04 Mayıs 2018

Şeriflerin Hayrola



Bulutlu bir gökyüzü yüreğin. Yağdı yağacak. Kaç yalnızlık sığar avuçlarına kim bilir? Kaçında kapatıp gözlerini, düşünürsün derin derin. Gören düşünceli adam der senin için. Sen ki gülüşlerin efendisi!Nasıl da yenik düştün bir yağmura. Hadi kapa gözlerini o koltukta, hayal et bir fırtına olduğunu, hayal et esip kavurduğunu... Hayal ederken daldığın derin uykuda çözülsün yüreğinin bulutu. Belki yalnızlığın beslenir de çoğalırsın sabahına. ♡♡♡
"Şeriflerin Hayrola" olsun bu #evrencekaralama nın adı.16 Mart 2017

02 Mayıs 2018

Mayıs Yorgunluğu






Bahar yorgunuyum. Kolay mı? Doğdum Nisan 10'da. 20 günlük bile değildim 1 Mayıs için meydanlara çıktığımda. Kulağımda "Ciao Bella" sesleri boşuna değil benim. Büyütürken annem beni 72 yazında, ilk ninnimdi kaset çalardan duyduğum Ruhi Su sesinden "bilmem şu feleğin bende nesi var" türküsü. 


Büyüdüm ya şimdi, hani kaset çalar falan da yok ya. .. Tuhaf geliyor yorgunluğum. Saate bakıyorum. Henüz 17.30. Zaman geçiyor. Tik tak tik tak. Değişir mi dersin? Meydanlar dolar da hep bir ağızdan söyler miyiz? " okulda defterime, bembeyaz sayfalara yazarım adını" 

Yazar mıyız gerçekten özgürlüğü? Anlatabilir miyiz "cehalet ve özgürlük yanyana olmaz"ı. Okumak yazmak lazım özgür olmak için. Okumak yazmak!!! Anlamak da önemli kaybedilen onca değer için 90 küsür yıldır "dik duran" insanların değerini. Kıymetini bilmek "özgürlüğün" ve "özgürlük" için verilen emeğin. 
Yıllar sonra bölüp yönetenlere inat meydanlara çıkan "Cerrahpaşa"lının da dediği gibi "bi'şey oluyor"... Olmasın!


 *** bu sabah kaset çalardan türkü dinleyemedim.

1.Mayıs.2018

24 Nisan 2018

Sezon Açıldı!

Aylardır yıllardır yazmayınca blog bile küstü bana... Son iki yazı yok hükmünde, belki de bu da aynı kaderi paylaşacak ama denemek lazım di mi?

"Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil." 

Buraya kadar gelip de sezon açıldı fotoğrafı koymadan gitmeyeyim. 


16 Nisan 2018

Muktedir


Yakıp yıkan hoyrat bir sevgi seninki
                                                            Aman diletmeye muktedir.

Kuruyan bir dalın yalnızlığını düşündüm

Onca yeşeren ve filizlenen dalın arasındaki yalnızlığını

Sonra seni düşündüm.

Bendeki yalnızlığını

Dal gibiydin içimde

Zamansız kuruyup gidişine verebileceğim bir anlam bulamadım

Hayatı düşündüm sonra

Attığı tokatları ve benim yeniden ayağa kalkışlarımı

İçimdeki dala her tutunduğumda kırılışın cılız sesi çınladı kulaklarımda

Sen sandım ama

Aman dileyen yüreğimmiş

Çok geç anladım










Sindire Sindire



Yaş oldu 46...

Şöyle bir geçmişe gidip, bugüne geleyim dedikçe; takılıp kaldığım anlar oluyor. Kimine gülümsediğim, kiminde gözlerimin dolduğu onlarca an birbiri ile yarışıyor hatırlanmak için. Domino taşı misali, anılar yıkılıyor birbiri üzerine. İçinde akıp gittiğim zaman, bir 20 yıl öncesine savruluyor, bir 3 yıl öncesine, gelip duruyor mesela 10 yıl öncesinde sonra koşarak 3 gün öncesine gidiyor. 

Yıllar geçtikçe, büyüyor insan. Aldığı yaş anlamında değil, farkındalıkları ve duruşu ile ilgili büyüyor. Mesela bundan on yıl önceki fevri bir tavrı, bugün daha sükunetle yaklaştığı bir tavra evriliyor ya da sesinin yükseldiği bir kavgada birden bire dinleyen ve dindiren oluveriyor. Öyle birden birden olmuyor elbet.  Dedim ya; farkında olmak... Nasip oluyorsa, şanslı insan.

Aslında mesele 46, 56, 66 de değil. Kıymeti yüreğinden muktedir adamın da dediği gibi, sindire sindire yaşıyorsan anları, büyümüşsün demektir bu hayatta. Ne kadar erken büyürsen o kadar çok haz alıyorsun yaşadıklarında. Skorun değil de hazzın muazzamlığı etkiliyor artık seni. Yaşamın sana sundukları ile mutlu olmayı öğrenirken, mutsuzluğun da bir seçim olduğunu öğreniyorsun. Nasıl görmek istersen öyle bakmayı, duymak istediklerinin senin beklentilerin olduğunu, duyduklarının hayatın sana sunduğu armağanlar olduğunu da öğreniyorsun zamanla. Mucizelere daha çok inanıyor, bir kedinin miyavlaması ile bir taşın arasında hayat bulan papatyanın sana fısıldadıklarını daha net anlıyorsun aslında. 

Velhasıl, ben 46 oldum. 
Ve ben hep olduğum gibi şanslı bir insan olarak devam ediyorum hayata... 
"İyi ki" lerimin çoğaldığı nice güzel yaşlarım olsun diliyorum. 
Evren'in dünyasını renklendiren her bir can'a, olay'a, an'a teşekkürlerimi sunuyorum. 
İnsan denen mozaiğin muazzamlığı karşısında saygıyla eğiliyorum. 

Evren, 
Aşkla,
Bursa.
10.04.1972



16 Ocak 2018

Bir soluk / Barselona'da 7 gün / Gezilecek Yerler

Uzun zamandır aklımdaydı Barcelona... Eşim de "eyvallah" deyince, içimdeki "Ailece Seyahat ve Yurt Dışı Düşü Satış Yetkilisi" harekete geçti.

Uçak biletlerini aylar önceden almış, iznimi bile daha sonraya bırakmıştım. Böylece izini alıp alamayacağım duygusu ile adrenalin damarlarımda dolaşsın istiyordum. Eşim ve bu sefer ekibe dahil olacakların zaman sorunu yoktu. Onlara sadece tarih ve buluşma detaylarını vermem yetecekti. 

Bir ev tutmak söz konusu olduğunda bölge aşağı yukarı gözlerimin önündeydi. Daha seyahate 3 ay olmasına rağmen; şehri yürüyerek dolaşabileceğimiz, "Sant Montjüic", El Raval" ve "Eixample" bölgelerinin kesişme hattında, "Barceloneta", "Gotic" ve "Elborn" bölgelerine yürüme mesafesinde, son derece stratejik bir nokta olan "Paral-lel" de bir ev bulmanın en kolay yolu olan Airbnb'nin kapısını çalmıştım bile.  Bulduğum ev tam da metro durağına 15 adım ve L2 ve L3 hatlarının geçtiği bir mahalledeydi. 3 odası, ferah salonu, balkonu ve 1,5 tuvaleti ile 5 yetişkin için ideale oldukça yakındı. Zaten fazlası da euronun 4.5 olduğu günlerde el yakardı. 

3 ay zarfında defalarca blog ve gezi yazısı okuyup, onlarca not aldıktan sonra, 20 Aralık sabahı çıktık yola. Rehber Evren yine yeniden yollardaydı. 2 saatlik fark ilk gün çok işimize yaradı. Bavulları eve atar atmaz kısa bir çevre turu yapıp, hemen arka sokağımızdaki tapas barlardan birinde aldık soluğu... Cennetin bir köşesi de burası olmalı dedirten lezzetler ve elbette sürahi ile içilen cava sangaria... 

Sonrası zaten bolca yürüme, uzun soluklu molalarda sangria ve tapas.. Ara sıra bira ve tapas.. Bir iki kere paella, tapas ve kırmızı şarap ya da cava sangaria... Hiç olmadı bir kaç tapas ve bir litre sangaria ile devam eden gün döndügeleri...

Gaudi'siz bir Barcelona düşünülebilir mi emin değilim, belki onuncu gidişte! Olmazsa olmaz Gotic ve El Born... Ah o anlatılmaz yürünür Eixample... Sana şöyle bir tepeden baktım Barcelona diyebilmek için; Monjüic ve elbette fazladan gününüz varsa mutlaka ama mutlaka gitmeniz gereken Tibidabo tepesi..



Doyumsuz Park Guell'i sindire sindire gezin. 
Müzik yapanlarla soluklanın. 
Derin derin nefes alıp hayal kurmayı unutmayın. 


Sokak arasına sıkışıp kalmış Casa Vicens gibi yerleri görebilmek için
 Gaudi'nin eserlerinden oluşan bir rota oluşturun. 


Hayranlık uyandıran La Sagrada Familia için bir de gece gezisi ayarlayın. 


Mütevazi Gotik Santa Maria del Pi Bazalikası'nın hemen karşısında yer alan  
Giovanni Gelateria Italiano'dan sıcak çikolata alıp sevdiğinizle paylaşmayı deneyin. 

Ciutat Vella'nın - Gotic Sokaklarında sabahın erkeninde kaybolun. 


Roma tapınağı ve Mağribi camisinin temelleri üzerinde yükselen 
Gotik Barcelona Katedrali'ne farklı açılardan bakın

 Turistlerin ilgi odağı olmazsa olmazı La Rambla Caddesi 
üzerinde yer alan La Boqueria kadar büyük olmasa da
  1845 yılında yapılmış Santa Caterina Marketi, 
daha yerel tatlar denemek ve 
bulunduğu mahallenin ara sokaklarını keşfetmek için alternatif bir rota olarak not edin.


Haydarpaşa anılarını canlandıran tren garı, 
Cuitadella Parkına giderken uğranması gereken bir durak,
biraz soluklanıp, ülkenin sahip çıkamadığı tüm değerleri anmak da serbest!
Vaktiniz varsa bir trene atlayıp kasabalardan birinde öğle yemeği yemek de mümkün. 


İnsana başka dünyanın kapılarını açan park; Cuitadella... 
Vakit varsa, biraz ekmek, biraz şarapla harika bir anıya dönüşebilecek bir güzelliğe fırsat verin. 


1908 yılında inşası tamamlanan Katalan Müzik Sarayı'nda bir etkinlik izlemek paha biçilemez bir deneyim, gündüz vakti ücreti karşılığı gezmek mümkün de olsa 
siz siz olun etkinlik takvimine bakmadan plan yapmayın. 


Barcelona sokak sokak gezilmesi gereken büyük bir şehir... 
Sokak aralarındaki süprizlere her daim açık olun. 


Tibidabo tepesinde Temple Expiatori del Sagrat Cor Kilisesi'nin en tepe noktasında 
kollarını açmış  Barcelona'yı kucaklayan İsa'ya kayıtsız kalamayacağınız kesin, 
finiküler ile tepeye çıkmak ve  Barcelona'ya tepeden bakan lunaparkta vakit geçirmek
 bu rotanın bonusu. 


Bir başka tepe bir başka karmaşık duygu... Montjuic
Tibidabo Tepesi'ne uzaktan selam eden, 
18. yüzyıldan kalma bir kaleden -  4000'den fazla Katalan'ın iç savaş sonrası öldürüldüğü kale duvarlarına yaslanıp da - Barcelona'ya bu kez farklı bir gözle bakmak...


Bir yanda 1858 yılından beri var olan Plaça de Catalunya 
diğer yanda  1929 Uluslararası Fuarına görkemli giriş için planlanan Plaça d’Espanya
özenle gezilmeyi hak eden Barselona'daki yüzlerce meydandan en olmazsa olmaz iki meydan.



Barselona
Gezilesi
Yaşanası
Hayal kurulası bir şehir
Barselona
Sen ne istersen ona dönüşen 
Sen nasıl bir ruh halindeysen 
Sana öyle bakan bir sevgili
Barselona 
Bolca ilan-i aşk
Çok az sükutu hayal


2017 Aralık
#yolda2yolcu
#y2ybarcelona









23 Kasım 2017

Roma Roma Ettin Beni Koma*

Ara sıra gaza geliyorum. 
Oturuyorum klavyenin başına. Nereden başlasam bilemiyorum. 
Yıl geçip gitti ama ben onu Roma'da nasıl karşıladığımı bile yazamadım. 
Hoş daha ben  "3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu" serisini bile bitiremedim ki... 
Üstelik 14 yıl sonra gittiğim köyümü bile anlatamadım. Yoksa anlattım mı? Hatırlamıyorum. Hatırlayamayacak kadar çok zaman geçti. 

Bir kaç fotoğraf koyup kaçmak da var işin ucunda... 
Ama ben anlatmak istiyorum;
 duygularım kaybolmadan, 
hatıralarım silinmeden, 
kelimeler önemini yitirmeden 
anlatabilmek. 

Roma'nın daracık sokaklarında yürürken hissettiklerimi anlatabilmek istiyorum. 
Oysa zaman su... Akıp gidiyor işte. 


Yediğim tatlardan, içtiğim şaraplardan küçük notlarım olsun istiyorum. 
Yerel lezzetler peşinde koşup, 
soluklandığımız daracık kahve dükkanlarını 
ve tadı damağımızda kalan yemeklerin tarifini verebilmek istiyorum.
İçtiğim artisan biranın keyfini, 
o küçücük şarap evindeki lezzetli peynirlerin tadını 
yazarken bir kez daha çıkarabilmek istiyorum. 




Sokaklarını, yokuşlarını, merdivenlerini,
bir sokağın başında donup kalmaya sebep tarihini, anlatabilsem...
Anlatabilmek istiyorum.



Merdiveni tüm sakinlikleri ile teker teker çıkan aşıkların,
merdiven başında birbirlerine bakışını kelimelerle resmedebilmek,
okuyana da bir nebze hayal gücü bırakabilmeyi çok istiyorum.

Romayı anlatabilmek... Haykırabilmek...
Her yolumun yine yeniden Roma'ya çıkacağı hayalleri kurabilmek istiyorum.


Sokak arası bir kilise merdivenine oturmuş, 
kendi kendine konuşurken tüttürdüğü sigaranın dumanına takılı kalıp 
çıktığı anılar yolculuğunun duraklarını tahmin edebilmek, 
bir geceliğine de olsa o merdivende oturan kadın olmak istiyorum. 

Vişme aromalı "sigar" yakıp 
yanında "Tazza D’Oro Coffee House" dan alınmış filtre kahve ile damağımı şenlendirmek, 
o arada gözlerimi kapayıp Roma'nın kendine has rengi safran sarısı hülyalara dalmak istiyorum. 



Balkonundan yaşanmışlık akan o evin içinde tam da balkona denk gelen kanepesine uzanmak, 
saatlerce hiç kafamı kaldırmadan kitap okumak istiyorum. 
Yanında bergamut aromalı çaya hayır demeyeceğimi de bilmenizi istiyorum. 



Gece oldu mu, Tiber nehri boyunca yürüyüp,
nehrin karşı kıyısındaki Trastevere'de 
bir şarap molası vermek istiyorum. 
Trastevere'nin daracık sokaklarında yürümekten yorgun düştüğüm gecenin sabahında, 
Trastevere'de yaşamak konulu bir kitap yazmaya başlamak istiyorum. 

Trastevere! Seni çok seviyorum. 


Savaşa ve turist menüsüne karşı olan  aile yadigarı bir işletmede servis elemanı olarak çalışmaya başlamak ve aşçının kendini yorgun hissettiği bir günde hazırladığım başlangıç tabakları ile göz doldurmak istiyorum. 


Vatikan'a ayrılmış bir günün heba olmayışına seviniyorum. 
Bu sevincimi başımı döndüren bir fotoğrafın altına yazacağım kelimelerle aktarabilmek istiyorum. Kelimeleri bulup bir araya getirmek konusunda ciddi anlamda zorlanıyorum. 


Roma'yı... Aşkımı... Düşümü... 
Kelimeler yetersiz kalmadan, tane tane, abartısız ama samimi bir dille, 
en çok da 
aşk çeşmesine dilek parasını atarken de dilediğim gibi
bir daha bir daha bir daha 
anlatabilmek istiyorum. 



* Bu nida; Ayhan Sicimoğlu'na aittir. yaşadığı kenti 5 kelime ile anlatma konusundaki ustalığına diyeceğim bir laf yoktur. 


14 Kasım 2017

3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Sava ve Tuna'nın Kesiştiği Şehir; Belgrad


Tuna ile Sava'nın birleştiği topraklara ayak basacağız. Sırpların katliamı ile yerle bir olmuş toprakları geride bırakalı bir kaç saat olmuş. Şehrin adının "beyaz"lıktan nasibini almış bir aydınlığı var. Oysa... geride bıraktığımız topraklara çöken karanlığın bir ucunda Sırplar var. 

Belgrad başka... Belgrad, içinden geçen iki büyük nehir gibi... Belgrad yeşil, Belgrad ferah, Belgrad aydınlık. 

Bir kaç nokta atış ile ziyaret edileceklerin ardından; annemin notları arasında yer alan 9.Yüzyılda, şehrin ünlü simalarının toplanma yeri olan Mikail Street civarındaki Skadarlija bölgesinde yemek yiyeceğiz. Ama önce büyüleyici Kalemegdan'a gidilecek. 








Kaldığımız otelden 1 saat yürüyüş mesafesindeki kaleye; sağlı sollu kafelerin, restaurantların, dondurmacıların ve mağazaların bulunduğu meydanları geçerek varıyoruz. Müzeler, belediye binaları, kütüphaneler ve üniversitenin yer aldığı Cumhuriyet Meydanı ile Terazije Meydanı'nı görmek böylece mümkün oluyor. Meşhur Knez Mihailova Caddesi'nin girişinde bir kahve molası verip kaleye doğru ilerliyoruz.  

Dönüşte hedef belli, acıkan karnımıza öncü bira patates desteğini kalenin terasındaki barda veriyoruz. Böylece hem biraz dinleniyor hem de manzaranın keyfini çıkarıyoruz. Kalenin farklı bir kapısından çıkıyor ve Skadarlija'da yer alan Sesir Moj'a varıyoruz. Akşam yemekte köfte ve et var. 




Yemek sonrası otele yürüyüş yaparak dönme fikri grubun tamamı tarafından kabul görünce, sokaklarında kaybola kaybola dolaştığımız Belgrad'a sabahın erkeninde veda etmenin hüznünü yaşamıyor değiliz. Görmek istediğimiz bir kaç yer daha var. Otele döndüğümüzde yola çıkış saatini kararlaştırıp, en azından Sava Katedrali'ni ve Tito Müzesi'ne gidebileceğimiz bir planlama yapıyoruz. Sava'yı görebiliyoruz ancak saat 10'da açılacak olan müzeye 9'da varmak biraz canımızı sıkıyor. Müzeyi gezemeden, havasını soluyarak Belgrad'ı geride bırakıyoruz. 

20y'e yakın tüneli geçerek, Tuna boyunca ilerleyip bol sürprizli, çok özlemeli Romanya'ya yaklaşıyoruz. Hedef, sınırı geçip bir gece konaklama sonrası, kavuşmak. 




Bir sonraki yazı: 3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4+1 Yolcu + 3  / Bol Sürprizli, Çok Özlemeli Romanya

29 Eylül 2017

Bir ada... Samos



Bir ada düşün.. Mavi beyaz binalarla resmedilmemiş... Bir ada, dört tarafı sadece deniz değil, her biri birbirine dost sahillerle çevrili... Birinde yüzsen diğerinde aklın kalıyor... Klavye ve kelimelerle aran açık denizler gibi... Gene de sırf Samos diye... Sırf sen mutlu oldun diye... Not düşmek istiyorsun geçmişe, bir gün öldüğünde vasiyetin hazır olsun diye: adaya gömün beni, bir adaya... Rüzgarı deli, dağı yeşil, denizi sonsuz, kapısı renkli, insanı neşeli... bir adaya gömün beni. İlle toprak olacaksam bir ada olayım yani. 




Bir ada düşün... Yaşamak güzeldir elbet ama ya sadece 3 günün varsa! Adım atsan bir köyüne diğer köyünde kalır aklın. Bu böyleyse ya diğeri nasıldır diye hayaller kurarsın. Bir ada... Dağ... Tepe... Deniz...







Bir ada düşün... Renkleri cümbüş... Bir ada... Adım attığında anda tatlar damağında...





Bir ada düşün insanları neşeli... Dilin yettiği kadar sohbet edemedim diye üzülme, bir gülen yüz neler anlatır duymak isteyene... Bir ada düşün... Yaşlısı 20sinde, gençleri kapılmış şehrin şehrin cazibesine sanki 70inde.







Bir ada düşün... Kapısı, penceresi, yolu, yokuşu davetkar... Bir ada düşün ki, yaşama sevincin yenilensin!

Hatta düşünme bence, hayal kurma... Bin bir feribota git gör bence... hatırlayınca gülen yüzün merak uyandırsın çevrende.

Bir ada...