06 Haziran 2017

3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Mostar'ın Köprüsü, Ekolojik Köyün Yağmuru

Dubrovink'ten yola çıktığımızda yaklaşık 3 saatlik bir yolumuz var diye, sahilden biraz daha ilerliyor, ve bir sonraki sınır geçişinden Bosna Hersek'e giriş yapmaya karar veriyoruz. Haritaya göre bu mümkün. Dalmaçya kıyılarının hakkını veremeden, sınır geçişi için denizden ayrılıyoruz. Girdiğimiz yolda bir biz, bir de ölü yılanlar var. Yol öyle dar ki, karşıdan araba gelse ne yapacağız bilmiyoruz. Bir de hava yavaştan kızıl renge bulanmaya başladı. Sanki yol artık kullanılmayan tali bir yol. Ne gelen ne giden var. Ne de bir köy, ev, insan... Telaşlanıyorum. Güzelliğinin farkına varabilecek bir ruh hali içinde değilim. Ara ara kaybolan uydular da paniğimi artırıyor. Bu sefer kesin yanlış yoldayız! Kaybolduk hatta! 

Eşim sakin adam, haritaya bakıyor, yol bir süre sonra gitmeyi planladığımız asıl yol ile birleşecek, sakin diyor. O diyor ve yapabiliyor, ben sakin kalmak için nefesimi tutuyorum. Uçsuz bucaksız bir vadinin ortasında gün batımını seyrederek ilerlerken, bir polis otosu yanımızdan geçip gidiyor. Bir kaç kilometre sonrasında iki evi olan bir yerden geçiyoruz. Sonunda iki insan gördük diye nefes almaya başlıyorum. Sulama sistemleri ile verimli topraklardaki üzüm bağları ve türlü meyve ağaçları yüzümü güldürüyor. Yanlışlıkla muhteşem bir yoldan gidiyormuşuz da heba etmişim bu anı telaşlarıma. Nice zaman sonra sınır kapısına geldiğimizde fark ediyoruz ki, sınırdaki polislermiş yanımızdan geçenler, dükkanı kapatıp eve gidiyorlarmış. Elimizi kolumuz sallayarak Bosna Hersek sınırında geçiyoruz. 

Gece hava kararınca varıyoruz Mostar'a. evlerinin çatı katının iki odasını "airbnb" üzerinden kiralayan genç çiftin evini bulmak kolay oluyor. Bahçeli bir evin alt katında ailesi yaşıyor, anne, baba ve babaanne. Gözleri ile buyur ediyorlar bizi. Gözlerimiz ile selamlıyoruz evin büyüklerini. Gençler zehir gibi ingilizce konuşuyor. Odalar şirin mi şirin. Yorgunuz ama çok da vaktimiz yok. Valizleri bırakır bırakmaz, sokaklara atıyoruz kendimizi. Ve nasıl becerdiysek, kızlar grubu erkekler grubunu kaybediyor sokaklarda. Yemek yemeği planladığımız yere gidiyoruz annemle, babamlar yok tabi. Beklemeye karar veriyoruz. Elbet gelecekler. Yaklaşık bir 15 dakika sonra ne gelen var ne giden, bir daha çıkıyoruz sokaklara, acaba önerilen diğer yerde mi bekliyorlar bizi. Bir ufak tur daha... ve yoklar tabi. Dönüyoruz ilk gittiğimiz mekana, nasıl bir yağmur başlıyor. Şaka gibi! O sırada kapıda beliriyorlar. Zınka zınk dolu mekanda yer bulunuyor bize de. Harika bir yemek ve sohbet sonrası, yorgun bedenler temkinli adımlarla ilerliyor, parke taşlı yollarda. Sabah manzara muhteşem, keyfini çıkartacak vakit yok. 


Bugün yolda ara ara yağışa yakalanacağız ve ekolojik köy Raj U Raju da mutlaka mola vermek istiyoruz. Üstelik yolculuk boyunca ilk kez bir sonraki duraktaki kalacak yer ayarlanmamış durumda. Tahmin edin ne haldeyim. Telaşlı! Herkesi ve her şeyi arabaya sıkıştırdıktan sonra, bir börek sevdası ile düşüyoruz yola. Verilen tarife göre fırını bulup börek alacağız. Sabah kahvaltısı yapmadan yola çıkmamız bu yüzden. Üstelik Mostar Köprüsü ve Mostar'ı gündüz gözüyle de gezebilmek istiyoruz. Gri bulutlar biraz daha izin verirse harika olacak diye düşünüyoruz. Yoksa nemli bir yolculuk bizi bekliyor olacak. Neyse ki, börek işi tamam, verilen adreste değil ama yol üstünde bulunan börekçiden de memnun kalıyoruz. 















Neyse ki, 1-2 saat içinde Mostar'ı ıslanmadan geziyor ve köprüsünden de çekip, yola koyuluyoruz. Yola çıkar çıkmaz, yağmur atıştırmaya başlıyor. Ucuz yırttık deyip seviniyoruz. Yağmur şiddetini öyle hızlandırıyor ki, ekolojik köye uğramak konusunda kararsız kalıyoruz. Hepi topu 5 km. içeri girip tekrar döneceğiz, yağmurun ritmine kapılıp, yeşilliğin arasından kıvrılan yolsa ilerliyoruz. Araçtan inemeyecek kadar çok yağmasına rağmen, iki fotoğraf çekip hızla geldiğimiz gibi dönüyoruz; başka bir bahara gelmeyi ve kalmayı umut ederek. 










Bir sonraki yazı: 3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu /  Umudun Tüneli, Saraybosna'nın 'Cevapi'si ve Srebrenitsa'nın Hüznü

05 Haziran 2017

3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Lokrum Üzerinden Dubrovnik - II





Gün boyu Dubrovnik eski kenti geziyoruz. Basamaklardan çıkıyor, iniyor, ara sokaklarda kayboluyoruz. Bir ara annem ve babamdan ayrılıyoruz, saat ve yer kararlaştırıp eski kentin romantizmini yaşamaya başlıyoruz. 




Kent her adımında şaşırtıyor bizi... Haritada işaretlediğimiz noktaları keşfe çıkarken iki şey aklımızda; şarap ve tatlı molası.









Kalenin yaklaşık 2 km. olan çevre turuna katılmayıp, ara sokaklarda dolanmayı tercih etmek bizi bir okulun basketbol sahasına götürüyor. Keşfimizden mutluyuz. Kale manzaralı bu saha da keşke teke tek bir maç yapabilsek diyoruz. Yeni yetmeliğimiz içimizde bir yerde can buluyor sanki. 
Uzunca bir süre tellerin arasından şehri tepeden seyrediyor ve yolumuza devam ediyoruz. 

Sırada bir şarap molası var. 



Doğru yerleri iç güdüsel olarak seçiyoruz. 
Kafamızı şöyle bir uzatıyoruz, 
içeri loş ışıklı ve geriye doğru bir mağara izlenimi veren taş duvarlar var. 
Barda iki adam ve bir kadın sohbette.
Merhaba deyip içeriye giriyoruz. 
Bir aile işletmesi, bağları kendilerinin, 
barın arka tarafında duran kadınla sohbete başlıyoruz. 
Şarap söz konusu olduğunda ikimizin de tercihi kırmızı olur, 
sohbet uzayıp gidince kadının önerisi ile beyaz deniyoruz. 
Arka bölümde fotoğraflara bakarken, soğutulmuş beyaz şarap geliyor. 
Keyfimize diyecek yok. 
Şarap damağımızda öyle bir tat bırakıyor ki; şişe alıp çıkıyoruz. 





Keyfimiz çakır, elimiz kolumuz dolu buluşma saatine kadar olan süreyi biraz daha ara sokaklarda kaybolarak geçiriyor ve soluklanmak için durduğumuz başka bir mekanda tatlı tercihimizi krem karamelden yana yapıyoruz. Doyumsuz bir lezzet ile filtre kahvenin buluşması bizi gülümsetiyor. İç güdülerimiz bu gezide bizi hiç şaşırtmadı. 


Enerji depolaması ve dinlenme iyi geliyor, ara sokaklarda kaybolmaya devam ediyoruz. 
Bir okul daha çıkıyor karşımıza, daha doğrusu benim her gezide meşhur olan tuvalet ihtiyacım bu okulu bulmamıza ve gezmemize vesile oluyor. 
Böbreklerime yarasın, harika bir müzik okulu keşfetmiş oluyoruz. 
 Eski şehrin ihtişamlı binalarında koşturan çocuklar ne şanslı diye düşünüyorum. 




Okulun sokağından aşağıda kale kapısına doğru ilerlerken müziğin ritmi ile salınıyoruz. Geldiğimiz yoldan geri döneceğiz. Buluşma noktasına yaklaştıkça geri geri giden ayaklarıma söz geçirmeye çabalıyorum. Yürüme hızım nerede ise durma noktasına geliyor. Keşke biraz daha vaktimiz olsa.





Bir sonraki yazı: 3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Mostar'ın Köprüsü, Ekolojik Köyün Yağmuru, Srebrenitsa'nın Hüznü ve Saraybosna'nın Köftesi...


03 Nisan 2017

3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Lokrum Üzerinden Dubrovnik - I

Balkan gezisi öncesi onca okunan blog ve gezi yazısı üzerine ofiste sohbet başlıyor. Hırvatistan ilginç bir kara. 100 kadar adası var mesela, bunlardan 48 tanesinde yerleşim var. Rotamız bizi bağladığından adalardan herhangi birine uğramak gibi bir niyetimiz yok. Sadece Dubrovnik'i ziyaret edeceğiz ve yolumuza devam edeceğiz. Ofis arkadaşlarımdan biri "Lokrum adasına mutlaka uğrayın, siz Game of Thrones seyretmiyorsunuz ama yine de oralara gitmişken uğrayın" diyor. Ada yolumuzun üstü, neden olmasın diyor ama yine de kulağımın üstüne yatıyorum. Annemlerle rota üzerine konuşurken "Botanik Adası varmış, Lokrum diye, gitsek mi acaba" teklifine bu sefer kayıtsız kalamıyorum. 

Herzeg Novi'den çıktığımızda aklımda Dubrovnik'e gidip oradan tekne ile adaya geçmek var. Yine de internette geziniyorum. Cavtat ya da Mlini üzerinden tekne ile Lokrum ve oradan yine tekne ile Dubrovnik eski kent yolu hepimizi heyecanlandırıyor. Arabayı Mlini de bırakmaya karar veriyoruz. 

Tur saatleri iyi denk geliyor. Sadece bize ait bir tekne ile salına salına adaya doğru yol alıyoruz. Keyfimiz de hava da bir harika!


Ada bizi sabahın erkeninde karşılıyor karşılamasına ama ziyaret 10'da başlıyor. Güneşe nazır oturup yaklaşık bir saat adanın ziyarete açılmasını bekliyoruz. Erkenci olmak ilk defa işe yaramadı. Olsun deyip, geçtiğimiz yolların üzerinden bir kez daha geçiyoruz. Taze anının lezzeti dalından koparılmış vişne gibi. Doyumsuz!



Şu gördüğünüz ağaçta bir tavus kuşu var. Ben görevliye bu ses nereden geliyor dediğimde ağacı gösterdi, uzun süre bakınca dallarına konmuş bir tavus kuşu gördüm. Şaşkınlıkla bizimkilere seslendim, çünkü hayatımda ilk defa bir tavuskuşunun belli bir yüksekliğe kadar uçabildiğini öğrendim.





Ada tam bir doğal yaşam alanı. Yabani tavşanlar ve tavus kuşları yaşıyor, içinde botanik parkı da bulunan ada ilginç bir kaya oluşumuna sahip. Adanın ortasından kıyısına doğru ilerleyince başka bir dünyaya adım atıyorsunuz. 





Hepimiz bir köşesine savrulmuş kaybolmayı umut ederken, saklı gölde buluşuyoruz istemsizce. Ne garip bir buluşma bizimkisi, hepimiz bir ucunu tutmuşuz gölün, dalmışız hayallere... Uzaktan el sallayıp buluşma noktası belirliyoruz az ötede, işaretlerle. Bu nokta aynı zamanda adadan dönüşünde başlangıcı olacak bizim için. Adayı geride bırakırken, meşhur dizinin meşhur demir tahtında fotoğraf da çektirip, gidiş teknesi için sıraya giriyoruz. 

Tekne bizi Dubrovnik eski kente doğru götürürken, eski kentin görkemiyle karşı karşıya kalıyoruz, deniz yoluyla kente gitmenin muhteşemliği kelimelerle anlatılabilecek gibi değil. Görkemi karşısında tutulmuş dilim ve parmaklarım. Gözlerin kilitlenmişcesine bakıyorum kaleye... Nice zaman sonra basmaya başlıyorum deklanşöre, 1,2,3... Kentte günü batırana kadar onlarca kez daha basacağımı bilmeden ardı arkasına gördüğüm her şeyi sığdırmaya çalışıyorum küçük kara kutunun hafızasına. 




Bir sonraki yazı: 3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Lokrum Üzerinden Dubrovnik - II



02 Mart 2017

3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Karadağ... Beni unutun burda!


Hedefimiz İşkodra... 

Sabahın erkeni. Puslu Ohrid'i geride bırakıp düşüyoruz yollara. Yolda olmak keyfi yakışıyor bizim aileye. Yüzümüzde bir tebessüm, kişisel gezgin tarihimizin keşfedilmemiş duraklarından ilki; iki yakası farklı hikayeler anlatan İşkodra. Ama öncelikle Arnavutluk geçilecek. Binbir türlü zorluk okuduk ve dinledik yollarıyla ilgili. Harita üzerinde hepi topu 4 saat olan yol için 8 saat sürdü diyenlerde oldu, geceyi orada geçirmek zorunda kaldık, yola devam edemedik diyenler de. Korkan gözümüz ile sabahın erkeni yola çıkmayı hedefledik. 


Arnavurluk sınırını geçer geçmez, kaderine terk edilmiş tren yollarının yanından geçiyoruz. Fabrikalardan ve evlerden ve yollardan... Başkent Tiran'a doğru gidiyoruz. Mola yerinde tünelden bahsediyorlar. Yol kısalmış böylece. İçimizde bir rahatlama. Planladığımız saatten önce Karadağ sınırından geçmiş olacağız. 

Tiran tam bir hayal kırıklığı. Değişime ayak uydurmaya çalışıyor. Boyutları anlatılamaz bir fakirlik, ve yıpranmışlığın üzerine makyaj yapıyorlar. Yeniden inşa değil bu. Bildiğin sigara kokan bir paltoya parfüm sıkmak. Koku nasıl rahatsız ederse insanı, görüntü de batıyor gözlerine insanın bir arpacık gibi. 

Karmaşık ve dar yollardan, araba yığını caddelerden, insan sellerinin içinden geçip gidiyoruz Tiran'dan. Bir tünel... arkada bırakacakmış gibi gördüklerimizi. Geçiyoruz içinden. Uzun ve karanlık... Işığı görmek mümkün mü sonunda!


Tünel işimizi kolaylaştırdı. Planladığımızdan erken İşkodra'da olacağız. İşkodra'da bir türlü gölün yakınına gidemiyoruz. Defalarca kayboluyoruz ara sokaklarda. Dikkatimizi çekiyor, kadın erkek, çoluk çocuk herkes bisikletli İşkodra'da. Yanlışlıkla pazarın ortasında buluyoruz kendimizi gölün kenarını ararken. 


Sözümüz söz gideceğiz gölün kenarına, Gölün kenarında bir fotoğraf çektireceğiz, Oysa balık yeriz diye planlıyorduk ama saatler şaşınca yemek sonrasına denk geldi gölde mola. Gölün diğer tarafına bizi ulaştıran köprü aracı oluyor kıyısına varmamıza, zengin restoran ve kafelere ulaşmak için önce çingen mahellesinden geçiyoruz. Yıkık, dökük, toplama bir mahalle burası. 




Gölün kenarındayız sonunda! Bir anı fotoğrafı, bir kahve arası ve Karadağ sınırından geçip Ulcinj'e varıyoruz. Liman kenti Ülgün'ün "eski kenti" sahilde. Tepeden aşağıya kıyıya doğru iniyoruz. Sahilde arabayı bırakıp, enine boyuna bir yürüyüş yapıp yola devam edeceğiz. 


Denize girenler, çalanlar, söyleyenler, birasını yudumlayanlar derken... Oturacak bir yer bulamayıp, biraz da kararsızlıktan belki de beğenmeyip, yola devam ediyoruz. Kalacak yer ayarlamadık. Biraz da ondan telaşımız. Yol üstünde Sveti Stefan var. Hava yavaştan kararıyor. Budva'yı sabah gezeceğiz. Kalacak yer bulmak mesele oluyor. Orası mı burası mı derken, Sveti Stefan'ı tepeden gören bir otelde duraklıyoruz. Henüz sezon açılmamış bu nedenle bir çok yer hazırlık yapıyor. Sveti Stefan'dan ayrılıyor Budya'ya doğru hareket ediyoruz. Budva'da bir market alışverişi yapıyor ve Sveti Stefan'a doğru geri dönüyoruz. Yolda bulduğumuz suit odalı mutfaklı odalarımıza yerleşiyoruz. Hummalı bir makarna ve salata gecesine güzeller güzeli bir kırmızı eşlik edecek. 



Rahat bir uyku her şeyi yoluna koyuyor, kahvaltı sonrası Budva, Tivat ve Kotor... Karadan devam etmeye karar veriyoruz. Geceyi Herceg Novi'de geçireceğiz, böylece sabahın erkeni Hırvatistan'a merhaba demek mümkün olacak. 


Budva'da da "eski kenti" geziyoruz. Balkanlar ziyaretinde neredeyse gittiğiniz her şehirde bir  Stari Grad - eski kent var. Bizim tercihimiz buraları yaya gezip, yenileri araba ile turlamak. 


Budva kalesinde bir kütüphane var. Yugoslavya dönemi kaynaklarının bulunduğu kütüphane hepimizi etkiliyor. Yugoslavya'nın 1980'lerin sonlarından 2000'li yıllara kadar yaklaşık 20 yıl süren kanlı bir süreç sonunda yedi ayrı egemen ülkeye bölünmesi ile ilgili konuşuyoruz. Bu sehayat sırasında sadece Kosova'yı görmemiş olacağız.



Deniz bizi çağırıyor.  Budva'dan ayrıldıktan sonra yol boyu flörtöz tavrı ile bizi cezbeden turkuaza ve güneşe kayıtsız kalamıyoruz. Adriyatik kıyılarında olup da bu havayı da denk getirince, bir molayı hak ediyoruz. Annem hariç hepimiz sıcak kumlardan serin sulara atlıyor, yorulunca bira patates ile aşk yaşıyoruz. 


Tivat inanılmaz bir yer... 9500 kişi yaşıyor Tivat'ta. 9501. olmak istiyorum. Beni unutun burada! Gezi programlarında neden yer almadığını anlıyoruz. Bir arabanın ancak geçebildiği daracık sokağın bir yanı evler diğer yanı Kotor körfezine kadar uzanan doğa harikası... Evlerin arasında bazen bir arabanın sığacağı kadar boşluk. O boşluk karşıdan araba geldiğinde yol verebilmek için bir liman.

Yüzsen karşı kıyıdasın hissi veren mavilik, insanı alıp bir masalın içine bırakıyor. Sonrası sana kalmış... İster gemi ol, ister balık... Biz karada kalıp, hayal kurmaya devam etmek istiyoruz. Bu gezi boyunca yediğimiz en şık yemeklerden birini burada yiyoruz. 

 

Kotor'a vardığımızda bizi bekleyen 'eski kenti' görünce, karınca büyüklüğünde görünen insanlara, devlerin masallarından çıkan gemilere ve kalabalığa inanamıyoruz. İyi bir yemek yediğimize mutluyuz. Büyük bir kısmını burada yakacağız belli ki... Annemi meydanda bırakıp, tırmanmaya başlıyoruz. 


 




Kalenin ilk durağına çıkıyoruz. Manzara inanılmaz. Engebeli ve dik olması, sahip olduğu koyu ve coğrafi açıdan fiyorta benzeyen yapısıyla güzel bir Akdeniz manzarası sunan bu tepede, soluklanmak için oturuyoruz. Bir sonraki nokta için yaklaşık iki saatlik yokuş yukarı yürüyüşten bahsediliyor ama biz zaten yaklaşık iki saattir tırmanıyoruz. Az sonra yanımıza gelen ailenin iki çocuğu var, biri 5 yaşında diğeri daha kucakta... Biz devam ediyoruz diyorlar. Kolay gelsin deyip, onları yukarıya doğru yolcu ediyoruz.Bu aile ile bir kaç gün sonra bir kez daha karşılaşacağız, henüz bilmiyoruz tabi. Annem bizi aşağıda bekliyor ve yola devam edeceğiz. Buradaki manzarayı yüreğimize işliyor ve yokuş aşağı yuvarlanarak iniyoruz. 





Herzec Novi'de kalacağımız yer belli değil. Gidince karar vereceğiz. Yol boyu yeşil ve mavi var. Yol boyu huzur ve tebessüm. Elimde telefon kalacak yer ile ilgili adresi kesinleştirmeye çalışıyorum. Herzec Novi uzaktan bizi göz kırpıyor. Dik bir yamaca kurulmuş bir şehir daha diyorum içimden.

Her yer yokuş... Her yer.. Yeşil... Aşağısı alabildiğine mavi.

Herceg Novi beni sarsıyor. Kendi dünyamın güvenlik sınırlarını, korkularını ve duvarlarını yıktığım bir yere dönüşüyor daha ilk karşılaşmamızda. Arabayı bir yere park ediyoruz. Kalacağımız evin emen önü aslında ama ev bildiğin 40 merdivenlerin üzerinde. Annem çıkamaz ki burayı... Siz bekleyin diyorum, ben bir çıkıp sorayım belki bir başka giriş vardır. Onlar aşağıda ben yukarıda. Bir sıra dikine park etmiş arabaların önünde bizim araba yatay olarak iki arabanın çıkmasını engelleyecek şekilde duruyor. Ev sahibi ile konuşurken gözüm birden bizimkilere takılıyor. Başlarında bir adam.. nasıl telaşlanıyorum. Yanlış bir yere park ettik ve sıkıntı yaşayacağız duygusu ile kadınla konuşmamı yarım kesip koşar adım merdivenlerden iniyorum. Adam bir Türk... Burada yaşıyor. Türk plakasını görünce yardım amaçlı durmuş. Ben neden endişelendiğimi anlatınca; burada olmaz öyle şeyler dedi. Hatta siz arabanızı burada üzerinde anahtarı ile bırakın, arabasını çıkaracak kişi gelir, sizin arabanızı çeker, kendi arabasını çıkarır. Sizin arabanızı kendi çıktığı yere park eder ve gider. Nasıl yani... Nasıl yani... Nasıl yani...

Şaşkınlığım açık ara fark ediliyor. Bu soruyu sürekli ardı ardına soruyorum 3-5 kere. Adama teşekkür ediyor, yeni öğrendiğim yoldan kalacağımız eve gidiyoruz. Bahçe içindeki kapalı alana arabamızı bırakıyor, eşyaları indiriyor ve eve giriyoruz. 3 katlı evin iki katı Airbnb'den kiralanıyor. Biz teraslı kattayız. Eve ayakkabı ile girmek yasak. Bize evi gezdiren ev sahibi, gülümseyen yüzüyle çıkarken, arkasından koşup; anahtar diyorum. Anahtara ihtiyacınız yok diyor. Nasıl yani diyorum; tahmin edeceğiniz gibi bir nasıl yani daha çıkıyor ağzımdan... Anahtara gerek yok. Kapıyı kapatın çıkın gidin, araba da almayın yürüyerek gidin, dönüşte taksiye binin diyor. Ev kapısı bildiğin oda kapısı gibi. Çekip çıkıyoruz.




Eski kent ve sahil yine her zamanki gibi anlatılmaz yaşanır tadında. Akşam yemeği için yerel bir restoran seçtik. Ağaçlar altında masal tadında bir yer... Yorgunluğumuzu atıp nefis lezzetli yemekler yedikten sonra taksi çağırıyoruz.

Evin önüne geldiğimizde, garaj kapısında zincirli kocaman bir kilit görünce, başlıyorum bağrınmaya; bir de bana anahtara ihtiyaç yok diyorlar, nasıl gireceğiz şimdi içeri... Aşağı kapının açık olduğunu, gece olduğu için bahçe kapısının kilitlendiğine hükmedip onca yolu gidecekken, birini görüyorum bahçede. Kapı kapalı, açabilir misiniz diyorum; adamcağız gelip, yana doğru kapıyı kaydırmaya başlıyor. Nasıl da utanıyorum, nasıl da yıkılıyor güvensizlik duvarlarım birer birer. Büyük şehirlerin 3 kilitli evlerinde yaşamaktan, kapalı otoparklara bıraktığımız arabalara ve dahi otoparkın kendisine alarm taktırarak güvenlik duvarlarımıza yenilerini eklemekten, unutmuşum çocukluğumun kapı bile kitlemeden, ezan vaktine kadar sokaklarda oyunla oynadığımız mahallesini.

Herzec Novi bana bunları anlattı o gece. Çocukluğumun mahallesindeki çocuk kahkahaları ninni oldu kulağıma... Sabah güneşi yüzüme vurduğunda beni bekleyen manzaradan habersiz, uyandım...


Bir sonraki yazı:  Lokrum üzerinden Dubrovnik...