07 Nisan 2010

TELAŞSIZDI SEVMELER



Yağmur yağıyor
Abartısız ve telaşsız
Seni sevmek gibi
Ilık bir huzur
Yayılıyor
Kokusunu duydun mu çimenlerin
Ten kokuyor
Senin tenin
Özlediğim




06 Nisan 2010

DEVREN SATILIK

Ortadaki yalanı bul !
Kendine, arkadaşlarına, dostuna ya da hayatındaki insana söylediğin yalanı...
Hayattan çok şey mi istiyorum diyorsun ya; cevabı evet.
Evet, çok şey istiyorsun.
Bir enkaz devraldın sen, bir başkası tarafından enkaz olarak ortada kalmışlığına kapıldın en çok.
Kaderi değiştirme gücün var sandın yüreğindeki sevginle.
Oysa insan bir enkaza değil, bir değere sahip çıkmalı hayatta.
Bir enkaz ancak bir enkaz daha yaratır yanında, oysa değere sahip çıkmak, değeri bilmek, değer yaratır sonunda.




Anlatmış mıydım sana devren satılık köşedeki dükkanın hikayesini;

bizim mahallemizde devren satılık bir köşe dükkan vardı
yeri güzel, içi güzel...
kimse dikiş tutturamadı o dükkanda.
mahallede aldı yürüdü bir dedikodu:
perili, büyülü, kısmeti kapalı...
kim niyetine girse enkaz devraldığını biliyordu aslında.
ama her devralan da aynı umut: 'ben kaderini değiştireceğim bu köşe dükkanın...'

kim ne iş yaparsa yapsın, ne kadar para yatırırsa yatırsın, ne kadar kendini adarsa adasın, değiştiremiyordu köşe dükkanın kaderini...
oysa her gören aynı cümleyi kurardı, öyle güzeldi köşe dükkan;
'bu dükkan benim olsun bak sen o zaman gör, periyi, kısmeti...'
devralanlar için de durum farklı değildi;
'mirim adamıyorlar kendilerini, anlamıyorlar işten, sen 1 ver bakalım o dükkan 5 vermiyor mu'
ama olmuyordu işte, sen 5 versen de dükkan 1 bile vermiyordu.
dükkan bir süre uzun bir süre boş kaldı
camları kırıldı, sıvaları döküldü, çerçeveleri çürüdü
unutuldu gitti mahallelinin dilinde
nice sonra köşe dükkanı kiralamak isteyen bir adam geldi mahalleye,
yeniydi adam mahallede, geçmişini bilmiyordu ne köşe dükkanın ne de köşe dükkan hakkında söylenen dedikoduların
ve en önemlisi oranın bir enkaz olduğunun ayrımında değildi
bir değer olarak gördü o köşe dükkanı
farkına varılmamış bir hazine
umutlarını yükledi omuzlarına
karşılayabileceği en yüksek maliyetle girişti köşe dükkana sahip olmaya...
mahalleli durur mu, acımaya başladı adama;
vah zavallı dedi, ah aptal dedi, tüh kısmetsiz dedi...
adam hiç birini duymuyordu, hiç birini bilmiyordu, hiç birine şahit olmamıştı.
zaman içinde dükkanın kaderini değiştirdi adam.
köşe dükkanın aslında bir değer olduğunu kanıtladı.
farkında değildi hiç bir şeyin ve farkında değildi değiştirebildiklerinin
köşe dükkanı devralan niceleri gibi bir enkazı devraldığını bilmiyordu
fark ettiği ilk ve tek şey
köşe dükkanın bir değeri olduğuydu
ve değere sahip çıktığı için sonunda bir değer yarattı
___________________________________________________

Yüklenen anlamlar ancak zaman geçtikçe unutulur, değer ancak zamanı gelince bulunur,
yalan ortadaysa kaldırmak gerek, doğru önündeyse görmemezlik aptallık olur.


Sevmek yüklediğin anlamın, kişideki yansımasıdır... Yalansızdır, kavgasızdır... Bir önceki an'ın karbon kopyasını yaşıyorsan, çok şey istiyorsundur hayattan... Fark ettiğin halde devam ediyorsan, hayata kızma, çok şey mi istiyorum deme; filmler kaç kez seyredersen seyret senaryoları değişmedikçe aynı oyuncular tarafından oynanıyormuş gibi gelir sana ve bazen senaryoların değişmesi de yetmez, bazen filmin sonunu değiştirmek için başrol oyuncusunun da değişmesi gerekir...



________________________________
İlk Yayın Tarihi / Nisan 2009
Fotoğraf / Marcin Galazka

04 Nisan 2010

İÇİMDEN GEÇEN TRENLER


Fotoğraf / Robert Panas



Bir kağıt kalem alıp yazayım dedim içimden geçen trenleri
Lokomotif sendin
Vagonlarında bana hissettirdiklerin

Bir makas atıp kestin inancımı
Öldü yüreğimde salınan gelincikler 
Raydan çıktı diye bağırdı bir çocuk
Takla atıverdi vagonlar

Saçıldı duygularım orta yere
Sis çökmese toplardın
Toplardın benim olanları özenle
Ama sis çöktü gözlerine
Benim sandığın her bir kelime
Düşünden arta kalanlardı sadece
Vagonlarında onun kelimeleri
Yoluna devam ettin o gece
Öylece seyrederken gidişini
Bir kağıt kalem alıp yazayım dedim içimden geçen trenleri
Lokomotifini aşk yaptım
Vagonuna koydum kırık yüreğimi








ÇİLEKEŞ PASKALYA





Paskalya neydi?
Bir çörek değil miydi?
En güzeli Baylan'da yenmez miydi?
Sahi paskalya neydi?
Neden çilekeşti?



03 Nisan 2010

ÖYLESİNE BİR GÜN



yaşanmadı mı yaşandı
güzel anlar yok muydu vardı
ama ne bileyim
bir şey eksik

bir şey eksik kaldı
bugünlerde hep bir şey eksik kalıyor
içimdeki sese kulak versem bir türlü
vermesem olmaz

öylesine
ortada
öylesine
kararsız
öylesine
suskunum
bugünlerde

kelimelere vurdum kendimi
onlar bana vurmadan hemen önce

öylesine bir gündü işte





02 Nisan 2010

KAPIMDA ÇİÇEKLER




yaşam
hiç beklemediğiniz bir anda gülümsetir yüzünüzü

ve siz
ilk gençliğinizin festival açılışlarını
koltuğunuza oturmuş televizyondan seyrederken

elinizde festival programı
sinema gişelerindeki uzun kuyruklarda
yönetmenin sinema dili üzerinden ahkam keserken

günde üç filmi seyredip
aralarda
kahvenizi yudumlarken
 
filmden yola çıkıp
hararetli bir tartışmanın ortasında
yönünüzü dünya meselelerine çevirirken

ve geceyi
galatada rakı balık ile kapatırken
ya da
beyoğlunun arka sokaklarındaki salaş bir rock barda
bira yudumlarkenki

halinizi hayal ederken bulursunuz

yaşamın size sunduklarına
gülümserken
elinize
az önce kapınızda bitiveren
çiçeklerin dikeni batıverir

gerçek dünya böyledir
siz hayal kurarken
geçmişe dair
veya
geleceğe yönelik
şimdi
kendini hissettirir

şimdi
gül bahçesinde olmak gibidir

ya
güllerin çiçeklerini görür sevinirsiniz
ya
dikeni elinize batar üzülürsünüz




CENNETİN CEHENNEMİ




Yazı yazacaktım üzerine, cennetin üzerine...
Cehennemi yaşayan cennetin dramı üzerine...
Cennet fotoğrafı aradım.
Şunu buldum


Fotoğrafa daldım
Düşünceler uçuştu
Soldan sağa
Yukarıdan aşağıya

Kafam dağıldı
Zaten ağrıyordu
İçim ufacık bile kırılsa
Uykularım düzensizleşiveriyor benim
Uykularım düzensizleşince, harman oluyor günüm

Cenneti yazacaktım oysa
Henüz 13'ünde evlendirilen
Hergün dayak yediği kocasından 20 yıl sonra boşandığı için
Geriye kalan altı kardeşi tarafından dışlanan Cenneti

Komşusu tarafından kandırılıp
Evli bir adama peşkeş çekilen
Ve hamile kalan Cenneti

Cenneti yazacaktım ben oysa
Cehennemi bilen Cenneti

Oysa, anası adıyla yaşasın diye düşünüp Cennet koymuş ismini
Ne bilsin kadıncağız ters tepeceğini

Cenneti anlatacaktım size
Cenneti
Fotoğraf kafamı karıştırmasa
Cehennemini anlatacaktım bir de
 Cennetin Cehennemini


 _____________________________________________________

Eve erken geldim, televizyon kanallarında dolanıyorum. Evlendirme programlarından birinde denk geldim Cennet'e. Cennet'in, hikayesi doğrudur değildir bilmiyorum ama Cennet gibilerin sayısının yüzlerce olduğunu biliyorum. Cennet 2 aylık hamile... Cennet çocuğunu aldırsın diye haykırıyor izleyici. Psikolog onaylar bir tavırla kafa sallıyor. Ben şaşıyorum. Bir insanın üzerinden, bir insanın yaşanmışlıkları üzerinden, güya empati kurarak tepki veren insanları anlayamıyorum. Cennet, doğru söylüyordur, yalan söylüyordur bilemem, fakat bekara karı boşamanın kolay olduğunu biliyorum. Cennetin seçiminin kolay olamayacağını seziyorum. Cennet gibilerin yaşamının çok zor olduğunu görüyorum. İçimde bir yerin kendi yaşamıma sevinirken, nicelerine çok ama çok üzüldüğünü hissediyorum. İçimdeki yeri avucuma alıp, az sonra dalacağım derin olmasını dilediğim uykuma yol alırken, şarkıyı mırıldanıyorum.


sebnem ferah ünzile

HIMMMM...


Cuma niyetine
Kahveyi katık edip bu lezzete
Bir kaçamak mı yapsam

 

FOTOĞRAFIN FISILTISI / ADAK




Aşk!

 Bir ayin gibi
Yakılan her mum
Yenilenerek sevme hali
Ama bilirsin değil mi?
Bir gün bir rüzgar eser
Önemi kalmaz kaç mum yaktığının
Rüzgar bütün alevleri yutar gider
Mumlar söner
Ayin biter






01 Nisan 2010

AZOR (AZORES)


Portekiz Adaları
Azores

Dokuz adadan ikisi
Pico ve  Sao Jorge


Gülen gözleri ile
konuklarını ağırlayanların masasına oturup;  

volkanik kayaların ısısında yetiştirilen bağların tadında
bir kadeh şarabı yudumlamak...

Ve okyanusun kokusunu duyarak 
tatlı su kabuklularının tadına varmak...

Ve bir gün oralara ayak basacağının
düşünü kurmak...

Günün bütün yorgunluğunu aldı
Yürek yorgunluğunu bile!

...


Teşekkürler
Anthony Bourdain


FOTOĞRAFIN FISILTISI / DOYUM

Fotoğraf / Mistrall Mistrall




Açlıklarının hepsini aynı anda doyuramazsın
Bütün oyuncaklarınla aynı anda oynayamayacağın gibi





TUZU EKSİK ŞİİR

31 Mart 2010

BAŞLA/MAK




Geçen pazarın güzelliklerinden bu kare. Taşların arasından gülümseyen yaşamı hep sevdim. Onlarca kare fotoğraf çekmişimdir buna benzer... Beni derin düşüncelere yolcu etmesinin dışında, önemli bir yeri var yaşamımda bu tür mucizelerin.

İnsanoğlunun, narin doğa kadar güçlü olamayışına hep şaşmışımdır. Çetin kışlardan, donduran soğuklardan, sağanak yağmurlardan çıkıp, gülümseyebilmek güne/şe... Doğa, her mevsim, binlerce yıldır devam ettirdiği bu döngü ile bize de bir şey anlatmak ister gibi gelir bana. O nedenle fotoğraflarım doğanın yenilenişini, teşekkür ederim mucizelerin gerçekleşmesini resmedebildiği için. Dönerim yüzümü güne/şe, gülümserim yaşama. Gücümü fark etme fırsatını önüme serdiği için. 

Gün şimdilik güzel...



30 Mart 2010

YÜZLEŞME/K


Fotoğraf / Mario



Bazen kendi kendimle konuşurken yakalıyorum kendimi...
Sen varsın karşımda, bir soru soruyorsun, cevabı bende değil desem de inanmıyorsun.
İnanmadığını bakışlarından anlıyorum ama en çok sesinden.
Sesin titriyor, havada asılı kalıyor, bana ulaşacak gücü bile yok, öyle cılız ki...
Ağzından çıkar çıkmaz havada kırılıveriyor.
Uzanıp tutmakla, bırakıp seyretmek arasında bir yerde kalıveriyor yüreğim.
Öyle kırılgan ki, korkuyor.
Sorun yere düşüyor.
Öyle güçlü kuvvetli bir çarpma ki, yer sarsılıyor.
Ödüm kopuyor.

Sonra herşey başa dönüyor.

Kendi kendime konuşurken yakalıyorum kendimi.
Soruyu soran ben oluyorum, cevabı veremeyen yine ben.
Kendime inanmadığımı bakışlarımdan anlıyorum ama en çok sesimden.
Sesim titriyor, havada asılı kalıyor, kendime ulaşacak gücü bile yok, öyle cılız ki...
Ben öyle sanıyorum, çünkü aklımdan geçer geçmez kırılıveriyor.
Bırakıp salmakla, saklayıp sakınmak arasında bir yerde kalıveriyor aklım.
Öyle kırılgan ki, korkuyorum.
Soru yüreğime düşüyor.
Öyle güçlü kuvvetli bir çarpma ki, bedenim sarsılıyor.
Gerçek kol geziyor.

Sonra herşey başa dönüyor.

Kendi kendine konuşurken yakalıyorum seni.
Soruyu soran ben oluyorum, cevabı veremeyen sen.
İnanmadığımı bakışlarımdan anlıyorsun ama en çok sesimden.
Sesim titriyor, havada asılı kalıyor, sana ulaşacak gücü bile yok, öyle cılız ki...
Ağzımdan çıkar çıkmaz havada kırılıveriyor.
Uzanıp tutmakla, bırakıp seyretmek arasında bir yerde kalıveriyor yüreğin.
Öyle kırılgan ki, korkuyor.
Sorum yere düşüyor.
Öyle güçlü kuvvetli bir çarpma ki, yer sarsılıyor.
Ödün kopuyor.

Sonra herşey başa dönüyor.

Sen kendi kendine konuşuyorsun
Ben kendi kendime
Sorular havada çarpışıyor
Ve verilemeyen cevaplar verilenlerle düelloya tutuşuyor
Biri saymayı bilmiyor, erken dönüp tetiği çekiyor
Cevaplardan biri yere düşüyor
Ödümüz kopuyor
Gerçek ortada kalıyor
Sahiplenen olmuyor

29 Mart 2010

GECE YAĞMUR DÜŞ TINI


Fotoğraf / Rybnicki


Yağan yağmura eşlik etsin diye, klasik jazz dinliyorum. Glenn Miller yumuşacık sesiyle ritmi ruhuma uygun Moment In The Moonlight'ı söylüyor. Salınıyorum onun müziğinde... Tınısı üzmek istemez gibi beni, aksine kollarımı salıyorum iki yana ve yağmura bırakıyorum düşlerimi usulca...

Hemen ardından, I Wish I Knew uzatıyor boynunu geceye Billy Taylor'ın yorumu ile... İçimdeki yaramaz kız çocuğu el çırpıyor düşlerdeki sevgiliye, yüzümde yamuk bir gülümseme ile...

Gece güzel... Yağmur güzel... Düş güzel... Tınılar güzel...

Smoke Gets In Your Eyes diyen Dinah Washington bölüyor düşlerimi... Ain't No Sunsihne'ı Buddy Guy söylüyor... Ben  Bill Withers  yorumunu oldum olası daha çok sevsem de... Bu şarkının yeri bende bambaşka... Artık başka bir hayalin içinde yüzüyor yüreğim; eskisi gibi hızla çarpmıyor, ama o telefon konuşmasının olduğu o güne kısa bir yolculuğa çıkıyor: O adamı tanıyorum. Bu şarkıyı dinlerken masasının başında oturuşunu, elindeki sigaradan çektiği nefesi, aklından geçenleri biliyorum. Adamı usulca yanağından öpüyorum.

Norah Jones, Sinkin' Soon söylemeye başlayınca, dağılıyor bulutlarım. Bir barda - bar gençlerin takıldığı, salaş bir mekan- bir bira içip çıkacağımız o gece düşüyor aklıma. Müzik başlayınca, sevdiğim adama sırtımı yaslayıp dans ediyorum... Kollarının arasındayım. Adamı seviyorum. O gecenin tadının dudağımda sonlandığını hatırlıyorum. Adamı özlüyorum. Öpüyorum. Düşlerimi yağmura bir kez daha bırakıyorum, usulca...





BİR SABAH ILINMIŞTI YÜREĞİM




Aşka uyanmadığım sabahlar da oluyor elbet.
Güne güzel başlamadığım sabahlarımın sayısı, eminim başladıklarımdan daha fazladır.
Her gün, gülümseyen bir çift gözle umutla bakmıyorum yaşama.
Her an sevgi kelebeği gibi çırpmıyor kanatlarım.

Ama bazı sabahlarım var ki,
Onlar unutamadıklarım.
Bu kartı aldığım sabahki gibi:
Aşka uyandığım.
Ilındığım.


_________________________________________________________________


Aslında güzel bir hikayesi var fotoğrafın, bir ara yazmalıyım.


DÜN GÜZELDİ



Korumayı bilsek, ah bilebilsek
Kırıp dökmeden
Yasaklamadan
Bakabilsek

Ah bir değer bilsek
Bilebilsek
Yaşam nasıl da
Tutunulası bir dal olurdu hepimize

Görebilsek
Ah bir görebilsek
Zenginlik budur diyebilsek
Korurduk değil mi
Koruyabilirdik
Bozmadan
Bozulmadan

Ah bir insan olsak
Olabilsek
Düşünsek
Anlasak
Kavrasak
Baksak
Görsek
Mutlu olsak



KUMYAKA - TARİHİ KİLİSE
GİRMEK YASAKTIR
Duvarları boyamak
Rölyefleri kazımak
İşemek
Çöp atmak
Kırmak
Yıkmak
SERBESTTİR


28 Mart 2010

GÜN GÜZELDİ






Ray Nance / Some Of These Days



PAZAR YÜRÜYÜŞÜ


Az sonra uzun bir pazar sabahı yürüyüşüne çıkacağız, son hazırlıkları tamamlıyorum, fotoğraf makinasının şarjı kontrol edildi. Dinlenecek müziklere yenileri eklendi.

Sabah yaptığım ilk iş, erken kalkmanın da avantajı ile mutlaka müzik dinlemek olur. Öyle hazırlanırım ben güne. Hoş, gece uyumaya da öyle hazırlanırım ben ve hatta yemek yaparken ve hatta... Uzar gider bu liste böyle... Müzik ruhun gıdası diyen atalarımı da selamlayayım yeri gelmişken.

Ne anlatıyorum...

Hımm... Pazar yürüyüşü hazırlıkları...

Yorulunca, soluklanacağımız banklarda, çimlerde yayılmışken okunacak bir kitap, havanın serinlemesi durumunda dudaklar çatlamasın diye krem, ellere ayrıca bir krem daha, ya güneş yakar kavurursa, yüze de gerek bir koruma kremi... Terlenirse diye tişört, ıslanırsa diye çorap ve ayakkabı... Yağmur yağarsa diye yağmurluk... Yağmazsa diye eşofman üstü... Acıkırsam - ki kesin - çikolata bar... Susarsam - ki kesin - su... Oldu mu benim çanta, üç günlük seyahat planlayanların bavulları kadar... Çaktırmadan da fotoğraf çantasına sıkıştırıyorum bir kaç şeyi hala...

Neyse efendim (pek bir absalom tarzı oldu  bu cümlem de... keh keh...) 

Ben naçizane müziklerime müzik eklerken, Gaydaistanbul 2009 albümüne denk geldim. Ne zamandır dinlemiyordum. Sonra kendime sinirlenip, kudurduğumdan mütevellit - şu bir yere giderken evimi neredeyse sırtımda götürecem halleri - gerildim haliyle. Dedim dur, (sen de dur okuyucu, dinle şarkıyı) şu şarkıyı dinleyeyim az biraz da neşeleneyim. Aaaa... Ben bir kudur bir kudur, kafayı ye kudur... Kudurrrr...  (durma sen de kudur)


Aaa, hayrola, hiççç senin gibi sakin, huzurlu, sinirleri alınmış et misali yumuşak bir insan kudurur mu demeyin. (sen sakın bir şey deme bekriya...) Siz bilmezsiniz, ben en çok kendime kudururum....

Şimdi uzun, uzunnnnnnnnnnnn bir yürüyüş yapıp, biraz smooth jazz, biraz küba müzikleri, bir parça da viyola jazz dinleyip, ruhuma kanat takayım. Ruhumun gideceği yol uzun, yürek yanı başında, bugün ruhum süzülsün masmaviye karışan güpgüneşin koynunda...

İyi pazarlar...


Fotoğraf için google'a "bavul" dedim.
O da bana, al sana dedi bir sürü bavul fotoğrafı. 
Ben ruhuma uygun olanı seçtim.
Kokoşum kabul edin :)





27 Mart 2010

LEZZETİNDEN SUAL OLUNMAZ YAŞAMIN

Vakti zamanında, yanlış hatırlamıyorsam, 2008 Aralık sonu, Nily mimlemişti beni... Sevdiğim mekanları yazmam için; şöyle başlamıştım söze:
Sevdiğim mekanlar…
Sevdiğim mekanlar…
Sevdiğim mekanlar…
Uzun uzun düşündüm
Yazmaya başlarsam aklıma gelir dedim.
Yemek yiyebileceğim salaş mekanları severim mesela…
Düşündüm…
Aklıma gelmişti tabi gelmesine de, mim gene çıkacak gibiydi yolundan.

Deniz kenarlarını severim…
Dağları tepeleri ormanları severim…
Rock müzik dinleyebileceğim mekanları severim…
Şık yerleri severim... Hani şu beyaz masa örtüleri şık, yakışıklı garsonların olduğu…
Jazz Barları severim…
Bol çeşit olsun bir de soul müzik, kahvaltımı edeyim ama mümkünse kalabalık olmasın brunch mekanlarını severim.
Balıkçıları severim.
Limanları.
Ben en çok sevdiklerim yanımda olsun isterim, mekan bahane olsun gönlümüz hoş olsun isterim.
Bazen salaş bazen şık ama mutlaka gülümseyerek anacağımız mekanları severim.
Yazdıkça fark etmiştim ki, bana o mekanı sevdiren, o mekanı paylaştığım dostlarla çoğaltabildiklerimdi. O mekanlara tek başına gittim mi diye çok düşündüm. Ama o mekanlara, dostlarımla çok gittim.
Nişantaşı’ndaki şık manavı bilirim… Bebek’teki soğuk sandviççiyi… Taksimdeki salaş ocakbaşını, hani umut pişirip kahkaha içtiğimiz. Uludağ’daki köy evini, Çeşme’deki denizi severim.
Bursa, Eskişehir, İstanbul, Alger, Bursa... 38 yıla sığdırdığım dört kent... Sonunda başladığım yere döndüm kendi yolculuğumda... Şimdi dönüp baktığımda, anılarda yer tutanlara, mekanlar geliyor gözümün ucuna, mekanlar ve o mekanlardaki tatlar dilimin ucuna, ama en çok, yaşamdan aldığım lezzetin keyfi yerleşiyor yüzüme. Gülümsüyorum. Yaşadıklarımdan aldığım lezzeti, güne yayacağımı biliyorum.

Soğanlı parkı severim, aşkı sandiviç yapıp keyfini çıkartabildiğimiz için. Ada’yı severim mumlar yakıp dilekler tuttuğumuz için. Moda, Fenerbahçe, Caddebostan'ı severim sahilinde yürümekten bıkmadığımız için. Taksim’i severim her şey bir arada olduğu için. Porsuk kenarını severim,bira içip, ilk aşkın heyecanlarını ona kustuğum için. Beşiktaşı severim Ortaköy’e yürüme mesafesinde olduğu için. Kozahan’ı severim simit ve çay en güzel orada gittiği için. Tünel’i severim iki ucu da keyfe açıldığı için. Alger'daki balıkçı kasabasını severim, jumbo karidesleri soğanla yiyebildiğim için. Caddeyi severim süslenip püslenip Kırıntı'da yemek yediğimiz için. Garın oradaki Ali Abinin köfte ekmeğini severim, tükürük midemi bulandırmadığı için. Mudanya'yı severim bir de tabi Yalova'yı balık yemek deniz kokmak için. Evimi severim dostlarım geldiğinde, herşeyin lezzeti katmerlendiği için. Trilye'yi severim, Tiffany'de Kahvaltı tadında bir duyguyu bana yaşattığı için.



Yazımı okurken fark ettim ki, hayatın lezzetini ailemle ve dostlarımla alıyorum ben, Mezzaluna'da yediğim pizzayı da, sahil kasabasındaki salaş balıkçıda yediğim balık ekmeği de lezzetli kılan, an. O anı orada, onlarla yaşamasaydım, o lezzet kalır mıydı aklımda çok da emin değilim. Kızılkayaların dürümünden aldığım lezzetin, Caddede yediğimde, Taksimde yediğim ile  aynı olmayışının nedenini fark ettiğim gibi: Dürüm, Hayal'den Line'a uzayıp, Jazz Stop'da sonlanan bir gecenin ardından yendiğinde lezzetliydi. Soğanlı Parkta yediğim sandiviçin lezzeti, her zamankinden farklı hazırlanışındaydı, hazırlanan kişiyle onu paylaşırken hissedeceklerimde saklıydı en çok da.

Bu nedenle, lezzetlerim var benim, ama mekanlardan çok, yaşamda, yaşamın içinde... Bu şöyle anlaşılmasın, bilirim ki, iyi kebapçılar, iyi Fransız ahçılar, Bolu'lu Ustalar vardır... Bilirim ki, onların ellerinden yediğiniz Adana'nın, Foie Gras'nın,  Gırma Böreğinin tadı başkadır. Yine de inanırım ki; lezzeti yaratan ve unutulmaz kılan, onu paylaştıklarındır... O an'dır.

Beni hayattan aldığım lezzetlere çıkarttığı yolculuk için stuven'a teşekkür ederim. Dilerim, kurallarına uyamadığım için çok kızmaz bana. Mimin konusu güzel, almak isteyen, üzerine yazmak isteyen olursa, keyifle okumak düşer bana... Lezzetinden sual olunmaz bir haftasonu dilerim hepinize...