu,  tabi ki hayır, kim gelse evime, bir rakam söyle diyordum ve başlıyordum okumaya öğretilerden birini... Tesadüf diye bir şey yoktur... Ama ne tesadüf ki, soruları olanlara cevaplar gibiydi her bir hikaye... Elimden hiç düşürmedim senelerce, kapağı yıpranan nadir kitaplarımdandı... Geçtiğimiz aylarda kitabı aradım ama yoktu evde. Hemen ofise baktım, sağa sola sordum sen mi aldın diye, ne ilginç ki, o elimden düşürmediğim kitabın adını bir türlü haıtrlayamıyordum. Sürekli insanlara o kapağı tarif ederek soruyordum kitabı... Görsel hafızam ne zaman kitabı hatırlasam beyaz sakalları ile o adamı getiriyordu gözümün önüne ve öğretilerini teker teker geçiyordum aklımdan ama kesinlikle adı gelmiyordu aklıma... Ta ki, Sevgili Sufi-Saja ekibinden Dilek bana sorumun cevabını verinceye kadar...  Aradığım kitap Aşk Ermişi Bhagwandı...

Gelin kitabın arka kapağına bir göz atalım...
Bhagwan, bireyin yaşamda yetkinleşme öğretisini, doğu düşüncesinin kaynaklarından yola çıkarak oluşturdu. Ancak kitapta, yalnızca doğu din ve düşünce kaynaklarına değil, başta Nietzsche olmak üzere, batı düşünüşünün başlıca isimlerine ve hristiyanlığa da göndermeler yapılıyor. Kitapta, koyu dindarlara olduğu kadar, militan materyalistlere de yaşamda birey olarak yer alma ve özgürleşme üstüne ilginç gelebilecek bir bakış tarzı öneriliyor.1960'larda ABD'de hızla yaygınlaşan ve Beatles'ı de etkileyen Bhagwan düşüncesi, asıl gücünü insan sevgisi ve aşktan alıyor. Kitleyle onun içindeki birey arasında bulunan belli belirsiz ama iletken zarın yaratıcı ve özgür bir bilinç/eylem diyalektiği sürecinde nasıl oluşabileceğine, kimileyin mistik, kimileyin materyalist sayılabilecek bir yaklaşımla ışık tutuyor. Aşkta seksi ve orgazmı sanatsal yaratıcılıktan daha üstün tutacak ölçüde yüceltmekle birlikte, 'tüm varoluşla birleşerek gerçekleştirilecek tanrısal orgazma' ulaşmayı mutluluğun doruğu olarak gören bir tasavvufi aşk anlayışıyla noktalıyor yapıtını...
Öyle çok öyküsünden yola çıkarak yol göstermişliğim vardır ki öğrencilerime ya da arkadaşlarıma,  hala neden ve nasıl olur da adını hatırlayamadım, ve; nasıl ve nerede bu kitabı kaybettim bilmiyorum... Bildiğim tekrar yolumuzun kesişmesi kesinlikle bir tesadüf değil... Mutlaka Evren bir şey demeye çalışıyor bana... Bakalım gelecek işaretler, yarın ve sonrasında nereye yönlendirecekler ve dilerim, görür ve doğru anlamlandırırım mesajlarımı...

YALNIZLIĞIM VOL4



Senle kendi dünyamın kapılarını daha fazla aralar oldum. Acımla yüzleşmeyi ve dönüp yalnızlığıma sarılmayı da seninle öğrendim. Freud'un “Günlük Yaşamın Psikopatolojisi”ni okuyorum yeniden; fal baktım ikimize… Sana tedirginlik, bana farkındalık, ikimize yanılsama çıktı falda. Zaten ondan sonra yazılmaya başlandı bu satırlar sana...

Sana hızlı bir trenden atlamak zorunda kaldın mı hiç diye sorduğumda, belki de tren sensin dedin ve ben o zamandan beri daha fazla sorar oldum kendime; sen bana içinde bulunduğum duruma dair hiç farkında olmadığım bir pencere açtın hatta bakmamı sağladın inatla.

Aslına bakarsan canım; sen yokken karşımda kolay her şey, sana seslenmek, seninle dertleşmek seni sevmek, çünkü zamanın ve mekânın; klişeleşmiş bütün durumların ötesinde yaşananlar, çünkü sadece sen varsın ve sadece ben; ikimizin oyunu bu kuralları olmayan… Şimdi korkuyorum bu oyunun bitmesinden, başlayacak olanın ne olduğunu bilmiyorum çünkü. Bilemem… Bilemezsin… Denemeden yazamayız geleceği, bir ertesi gün olduğunda geçmiş oluyor her şey… Seninle geçmişimiz; keyifli, heyecanlı, meraklı, şımartan bir geçmiş, böyle de kalmalı diye düşünmüyor değilim daha fazlasını eklemek mutluluk mu getirecek mutsuzluk mu bilmiyorum.

Ne olursa olsun canım, biz bu oyundan yenileni olmadan yenerek çıkmalıyız seninle çünkü serseri bir kadından ve deli bir adamdan daha fazlasıyız. Beklemek duygusunun bendeki yansımasını ancak ben anlatırsam bilebilirsin ve benim yüreğim dayanmazdı cumartesiyi beklemeye her telefon çaldığında ya da kapı (sanki kapıma gelme ihtimalin varmış gibi) yüreğim çıkacak gibi olacaktı. Ve her telefon çalmayışında ve kapı çalmayışında ve dakikalar saatler gibi gelmeye başlayınca gün bir türlü kavuşmayınca geceye ve gece bir türlü uzanamayınca güne, içimden çıkmayacaktı acı ve ne yazık ki bu sefer müsebbibi sen olacaktın acının; yüklemek istemedim sana böyle bir yükü, sendeki bana bile olsa… Gitmek istemem bundandı uzaklara… Ve ben her yalnız kaldığımda geleceğim sana; sen bilmeyeceksin, anlamayacaksın ve karşılık vermeyeceksin belki ama yüreğimdeki yerin bozulmayacak asla…
-----------------------------------------------------------------------------------------

 "Yalnızlığım " başlığı son kez kullanılmıştır bu satırlarda...
Yalnızlığım bir çığlıktır vol.1'de,
Kabullenmedir vol.2'de,
Aşka davettir vol.3'de,
Ve bir vedadır vol.4'te.

Bir dörtlemedir ve dörtlemenin son parçası bu güne kadar yayınlanmamıştır.
İçimden geldiği gibidir, içimdir, iç hesaplaşmayla başlayan merakın, içtenlikli sonudur.

---------------------------------------------------------------------------------------

VEDA

yanlış zamanların uzak mekanlarında paylaşılamayan bir duyguydun sen
senden başka kimsenin bilmediği öpücüklerini koydum yüreğime
ilkini bu akşam yatarken alnıma koyacağım senle huzurlu bir uyku uyuyabileyim diye
ikinsicini yarın sabah yanağıma, tekrar hayata başlama gücünü bulayım diye
ve üçüncüsünü hep yanımda taşıyacağım bir gün düşersem beni ayağa kaldırsın diye...

sevgiyle... teşekkürle…

__________________________________________________________________

Fotoğraf / deviantART




06 Ocak 2010

YALNIZLIĞIM VOL3



Şimdi ben yalnızlığı dost yaptım ya kendime… İyi halt ettim… Geldi kuruldu yüreğimin başköşesine… Almanya’dan umut gelecekmiş, bir de mutluluk var evlendi ya o ya o oturacak diyorum, bana mısın demiyor.

Bak yalnızlığım tamam anladım ben nereye sen oraya ama bu kadarı da fazla gibi geliyor bana. Ayrıca biri bu yürekte olmayı hak ediyorsa o da aşktır tamam mı? Çık git artık hayatımdan senden dost falan olmaz bana. Aşk geldi kapımı çaldı, sen varsın diye giremiyor içeri. Kim sever yalnızlığı dost edinmiş birini. Hadi gel naz etme: Alalım şu kapıdan içeri girmek isteyeni. Bak söz de verdi; gitmeyecekmiş diğerleri gibi…
_____________________________________________________________

Fotoğraf
İlk Yayın / Ocak 2009

YALNIZLIĞIM VOL2





Ey yalnızlık duy sesimi,
Karar verdim seninle dost olmaya
Korkunun ecele faydası yok
Erkeksen çık karşıma ve hatta cesaretin varsa beni bırakma...





Belki güneş bir gün ikimiz için doğar
Belki korkuları hayallerimiz boğar
O masal günü gelinceye kadar; susuyorum
Susadıkça yüzün düşer aklıma
Korkar oldum düşlemekten
Adını anarım çoğalır sesim
Konuşmaktan düşünmekten özlemekten
Kimse kimsenin herşeyi olamaz-mış
Di'li geçmişten tek yaramsın sen
Sensiz kimse mi kimsesiz miyim bilmem
Hiç bilmek istemem;
Hatta düşünemem
Gel bak bir elimde gökyüzü var hala
Ötekinde kayıp giden yıldızlar
Korkular da benim umutlar da
Beni bırakma


Feridun Düzağaç









__________________________________________

Fotoğraf
İlk Yayın / Ocak 2009

05 Ocak 2010

YALNIZLIĞIM VOL1



Yalnızlığımı büyütüyorum, bu adamla bu evde büyütebildiğim tek şey yalnızlığım. Çıkmaz bir sokaktayım. Ne geriye dönüp yeni yollar arıyorum ne de ileriye doğru adım atabiliyorum. Kafamı kaldırıp parıldayan gökyüzünü görmek bile içimden gelmiyor. Giderek yalnızlığıma alışıyorum. Bataklığım benim koca yalnızlığım…

Yazdığı her şeyi sildi. Kağıdı buruşturdu yere attı. Yerde biriken kağıtlara baktı. Ne çok şey yazmış ama beğenmemişti. Gazete ekine söz vermişti. Yalnızlık üzerine bir yazı yazacaktı. Gazetede çalışan arkadaşı çıkaracakları yeni ekte ona da bir yer ayırmak istiyordu. 200 kelimeyi aşmamak kaydı ile yalnızlık üzerine bir şeyler yazıp göndersen ne güzel olurdu diyen arkadaşına bir de ahkam kesmiş yalnızlık uzmanlık alanım, istersen roman yazarım demişti. Hislerini yazacaktı bundan kolay ne vardı. Kurgulamasına bile gerek yoktu. Neredeyse bu teklif yapılalı bir hafta oluyor ve arkadaşının ona verdiği süre doluyordu.

Kalktı kendine sıcak bir içecek hazırladı. Saate baktı. En az 2 saatim var dedi. Salona geçti sallanan koltuğuna oturdu ve kendi yalnızlığında üşüdüğünü fark etti. Ne uzun zaman olmuştu birinin kollarında ısınmayalı başka bir tenin ısısı ile ürpermeyeli. Kalktı diz üstü battaniyesini aldı omuzlarına örttü. Gazeteyi eline aldı;


“Tony Takitani yalnızlık üzerine bir film. Fakat filmin bahsettiği, lafta bir yalnızlık veya cıvık aşk şarkılarının "terkedildim" hezeyanları değil. Doğumdan başlayıp bütün bir yaşama, neredeyse alıp verilen her nefese sinen bir yalnızlık, dümdüz ve buz gibi bir tek başınalık hissi. Ichikawa'nın minimal sineması öncelikle bu bağlamda işe yarıyor. Süssüz, kendi içinde müthiş bir simetri taşıyan ve boş gibi gözükse de aslında epey dolu olan çerçeveler, filmin bahsettiği bu yalnızlık halini cisimleştiriyorlar. Işık çalışmasının verdiği sonuç ise beyazın ve mavinin açık tonlarının ağırlıkta olduğu, neredeyse Kubrick filmlerini akla getiren bir sterillik. Tüm bu görsel tercihler filmin buz gibi yalnızlık hissini daha da keskin, daha bir can acıtıcı hale sokuyorlar. Önünde her daim saygıyla eğileceğimiz Ryuichi Sakamoto'nun müzikleriyse her zamanki gibi (ve filmin görsel üslubuna uyum sağlar şekilde) minimal ve mükemmeller.”(1)


Keşke filmi görseydim dedi. Kızdı kendine daha öğrenciyken bile film festivallerini kaçırmaz özel olarak İstanbul’a, Ankara’ya festivallere giderdi. İlk gençliğini özlediğini fark etti. Yaşlanıyorum deyip gülümsedi.


“Filmin finalini açık etmeyelim ama bus tercihin arkasında da Hitchcock'un Vertigo'sunu ister istemez akla getiren bir gönderme var. Ancak Tony Takitani yüksekten değil, yalnız almaktan korkuyor. En nihayetinde yendiği fobi de bu oluyor. Esasında hepimizin yalnız olduğu, hatta yalnızlığın ömür boyu sürdüğü gerçeğiyle barışıyor. Neyse ki bu esnada fazla ağlayıp sızlanmıyor, yönetmen Ichikawa ise mesafeli bir yaklaşımla filminin düzeyini ve ciddiyetini koruyor”(1)


Kendi yalnızlığına döndü. Ne zamandır yalnızdı. Yalnız kalmak en büyük korkusuydu. Fobi bile denebilirdi. Galiba Tony Takitani gibi kabullenmeli ve yalnızlığın bir ömür boyu sürdüğü gerçeği ile barışık yaşamayı öğrenmeliydi. Hem ne demişti hayattaki tek dostu ona;


"...Yalnızlığımla savaşacağıma onu kabullenirsem durum değişir belki. Yalnızlık, ne kadar bastırmaya çalışırsak o kadar güçleniyor, ama yok sayarsak gücünü yitiriyor, bunu farkettim."

Ben yazmadım tabii ki :) Üstat Coelho'dan. Dün gece Portobello Cadısı'nı okurken rastladım.


Yalnızlığını yok saymak üstüne bir yazı yazmaya karar verdi ve aldı eline kalemi…


Yansımamı dost yaptım kendime, Narkissos’a özendiğimden değil,
yalnızlığımdan delirmeyeyim diye...



_________________________________________________
(1) http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=cts&haberno=4901
(2) http://tr.wikipedia.org/wiki/Narkissos_(mitoloji)
(3) Fotoğraf
(4) İlk Yayın / Ocak 2009

04 Ocak 2010

YAĞMURU ÖPMEK

sen gittiğinden beri yağmur yağıyor bu şehre
ve ben
her bir damlasını topluyorum avuçlarıma
yere düşerlerse canları yanabilir diye


sen öperins diyorsun ya
her bir öperins
severins oluyor yağmurun dilinde

belki yağmurlar bitince geri gelirsin diye
hani belki kar yolları sen gelince kapar da dönemezsin diye
dua ediyorum avuçlarım gökyüzünde

damla damla sen biriktiriyorum
damla damla aşk


 usul usul öpüyorum her bir damlada seni
usul usul seviyor, usul usul özlüyorum






un bacio in autunno - autumn kiss © renato massariol