22 Temmuz 2011

Beni Yalnız Bırakın



İnsan kendini planlı bir şekilde, adım adım, gün be gün yani, yalnızlaştırabilir mi? Herkesi kendinden uzakta bir köşeye kendi sessizliklerinde yitip gitsinler diye bırakabilir mi? Onlarca sessizleştirilen her bir kelime, büyüyüp büyüyüp de akla, yüreğe, dile, güne sığmaz olup da insanı boğabilir mi? Yüreğin sıkıştığı zamanlara sığdırdığın nefes burnunun ucunda bir sızıya dönüşebilir mi?

İnsan kendini durup dururken ölümü düşünecek kadar başkalaştırıp, kendinin kendinden yitip gitmesine seyirci kalabilir mi? Peki bir kedi edinsen sen öldüğünde komşular seni kokmadan bulup da mezara koyabilir mi?

Hayat bir yerden sana gülümserken başka bir yerinden kan ağlayabilir mi?

Bu durumda yüzünde bir gülümseme, yüreğinde bir ağlama sesiyle kalabalığa karıştığında, herkes senin dertsiz olduğunu sanabilir mi? 

Palyaço gibi boyalı bir gülüşte, giderek derinleşen bir hüzün ne kadar saklı kalabilir ki? 

Diyelim ki, saklısındasın o gülüşün, gözlerin seni ele vermeden durabilir mi?



görsel / deviantart

15 Temmuz 2011

Evlilik Bir Sürpriz midir?




Zaman zaman dilek tutarsın ya içinden, bazen de öylece aklından geçiveren bir cümledir ve bazen bir isyanın ortasındaki bir cümlende saklıdır ya dileğin... Tanrı'nın işi gücü yoktur, böyle zamanlarda duyar seni. Sen isyanını hatırlar dileğini unutursun... Sen aklından geçirdim zannettiğinde yüreğindendir aslında geçen ve dedim ya işte, Tanrı sen fısıldarken duyar sesini. 

Duyar ve bekler... Sen de beklemeyi bilirsen, sürprizler olur yaşamda. Sürpriz öyle büyüktür ki, ağzından çıkıverir "bak sen şu Allah'ın işine" cümlesi... Farkında değilsindir ama senin işindir o. Sen diledin diyedir. İstedin ve sabırla bekledin diyedir. Belki bir gündür... Belki koca bir ömürdür. Sen sen olmayı bıraktığın, o da kendinden vazgeçebildiği içindir olan biten ne varsa... Bir olmak derim ben buna. Ondan dileyip, Ona dönüşmektir sürprizin aslı; Aşk olmaktır bir bakıma...


10 Temmuz 2011

Düşün Ayrıntısı

Bazen detaylarda kaybolur insan...

Kendi kendime geçen bir günü düşündüm gece gece
Kendi kendine kalınca insan
Daha fazla düşünecek şeyleri olur
Geçmişi düşünür
Şimdisine bakar
Geleceğine düş kurar


Baksa bile görmez önünün ilerisini...

Öylesine gömülür ki geçmişe
Şimdiye ve hatta geleceğe
Göremez burnunun ucunu

Böyle zamanlarım çok oldu
Dönüp bakıyorum da hep görmek istediğim gibi göreyim diyeymiş çabam

Deki gördün mü

Gördüm

Ama neyi...

(Buradan söylememe bence sen de müsaade etme)




Adım adım yürürken geleceğine...

Şimdisini es geçen oncanızdan biriyim bugünlerde
Geçmişe tutunmayı bırakalı çok olmadı
Gelecekle ilgili düşlerimse halen dile gelmiyor
Şimdide alsam nefesimi gam yemeyeceğim
Senin anlayacağın bildiğim sokaklarda yeniden kaybolmuş gibiyim



Unutur resmin bütününü...

Hepimiz insanoğluyuz işte günün sonunda
Unutuveriyoruz resmin bütününü

Şöyle bir gerinip de yaslamak gerek sırtını
Manzaraya karşı açmak kollarını

Almalı yanına en sevdiğini
Senden gitmek aklına  bile gelmeyeni

Bakmalı uzağa
Ta ki resmin bütünü gözün alabildiğine
Gözün önünde uzanıncaya kadar



07 Temmuz 2011

Üzülmedim Demek Mümkün mü Sence

Dün gece içime kıvılcım düştü...

Çektiğim onca fotoğraf şimdilik elimde yok... Yoklukla birlikte aklımdaki onlarca anı da sanki uçup gitti. Yokluk koca bir delik oldu bulutsuz gecenin derinliğinde. İçine çekti ne var ne yoksa. Yıldızlar çıktı birden bire ortaya. Yazmak gerek dedim, fotoğrafı yüreğine çizerken, kelimeleri o çizdiğine iliştirmek... Ama ben çizemem ki...

Elimdeki 8 GB ve 2 GB iki ayrı küçük mavi SD karta baktım. Onlarla konuşmadım. Ama içimden "ne istediniz" dedim. Cevap alacağımı falan düşündüğümden değil elbet ama üzüntümü başka nasıl dile getiririm bilemedim. 

Diğer 2 GBlik SD kart ise içindekileri bırakıp sessizce uzaklaştı. Arkadaşlarının bana ettiğine bir anlam verememiş olacak ki, giderken onlarla bile vedalaşmadı. Belki de "sizinki de kartlık mı şimdi" dese, onlar  da insafa gelir ve içindekileri masaya usulca bırakırdı. Öyle olmadı. 

Biraz sessizce bakındım etrafıma. Elimdeki mavilikleri bırakıp kanepeye uzandım az zaman sonra, maille gelen fotoğraflarda aradım avuntuyu. Dışımda ararken içimde buldum dinginliği ve MAVİ böylece yazılmış oldu işte. İçimde bir yer serinledi, ısındığım sularımda kaldığım yerden yol aldım. Sokak sokak düz gittim, anı anı yokuş çıktım, huzur huzur koştum. Kendimce anıları böylece yüreğime çizdim. Kelimeleri onlara kanat yaptım. Maviliğin içinde süzüldüler ben gülümseyen turuncu bir manolya oldum. Olmaz deme insan hüzünlendiğinde, vakti evvel yüreğine değenlerin kanat çırpınışlarındaki sırra akıl ermez bence. Ara sıra üzülmekten vazgeçip, senden gidenlerin, sende bıraktıklarına sarıl sessizce. Kuşların kanat çırpınışları ancak böyle duyulur yalnız gecelerde. 









Mavi

maviliklerde kaybolsam... 

ya da uyuyup kalsam o kanepede
sen gördüğüm düş değil de gerçeğim olsan

bir düşünürsen eğer sonsuz denizleri
ya da gökyüzünün bulutsuz günlerini

benim dileğim bir toz zerreciği






05 Temmuz 2011

Gün




 Bazı anları diğerlerinden farklı kılan nedir ki...
Açılan kapılardan bakmanı sağlayan peki...
Nedir yüzünü durup dururken güldüren...




Pencereleri ve kapıları sevdiğimi söylemiştim hatırlıyor musun?
Gülümsemiştin.
Niye sevdiğimi hiç sormadın, ben hiç söylemedim.
O gülümsemeyi hiç gözümden silmedim.




Sisli günlerime güneş gibi doğduğun günleri belki de bu yüzden çok özledim. 





04 Temmuz 2011

Saat Dört, Yoksun

Ben yazı yazayım bari dediğimde telefonumun saati 04.04'ü gösteriyordu. Fotoğraf seçeyim, konuya da uygun olsun derken, daldım Amerika seyahatinin video ve fotoğraflarına ve bir de baktım saat 05.14 ve hâlâ yok. Bu saatten sonra gelecek uykunun da bana bir faydası yok.


Aslında aklımda önce fotoğrafları düzenleyip, sonra da güzel bir gezelim - görelim, mümkünse de yiyelim içelim yazıları yazmak var ama, hayırlısı demek istiyorum. Dile kolay bir ay gezdim. Okyanus ötesi seyahatlerde insanın başına gelme olasılığı yüksek, insanı imsomnia'ya ulaştıracak bir hal oluyor. Kısaca ben buna "bünyenin uyum sağlama sürecinde yaşadığı olağan saçmalıklar" diyorum. Evet bu kısa hali, uzun tanımı için saatlerdir uykusuz olduğum gerçeğinden yola çıkarak bir zahmet üzerine kaç sayfa yazabileceğimi tahmin ediverin. 

İmsomnia da ne ola... Ömrümde yaşamadım, duymadım, ben kafayı koyar uyurum, saatler dakika gibi gelir diyenler, yazıyı lütfen terk etsinler, kendilerine ağır bir laf söylemek istemem doğrusu sabahın şu saatinde... 

Ve eğer, "ala ala ben de de olmuştu, böyle saçmalamıştı bünye, ne olaki bu durum" merakında olanlar varsa da, onlar için internetten bulunan bir cümle ile durumumu açıklamak isterim:

Uykuya dalma, uykuyu sürdürme ve sonlandırmaya ilişkin sorunlar, dinlendirici olmayan uyku, insomnia (Uykusuzluk) karşılığı kabul edilmektedir.

Bu tanıma, olur olmadık saatlerde uyku gelmesi (bkz. saç boyatırken, gün ortasında) olur olduk denilen saatlerde ise, (bkz. tüm mahalle derin uykularda) bulutlu gökyüzünde koyunları saymaya çalışma marifeti ile ayakta günün doğumuna şahitlik etme de eklenmeliydi. Tıp henüz o kadar gelişmedi. Bence aslında yeterince uykusuz kalmamış doktorlarımız, yoksa bu tanımı kesin bulurlardı. 

Neyse ne diyordum,

İçimde öfkeli bir kalabalık var bünyeme karşı. Saat dört yoksun diye söylenen içimin öfkeleri, bu saatten sonra gelsen ne yazar diye resti çekti. Eğer başıma bir şey gelmeyecekse ve siz de laf etmezseniz, erken erken işime gideyim diyorum. Belki bünye masayı görünce kafayı vurur ve uyur. Ne de olsa, tatil sonrası çalışma psikolojisi bünyeye ağır gelebilir. Ya da şöyle diyeyim, lütfennnnnn gelsin. Ağırlaşan beden, bünyeye laf geçirsin. Bünye şöyle saatlerce uyusun kalsın. Normale dönsün.

Amin.