19 Mart 2010

GÜZEL/E UYANMAK


Tek tek vardık da hiç bir olmamıştık diyorsun...

İçime bir sabah serinliği doluyor...

Senli benli hallerin en güzelinde buluyorum kendimi...



Günüme yayılıyor
Değiyorsun yüreğime
Ilıklığı gülümsetiyor öpüşlerinin
Güzel(e) uyanmak
Böyle bir şey olsa gerek diyorum
Böyle olsa keşke
Her sabah


EVET, EVET İKNA OLDUM

Bu sabah bir uyandım, kapımda bir mim: yaratıcı blogger ödülü hem de... Pek bir anartşist Esrik hem kurallara uymuş hem de beni unutmamış. Bendeniz, şanslı insan, geçen yıl da aldığım bu ödüle, yine yeniden layık görüldüğüm için ikna oldum ki, yaratıcı bir bloggerım. Esrik'e kocaman teşekkür... Neden ikna oldum, çünkü geçen yıl, bir soru ile yayına vermişim ödül aldığım haberini. Yaratıcı mıyım yoksa ilginç miyim diye...

Buyrun geçen yıl ki, yazımız;

Şimdi durum şu; sevgili Hayat İzlerim, Kelebenk, Ufuk Çizgisi ve Bırak Dağınık Kalsın; beni ödüllendirmiş. Bir ödül söz konusu olduğunda akıl ve gönül defterleri olan bloglarda insanın kendi adını görmesi kadar keyif veren bir şey olmasa gerek. Bilenler bilir öyle pek de şahane bir mim oyuncu değilimdir. İlla her mimi kendi keyfime göre, kırpar, şekillendirir ve öyle oynarım. Ama bu mimde ne yapacağıma karar veremedim: Meselenin yaratıcı ve ilginç olma halini henüz kafamda birleştirip ortaya bir şey çıkartamadım. Yoksa yaratıcı değil miyim? Kendine haksızlık etmiyeyim de "yeterince yaratıcı değil miyim" diye sorayım bari...

Burada ve şurada blog yazılarıma kendimce farklı bakış açıları geliştirmiş ve bloglarda şu ana kadar rastlamadığım bir yaratıcılıkla!!! ve ilginçlikle!!! yazılar yazmıştım.

Mimin iki farklı versiyonunu gördüm; kendinle ilgili 7 ilginç şey nedir sorusuna cevap arayanlar ve 7 sevdiğin şeye cevap arayanlar... Bir de ortak noktaları olan 7 kişiye pasla bölümü var, unutmadan onu da belirteyim.

Her iki sorunun cevabının da kreativ (hangi dilde sahi bu) blogger olmak için yeter şartı sağladığından pek de emin olmamakla beraber, ve kendim kendime ilginç gelmediğimden; meseleye Hayat İzlerimden Özlem'in de dile getirdiği gibi; hatırlanmak ve değer vermek bakış açısıyla bakıyor ve bu anlamda; biraz şımarıklık ve biraz da keyifle ödülümü alıyor ve yüreğimin en güzel köşelerinden birine kaldırıyorum. Bu ödüle ilişkin aklına "Evrenin Dünyası" gelenlere teşekkür ediyor ve mimi üzerinden zaman geçtiği için kimseciklere paslamıyorum ama gün geçmesin ki bloguna yazı yazmış mı, yeni bir yorum almış mı ki diye merakla baktığım her bir blog yazarının tek tek aklımdan ve yüreğimden geçtiğini bilmenizi istiyorum.
____________________________

Okuyucuya Önemli Not: Az önce aldığımız bir habere göre; bir ödülüm daha varmış benim... Durum şu; Mim Cadısına bu ödülden çifter çifter geldiği için, üzerine iki ayrı yazı yazdığı için ve de ben sadece birini görüp, adıma rast gelmeyince atlamış olduğum için ödülümü az önce hafif bir sersenişle almış bulunmaktayım. Hiçççççççç cık cık ne ayıp demeyin, haklı valla, ayrıca verdiği ödülü geri almamasını güzel yüreğiyle bağdaştırıyorum ben. Ödülü veren Mim Cadısı Bekriya'dan huzurlarınızda özür diliyorum bir de kocaman öpüyorum.
_____________________________
Fotoğraf  / Sorrente Patrick

18 Mart 2010

ASILIRSA ASILSIN (...MI)



sevgilinize biri asılsa ne yaparsınız" diye sormuşlar, helinavsar, basaksayan ve tugbaekinci "bize koymaz, asılırsa asılsın" demişler...

Onlar hali hazırda asılma potansiyeli olduğundan böyle demiş olabilirler mi diye düşündüm. Düşünmedim desem yalan olur. 

O ise;
biri sevgilime asılsa tavrımı sevgilim tavrı belirler ama asla 'asılırsa asılsın' demem, kadın beni görmüyo mu?
demiş...

 Ona da içimden, bazı kadınlar görmez dedim, ve hatta bazıları görür ama görmezden gelir ve hatta hatta, bazıları görür ve sırf bu yüzden asılır dedim.






Fotoğraf / ggosling

YUVASIZ(DI) KUŞLAR





Eski dostların buluşma noktasıydı, yuvasız kuşların meydanındaki, sırtındaki bir parçası kırık ahşap bank... Her cuma akşamı güneş rakı burcuna girmezden hemen önce boğaza karşı rüzgarı selamlayıp gelen geçenin attıkları kahkahalara bakakalmalarına kahkahalarla gülerlerdi...

İncirin çekirdeğinin bile fazla geldiği günlerde onlar incirin çekirdeği olmazsa diye hayıflanırdı, ne de olsa herşey değişiyordu, meyvaların tadı, yemeklerin adı... Ayak uydurmak değildi dertleri ya da değişime direnç değildi gösterdikleri, anlamaya çalışıyorlar ve anlamaya çalışan hallerine gülmeden de edemiyorlardı.

İki eski dost, kaldıkları huzur evlerinden sadece cuma akşamları izinli çıkar ve gece 12'yi gösterdiği anda da masalarından kalkar ve yuvalarına dönerlerdi. Son yirmi yıldır her cuma birbirlerini aramaya bile gerek duymadan o banka gider otururlar ve birbirlerini beklerlerdi. Yuvasız kuşlar her cuma onların gelişini bayram bilir, havalarda türlü çeşit numaralar yaparak; haftasonunu yakalama telaşıyla sırtındaki yükü bir an için bile bırakmayı düşünmeyen, yaşamın keyifsizliğinden dem vurarak vapurlara yetişmeye çabalayan insanlara, yaşamın çekilesi olduğunu kanıtlamaya çabalarlardı.

Haftalardan bir hafta, cumalardan bir cuma, Rasim yatağından isteksizce kalktı, gece gördüğü rüyadan huzursuz, yüzünü yıkadı, aynada kendine baktı. Veli'nin her cuma olmazsa olmaz gömleği, kışları üzerine aldığı yeleği ve illa ki kasketi ile gelişine ve kızışına inat, yaz kış üzerine geçirdiği envayi çeşit kazaklarından birini almak üzereydi ki, bugün şaşırtayım şunu da görsün diye geçirdi içinden, kahkahası yankılandı duvarlarda. Yan odada kalan Ali İhsan'ın kapısını çaldı. Gömleğin var mı dedi, bu gece için verir misin? Hayırdırlı kahkahalara ve takılmalara dönüp sırtını, döndü odasına elinde beyaz gömleği... Sakal tıraşını oldu ve giydi gömleğini. Ütülü bir pantalon buldu dolabından, hoşuna gitti telaşı gülümsedi. Saatine baktı geç kahvaltıyı bile kaçırmak üzere olduğunu fark edip hızlandı ve soluğu kahvaltı salonunda aldığında, müdürle karşılaştı... Müdür tanımaz gözlerle bakınca çapkın bir gülümseme ile bugün cuma, büyük gün dedi. Müdür Rasim'in gülüşüne kahkaha ile karşılık verdi. Keşke dedi her gün cuma olsa diyeceğim ama, son 20 yıldır ilk defa seni saç sakal birbirine girmemiş gördüm. Bundan sonrası hep böyle olursa, yakında evlendiririz bile seni diyerek kahkahlarla koridorda ilerledi. Rasim masaya oturduğunda hala müdürün kahkahası geliyordu. Rasim bir iki lokma aldı almadı, aklına rüyası geldi. Ama canını sıkmaya niyeti yoktu. Bugün Veli'ye hayatının süprizini yapacak ve 20 yıldır "berduş gibisin" diyen dostunun karşısına adam gibi çıkacaktı.

Öğlen olmuştu bile sabah gazeteleri bittiğinde, kapıdaki görevliye "yolcu yolunda gerek" dedi. "Hayırdır erkencisin" diyen görevliye ki, oğul derdi, "Bilmem dedi, içimde bir sıkıntı var, vapurla geçeceğim karşıya, yol uzuyor ama denizin kokusu, bu mevsimde göçmen kuşların kanat çırpışları ayrı bir keyif verir bana... Rakı masasına oturmadan önce, kederi dağıtmazsan keyfi çıkmaz sohbetin oğul" dedi, "içmek ölüm gibi gelir adama kederli zamanlarda" ve ağır ahşap kapıyı, yılların yorgunluğu omuzlarındaymışcasına, ağır ağır kapattı.

İskeleye vardığında kır çiçeklerine takıldı gözü, nedensizce bir demet kır çiçeği aldı, parasının üstü kalsın dedi, kırmızı üzerine, portakal rengi giymiş, saçlarını iki yanda örmüş Fadik, Rasim'in arkasından sesinin son renginde bağırdı "Amcaaa, sevenlerin çok olsun, bir de dua edenlerin" dedi... Rasim kahkaha attı, "neden gençlere aşk diliyorsun da bana dua" dedi. Kalkmak üzere olan balıkçı teknesinden bozma İsmet Aganın keyif teknesine attı kendini. İsmet Aga "gelmeyeceksin sandım, geçiktin" dedi. "Kararsız kaldım, senin külüstürle mi gideyim, yoksa şöyle modern bir yolcu vapuruyla mı" dedi Rasim, İsmet Aga gülümsedi, "adama benzemişsin bugün, zenginlerin kiraladığı deniz taksiyle gitseydin" dedi. Dolu dolu kahkahalarını yem sanan martılar alçalınca, ellerindeki bayat ekmekleri havaya savurdular. Bunu duyan martılar eşlik ettiler onlara karşı kıyıya kadar.

Rasim kıyıya indiğinde, elinde çiçekleri ile ne kadar komik göründüğünü, yeni yetme bir delikanlının ilk buluşma anlarındaki şaşkınlığı ile örtüşen heyecanı ve sıkıntısını fark ettiğinden beri adımlarını birbirine karıştırır olmuştu. Az ilerdeki dolmuşlara varabilse, oradaki şans biletçisi Şennur'a durumu anlatacak ve bayılana kadar güleceklerdi de, işte 'tek başına damat kılıklı eli kır çiçekli deli'ye çıkmasın diye adı, tutuyordu kendini. Dolmuşa bindiğinde sakinleşmişti ama çiçekler hala elindeydi. "Neden vermedim ki, Şennur'a ben bunları" dedi, kokladı, garip bir toprak kokusu geldi burnuna. "Ne garip, çiçeklerin taze toprak kokması" diye düşündü. Parasını uzattı, kaptan Murtaza her zamanki gibi almadı parayı, "Meydana mı, meşhur büyük buluşma, ne adamlarsınız, ben şu dolmuşta para toplayan yeni yetmeydim, konuşulurdu sizin dostluğunuz, kahkahalarınız, maşallah damat gibi olmuşsun, yakışıklı bir adamışşın be Rasim dede" dedi. Torununu görmeyeli ne kadar çok zaman geçtiğini anımsadı, gözünden bir damla yaş gelir gibi oldu. "Kader" dedi. Murtaza, "Yakışıklı olmak kader değildir ki" dedi. Gülüştüler...

Veli her zaman ki gibi olmazsa olmaz gömleği, kasketi ve sırtımı tutuyor dediği, incecik montu, tıraşlı yüzü, bakımlı elleri ve dedesinden yadigar bostonu ile gelmişti yuvasız kuşların meydanındaki, sırtındaki bir parçası kırık olan ahşap banka da, bank yoktu ortada, meydandaki bütün banklar, garip tek kişilik metal oturağı andıran yenileri ile değiştirilmişti. Yuvasız kuşlar da yoktu üstelik görünürde... Biraz dolandıktan sonra birbirine konuşma mesafesi yakınlığı bile olmayan tek kişilik oturaklardan, nispeten diğerlerinden birbirine daha yakın olan bir tanesini seçti ve oturdu. Rasimle ne güleriz biz şimdi bu duruma diye aklında geçirdi. Saatine baktı, Rasim geçikmişti. Zaten 10 dakika geç gelmese, geceleri eğlenceli geçmezdi. Beklerken, havaya bakınıyordu. "Kıymetini bilemediler şu kuşların" dedi. Koşuşturup duran insanlara baktı. "Neyin kıymetini biliyorlar ki zaten" diye iç geçirdi.

Neredeyse yarım saat geçmişti. Telaşlanmak istemiyordu ama Rasim bu kadar geç kalmazdı. Kalabalığın arasından Rasim'in geldiği yöne doğru dikkat kesilince, kendisine doğru koşarak gelen, telaşlı genç bir delikanlı gördü. "Siz Veli dede misiniz" dedi. "Evet" diyebildi, elindeki bastona sıkı sıkı sarılıp, "beni Murtaza kaptan gönderdi, sizi alıp Rasim'e götüreceğim." Veli, oturduğu yerden zar zor kalktı. Bedeni taş, elleri buz kesmişti bir anda. Delikanlı arabaya doğru giderlerken, "arkadaş mısınız" diye sorunca Veli, titreyen sesi ile "Canız" dedi. Yol boyu konuşmadı, ne delikanlı ne de Veli... Minibüslerin güzergahı, dar ara yolu kapatan polis arabası, ambulans ve kalabalık, nefessiz bırakmıştı Veli'yi... Arabadan indiklerinde zar zor yürüyordu. Murtaza, Veli dedeye sarıldı. "Belki yetişirsin diye" diyebildi sadece ve sarıldı. Donmuş gibiydi Veli, ambulans doktorundan izin alıp, güçlükle ve yardımla dostunu görmek için girdi ambulansın içine. Rasimi öyle giyinmiş, tıraşlı, adam gibi görünce, sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Zor aldılar Rasim'in başından Veli'yi...

İner inmez ambulanstan kafasını gökyüzüne kaldırdı. Yuvasız göçmen kuşlar gökyünüzü kaplamışlardı. Rasim'i uğurlamaya gelmişlerdi. O gün o kentte ambulans nereye doğru yol alırsa alsın, kuşlar Rasim'i takip eti, Veli kuşları...

Yuvasız kuşlardık biz diye bildi o gece rakı masasında tek başına içerken ve kederi bırakmadığı için kapıda, her yudum ölüm gibi geldi... Ölüm gibi ağır, ölüm gibi beklenmedik, ölüm gibi sıradan...

Yuvasız bir kuştu artık Veli... O gece sabaha kadar içti... O sabah cenazeye, elinde  dünden kalan bir demet kır çiçeği ile bir berduş gibi gitti...



____________________________________________________________
Bazı yazıların yazılmasına sebepdir duyduğumuz, okuduğumuz bir kelime...
Bazı yazıların yazılmasına sebepdir baktığımız, gördüğümüz bir fotoğraf...
Kelime için La Paragas / Yorumlar
Fotoğraf için Sunday's rendez-vous © Laurence Garçon
İlk yayın tarihi / Mayıs 2009

17 Mart 2010

BİR YAZ AKŞAMI RÜYASI


_ Yaprak sarma, enginar, ezine, kavun, söğüş domates- salatalık, tava yoğurt, ev yapımı ekmek ve rakı var. Ne dersin???
_ fiiiiiiiiiiiiiiiiiiiivvvvvvvvvvvvvvvvv



İçesim var bu gece...



Görsel : Googleda yaz rakı masası görürsün...


GEÇTİM


Fotoğraf / Yokijo



Aslında yazmak istediğimi biliyorum.
Yani aslında, en doğru kelimeyi de...
Neden sustuğumu, beni neyin susturduğunu da,
en az o doğru kelime kadar iyi biliyorum oysa...

Oysa içim...
Oysa içim, doğmaya hazır bir bebek gibi,
az sonra atacak ilk çığlığını.
Bilerek susturuyorum kendimi...
Bilerek boğuyorum kelimelerimi.

Sen de farkındasın.
Sen de en az benim kadar çığlık atmaya hazırsın.  
Bırak peşini...
Geçtiysen, yani gerçekten samimiysen bu duygunda, bırak... 

Bırak artık, dönüp durma.
Rüzgarın yetmiyor, ateş çoktan söndü, artık sana yanmıyor. 
Anla!

Mayıs, 2007
____________________________________________


Yıllar öncesinin bir mektubunda buldum bu satırları; yüreğime kızmışım gene... En ufak çıkmazda yüreğimde alıvermişim soluğu. Yüreğimle yumruklaşıp, yüreğimi kanatmışım. Uzun bir dertleşme olmuş kendimle: 'Sözünün arkasında dur' demişim. 'Geçtim dediysen, geçip gitmeyi bil' demişim.

Zaman geçip gitmiş sonrasında, zaman geçmiş farkında olmadan, ben de geçmişim. Ama belli ki, geçip giderken pek bir esmişim. Rüzgarım bir tek kendime esmiş. Rüzgarım bir tek kendi yüreğimi kesmiş: Israrcı ve sertmiş. Esmiş. Sadece esip geçmiş.





16 Mart 2010

KANATSIZDI KELEBEK


Annesini görür görmez apartmanın koridoruna geldi. Ayakkabısının teki bakıcısının elindeydi. Pembe tülden kanatlarını takmıştı. Pembe pantalonun üzerinde, beyaz uzun kollu bir tişörtü vardı. Elinde, pembeli beyazlı bir gözlük... Annesine seslendi:

Anne bak! Uçabiliyorum... Ben uçan bir kelebeğim.

Annesi gülümsedi.

Gözlüklerini taktı. Annesine bir kere daha seslendi:

Anne bak! Görebiliyorum.... Ben herşeyi görebilen uçan kelebeğim...

O henüz 3 yaşında bile değildi. Kanatları olduğunda uçabiliyor, gözlüklerini takınca herşeyi görebiliyordu.

Zıplamaya başladı. Annesi geldiği için mutluydu.
Kanatları olduğu için mutlu...
Gözlükleri olduğu için çok mutlu...

O uçabiliyordu, yeryüzünde süzülüp, gökyüzünü görebiliyordu.
Hayalgücü böyle birşeydi.
Soğuk yüzüme vurdu apartmandan çıkınca, yürüdüm boş sokaklarda.
Kafamda binbir düşünce, bağırıverdim bir anda:

Hayalgücümü istiyorum.
Uçmak... Uçmak... Uçmak istiyorum.
Kanatlarımı geri verin, ben yeniden çocuk olmak istiyorum.





Fotoğraf / sai y