04 Temmuz 2011

Saat Dört, Yoksun

Ben yazı yazayım bari dediğimde telefonumun saati 04.04'ü gösteriyordu. Fotoğraf seçeyim, konuya da uygun olsun derken, daldım Amerika seyahatinin video ve fotoğraflarına ve bir de baktım saat 05.14 ve hâlâ yok. Bu saatten sonra gelecek uykunun da bana bir faydası yok.


Aslında aklımda önce fotoğrafları düzenleyip, sonra da güzel bir gezelim - görelim, mümkünse de yiyelim içelim yazıları yazmak var ama, hayırlısı demek istiyorum. Dile kolay bir ay gezdim. Okyanus ötesi seyahatlerde insanın başına gelme olasılığı yüksek, insanı imsomnia'ya ulaştıracak bir hal oluyor. Kısaca ben buna "bünyenin uyum sağlama sürecinde yaşadığı olağan saçmalıklar" diyorum. Evet bu kısa hali, uzun tanımı için saatlerdir uykusuz olduğum gerçeğinden yola çıkarak bir zahmet üzerine kaç sayfa yazabileceğimi tahmin ediverin. 

İmsomnia da ne ola... Ömrümde yaşamadım, duymadım, ben kafayı koyar uyurum, saatler dakika gibi gelir diyenler, yazıyı lütfen terk etsinler, kendilerine ağır bir laf söylemek istemem doğrusu sabahın şu saatinde... 

Ve eğer, "ala ala ben de de olmuştu, böyle saçmalamıştı bünye, ne olaki bu durum" merakında olanlar varsa da, onlar için internetten bulunan bir cümle ile durumumu açıklamak isterim:

Uykuya dalma, uykuyu sürdürme ve sonlandırmaya ilişkin sorunlar, dinlendirici olmayan uyku, insomnia (Uykusuzluk) karşılığı kabul edilmektedir.

Bu tanıma, olur olmadık saatlerde uyku gelmesi (bkz. saç boyatırken, gün ortasında) olur olduk denilen saatlerde ise, (bkz. tüm mahalle derin uykularda) bulutlu gökyüzünde koyunları saymaya çalışma marifeti ile ayakta günün doğumuna şahitlik etme de eklenmeliydi. Tıp henüz o kadar gelişmedi. Bence aslında yeterince uykusuz kalmamış doktorlarımız, yoksa bu tanımı kesin bulurlardı. 

Neyse ne diyordum,

İçimde öfkeli bir kalabalık var bünyeme karşı. Saat dört yoksun diye söylenen içimin öfkeleri, bu saatten sonra gelsen ne yazar diye resti çekti. Eğer başıma bir şey gelmeyecekse ve siz de laf etmezseniz, erken erken işime gideyim diyorum. Belki bünye masayı görünce kafayı vurur ve uyur. Ne de olsa, tatil sonrası çalışma psikolojisi bünyeye ağır gelebilir. Ya da şöyle diyeyim, lütfennnnnn gelsin. Ağırlaşan beden, bünyeye laf geçirsin. Bünye şöyle saatlerce uyusun kalsın. Normale dönsün.

Amin.




29 Haziran 2011

Islanmak Ne Güzeldir Oysa



Zıplayıp hopluyorsun,
Üstün başın ıslanıyor ama sen gülümsüyorsun.
Herkesi kendin gibi bilip, boyu boyuna uyuyorsa huyu huyuna uyar sanıyorsun,

Sen ne güzel bir çocuksun.




Kocaman kahkahaları gökteki bulutları yırtacak bir çığlıkla gözyaşlarına bırakıyorsun
Sonra da oyuna kaldığın yerden devam ediyorsun.

Sen nasıl da mutlu bir çocuksun.




Çocukken çabucak büyüyüp abla olmak isterken;
şimdilerde elinde kovan, topun, bebeğin, yüzünde umursamaz bir ifadeyle çocuk olup,
büyükler sana özensin istiyorsun.

Sen ne şaşkın bir kadınsın bir yanın hiç büyümesin hep çocuk kalsın.



Tam da o anda bir baba kucağında oğluyla giriveriyor parktan içeri
Hopppp!
Beraberce çocuk olup  ıslanırken, 
attıkları kahkahayı sen alıp da evine götüresin diye 
o sonsuz maviliğin içine bırakıveriyorlar.

Nasıl da keyifli bir an'a tanıklık ediyorsun, farkında mısın?


Sen yüreğinde kocama kocaman  hayallerin kıpırtıları ile eve doğru yönelmişken
 akan iki damla yaşla katılıyorsun oyuna; 
demek ki büyümek böyle bir şey diyorsun içinden, 
büyüyüp de anne bile olamadığında.

Sen nasıl da bazen kendine bile yalan söyleyebiliyorsun.

Şişşşt.
Ağlama.

Eline al bir kova, haydi oyun parkına
İçindeki çocukla çocuk olmaya.






26 Haziran 2011

Salsam Kendimi Okyanusun Kuzey Kıyılarına


Tamam! Siz bıkmış olabilirsiniz. Ama ben sizi uyardım; dedim ki aşık oldum. Ciddiye alanınız olmuştur gülüp geçeniniz ama nafile... Öyle ya da böyle ben size bir kez daha söyleyeyim; siz benden daha çokkkkk Newburyport dinlersiniz. Nedeni basit, aşık olan düşürmez dilinden yüreğinden sevdiğini.

Newyorktayım. Son bir kaç günüm. Hayallerimin hemen hemen hepsinde o yağmurlu son günün kelebekleri. Becerebilsem de çizsem size bir bir. Kaç kelebek kanatlandı o gün içimde, kaçı gelip de kondu yüzüme bilmiyorum, bildiğim bu duyguyu çok sıklıkla yaşamadığım.


Bir meditasyon sonrası yokuştan aşağıya iniyordum ve yine bu duygu vardı içimde. Hafiftim, öyle hissediyordum, uçabilirim gibi geliyordu... denemedim.



O sabah iki gündür bizi ısıtan ve asla bunaltmayan güneşi göremeyeceğim diye mızmızlansam da son gün, son sabah diye atıvermiştim kendimi sokaklara... Uzunca yürüdüm. Uzunca düşündüm. Uzunca uçuştu kelebekelrim. Kendimi o gün daha bi' sevdim. Daha bir tutundum yüreğime. Teşekkürü sıklıkla unuttuğuma döndüm yüzümü. Gülümsedik karşılıklı.



Nerede okumuştum hatırlamıyorum. "Kötü hava koşulları yoktur, o koşullar için uygun hazırlıklar yapılmamıştır." benzeri bir şeylerdi. Hayat da böyle geldi o an, hayatın iyisi ve kötüsü yoktu. O hayat koşulları için hazırlıklı olmak vardı. Ben kendi hayat koşullarıma hazırlanmak konusunda tembel bir öğrenciyim. Her şey hazır gelince, her şey hep hazır olacakmış sanıyorsun. Oysa uyum sağlaması gereken sensin. Sen susun. Hayat bir kap.







24 Haziran 2011

Dertleri Baloncuklara Yüklemek



Bir çocuk sevinci var içimde bugünlerde. Anlatacağım merak etme. Yeni bir oyuncak alınır ya, ya da çok istediğin o kırmızı rugan bayramlık ayakkabının alındığını ama henüz giymediğini düşün ya da düşün ki o oyuncak kutusu salondaki camlı büfenin üstünde; koltuğa çıksan dahi boyun erişemiyor ve üstelik ayakkabılarını giydin ama sokağa çıkmak için sabah olmasını beklemelisin. Anlayabiliyor musun ruh halimi.

Bekliyorum. Bugünlerde beni delicesine mutlu edecek bir şey olacak ve ben o gün bütün dertlerimi bir köpüğe yükleyip üfleyivereceğim havaya. Hayranlıkla seyredeceğim sonra onları. Hiç düşündün mü dertler de  güneşli günlerde bakıldığında belki de büyülğyordur insanı.





Dertler... 
Bazıları büyük bazıları ufak bazıları biz üflüyoruz diye büyüyor da büyüyor. 
Ama gğn geliyor illa ki kopup gidiyor. 

Dertleri bir kenara atmanın yolundan geçmişim de fark bile edememişim. 
Sanki bu yola çıktığımdan beridir derdim yok. 
Dedim ya yüzümde bir çocuk sevinci,
muzur bir gülümeseme, 
hayaller uçuşup duruyor yüreğimde, 
sanki kanatlarım var gibi hafif 
sanki içimde bir çeşme 
mutluluğa kavuşan huzur akıtıyor biteviye...




Kendi dertlerim de dahil olmak üzere,
dinlediğim her dertten 2 dolar atmış olsaydım cebime; rahatlıkla dünya turuna çıkardım.

Belki de kendim dahil hiç kimselerin dertlerini dinlemediğim içindir
içimin huzuru bugünlerde.

Belki de neyi duyuyorsan O'sundur.
neyi okuyosan
neyi dinliyorsan
neyi görüyorsan
O

Ben bugünlerde dertlerimin hepsinden
 teker teker baloncuk yaptım nefesimin yettiğince... 
Biliyorum büyüyünce gökkuşağı olacaklar
her ağlama sonrası yüzümde.

Toprağa yağmur değmese
çiçek açar mı sandım acaba ben bunca sene.



22 Haziran 2011

Newburyport Sakini Olmak




İnsan buraya yerleşmek istiyor, hemen kafası nasıl olur ki bu iş diyor. 
Aslında sonradan farkına varıyor ki, olmayacak duaya amin diyor. 
Biz diyelim de duymayanın kulağı sağır olsun.




Bir kasabada yaşamak fikri Çeşme'yi bildim bileli hayalimdir. Ama bir kasabanın sadece tek katlı evlerden ve çitsiz bahçelerden oluşabileceğini gördüğümden beridir bu hayalde ufak bir kayma oldu. Ben artık tek ya da iki katlı evlerden ve çitsiz bahçelerden oluşan bir kasabanın sakini olmak istiyorum.






Sakinlik dedim de buralara geleli beridir yaşamak yüzümde aptal bir gülümseme...





Dertsiz tasasız, iş stresi olmadan, korna sesli trafiğe takılmadan - ki emin olun burada da trafik tıkanıyor ama ne hikmetse buradakiler trafiği korna ile açamıyor - üzerlerine oturmuş bir nezaketle gülümseyen insanların varlığı mıdır bilmem ama bir şeyler beni buraların sakini yapmaya yetti.

Düşünüyorum da belki de bütün bunlardan sonra kendi kaosuma geri döndüğümde bir gün batımı tadında olabilirim hâlâ ve ısrarla.






21 Haziran 2011

Aşk Her Zaman Kazanır


Anlatacak onca şeyin arasından tabi ki Newburyport'u tek geçmiyorum.
Burayı (evet halen buradayım) gezdiğim onca yer arasında
 öncelikle anlatmak istememin kendimce geçerli sebepleri var. 
Ben AŞIK oldum. 



Belki de daha kasabaya varmadan uğranan dost evindeki kahvaltıydı beni baştan çıkartan...
Belki de her şey göletle göz göze geldiğimiz anda saklıydı.
Ve belki de her şey beni benden alan karşılamaydı.



Pencereler...


Çiçekler...


Ayrıntılarda saklı güzellikler...


Ve evler...




Ve sokaklar...



Ve işaretler...


Ya ben hazırdım aşka
Ya da aşk onca koşuşturmanın ardından sarılıverdi yüreğime 
bana bile aldırmadan.




Burası Newburyport...
Burada yaşayan hemen hemen herkes 
"ama sadece iki aylık bir cennet" dese de...
Hangi aşk sadece cenneti vaad edebilmiştir ki!





08 Haziran 2011

Yüksek ve Daha Yüksek



Uzun bir yolculuk olacaktı, biliyordum. Yüksek binalar ve yoğun kalabalıklar görecektim, biliyordum. Ama bu kadarını umuyor muydum, çok emin değilim. İlk günler gökyüzüne bakmakla geçti. Her şey ya yüksekti ya daha yüksek... Newyork'da en çok neyi sevdin derseniz... sabahın erken saatlerindeki boş sokaklarını derim... 












Siz bir kaç gün gökyüzüne bakadurun... Yeryüzünün renkleri için biraz zamana, biraz da St. Croix'un sevgili özlemi kokan denizinden uzaklaşmaya ihtiyacım var. Bulunduğum yerle ilgili tek bir kelime hakkım olsa, sonsuzluk ilk seçimim olurdu. Ve bir şans daha verseniz ben sessizce huzur diye fısıldardım uykunuza...