#yolda2yolcu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#yolda2yolcu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

08 Kasım 2025

Hayat - Limon - Selanik - Halkidiki

Hayat sana limon verirse, limonata yap..

Eylül ayı 53 yaşımın tuhaflıkları ile geçti. Evren'e mesajı yanlış mı iletmiştim.

Sözlerim gerçeğim mi olmuştu.  Kötü şansın belini kırmaya yetmeyen bir havan hikayesi var ki, tuhaf yetersiz bir kelime gibi. 

Her şey Temmuz ayında Antalya'daki düğünde başladı.  10 yıllardır süre gelen "beni bir gezdirmedin halam" cümlesi birden yerini buldu. Gezdiremedim!

"Oy oy oy... Yedi beni.... Ömrümden deli deli...*

Beni tanıyanlar bilir ki, gezmek deyince de ben! Detaycı, planlı, titiz biriyimdir.  Kusursuz olmasa da,  eksiksiz olsun isterim. 

Gün gün,  saat saat bütün rotayı alternatifli çıkarır,  yürüyüş mesafelerine kadar not alırım.  Kalacak yer için 3 nokta, yemek için 2 nokta, alternatif kafe ve şarap mekanları, bira içilecek yerler gibi detaylar eklerim. Tarihi yerlerin özelliklerini not ederim ki tur operatörü edasıyla meseleye yaklaşabileyim. Öyle bir excel tablo çıkarırım ki aklını çıldırırsın. 

Olacak iş değildi ama oldu, olması gerekiyormuş ki oldu! Benki, defalarca birlikte gideceğimiz insanlara pasaport kontrolü yaptırır, pasaport son süresi baktırır, ikna olmaz fotoğraf falan isterim, kendi pasaportlarımıza bakmamışım iyi mi?

Günlerden Cumartesi, halamgiller Antalya'dan sabah 5 gibi çıktı, Pazar sabah da biz çıkacağız, haliyle Maviş düğüne hazırlanır gibi yola hazırlanıyor. 

Bende bir bayram havası, çocuk telaşı, yüzümde bir gülme var, sanırsın yaradılış. 

Kıymetli evraklar kutumdan çıkarttım pasaportları, bir gün önce yaptırdığım yeşil pasaport - araç vizesi evrakı- ve yol notlarım ile birlikte koydum su geçirmez çantama. Sonra bir şey dürttü beni, aldım elime pasaportu... Baka kaldım... Kaldım yani... Öylece aktı göz yaşlarım... Tam bir hayal kırıklığı olacaktı halamgillere az sonra telefonla vereceğim haber: Pasaportlarımızın son kullanma tarihi tam 1,5 geçmişti. 

Pandemi, ev yapımı derken, 10 yıl sandığım pasaportlar 5 yıllık olduğundan, geçip gitmişti zaman ve evet ardına bile bakmadan. Eee mübarek kardeşim, pasaport bu bilmez bakmayı da sen ne ayak diye sordum kendime: kontrol manyağım ölmüştü bir yerde ve ben cenazesine bile gidememiştim. 

***

Geldiler, pazartesiyi bekledik, İzmir Nüfus Müdürlüğü'nde aldık soluğu, evrak istediler, Bursa'dan evrak istedik, geldi, teslim ettik formları, hadi hayırlısı dedik, teşekkürler ettik, çıkarken çarşambaya elinizde olur dediler, daha o gün 4.45'de ret geldi, bekledik salı olmasını, gittik yeniden İzmir Nüfus Müdürlüğü'ne,  evrak uygun değilmiş dediler, bir kez daha evrak istedik, farklı bir yöntemle gönderdiler, böylece bir kere daha evrak verdik, bir kere daha başvuru yaptık, çıkarken oldu dediler, perşembe elinizde olur dediler, olmadı, adamdı, telefondu, acildi, mağduriyetti derken, cumartesi ptt kargodan aldık pasaportları ve çıktık yola... Günler de boş geçmedi aslında, bildiğin İzmir'de turist olduk. İyi de oldu. Güldük, çok güldük... Şok da olduk, hem de ne şok! Okey oynadık geceleri, kumarına, öyle boş yok bizde... 

***

Yunanistan'a daha önce de gittik, defalarca, Halkidiki bölgesine ikinci gidişimiz olacak. Rota belli, deniz, kum, güneş ve biraz tarih, Selanik ve civarındayız 6 gece 7 gün. Oh mis!

***

Gidiş dönüş, 1997 km'lik yolu kesintisiz gitsek 24 saat gösteriyordu Google, biz 6 gece 7 gün doya doya gezdik rotadaki koyları, köyleri, kasabaları...


***

İlk haftayı İzmir'de geçirdik. Çeşme, Alaçatı, Urla, Arkas Sanat Merkezi, Agora, Kemeraltı, Alsancak, Güzelbahçe,  balık ekmek keyfi, deniz molaları, Özbek, Sığacık, gün batımları... Dolu dolu bir İzmir ve çevresi haftası oldu. 







Stresli bir haftayı geride bırakıp Cumartesi asıl hedefimiz için yola çıktığımızda yüzlerdeki mutluluğu gösterebilseydim keşke size... Zafer nidaları çınlıyordu her kilometrede. 

Rota oluşturuldu ama keskinlik yoktu. Açık uçlu bir rotaydı, özgür ve planlı bir plansızlıkla gezdik. Kah orada kah burada değildik ama, alternatifleri iyi değerlendirdik.  Her gün başka bir durak, her durakta başka plajlar... Yunanistan denince, doğa, tarih, deniz kum, güneş... Tanıdık geldi mi? Peki tüm bunların ücretsiz olması da cabası. Üç tarafı denizlerle çevrili yurdumda deniz balığını rüyasında görüp, çiftlik balığını bile sayılı günlerde tüketen yurdum insanına ülkenin parası 50 katı iken bile kurduğun  sofranın bugün benim diyen balık restoranının 3'te 1 fiyatına kurdurduğunu anlatamazsın, diğer bir çok şeyi anlatamadığın gibi. Ekonomik olarak sıkıntılı bir dönemde olmamıza rağmen ilaç gelen rotadan kalan anıları fotoğraflara sığdırdık bir de anımsarken yüzlerde oluşan tebessüme. 


***



















***

Gelelim havan hikayesine; taş bir havanım var, yıllardır kullanırım, halam dedi ki, havanın ne güzelmiş, havan bildiğin tezgahta duruyor, havanı ve tokmağı... Havanın tokmağı, halam bu cümleyi söyleyip, arkasını döndükten sonra  yuvarlanarak tezgahtan düştü ve ikiye ayrıldı. Bakakaldık giden tokmağın ardından... Şair misali takıldık, serde sakinlik var çığlık atamadık :) Nasıl yani olduk... Nasıl yani!!!

***

Kısmetten öte köy yok bir kez daha anladık. 2 haftayı doya doya, güle güle, şok ola ola yaşadık. Kocaman "iyi ki"lerle sarmalandık. Yıllar sonra, birlikte büyüdüğümüz, hala dediğim, hala kızıyla, enişte, bacanak, kum, deniz, güneş, bol kahkaha ve anılarla geride bıraktık. Böylece yıllardır dile gelen "bir gezdirmedin" cümlesi evirildi ve  " pek güzel gezdirdin, ağırladın halam" oldu.  

***

Yıldızlı sözlerin bir de videosu gelsin ki, kendisi benim emeklilik şarkımdı :)) 

Oy oy oy yedi beni, bu Erasmus yedi beni :))))




07 Eylül 2025

Neler Oldu Neler


Yediemin Canıma Yettin
04.08.2025

Takip etmiyorsanız mutlaka radara almanız gereken bir blog Momentos. Her yazı ve müzik ayrı güzel olsa da benim favorim "bir kelime" günleri. Geçenlerde "yediemin" kelimesi vardı ve benim aklıma bir anım geldi. Ne gündü ve hatta geceydi ama!
Yoruma yazdım, yazarken dedim kendi blogumda da olsun.

İstanbul'un yeri "aşk"tır bende.
Heyecanım doruk olur, on yıl yaşadım, fena da ayrılmadık ama deseler ki bir 10 yıl aklının alamayacağı da para verelim; dönmem dönemem, ama anmaktan ve onu anarken yüzümde oluşan tebessümden de vazgeçmem, geçemem. Tesadüfün böylesi deyip bir müzik arası vereyim. Tüm aşklara selam edeyim. Yüzümdeki gülümsemeyi uzaktayım, şükür edeyim. "İyi ki"leri sıralayayım. Şimdime sarılıp hayatın bahşettiği tüm güzelliklerin keyfini süreyim.
Yazıyı yazmaya başladım ve fondaki şarkı...

LOVERS in Paris
Yakup Gurevitsch




***

Tarihte bir gün... 

Çok istediğimiz arabayı alıp İstanbul'a gidiyoruz, kutlayacağız. Elmadağ'da bir yere park ettik. Sıfır araba dikkatini çekerim. Kıyamadık paralı otoparklara o kadar para vermeye. Gece, İstiklal senin, Beşiktaş benim gezdik durduk. Cumhuriyet meyhanesii ile geceyi sonlandıracaktık ki, çıkınca dedik Mercan'ds çeyrek kokoreç yakışır geceye. Onu da yedik içtik, şen şakrak dönüyoruz eski Amerikan Konsolosluğu sokağından karşıya geçeceğiz ama ben arabayı göremiyorum bir an. Diyorum hayırdır? Kaç tane içtim de görmez oldu gözlerim. Meğerse araba çekilmiş. Gecenin bir yarısı o yediemin senin bu yediemin benim gezgiydik. 10 otopark parası ödeyerek arabaya sabaha karşı neyse ki sağ salim ulaştık. Böyle oldu benim de kelimeyi tecrübem...



Yazarken Sevgili Buraneros'un kelimeye istinaden kim bilir ne anıları vardır diye geçirdim aklımdan ki, yorumu gecikmemiş,


"Çooookkkk iyi bilir yakından tanırım kelimeyi, özellikle otomobil dünyası tarafını, karakterlerini yazsam roman olur:))"


Şimdi bekleme zamanı romanı... Öyle ya da böyle bir gün olacak. Biliyorum. 

Yüzyılın Emektarı*
18.08.2025

Sonunda ben de oldum bim bam bommmmm... 

Emekliyim. EYT ile 58 olan emeklilik yaşım, istersem yarın olurum yaşıma inince, hayaller de başladı 2 yıl önce... Önce yaşamın yeni perdesi için yeni bir sahne arayışı, ardından barınma çözümleri ve yuvaya dönüş için emeklilik tarihine karar verme. Ofis arkadaşlarım sağ olsun, mütevazi bir tören talebimi kabul edip, sessiz sedasız gidişimi bir şölene çevirdiler ki, kurumdan mutlu ayrılan azınlıktan olmama vesile oldular. Ne çok ve ne güzel izler bırakmışım. Kendi adıma pek mutlu oldum doğrusu, eşim bey de "senle gurur duydum" dedi ki, iki gün önce onun için yapılan veda töreninde benzer duygularla donanmıştım. 

El ele, gönül gönüle... Yeni bir döneme "MERHABA" dedik. 

Sağlıkla, huzurla, mutlulukla geçsin diliyoruz, elbet "yolda2yolcu" olmaya devam... 



* Bu ifade SGK'dan gelen sms mesajın "Türkiye Yüzyılı Emektarı" ifadesi ve malum zatın imzası ile geldi... Ah ki ah! Ne yüzyıl ama değil mi?


Hırsız Tilki, Haberci Baykuş, Göbekçi Ethem
23.08.2025

Yaklaşık 5 aydır köydeyiz. Bahçeli evimiz taş duvarlar ve çitle çevrili olsa da, sincaplar, kediler, kapıyı açık unutunca koyunlar ve hatta tilkiler ile karşılaşma olasılığına engel olamıyor. Yeni düzen yeni alışkanlıklarla birlikte geliyor. Mesela, bahçede sandalye üzerinde minderleri bırakırsak kediler için beş yıldızlı otel konforu yaratıyoruz ki, pireleri olmasa dert değil... Araç giriş kapısı açık kalınca koyunlar eski alışkanlığı ile otlaklarına davetsiz giriveriyorlar... 

Gelelim ayakkabılara... Köpekler bahçeye girmediğinden ayakkabılar, terlikler konusundaki tek tedbirimiz, olası böcek, akrep, örümcek girmişse diye silkelemek üzerineydi, ta ki... Bir gece deniz dönüşü misafirlerle aç bilaç eve gelindiğinde unutulan 5-6 çift terlik ve ayakkabıya kadar... 

Vakti zamanında gittiğim ilk Amerika seyahatindan 11 çift ayakkabı ile dönmüş ve kaçakçılıktan beni sınırda alırlar mı diye endişe duymuştum, bir şey olmayınca 2 yıl önce bir kez daha gidince, ekonomik olarak sınırları zorlamamak için ancak 8 çift ile döndüm ki, hepsi buradan alınabilecek fiyatın 10da biri idi, biri hariç. 

Geldik mi asıl konuya ve kahramana... 

O biri hariç ayakkabıyı kardeşim ben çok sevdim diye kıydı paraya ve bugünkü maaşımın yarı ederi tutan o sandaletleri aldı bana. Ben onları pamuklara sarıp sarmalayıp, giymelere kıyamazken, ve kapıda onca bahçe terliği, tarlada yeniden hayat bulmuş eskimiş spor ayakkabıları, misafirlerin Allah'tan çok da pahalı olmayan plaj terlikleri dururken, sen tilki - hırsız olan, benim yumurtalarla beslediğim, sabahları gelecek diye yollarını gözlediğim tilki - hırsız olan olduğunu anladık değil mi?, benim en bi kıymetli sandaletleri, hem de çift olarak al ve git... 

Bunu yaklaşık iki gün sonra, sol yanda hafriyatı yapılmış araziye bakarken, eşim beyin, "aaaa bu senin sandaletin mi" demesi ile boş arazide kuzu gibi yatan sol teki görmemle hüzünlere yolculuğumun başlaması bir oldu. İşi gücü bırakıp sağ teki için dağları taşları aşsak da nafile... Hayır çaldı çift neden geride bırakıyorsun tek. Tüm yollar tükenince, mecbur "Ethem Dede"yi devreye sokacağız dedim.  Normalde Etme Dede, 3 ila 9 göbeğe tav oluyor, gel gör, ben öyle derin hüzünlerdeyim ki, 10'dan açtım kapıyı, "Ethem dede, Ethem dede... Gömleği keten dede, bul benim kaybımı, atam sana helalinden 10 göbek canım Ethem dede" diye diye 2 gün süren arayışlarım, 5 gün süren ağlanmalarım sonunda oldu mu benim borç 70 göbek... Arada bir iki göbek atıp Ethem dedeye vaadimin boş olmadığını da ispatlamaya çalışıyorum ama nerdeeeeee... 

Bodrummmm Bodrummm
25.08.2025

 Ben sandaletimden kaynaklı hüznümü yüklenince sırtıma, eşim bey dedi, kalk gidelim Bodrum'a. Görümce görmeyeyim ömrümce ile güle oynaya gittik Bodruma... Galiba atacağım göbek sayısı o yolcukta buldu 70'i. Neyse ki, göbek 70 ama iş bitmemiş bendeniz, Bodrumdaki arkadaşım kilo alması sebebi ve Ethem dededen gelecek hayır da buymuş demek ki duygumla tarafıma hediye edilen 5 elbise, 3 şort ve onlarca tişört ile mutlu mesut sandaletime veda ettim ve yasımı bir kaç gün daha yaşayıp, uzun zaman sonra karavanımız Maviş ile kamp yapacak olmanın heyecanı ile hayatımın olağan akışına dönüverdim. 

Nerede Kalmıştık...
28.08.2025

Hırsız tilkinin yarattığı şoku eve geri dönünce hatırladım, kuzu gibi yatan sol tek kapıda çaresiz ve umutsuzca bekliyordu beni. Gece derin uykularda rüyamda sayıkladığım sandaletlerle ve Ethem Dedeye sitemim ile fosur fosur uyurken, sabaha karşı bir baykuşun çığlığı ile uyandım. Ön bahçedeki 300 yaşındaki zeytinimizin tepesinde attığı çığlık sonrası ne yapacağını şaşıran tilki - bildiniz değil mi, hırsız olan, bahçenin sağ tarafından, boş arazinin kayalık kısmına doğru koşturunca, dedim "evraka". Haberci baykuşa teşekkür edecektim ki, o telaşede, uçtuğunu fark etmediğimden gıyabında bir tebessüm edip, sabah günün ışımasını beklemek üzere yatağa döndüm. Sabahın ilk ışıklarında kayalıklardaki yerimi aldım ve şarlok halt etsin benim yanımda bakışlarım" ile iz sürmeye başladım... Kayaların arasında kuzu gibi yatan sandaletimin sağ eşini görünce gözlerim doldu, hasretinden günlerin yıllar gibi geldiği zamanları ona anlattım, avucumda sandaletimin sağ teki, Ethem dedeye borçlarımı ödemek üzere ıslıkla çaldığım sekiz dokuzluk ile göbek ata ata, denize gitmek üzere yolda beni bekleyen eşin beyin yanına vardım. O gün geri kalan borçlarımı denizde, sahilde, belediye işletmesinin kantin önünde ve hatta manav Ayşe Teyze ile birlikte atıp, göbekçi Ethem dedeye borçlarımı ödedim. Bir sandaletin insan bünyesinde yarattığı mutluluğa alışık olmayan ve anlam veremeyen fanilere üzülüp, son 10 göbeğimi akşam rakı masasında "sendeki kaşlar bende de olaydı yarrrrrr" diye diye tamamladım. Galiba herkesin sen zayıfladın mı diye sormasındaki büyük sır da buydu: üzüntü sonrası gelen mutluluğun sonucunda atılan 100 göbek, bir kiloluk bir kayıp yarattı bedende. 











Ne çok sofra kurduk dostlarla birlikte, gün doğumlarına ve batımlarına şahitlik ettik. Dolu dolu geçti Ağustos... İki yıl aradan sonra kamp yaptık Mavişle. Gürçamlar'da... Ne orman ama! Ve sabahın ilk saatlerinde dümdüz bir deniz...

Darısı Eylül'ün başına deyip, bana ayrılan zamanın sonuna da geldim işte. Eylül süprizini yaptı bile... Haftaya bugün başka diyarlardayız. Ah! Yazabilsem keşke. 

Yahu aylık bari yazsam değil mi? Elbet başlayacağım bir yerden, hissediyorum, artık iyice yaklaştım. 

Okudunuz mu sahiden bunca birikmiş yazıyı... 
Nasıl teşekkür edeceğimi az çok tahmin edersiniz bence: )
Her yoruma 10 göbek atarım, emoji de koyarsanız üzerine 5 daha koyar, varsa kayıplarınız Ethem dedeye "yap bi güzellik" der, bi 10 tane daha kutlamak için atarım :))

*** 

Bu gece ne gece... Ay tutuldu! Nutkum tutuldu!

*** 

Eylül sonunda görüşmek dileği ile... 

05 Haziran 2024

Plan Gibi Plan ve Bir Yol Hikayesi

Zorlu bir haftayı geride bırakmış, Cuma gününü izin alarak 3 günlük yol planını yapmıştık. Efendi gibi gidip efendi gibi dönecektik. Yoldan çıkmayacak, oluşturduğumuz rotaya sadık kalacak, bir önceki gezilerden edindiğimiz tecrübeler ışığında evimize vakti ile dönecektik. 

***

Perşembe, 17:00

Perşembe gecesi tüm hazırlığı tamamlayıp yola çıkmamız 5'i bulmuştu. Hedef belliydi. Ama konaklama noktası konusu, gideceğimiz yerde önceden rezervasyon yapılmadığından sürpriz sonlu olacaktı. 157 km'lik yol yaklaşık 2,5 saatlik bir zaman demekti ki, akşam yemeği için ideal bir varış saati olacaktı. 

Buraya kadar her şey normal seyrindeydi.

Yolculuk neşeli şarkılar ve sohbetle devam ediyordu, bir önceki haftaların gerginliği ara ara kendine yer edinmeye çalışsa da, yılların verdiği deneyimle, artık buna izin vermiyorduk. Sıkıntıların konuşularak ancak çoğalacağının, ne iyi ki ikimiz de farkındaydık. Bir kere konuşmuş, ömrümüzden yeterli zamanı canımızı sıkan kişi/olaya vermiş ve kitabın o bölümünü geçmiştik. Teknik olarak "flashback" lere ihtiyaç duymadan, gün bugündür felsefesi ile "anda kal"ıyorduk. 


İlk durak Ormanya Kamp Alanı... Kapıya varmamızla gözüme kestirdiğim üç araçlık boşluk ile "Yaşasın yer var" çığlıklarım arabanın içinde yankılanıyor. Neyse ki mutlu son. Görevli elinde mis kokulu kahvesi ile geliyor, gerçekten de yer var. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen, kuralları belirlenmiş kampımıza kuruluyoruz, bize ayrılan 19 numaralı alanda bir de ağaç ve masa var, daha ne isteriz derken, 3 gün ücretsiz olduğunu öğreniyoruz. Hakikaten bir kampçı olarak daha ne isteriz ki şu hayattan!

Ormanya Doğal Yaşam Parkı düzenlenmiş bir orman aslında. Sabah erkenden yürümek ve içinde kaybolmak için sabırsızım, görevli uyarıyor, 6'da gezmeniz mümkün değil, 9'da açılıyor diye. Ah devlet dairesi bakış açısı... Dert değil, açılışı  9'da olsa da mutluyum ben. Hemen soframızı kuruyoruz, rakıları koyuyoruz, bir ağacın altında, yeşile baka baka içeceğiz, dertleri bir bir sileceğiz. Bir süre sonra eşimin dikkatini çekiyor, hafifçe bana eğiliyor, "bir tek biz içiyoruz" diyor, hemen internetten kuralları okuyorum ve görüyorum ki, alkol almak yasak. Oysa 23 araçlık alanda, her milletten her anlayıştan insan var. Birer dublemizi içiyor, biri bizi şikayet etmeden ya da uyarı alıp keyfimiz kaçmadan masayı topluyoruz. Kısa  bir keşif turu ve gece yürüyüşü sonrası, gece sakin ve dinlendirici geçiyor. 



Cuma, 09:00 

Sabah 9'da kapıdayız. Büyük ve görkemli kapıdan geçiyoruz, bambaşka bir dünyaya açılıyor gözlerimiz. İçinde mesire alanı, gökyüzünü göremeyeceğiniz kadar büyük ağaçlarının gölgesinde yer alan farklı zorluk derecelerine sahip yürüyüş ve bisiklet rotaları, kuş gözlem, Hobit evler, böcek oteli gibi farklı deneyim alanları, çocuklar için tam bir keşif imkanı sunan, özellikle vahşi doğada yaşama imkanı olmayan hayvanlar için rehabilite merkezi gibi düzenlenen çiftliği, göletleri, doğanın içinde kaybolmuş kafe ve restoranları ile Ormanya tam bir şehre mola noktası. 

Çok beğeniyoruz.  Yaklaşık 4 saat süren turun sonunda Ormanya'dan ayrılıyoruz. Çünkü bazı kurallar bize uymuyor, keyfimiz kıymetli, zaten iki gün kafa dinlemeye gelmişiz, hemen rotayı tekrar oluşturuyoruz. 114 km. sonra Karadeniz kıyılarında, Karasu'dan giriş yapacağız ki, saat makul, gezinerek varacağımız kıyılarda elbet gönlümüze göre kafa dinleyecek bir yer bulacağız. 








Cuma, 14:00

Google ne büyük kolaylık, Akçakoca'ya kadar kıyı şeridindeki konaklama yapılacak kampları tararken bazılarını gözüme kestirip arıyorum. Sezon açılmamış, havalar birden mevsim normalleri üzerine çıkınca, ortalık toz duman ama insanların da kendini bir yerlere atası var. Haliyle tamir, tadilat, gürültü, patırdı hiç bir yerden eksik değil. Yolda giderken, hep durduğumuz Poyrazlar Tabiat Parkı aklımıza düşüyor. Ne yazık ki, karavanlar için konaklama yasağı gelmiş. İki hafta öncesine kadar izin veriliyormuş. Günlük giriş de 450 lira olmuş. 2 saat için değmez deyip ilk plana sadık kalacağız ama nasıl açız, neyse ki gölün karşı kıyısında kahvaltı molası verecek bir ağaç gölgesi buluyoruz. Karşımız orman, fotoğraf çekip bir arkadaşıma gönderiyorum, "windows ekran görüntüsü bu"  diyor. Bulunduğumuz yerde nasıl güzel bir esinti var, ayrılmayı hiç istemiyoruz. Ama hemen yan tarafta bir ev var, içeride kimse yok gibi ama geldiklerinde rahatsız olabilirler düşüncesi ile oradan ayrılıyoruz. 






Cuma, 18:00 

Saat 6 gibi gözümüze kestirdiğimiz kampa varıyoruz ama kapı kapalı. Oysa sahibi ile telefonda görüşmüş ve içeride bizi karşılayabilecek çalışanlar olacağını öğrenmiştik. İçeriye kaçak giriş yapan yurdum insanı grubu var, yaygılarını yola yayıp piknik moduna geçmeye çabalıyorlar, iç sesimiz bizi uyarıyor, temkinli davranarak oradan vazgeçiyoruz. Gelirken gördüğüm ve yoldan epeyce içeri girilerek ulaşılan Kalkın Köyü Mesire Yeri'ni eşime öneriyorum, yoldan sapar sapmaz inişe geçiyoruz.  Harika bir orman köyünden, yol kenarı asırlık ağaçlar ile çevrili, deniz kıyısına kadar kıvrılarak devam edecek  yola aşık olduk bile. İç sesimize güveniyoruz, midemiz kelebekler ile doldu, bu gece buradayız. 

Cuma, 19:00

Derme çatma bir kulübe karşılıyor bizi, teras gibi bir kısımda 3 adam oturuyor, sonradan sohbeti ile bayıltabilen adamın buranın işletmecisi olduğunu,  hemen yanında oturan adamın ormanı keserek 32 dönüm kadarcık alan içinde kaçak yapılar yaptığından 4 yıl içeride yattığını, diğerinin de tekin bir amca olmadığını öğrendiğimiz bu mesire yerinde izin kalarak kalmaya karar veriyoruz. Oysa ilk izlenimiz; kendi halinde amcalar sohbetteydi. 



Cuma,  20:00

Saat 8 gibi gün batımı için tüm hazırlıkları tamamlıyoruz. Bir tek biz varız. Bir de işletmeci, Ergül abi. Rakılara buzları koyup, sırtı orman, önü lebiderya deniz manzaralı evimizde şükürler dilimizde bir keyif anında güneşi tam da denizin ortasında batırırken şarkılar söylüyoruz. 

Var mıyım diyorsun şarkılarında
Elbette sen varsın kim olacaktı
Var mıyım diyorsun şarkılarında
Elbette sen varsın kim olacaktı

Güneşi batırıp, keyfi katmerleyince, usul usul toparlanıyoruz, bir ara eşim kayboluyor, Ergül abi ile sohbette olduğunu fark ediyorum. Özenli bir meyve tabağı ile birer duble rakı koyuyorum. Karanlıkta eşimin kurtar beni bakışlarını algılamıyorum. 

10 yıl önce rakıya tövbe etmiş Ergül abi, bozuyor beni demiş. Ot öyle değildi, ama artık bulunmuyor demiş. Hayat hikayesi bizde saklı Ergül abi, biraz da yalnızlıktan olsa gerek, çokkkkk konuşuyor, ama gerçekten çokkkkk!

Eşim karavana döndüğünde, "of ya diyor kalkamadım da... Yoruldum dinlerken" diyor. Gülüşüyoruz. Ortam öyle güzel ki, bir gece daha kalacağız ama bu sefer temkinliyiz. 

Karavanın yan pencerelerini ve gökyüzü penceresini açıp, yıldızlı geceye güzellemeler yaparak, ertesi günün hayali ile uykuya dalıyoruz. 

Cumartesi, 06:00

Sabah kuş sesleri ile uyanıp, 6 gibi kendimizi dışarı atıyoruz. Sabah yürüyüşü, kahvaltı ve deniz... 

Plan gibi plan!

Tıkır tıkır işliyor... 

Gün içinde gelen 2-3 günübirlikçi ile ortalık biraz hareketlense de, sezon henüz açılmadığı için sakinlik korunuyor. Akşam üzeri bira-fıstık ile hararetler alınıyor. Akşam yemeği gene gün batımına karşı. Gece yürüyüşü, sonrası biraz okuma ve huzur dolu bir uyku ile sonlanan gün. İnsan daha ne ister ki hayattan. 



Pazar, 06:00

Sabah 6 gibi uyanıyoruz, gün doğumunu kaçırmışız, 1 saat içinde toparlanıyoruz, yola çıkmak için hazırız.  Aslında bir kuralımız var, henüz farkında değiliz ama o kuralı epeyce ihlal edeceğiz. 

Kural: Dönüş yolunda en kısa yoldan eve gitmek. Rota 4,5 saat diyor. Kuralı işletsek, en geç öğlen gibi evdeyiz. 

Pazar, 07:00

Kahvaltıyı yolda bir yerde, güzel manzaralı bir dağ köyünde ederiz diyerek yola koyuluyoruz. Kalkın köyünün bir yan koyu olan Karaburun plajına girmeye karar veriyoruz. Kimsecikler yok, bir adam elinde kasa ile bakkala doğru yürüyor, biz de arkasından, kasada henüz tutulmuş, Karadeniz Barbun/Tekir... Hemen bir kilo alıyoruz. Hayaller öğle rakısına bırakıyor kendini... Melenağzı Çayı'nı geçiyoruz. Bir sonraki sefer çaydan yukarıya doğru uzanan yolu keşfetmek. 




Pazar, 10:00

Üniversite tren yolculuklarımın göğe bakma durağı Doğançay tabelası dikkatimi çekiyor, google haritalar orada bir şelale olduğunu gösteriyor... Gözler parlıyor... Rota bir kez  daha oluşturuluyor. Dar ama orman içinden giden yemyeşil yolda, yüreğimiz ağzımıza gelse de, inişe geçtiğimiz betondan yapılmış yolda, saptığımız ilk köyden yaklaşık 30 dakika süren 12 km'lik yolu tamamlıyor ve şelale tesislerine varıyoruz. Yaşlı amca gülüyor, 

"karadenizli misiniz", 

"değiliz" 

"ne işiniz var burada" 

"gezmeye geldik" 

"hiç akıl yok" :))

Yahu neden böyle deyip günü mahvediyorsun ki bey amca, biz çok akıllı olduğumuzdan hem yolu yarıladık, hem de molamızı şahane bir şelalede verdik. Değil miyiz yoksa???


Mekan henüz yeni kiralanmış, tadilat nedeniyle her yer inşaat, tek tük araba var ama anladığımız kadarıyla 1-2 saate park bile sorun olacak. Aracı tek gölge yer olan iki fındık ağacının altına alıyoruz. Nispeten düz ve hemen yanı başında bir bank var, masayı da oraya açıp kahvaltı edeceğiz. Plan bu!

Şelale yolu 600 m. ama dik ve yol düzenlenmediği için orman içi patika. Aşağıda masa koyacak yer yok zaten herhangi bir yapı da yok. O yüzden elimiz kolumuz boş inişe geçiyoruz ki, dönüşte bu halimize binlerce kez şükür edeceğiz. Bildiğin 60 derelik yokuştan inişe geçiyoruz, yer yer 90 derece mi oluyor ne... Epey zorlu bir parkur, son 10 m.'de bende kayış kopuyor, neden bu kadar zorluyorum kendimi diye küfürler ediyorum. Güç aldığım tek şey, hemen önümüzden ellerinde piknik malzemeleri ve bir bebekle inen genç çift, onlar yaparsa sen de yaparsın diyorum. 

Neyse ki, şelaleye kazasız belasız iniyoruz. Genç çift kucaklarında bebeleri ile kahvaltıya başlamışlar bile, yanlarına yanaşıp, sizden feyz aldım diyorum. Gülüyorlar, "biz de ha gayret diye diye geldik ama bir daha ne geliriz ne de tavsiye ederiz" diyorlar. Gülüşüyoruz. 


Şelale görgemli, çok katlı ve serin... Su buz gibi, gölet oluşan yere bari girebilseydik derdindeyim ama mayolar bile yukarıda ve su öyle soğuk ki, üstelik yol gidip gelmeye uygun değil. Giremezdim kesin deyip kendimi teselli ediyorum. Eşim tabi ki suya girmeden dönmüyor. Dönüş yolu bir felaket, biz çıkmaya niyetlenirken gelen herkes bol küfürlü ve puflamalı sonlandırıyor inişi. Yolda soranlara, "değiyor ama canınıza da yetiyor" diyorum. Bir ara kalbim ağzımdan çıkıyor, tansiyon muhtemelen 20 falan derken, 5 mola, 8 "ölüyorummmmmm bennnnn" nidaları ile 600 m'lik yolu kazasız belasız çıkıyoruz. Ortalık toz duman, arabalar üst üste. Adam bağırıyor, "yanaş abicimmm, yanaşşş, yarım metre bile lazım bize." 

Maviş neyse ki gölgede, biraz soluklanıp, taze köy ekmeği, peynir, domates, zeytin ile kahvaltıyı edip yola çıkıyoruz. 

Pazar, 14:00

Geçen yıl Bilecik'te bulunan Harmankaya Kanyonu Tabiat Parkı kampından dönüşte aldığımız çileğin kokusu hala damağımda, eşim "bak bakalım yol ne kadar uzuyor" diyor, "45 km", cevabından sonra rota bir kez daha oluşturuluyor. 

Dağ köylerinden geçerek varacağız İnegöl Kurşunlu'ya, yolda çilekçi Samet'i arıyorum, "ablam var çilek" diyor. Oooo benden mutlusu yok. Yolda giderken Porland Fabrika Satış mağasına giriyoruz. Evlenecek olanlara Allah bol bol maaşlı, kazançlı işler versin. Yoksa durum zor... İkinci kalite tabaklar bile tanesi 300-500 liradan satılıyor ki, 12 kişilik yemek takımı falan hayal. 

Anayoldan ayrılır ayrılmaz, keyfimizi cezbeden yeşillik ve orman manzarası ile bir ağaç gölgesinde alıyoruz soluğu, Maviş'le olmanın ayrıcalığı da bu, gönlün nereye düşerse evin orası, buz gibi bira ve fıstık keyfi ile yaptığımız bu kısa mola sonrasında, 6 gibi Samet ile buluşabiliyoruz. Sağ olsun kasa ile çilek, kilo ile kiraz ve erik hazırlamış. Bir de uyarıyor, dönüş yolunu İnegöl'den yapmayın, 2 saat uzar yolunuz diye, tamirat varmış yolda, Yenişehir yolu açık olduğundan, rota bir kez daha oluşturuluyor. Yolda yaptığımız bir iki telefon görüşmesi sonrası, balık rakı, eşimin köyünde, baba evinde olacak. Plan gibi plan :)

Pazar 20:00

Sofrayı kuruyoruz, balıkları temizleyip, kızartmak için hazırlıyoruz, salatayı yapıyoruz. 30 dakikalık bir ön hazırlık ile keyfimize keyif katacak son molamızda yine baş başayız. Herkesin bir planı olduğundan biz bahçeli, meyve ağaçları ve çeşit çeşit çiçek ile süslenmiş köy evinin keyfini sürüyoruz. 


Pazar 00:00

Israrlara rağmen yola çıkıyoruz. sonuçta 1-1,5 saatlik bir yolumuz kaldı, yani en geç 1.30 gibi evdeyiz üstelik "home sweet home" yani, herkesin evi kendine 5 yıldızlı otel olduğundan, eve doğru yol alıyoruz. Karavanı boşaltma işini olduğu gibi ertesi güne bırakıp, duşları alıp yatıyoruz. 

***

Böylece zorlu bir haftayı harika bir 3 günlük kaçamak ile geride bırakmış, efendi gibi karavanın ve hafta sonunun hakkını vermiş, her türlü yoldan çıkmış, yeni rotalar oluşturmuş, bir önceki gezilerden edindiğimiz tecrübeler yetersiz olacak ki,  evimize olabilecek en geç saatte dönmeyi başarmıştık. 

***

Ey sevgili okur, okudun anladın şimdi son bir soru:

Karavancılık biraz kendini yola bırakmak, yolun sürprizlerinden keyif almayı başarabilmek değildir de nedir?

24 Mayıs 2024

Bir Karavan Hikayesi

 



Ömrümün ikinci baharına denk gelen en güzel hikayedir: MAVİŞ

Az süsleyeyim, biraz da pullayayım da, nesilden nesile bir aşk hikayesi gibi anlatılabilsin.

***

5-6 sene önceydi, dünyayı dolaşmak isteğimin üzerinden epeyce zamanlar su olup akmış, serde gençlik vardan bir ayağı çukurdaya mey etmeye yüz tutmuş fani ömrümde, elde avuçta tutulabilen niyetler heba olmasın diye, niyetine girdiğim yollarda Avrupa'dan da bir kaç ülke görmüştüm. 

Gel zaman git zaman hayat arkadaşım; yol arkadaşım, dostum, sırdaşım olunca... Hayalim gerçeğim olsun istedim ki ne denk geliştir o hayal... 

Hayal dediğin içte bir kurt, konu konuyu açınca gelip baş köşeye gözünü dikiyor, dikiyor da, konuşmanın seyri hep "emekli" olma gerçeği ile sonlanıyor, beyhude geçen ömrümdeki bu caanımm hayal, ülkenin ekonomik gerçekleri ile yüzleşmekten yorgun düşüyor, kurt dediğin durduğu gibi durmuyor, kemiriyor da kemiriyor. 

***

İşte o 5-6 sene önce günlerin günleri kovaladığı günlerden bir gün, hayal, koşa koşa geldi konunun en can alıcı yerinde sahnesini aldı, ama ne alış! 

Allah denk getirdi derler ya, bence o an o andır, dedik neden olmasın... 

İki aracı  topladık, eldeki avuçtaki bilgiye böldük, sonuç oldu mu sana bir araç... Ama ne araç? Nasıl bir araç?

Soru salonun orta yerindeki avizeye asıldı kaldı, uzun bir süre denmeyecek kadar ama asla kısacık bir zaman da değil. 

Geliyoruz gidiyoruz soru ile kafa kafaya veriyoruz. Binek olacak, ekonomik olacak ama dağa taşa vurdun mu da ağlayıp sızlamayacak, ya Rab! nidaları ile geçen günlerden birinde, bir de ülke ekonomisi vermez mi sinyali ucundan.

Sinyale gözü kapayıp girdik yola... 

Kısa sürede tesadüfün taşları kaderin ağlarına denk düştü... 


Yılların emeği ile taranmış, "google sağ olsun" sonsuz kaynağındaki bilgiler ışında temeli atılmış karavancılık hikayesi kısa sürede, üstelik emekliliği beklemeden ilk meyvesini verdi: Rengi, modeli, yaşı, boyu, huyu bizden, yakışıklı bir arkadaş evimizin "aile" arabası oluverdi. 


Mavi gri renkli, Caravelle "Team" model aracımızın arka üçlüsü yerine konan bir kamp mutfağı dolabı, "Alamanyalardan" getirtilmiş bir arka kuyruk çadırı ile serüvenden serüvene, yollardan yollara karavancıyız edasıyla dolanacaktık ki, adı olmayan bir karavanın camiada kabul görmeme ihtimalleri üzerinden, adını tekerine üfleyip yollara revan olduk: "Maviş, Maviş, Maviş"

***

Aradan geçen 4 yılın sonunda, evrilen hayaller ve deneyimler sonucunda geçen yıl biriktirdiğimiz avrolar duman olmadan önce Mavişi "pop up" çatısı ve iç mobilyaları ile mini bir campera dönüştürdük.  O değişimden beri Maviş mutlu biz daha mutlu yollardayız anlayacağınız. 


Cuma oldu mu "nereye" soruları, perşembeden belli olur kampçının kaderi zeytinyağlıları ile rakılar, balıklar, etler, peynirler ile kurulan dost sofraları ile şenlenen hayatımız, bir çokları için "hayat size güzel" iç çekişlerine sebebiyet verse de, "hayatı bize güzel kılan" yüreğimize, bakış açımıza, tercihlerimize zeval gelmesin dileriz. Herkese de hayallerini gerçekleştirme fırsatı bulacağı bir ömür. 

***

Kimi zaman bir göletin kenarında, kimi zaman bir dağın başında, kimi zaman antik bir kentin kıyısında, kimi zaman denize nazır, bazen bir gün doğumunda, bazen bir ay ışında, zaman zaman ıssızlığın ortasında, nadiren kalabalığın orta yerinde, her şeye rağmen, Maviş denince, dilimizde hep  bir "iyi ki..." 

***

Şimdi dönüp baktığımda, ertelemedik, idealleştirmedik, mükemmeli arayış değildi bizimkisi ki zaten ne ekonomik olarak ne de bilgi olarak o noktada değildik. Denemek istedik, sınırlarımızı, kısıtlarımızı, yapabileceklerimizi ve yapamayacaklarımızı görmek istedik. Geriye sayıma başladığımız bu günlerde, emeklilik için kurduğumuz hayaller bambaşka bir noktada. Maviş tabi ki yol arkadaşımız ama artık, sınırlarımızı biliyoruz, yolda olmanın hazzını ve bize sunduklarını da!

Bir arkadaşım her yola çıktığında "hazırım, bana hazırladığın sürprizlere hazırım, senden dileğim, iyiye, hayra, gelişimime ve yoluma katkı koysunlar" de demişti. Diliyorum ve artık biliyorum ki, "yol insanı insana çıkarır"

İnstagramda;

#y2ymaviş ile binlerce kilometre yol yaptık, sayısız manzaraya uyandık. 25ten fazla ülke gördük, sayısız şehir ve kasabadan geçtik.

*

Hayatımıza girdiğinden beri bize öyle iyi geldi ki... Dostlar edindik. Güldük, eğlendik, öğrendik, dinlendik.

*

Yapar mıyız ki diye çıktığımız yolda, yapabildiğimizi ve elbet yapamadığımızı gördük. Mesela, kurbağa sesleri ile bir geceyi sabaha bağlamak epeyce zorken, manzaraya kanıp kurbağaları unutmak kolay.

yazmıştım. 

"Issız bir yerde korkarım ben"den, "ıssız bir yer bulsak keşke"ye varan yolculuğumuzda kurbağalar önemli bir detaydır bize hayatı anlatan. 

Demem o ki, hayali ertelemek size bir şey katmaz, kaçırma olasılığını yükseltmek dışında, ama denemek, bir yerinden başlamak çok yol almanıza sebep olur. Belki yolun başında anlarsınız o sizin gerçeğiniz olamayacak kadar sizden ötededir, belki daha ilk başta anlarsınız, aslında nereye baksanız oradadır. 

Bir yazı okumuştum, bazıları başarının hayalini kurar, diğerleri erken kalkıp o başarı için çaba harcar minvalinde bir şeydi. 

Hayal kurmak güzeldir, hayalin yoluna revan olmak daha güzel. 














08 Ocak 2024

Kaçış


"Buradayım. Beni sağaltan yerde." demiş ve bırakmışım. Kim bilir neden? Tarih: 16.12.2023, öğle saatleri. 

Günler sonra; şu paragrafı yazıp yine bırakmışım. Muhtemelen tetkik için gittiğim doktorun raporu yazış biçimine özenmişim. Sonra da kalemli ultra tabletimde bu satırları yazmışım. 

"Rapor yazan hocanın elindeki cihaza ihtiyacım var. Ben konuşuyorum o yazıyor. Hatta ben düşünüyorum o yazıyor. Bence elimdeki hali hazırda bu yazıyı yazmayı kolaylaştıran bu cihaz hala biraz sorunlu. İtiraf etmeliyim ki, benim gibi kağıt kalem sever biri için biçilmiş kaftan sanıyorum."

***

Bugün Sevgili Buraneros'un "YOKOLUŞ" yazısını sabahın karanlığında okuyunca ve uzun uzadıya bir anımdan bahsedince fark ettim ki, ben sabah yazarıyım. Kazara yazar olmam bundan mütevellit bile olmuş olabilir. 

Yoğun paylaşımlı geçen blogger günlerimde de sabah erkenden kalkar, çala kalem yazardım aklıma düşeni. Okumaya bile fırsat vermeden basardım "yayınla" tuşuna. Biraz özenle kim bilir neler çıkacaktı ama o özeni göstermek için klavye başına otursam kesin beğenmez göndermezdim bir çok yazımı yayına. 

En son yazımı 4 Eylül'de yazmışım. Ondan önce sadece 1 yayın var, 1 Ocak 2023 tarihli. 

"İnsan söyleyemedikleri kadar mıdır diye soran o çakır gözlü çocuğa da dediğim gibi, insan yüreği kadardır. 

İçinde iyilik, sevgi ve şefkat biriktir ki, zamanı gelip sebebi belli taşmalarda, kendine mendil olasın. 

Merhaba 2023... Böyle dile geldin. Hoş geldin. Hep dediğim gibi, asla vazgeçmeyeceğim gibi, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl daha geçirelim, sevdiklerimiz ve bizi sevenlerle."


demişim.
 
Şimdi dönüp bakıyorum da, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl geçmiş kendi adıma... Dünyanın türlü acımasız hallerini ve ülkemin gidişatını sınırlarını çizmek konusunda uzun mesai harcanmış korunaklı yüreğimden uzak bir kenara koyarak yaptığım yorumum bu elbette. Yoksa... Daha ne görecekti bu gözler, neler duyacaktı bu kulaklar acaba demeye kalmadan başlayıverdi 2024.

***




Bu yıl Frig vadisinin uçsuz bucaklığında girdik yeni yıla. Maviş sağ olsun. Takvim sayfalarından ibaret üç otuzluk ömrümün, ikinci otuzuna var daha 3-5 yıl, ve ben artık biliyorum ki, şimdilerde doğada olmak beni en az yazmak kadar sağaltıyor.



Bazen bir yazı okuyorum, kitaptan bir cümle, gazeteden bir başlık... Taşıyor içim. Evet hala elle tutulur o kağıt kokulu içerikleri seviyorum. Digital platform olarak instagram en sevdiğim. Yararlı ve beni mutlu eden içerikleri bulmak konusunda epey mesafe aldığımı söylemeliyim. Ara sıra zaman geçirmek konusunda kontrol düğmesini çevirmek gerekiyor yoksa ciddi bir sarmal söz konusu olabiliyor.

Havaların soğuması ile evde geçen süre çoğalınca, film izleme grafiği yine yükselmeye başladı. Pandemi ile hayatımdan çıkan sinema ile aramızdaki mesafeli ilişki ne yazık ki devam ediyor. Oysa ben bir filmi sinemada seyretme tadını başka hiç bir şekilde alamadığı için şehir şehir festival gezen bir aşıktım. Aşklar da bir zaman geliyor ve şekil değiştirebiliyor demek ki!

Mesela geçen gün bir film izledik ev sinemasında, dilimize Kızgın Güneş olarak çevrilmiş. Filmin kahramanı Amerikalı kadın, yaşadığı aşk ve evlilik acısı sonrası hayal kırıklıklarını da yanına alıp, en yakın arkadaşının da teşviki ile gittiği İtalya'da alıyor soluğu. "Kaçmak" temasının aradığını "bulmak" olarak evrildiği bu filmde bence kıymetli olan şeylerden biri, duaların karşılığı ile ilgili repliklerdi. Kadın kahraman tesadüfen aldığı evinin tamiratı sırasında, bu evde bir düğün olsun, bir aile yaşasın diliyorum diyerek evin hayat bulmasını diliyor. Elbet film olsun diye elinden geleni ardına koymuyor, ama ana karakterimiz duasının gerçekliğini ancak bir başkasının açıklaması ile idrak ediyor. Düğün onun değil, aile de ama dua karşılığını buluyor işte. Mutlu olmak için yeterli değildir de nedir? Film eleştirisi ve üstüne düşünceler konusunda bazı eleştirmenlere taş çıkaracak bir arkadaşım varken filmle ilgili bir şey daha yazmadan buralardan uzaklaşıyorum. Derdim dualar, niyetler, açılan kapılar, kapanan pencereler... Gerçekler hayallerden ilham alır diye boşuna bir inanış değil benimkisi, tam hayal ettiğimiz gibi gerçekleşmese de gerçekleşene farklı bir bakış açısı geliştirebilirsek, fark ederiz ki, onu dilemiştik.

***

Of of... Fazla oradan buradan biraz da suyundan oldu ama, aklıma gelmişken yazmadan geçmeyeyim. 

Doğu mistitizmine merak salan bir adam, yıllarca sabah meditasyonunda "kalbimi yeniliklere aç, kalbimi iyiliklere aç" diye dua etmiş, ne mi olmuş, yaklaşık10 yıl sonra açık kalp ameliyatı geçirmiş, ve sonra tüm hayatı değişmiş. Sanırım kıssadan hisse kısmına tam da burada geldim. Demem o ki, dua, iç ses, niyet önemli. Mesajı açık, net vermek de öyle. Sonuçta görmesini bilirsek, karşımıza da o çıkıyor. Yağmurdan kaçmak isterken doluya tutulmak da bence böyle. Öyle endişe ile kaçıyoruz ki yağmurdan, "doluya tutulacağım, kesin sırıl sıklam olacağım" diye diye "kendi kendini doğrulayan kehanetler" gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik yağmurun şifasını bir türlü anlamıyoruz. 

Mesela siz hiç bile isteye yağmurda ıslandınız mı? 

Ben bir kaç kere ıslandım. 

Sonu düşlediğiniz gibi olmayacak bir aşka evet deyip kafa göz girdiniz mi o ilişkiye?

Ben girdim. 

Garantisi yok hayatın. Denklem hiç de ilk okul matematik bilgimiz ile örtüşmüyor. 2x2 çoğunlukla bir, nadiren beş oluyor. Sonuç ne olursa olsun, her biri bizim hanemize ekleniyor. Artı veya eksi, sonuçta bugünkü biz yapıyor. Memnunsanız ne ala, değilseniz tavsiyemdir, bakış açınızı değiştirin. 

Fotoğrafçılık kursuna gitmiştim yıllar önce, oradan kalan bir cümle ile bitireyim "2024'e Merhaba" yazımı;

"Herkes fotoğraf çeker bir kişi doğru açıyı yakalar!" 

Gel bakalım 2024 bildiğin gibi, benim duam bu yıl da geçerli... 

***

Okura Not: Yazı başlığına bakıp bu yazının kaçışla ne ilgisi var diyebilirsiniz? Çok derim, çünkü yazmak da doğa da olmak da, bir kaçış barındırır özünde.