#yolda2yolcu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#yolda2yolcu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

05 Haziran 2024

Plan Gibi Plan ve Bir Yol Hikayesi

Zorlu bir haftayı geride bırakmış, Cuma gününü izin alarak 3 günlük yol planını yapmıştık. Efendi gibi gidip efendi gibi dönecektik. Yoldan çıkmayacak, oluşturduğumuz rotaya sadık kalacak, bir önceki gezilerden edindiğimiz tecrübeler ışığında evimize vakti ile dönecektik. 

***

Perşembe, 17:00

Perşembe gecesi tüm hazırlığı tamamlayıp yola çıkmamız 5'i bulmuştu. Hedef belliydi. Ama konaklama noktası konusu, gideceğimiz yerde önceden rezervasyon yapılmadığından sürpriz sonlu olacaktı. 157 km'lik yol yaklaşık 2,5 saatlik bir zaman demekti ki, akşam yemeği için ideal bir varış saati olacaktı. 

Buraya kadar her şey normal seyrindeydi.

Yolculuk neşeli şarkılar ve sohbetle devam ediyordu, bir önceki haftaların gerginliği ara ara kendine yer edinmeye çalışsa da, yılların verdiği deneyimle, artık buna izin vermiyorduk. Sıkıntıların konuşularak ancak çoğalacağının, ne iyi ki ikimiz de farkındaydık. Bir kere konuşmuş, ömrümüzden yeterli zamanı canımızı sıkan kişi/olaya vermiş ve kitabın o bölümünü geçmiştik. Teknik olarak "flashback" lere ihtiyaç duymadan, gün bugündür felsefesi ile "anda kal"ıyorduk. 


İlk durak Ormanya Kamp Alanı... Kapıya varmamızla gözüme kestirdiğim üç araçlık boşluk ile "Yaşasın yer var" çığlıklarım arabanın içinde yankılanıyor. Neyse ki mutlu son. Görevli elinde mis kokulu kahvesi ile geliyor, gerçekten de yer var. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen, kuralları belirlenmiş kampımıza kuruluyoruz, bize ayrılan 19 numaralı alanda bir de ağaç ve masa var, daha ne isteriz derken, 3 gün ücretsiz olduğunu öğreniyoruz. Hakikaten bir kampçı olarak daha ne isteriz ki şu hayattan!

Ormanya Doğal Yaşam Parkı düzenlenmiş bir orman aslında. Sabah erkenden yürümek ve içinde kaybolmak için sabırsızım, görevli uyarıyor, 6'da gezmeniz mümkün değil, 9'da açılıyor diye. Ah devlet dairesi bakış açısı... Dert değil, açılışı  9'da olsa da mutluyum ben. Hemen soframızı kuruyoruz, rakıları koyuyoruz, bir ağacın altında, yeşile baka baka içeceğiz, dertleri bir bir sileceğiz. Bir süre sonra eşimin dikkatini çekiyor, hafifçe bana eğiliyor, "bir tek biz içiyoruz" diyor, hemen internetten kuralları okuyorum ve görüyorum ki, alkol almak yasak. Oysa 23 araçlık alanda, her milletten her anlayıştan insan var. Birer dublemizi içiyor, biri bizi şikayet etmeden ya da uyarı alıp keyfimiz kaçmadan masayı topluyoruz. Kısa  bir keşif turu ve gece yürüyüşü sonrası, gece sakin ve dinlendirici geçiyor. 



Cuma, 09:00 

Sabah 9'da kapıdayız. Büyük ve görkemli kapıdan geçiyoruz, bambaşka bir dünyaya açılıyor gözlerimiz. İçinde mesire alanı, gökyüzünü göremeyeceğiniz kadar büyük ağaçlarının gölgesinde yer alan farklı zorluk derecelerine sahip yürüyüş ve bisiklet rotaları, kuş gözlem, Hobit evler, böcek oteli gibi farklı deneyim alanları, çocuklar için tam bir keşif imkanı sunan, özellikle vahşi doğada yaşama imkanı olmayan hayvanlar için rehabilite merkezi gibi düzenlenen çiftliği, göletleri, doğanın içinde kaybolmuş kafe ve restoranları ile Ormanya tam bir şehre mola noktası. 

Çok beğeniyoruz.  Yaklaşık 4 saat süren turun sonunda Ormanya'dan ayrılıyoruz. Çünkü bazı kurallar bize uymuyor, keyfimiz kıymetli, zaten iki gün kafa dinlemeye gelmişiz, hemen rotayı tekrar oluşturuyoruz. 114 km. sonra Karadeniz kıyılarında, Karasu'dan giriş yapacağız ki, saat makul, gezinerek varacağımız kıyılarda elbet gönlümüze göre kafa dinleyecek bir yer bulacağız. 








Cuma, 14:00

Google ne büyük kolaylık, Akçakoca'ya kadar kıyı şeridindeki konaklama yapılacak kampları tararken bazılarını gözüme kestirip arıyorum. Sezon açılmamış, havalar birden mevsim normalleri üzerine çıkınca, ortalık toz duman ama insanların da kendini bir yerlere atası var. Haliyle tamir, tadilat, gürültü, patırdı hiç bir yerden eksik değil. Yolda giderken, hep durduğumuz Poyrazlar Tabiat Parkı aklımıza düşüyor. Ne yazık ki, karavanlar için konaklama yasağı gelmiş. İki hafta öncesine kadar izin veriliyormuş. Günlük giriş de 450 lira olmuş. 2 saat için değmez deyip ilk plana sadık kalacağız ama nasıl açız, neyse ki gölün karşı kıyısında kahvaltı molası verecek bir ağaç gölgesi buluyoruz. Karşımız orman, fotoğraf çekip bir arkadaşıma gönderiyorum, "windows ekran görüntüsü bu"  diyor. Bulunduğumuz yerde nasıl güzel bir esinti var, ayrılmayı hiç istemiyoruz. Ama hemen yan tarafta bir ev var, içeride kimse yok gibi ama geldiklerinde rahatsız olabilirler düşüncesi ile oradan ayrılıyoruz. 






Cuma, 18:00 

Saat 6 gibi gözümüze kestirdiğimiz kampa varıyoruz ama kapı kapalı. Oysa sahibi ile telefonda görüşmüş ve içeride bizi karşılayabilecek çalışanlar olacağını öğrenmiştik. İçeriye kaçak giriş yapan yurdum insanı grubu var, yaygılarını yola yayıp piknik moduna geçmeye çabalıyorlar, iç sesimiz bizi uyarıyor, temkinli davranarak oradan vazgeçiyoruz. Gelirken gördüğüm ve yoldan epeyce içeri girilerek ulaşılan Kalkın Köyü Mesire Yeri'ni eşime öneriyorum, yoldan sapar sapmaz inişe geçiyoruz.  Harika bir orman köyünden, yol kenarı asırlık ağaçlar ile çevrili, deniz kıyısına kadar kıvrılarak devam edecek  yola aşık olduk bile. İç sesimize güveniyoruz, midemiz kelebekler ile doldu, bu gece buradayız. 

Cuma, 19:00

Derme çatma bir kulübe karşılıyor bizi, teras gibi bir kısımda 3 adam oturuyor, sonradan sohbeti ile bayıltabilen adamın buranın işletmecisi olduğunu,  hemen yanında oturan adamın ormanı keserek 32 dönüm kadarcık alan içinde kaçak yapılar yaptığından 4 yıl içeride yattığını, diğerinin de tekin bir amca olmadığını öğrendiğimiz bu mesire yerinde izin kalarak kalmaya karar veriyoruz. Oysa ilk izlenimiz; kendi halinde amcalar sohbetteydi. 



Cuma,  20:00

Saat 8 gibi gün batımı için tüm hazırlıkları tamamlıyoruz. Bir tek biz varız. Bir de işletmeci, Ergül abi. Rakılara buzları koyup, sırtı orman, önü lebiderya deniz manzaralı evimizde şükürler dilimizde bir keyif anında güneşi tam da denizin ortasında batırırken şarkılar söylüyoruz. 

Var mıyım diyorsun şarkılarında
Elbette sen varsın kim olacaktı
Var mıyım diyorsun şarkılarında
Elbette sen varsın kim olacaktı

Güneşi batırıp, keyfi katmerleyince, usul usul toparlanıyoruz, bir ara eşim kayboluyor, Ergül abi ile sohbette olduğunu fark ediyorum. Özenli bir meyve tabağı ile birer duble rakı koyuyorum. Karanlıkta eşimin kurtar beni bakışlarını algılamıyorum. 

10 yıl önce rakıya tövbe etmiş Ergül abi, bozuyor beni demiş. Ot öyle değildi, ama artık bulunmuyor demiş. Hayat hikayesi bizde saklı Ergül abi, biraz da yalnızlıktan olsa gerek, çokkkkk konuşuyor, ama gerçekten çokkkkk!

Eşim karavana döndüğünde, "of ya diyor kalkamadım da... Yoruldum dinlerken" diyor. Gülüşüyoruz. Ortam öyle güzel ki, bir gece daha kalacağız ama bu sefer temkinliyiz. 

Karavanın yan pencerelerini ve gökyüzü penceresini açıp, yıldızlı geceye güzellemeler yaparak, ertesi günün hayali ile uykuya dalıyoruz. 

Cumartesi, 06:00

Sabah kuş sesleri ile uyanıp, 6 gibi kendimizi dışarı atıyoruz. Sabah yürüyüşü, kahvaltı ve deniz... 

Plan gibi plan!

Tıkır tıkır işliyor... 

Gün içinde gelen 2-3 günübirlikçi ile ortalık biraz hareketlense de, sezon henüz açılmadığı için sakinlik korunuyor. Akşam üzeri bira-fıstık ile hararetler alınıyor. Akşam yemeği gene gün batımına karşı. Gece yürüyüşü, sonrası biraz okuma ve huzur dolu bir uyku ile sonlanan gün. İnsan daha ne ister ki hayattan. 



Pazar, 06:00

Sabah 6 gibi uyanıyoruz, gün doğumunu kaçırmışız, 1 saat içinde toparlanıyoruz, yola çıkmak için hazırız.  Aslında bir kuralımız var, henüz farkında değiliz ama o kuralı epeyce ihlal edeceğiz. 

Kural: Dönüş yolunda en kısa yoldan eve gitmek. Rota 4,5 saat diyor. Kuralı işletsek, en geç öğlen gibi evdeyiz. 

Pazar, 07:00

Kahvaltıyı yolda bir yerde, güzel manzaralı bir dağ köyünde ederiz diyerek yola koyuluyoruz. Kalkın köyünün bir yan koyu olan Karaburun plajına girmeye karar veriyoruz. Kimsecikler yok, bir adam elinde kasa ile bakkala doğru yürüyor, biz de arkasından, kasada henüz tutulmuş, Karadeniz Barbun/Tekir... Hemen bir kilo alıyoruz. Hayaller öğle rakısına bırakıyor kendini... Melenağzı Çayı'nı geçiyoruz. Bir sonraki sefer çaydan yukarıya doğru uzanan yolu keşfetmek. 




Pazar, 10:00

Üniversite tren yolculuklarımın göğe bakma durağı Doğançay tabelası dikkatimi çekiyor, google haritalar orada bir şelale olduğunu gösteriyor... Gözler parlıyor... Rota bir kez  daha oluşturuluyor. Dar ama orman içinden giden yemyeşil yolda, yüreğimiz ağzımıza gelse de, inişe geçtiğimiz betondan yapılmış yolda, saptığımız ilk köyden yaklaşık 30 dakika süren 12 km'lik yolu tamamlıyor ve şelale tesislerine varıyoruz. Yaşlı amca gülüyor, 

"karadenizli misiniz", 

"değiliz" 

"ne işiniz var burada" 

"gezmeye geldik" 

"hiç akıl yok" :))

Yahu neden böyle deyip günü mahvediyorsun ki bey amca, biz çok akıllı olduğumuzdan hem yolu yarıladık, hem de molamızı şahane bir şelalede verdik. Değil miyiz yoksa???


Mekan henüz yeni kiralanmış, tadilat nedeniyle her yer inşaat, tek tük araba var ama anladığımız kadarıyla 1-2 saate park bile sorun olacak. Aracı tek gölge yer olan iki fındık ağacının altına alıyoruz. Nispeten düz ve hemen yanı başında bir bank var, masayı da oraya açıp kahvaltı edeceğiz. Plan bu!

Şelale yolu 600 m. ama dik ve yol düzenlenmediği için orman içi patika. Aşağıda masa koyacak yer yok zaten herhangi bir yapı da yok. O yüzden elimiz kolumuz boş inişe geçiyoruz ki, dönüşte bu halimize binlerce kez şükür edeceğiz. Bildiğin 60 derelik yokuştan inişe geçiyoruz, yer yer 90 derece mi oluyor ne... Epey zorlu bir parkur, son 10 m.'de bende kayış kopuyor, neden bu kadar zorluyorum kendimi diye küfürler ediyorum. Güç aldığım tek şey, hemen önümüzden ellerinde piknik malzemeleri ve bir bebekle inen genç çift, onlar yaparsa sen de yaparsın diyorum. 

Neyse ki, şelaleye kazasız belasız iniyoruz. Genç çift kucaklarında bebeleri ile kahvaltıya başlamışlar bile, yanlarına yanaşıp, sizden feyz aldım diyorum. Gülüyorlar, "biz de ha gayret diye diye geldik ama bir daha ne geliriz ne de tavsiye ederiz" diyorlar. Gülüşüyoruz. 


Şelale görgemli, çok katlı ve serin... Su buz gibi, gölet oluşan yere bari girebilseydik derdindeyim ama mayolar bile yukarıda ve su öyle soğuk ki, üstelik yol gidip gelmeye uygun değil. Giremezdim kesin deyip kendimi teselli ediyorum. Eşim tabi ki suya girmeden dönmüyor. Dönüş yolu bir felaket, biz çıkmaya niyetlenirken gelen herkes bol küfürlü ve puflamalı sonlandırıyor inişi. Yolda soranlara, "değiyor ama canınıza da yetiyor" diyorum. Bir ara kalbim ağzımdan çıkıyor, tansiyon muhtemelen 20 falan derken, 5 mola, 8 "ölüyorummmmmm bennnnn" nidaları ile 600 m'lik yolu kazasız belasız çıkıyoruz. Ortalık toz duman, arabalar üst üste. Adam bağırıyor, "yanaş abicimmm, yanaşşş, yarım metre bile lazım bize." 

Maviş neyse ki gölgede, biraz soluklanıp, taze köy ekmeği, peynir, domates, zeytin ile kahvaltıyı edip yola çıkıyoruz. 

Pazar, 14:00

Geçen yıl Bilecik'te bulunan Harmankaya Kanyonu Tabiat Parkı kampından dönüşte aldığımız çileğin kokusu hala damağımda, eşim "bak bakalım yol ne kadar uzuyor" diyor, "45 km", cevabından sonra rota bir kez daha oluşturuluyor. 

Dağ köylerinden geçerek varacağız İnegöl Kurşunlu'ya, yolda çilekçi Samet'i arıyorum, "ablam var çilek" diyor. Oooo benden mutlusu yok. Yolda giderken Porland Fabrika Satış mağasına giriyoruz. Evlenecek olanlara Allah bol bol maaşlı, kazançlı işler versin. Yoksa durum zor... İkinci kalite tabaklar bile tanesi 300-500 liradan satılıyor ki, 12 kişilik yemek takımı falan hayal. 

Anayoldan ayrılır ayrılmaz, keyfimizi cezbeden yeşillik ve orman manzarası ile bir ağaç gölgesinde alıyoruz soluğu, Maviş'le olmanın ayrıcalığı da bu, gönlün nereye düşerse evin orası, buz gibi bira ve fıstık keyfi ile yaptığımız bu kısa mola sonrasında, 6 gibi Samet ile buluşabiliyoruz. Sağ olsun kasa ile çilek, kilo ile kiraz ve erik hazırlamış. Bir de uyarıyor, dönüş yolunu İnegöl'den yapmayın, 2 saat uzar yolunuz diye, tamirat varmış yolda, Yenişehir yolu açık olduğundan, rota bir kez daha oluşturuluyor. Yolda yaptığımız bir iki telefon görüşmesi sonrası, balık rakı, eşimin köyünde, baba evinde olacak. Plan gibi plan :)

Pazar 20:00

Sofrayı kuruyoruz, balıkları temizleyip, kızartmak için hazırlıyoruz, salatayı yapıyoruz. 30 dakikalık bir ön hazırlık ile keyfimize keyif katacak son molamızda yine baş başayız. Herkesin bir planı olduğundan biz bahçeli, meyve ağaçları ve çeşit çeşit çiçek ile süslenmiş köy evinin keyfini sürüyoruz. 


Pazar 00:00

Israrlara rağmen yola çıkıyoruz. sonuçta 1-1,5 saatlik bir yolumuz kaldı, yani en geç 1.30 gibi evdeyiz üstelik "home sweet home" yani, herkesin evi kendine 5 yıldızlı otel olduğundan, eve doğru yol alıyoruz. Karavanı boşaltma işini olduğu gibi ertesi güne bırakıp, duşları alıp yatıyoruz. 

***

Böylece zorlu bir haftayı harika bir 3 günlük kaçamak ile geride bırakmış, efendi gibi karavanın ve hafta sonunun hakkını vermiş, her türlü yoldan çıkmış, yeni rotalar oluşturmuş, bir önceki gezilerden edindiğimiz tecrübeler yetersiz olacak ki,  evimize olabilecek en geç saatte dönmeyi başarmıştık. 

***

Ey sevgili okur, okudun anladın şimdi son bir soru:

Karavancılık biraz kendini yola bırakmak, yolun sürprizlerinden keyif almayı başarabilmek değildir de nedir?

24 Mayıs 2024

Bir Karavan Hikayesi

 



Ömrümün ikinci baharına denk gelen en güzel hikayedir: MAVİŞ

Az süsleyeyim, biraz da pullayayım da, nesilden nesile bir aşk hikayesi gibi anlatılabilsin.

***

5-6 sene önceydi, dünyayı dolaşmak isteğimin üzerinden epeyce zamanlar su olup akmış, serde gençlik vardan bir ayağı çukurdaya mey etmeye yüz tutmuş fani ömrümde, elde avuçta tutulabilen niyetler heba olmasın diye, niyetine girdiğim yollarda Avrupa'dan da bir kaç ülke görmüştüm. 

Gel zaman git zaman hayat arkadaşım; yol arkadaşım, dostum, sırdaşım olunca... Hayalim gerçeğim olsun istedim ki ne denk geliştir o hayal... 

Hayal dediğin içte bir kurt, konu konuyu açınca gelip baş köşeye gözünü dikiyor, dikiyor da, konuşmanın seyri hep "emekli" olma gerçeği ile sonlanıyor, beyhude geçen ömrümdeki bu caanımm hayal, ülkenin ekonomik gerçekleri ile yüzleşmekten yorgun düşüyor, kurt dediğin durduğu gibi durmuyor, kemiriyor da kemiriyor. 

***

İşte o 5-6 sene önce günlerin günleri kovaladığı günlerden bir gün, hayal, koşa koşa geldi konunun en can alıcı yerinde sahnesini aldı, ama ne alış! 

Allah denk getirdi derler ya, bence o an o andır, dedik neden olmasın... 

İki aracı  topladık, eldeki avuçtaki bilgiye böldük, sonuç oldu mu sana bir araç... Ama ne araç? Nasıl bir araç?

Soru salonun orta yerindeki avizeye asıldı kaldı, uzun bir süre denmeyecek kadar ama asla kısacık bir zaman da değil. 

Geliyoruz gidiyoruz soru ile kafa kafaya veriyoruz. Binek olacak, ekonomik olacak ama dağa taşa vurdun mu da ağlayıp sızlamayacak, ya Rab! nidaları ile geçen günlerden birinde, bir de ülke ekonomisi vermez mi sinyali ucundan.

Sinyale gözü kapayıp girdik yola... 

Kısa sürede tesadüfün taşları kaderin ağlarına denk düştü... 


Yılların emeği ile taranmış, "google sağ olsun" sonsuz kaynağındaki bilgiler ışında temeli atılmış karavancılık hikayesi kısa sürede, üstelik emekliliği beklemeden ilk meyvesini verdi: Rengi, modeli, yaşı, boyu, huyu bizden, yakışıklı bir arkadaş evimizin "aile" arabası oluverdi. 


Mavi gri renkli, Caravelle "Team" model aracımızın arka üçlüsü yerine konan bir kamp mutfağı dolabı, "Alamanyalardan" getirtilmiş bir arka kuyruk çadırı ile serüvenden serüvene, yollardan yollara karavancıyız edasıyla dolanacaktık ki, adı olmayan bir karavanın camiada kabul görmeme ihtimalleri üzerinden, adını tekerine üfleyip yollara revan olduk: "Maviş, Maviş, Maviş"

***

Aradan geçen 4 yılın sonunda, evrilen hayaller ve deneyimler sonucunda geçen yıl biriktirdiğimiz avrolar duman olmadan önce Mavişi "pop up" çatısı ve iç mobilyaları ile mini bir campera dönüştürdük.  O değişimden beri Maviş mutlu biz daha mutlu yollardayız anlayacağınız. 


Cuma oldu mu "nereye" soruları, perşembeden belli olur kampçının kaderi zeytinyağlıları ile rakılar, balıklar, etler, peynirler ile kurulan dost sofraları ile şenlenen hayatımız, bir çokları için "hayat size güzel" iç çekişlerine sebebiyet verse de, "hayatı bize güzel kılan" yüreğimize, bakış açımıza, tercihlerimize zeval gelmesin dileriz. Herkese de hayallerini gerçekleştirme fırsatı bulacağı bir ömür. 

***

Kimi zaman bir göletin kenarında, kimi zaman bir dağın başında, kimi zaman antik bir kentin kıyısında, kimi zaman denize nazır, bazen bir gün doğumunda, bazen bir ay ışında, zaman zaman ıssızlığın ortasında, nadiren kalabalığın orta yerinde, her şeye rağmen, Maviş denince, dilimizde hep  bir "iyi ki..." 

***

Şimdi dönüp baktığımda, ertelemedik, idealleştirmedik, mükemmeli arayış değildi bizimkisi ki zaten ne ekonomik olarak ne de bilgi olarak o noktada değildik. Denemek istedik, sınırlarımızı, kısıtlarımızı, yapabileceklerimizi ve yapamayacaklarımızı görmek istedik. Geriye sayıma başladığımız bu günlerde, emeklilik için kurduğumuz hayaller bambaşka bir noktada. Maviş tabi ki yol arkadaşımız ama artık, sınırlarımızı biliyoruz, yolda olmanın hazzını ve bize sunduklarını da!

Bir arkadaşım her yola çıktığında "hazırım, bana hazırladığın sürprizlere hazırım, senden dileğim, iyiye, hayra, gelişimime ve yoluma katkı koysunlar" de demişti. Diliyorum ve artık biliyorum ki, "yol insanı insana çıkarır"

İnstagramda;

#y2ymaviş ile binlerce kilometre yol yaptık, sayısız manzaraya uyandık. 25ten fazla ülke gördük, sayısız şehir ve kasabadan geçtik.

*

Hayatımıza girdiğinden beri bize öyle iyi geldi ki... Dostlar edindik. Güldük, eğlendik, öğrendik, dinlendik.

*

Yapar mıyız ki diye çıktığımız yolda, yapabildiğimizi ve elbet yapamadığımızı gördük. Mesela, kurbağa sesleri ile bir geceyi sabaha bağlamak epeyce zorken, manzaraya kanıp kurbağaları unutmak kolay.

yazmıştım. 

"Issız bir yerde korkarım ben"den, "ıssız bir yer bulsak keşke"ye varan yolculuğumuzda kurbağalar önemli bir detaydır bize hayatı anlatan. 

Demem o ki, hayali ertelemek size bir şey katmaz, kaçırma olasılığını yükseltmek dışında, ama denemek, bir yerinden başlamak çok yol almanıza sebep olur. Belki yolun başında anlarsınız o sizin gerçeğiniz olamayacak kadar sizden ötededir, belki daha ilk başta anlarsınız, aslında nereye baksanız oradadır. 

Bir yazı okumuştum, bazıları başarının hayalini kurar, diğerleri erken kalkıp o başarı için çaba harcar minvalinde bir şeydi. 

Hayal kurmak güzeldir, hayalin yoluna revan olmak daha güzel. 














08 Ocak 2024

Kaçış


"Buradayım. Beni sağaltan yerde." demiş ve bırakmışım. Kim bilir neden? Tarih: 16.12.2023, öğle saatleri. 

Günler sonra; şu paragrafı yazıp yine bırakmışım. Muhtemelen tetkik için gittiğim doktorun raporu yazış biçimine özenmişim. Sonra da kalemli ultra tabletimde bu satırları yazmışım. 

"Rapor yazan hocanın elindeki cihaza ihtiyacım var. Ben konuşuyorum o yazıyor. Hatta ben düşünüyorum o yazıyor. Bence elimdeki hali hazırda bu yazıyı yazmayı kolaylaştıran bu cihaz hala biraz sorunlu. İtiraf etmeliyim ki, benim gibi kağıt kalem sever biri için biçilmiş kaftan sanıyorum."

***

Bugün Sevgili Buraneros'un "YOKOLUŞ" yazısını sabahın karanlığında okuyunca ve uzun uzadıya bir anımdan bahsedince fark ettim ki, ben sabah yazarıyım. Kazara yazar olmam bundan mütevellit bile olmuş olabilir. 

Yoğun paylaşımlı geçen blogger günlerimde de sabah erkenden kalkar, çala kalem yazardım aklıma düşeni. Okumaya bile fırsat vermeden basardım "yayınla" tuşuna. Biraz özenle kim bilir neler çıkacaktı ama o özeni göstermek için klavye başına otursam kesin beğenmez göndermezdim bir çok yazımı yayına. 

En son yazımı 4 Eylül'de yazmışım. Ondan önce sadece 1 yayın var, 1 Ocak 2023 tarihli. 

"İnsan söyleyemedikleri kadar mıdır diye soran o çakır gözlü çocuğa da dediğim gibi, insan yüreği kadardır. 

İçinde iyilik, sevgi ve şefkat biriktir ki, zamanı gelip sebebi belli taşmalarda, kendine mendil olasın. 

Merhaba 2023... Böyle dile geldin. Hoş geldin. Hep dediğim gibi, asla vazgeçmeyeceğim gibi, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl daha geçirelim, sevdiklerimiz ve bizi sevenlerle."


demişim.
 
Şimdi dönüp bakıyorum da, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl geçmiş kendi adıma... Dünyanın türlü acımasız hallerini ve ülkemin gidişatını sınırlarını çizmek konusunda uzun mesai harcanmış korunaklı yüreğimden uzak bir kenara koyarak yaptığım yorumum bu elbette. Yoksa... Daha ne görecekti bu gözler, neler duyacaktı bu kulaklar acaba demeye kalmadan başlayıverdi 2024.

***




Bu yıl Frig vadisinin uçsuz bucaklığında girdik yeni yıla. Maviş sağ olsun. Takvim sayfalarından ibaret üç otuzluk ömrümün, ikinci otuzuna var daha 3-5 yıl, ve ben artık biliyorum ki, şimdilerde doğada olmak beni en az yazmak kadar sağaltıyor.



Bazen bir yazı okuyorum, kitaptan bir cümle, gazeteden bir başlık... Taşıyor içim. Evet hala elle tutulur o kağıt kokulu içerikleri seviyorum. Digital platform olarak instagram en sevdiğim. Yararlı ve beni mutlu eden içerikleri bulmak konusunda epey mesafe aldığımı söylemeliyim. Ara sıra zaman geçirmek konusunda kontrol düğmesini çevirmek gerekiyor yoksa ciddi bir sarmal söz konusu olabiliyor.

Havaların soğuması ile evde geçen süre çoğalınca, film izleme grafiği yine yükselmeye başladı. Pandemi ile hayatımdan çıkan sinema ile aramızdaki mesafeli ilişki ne yazık ki devam ediyor. Oysa ben bir filmi sinemada seyretme tadını başka hiç bir şekilde alamadığı için şehir şehir festival gezen bir aşıktım. Aşklar da bir zaman geliyor ve şekil değiştirebiliyor demek ki!

Mesela geçen gün bir film izledik ev sinemasında, dilimize Kızgın Güneş olarak çevrilmiş. Filmin kahramanı Amerikalı kadın, yaşadığı aşk ve evlilik acısı sonrası hayal kırıklıklarını da yanına alıp, en yakın arkadaşının da teşviki ile gittiği İtalya'da alıyor soluğu. "Kaçmak" temasının aradığını "bulmak" olarak evrildiği bu filmde bence kıymetli olan şeylerden biri, duaların karşılığı ile ilgili repliklerdi. Kadın kahraman tesadüfen aldığı evinin tamiratı sırasında, bu evde bir düğün olsun, bir aile yaşasın diliyorum diyerek evin hayat bulmasını diliyor. Elbet film olsun diye elinden geleni ardına koymuyor, ama ana karakterimiz duasının gerçekliğini ancak bir başkasının açıklaması ile idrak ediyor. Düğün onun değil, aile de ama dua karşılığını buluyor işte. Mutlu olmak için yeterli değildir de nedir? Film eleştirisi ve üstüne düşünceler konusunda bazı eleştirmenlere taş çıkaracak bir arkadaşım varken filmle ilgili bir şey daha yazmadan buralardan uzaklaşıyorum. Derdim dualar, niyetler, açılan kapılar, kapanan pencereler... Gerçekler hayallerden ilham alır diye boşuna bir inanış değil benimkisi, tam hayal ettiğimiz gibi gerçekleşmese de gerçekleşene farklı bir bakış açısı geliştirebilirsek, fark ederiz ki, onu dilemiştik.

***

Of of... Fazla oradan buradan biraz da suyundan oldu ama, aklıma gelmişken yazmadan geçmeyeyim. 

Doğu mistitizmine merak salan bir adam, yıllarca sabah meditasyonunda "kalbimi yeniliklere aç, kalbimi iyiliklere aç" diye dua etmiş, ne mi olmuş, yaklaşık10 yıl sonra açık kalp ameliyatı geçirmiş, ve sonra tüm hayatı değişmiş. Sanırım kıssadan hisse kısmına tam da burada geldim. Demem o ki, dua, iç ses, niyet önemli. Mesajı açık, net vermek de öyle. Sonuçta görmesini bilirsek, karşımıza da o çıkıyor. Yağmurdan kaçmak isterken doluya tutulmak da bence böyle. Öyle endişe ile kaçıyoruz ki yağmurdan, "doluya tutulacağım, kesin sırıl sıklam olacağım" diye diye "kendi kendini doğrulayan kehanetler" gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik yağmurun şifasını bir türlü anlamıyoruz. 

Mesela siz hiç bile isteye yağmurda ıslandınız mı? 

Ben bir kaç kere ıslandım. 

Sonu düşlediğiniz gibi olmayacak bir aşka evet deyip kafa göz girdiniz mi o ilişkiye?

Ben girdim. 

Garantisi yok hayatın. Denklem hiç de ilk okul matematik bilgimiz ile örtüşmüyor. 2x2 çoğunlukla bir, nadiren beş oluyor. Sonuç ne olursa olsun, her biri bizim hanemize ekleniyor. Artı veya eksi, sonuçta bugünkü biz yapıyor. Memnunsanız ne ala, değilseniz tavsiyemdir, bakış açınızı değiştirin. 

Fotoğrafçılık kursuna gitmiştim yıllar önce, oradan kalan bir cümle ile bitireyim "2024'e Merhaba" yazımı;

"Herkes fotoğraf çeker bir kişi doğru açıyı yakalar!" 

Gel bakalım 2024 bildiğin gibi, benim duam bu yıl da geçerli... 

***

Okura Not: Yazı başlığına bakıp bu yazının kaçışla ne ilgisi var diyebilirsiniz? Çok derim, çünkü yazmak da doğa da olmak da, bir kaçış barındırır özünde. 


31 Aralık 2022

Ne Geziydi Ama!!!

 


31 Mayıs tarihinde, Bir Parmak Bal ile başladığım gezi-yazı-fotoğraf dizisini yıl bitmeden bitireceğim hedefini tutturup, nihayet dün bitirdim. 

Pandemi sonrası normale dönüşümüz ise, yıllardır "Ohrid'e bir kere daha gitsek" diyen babamın lafını dinleyip, 1 Mayıs - 19 Mayıs tarihleri arasında Yunanistan ve Makedonya'yı kapsayan bir rota ile kelimenin tam anlamıyla, "muhteşem" oldu. 

sözleri ile başladığım gezi notları-anılar-fotoğraflar dizisini, sırasıyla;


    başlıları altında toplamayı başardım. Unutulmaz anılarla dolu, her anı rüya gibi geçen bu seyahat enler arasında yerini aldı. Maviş bize hayalini kurduğumuzdan çok daha keyifli bir yol arkadaşı oldu. 2023 yılında yenilenen yüzüyle, bizimle yepyeni maceralara yol alacağını bildiğimiz, Mavişli yollarda yolculuklarımızın devam ettiği, yollarımızın, yüzümüzü güldüren anılara dönüştüğü, öğrendiğimiz, eğlendiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz, sevdiğimiz, sarıldığımız onca anı biriktirdiğimiz harika bir yıl diliyorum. 

İnsan bazen hayal kuruyor, vazgeçiyor, kırıyor, kırılıyor o uğurda ama niyet temizse, güzelse, kötülük içermiyorsa, gerçekleşiyor, buna hep inandım, rahmetli teyzemin, sen yüreğini kötüye açma dediği gibi. 2023 dilerim, herkesin gönlündekini gerçek kılan harika anılarla dolu, geleni geldiği gibi kabul edip, sabırla öğrenmeyi becerdiği, sonunda huzurlu, sağlıklı, bol kahkahalı anıları sandığına kaldırdığı, şahane bir yıl olur, dilerim yüreklerimizin kapıları hep ve daima sevgiye ve iyiliklere açılsın... 

30 Aralık 2022

Kutsal Bakir Athos ve Eve Dönüş

Günlerden Salı 17 Mayıs

Aynoroz, Halkidiki yarımadalarının en doğusunda yer alıyor.  Halkidiki plana eklendiğinde sadece 2 yarımadayı gezer döneriz diye düşünmüştüm. Zaten Meteora gibi muhteşem ve mistik bir kutsal bölgeyi çoktan gezmiş ve büyülenmiştik. Günler içinde google okumalarım ilerledikçe, gelmişken gezelimden çok, burayı da mutlaka görelime evrilen rehberlik duygum ağır bastı. Meryem Ana'ya adanan ve Meryem Ana'nın bahçesi olarak kabul gören bu mistik bölgeye 300 yıllardır kadın girmemesi çok ilgimi çekti. Tüm aramalarda "kadınların dünya üzerinde giremediği tek bölge" olarak geçiyor olması merakını daha da uyandırıyor insanın. Hatta pek çok kaynakta dişi hayvan bile giremediği notuna rastlamak mümkün. Kutsal dağ Athos'dan adını alan yerleşim yerine özel izinlerle giriliyor ve tam bir keşiş hayatı yaşanıyor. Burayı ilginç kılan bir diğer özelliği ise, dini açıdan İstanbul'da bulunan Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlı olması. Size de bazen bu ilginç bağlantılar tuhaf gelmiyor mu? Nereden nereye?

Tam anlamıyla tapınmaya adanmış bu keşişler kutsal dağına turistik turlar ancak tekneler aracılığı ile yapılabiliyor ve belli bir mesafeye kadar yaklaşabiliyorsunuz.  Halen bölgede aktif olarak 20 manastır varmış, 17'si Yunan, 1'er Bulgar, Sırp ve Rus olmak üzere toplam 20 manastırda düzenli olarak 2500 kişi yaşıyormuş. Kişilerin münzevi, keşiş veya küçük bir kardeşlik topluluğundaymış gibi yaşadığı zaviyeler, hücreler ve sığınaklar gibi daha küçük yerleşimler de bulunmaktaymış. Rehberimizin bize anlattığına göre, özel seçilmiş keşişler  maksimum 4 gün olmak üzere adaya gelip bu inziva hayatı deneyimleyebiliyorlarmış. Tam bir komünel yaşam hakim olan adada, rahipler dini ritüellerini yapmanın yanısıra adanmış bir şekilde günlük işleri de yapıyorlarmış. Sarp kayalıklardan oluşan adaya deniz yoluyla ulaşılıyor.   Adada asfalt yol yok ancak manastıra bağlanan orman yollarının ve patikaların genişletilmiş ağını tekne turu sırasında bile fark edebiliyorsunuz. Ziyaretçi de kabul edilen adaya sadece 100 kişi günlük giriş yapabiliyor ve tahmin edeceğiniz gibi bunlar sadece erkek olabilir. Bir ara bizim ikili için izin girişiminde bulunmayı düşünsem de zorluğunu araştırınca vazgeçiyorum. 

Deniziyle adeta bir tatil beldesi olan Ouranopolis Athos Dağı’na adeta bir geçiş kapısı, konumu itibarıyla rahiplerin tekneyle kutsal bölgeye geçmeden önce bulunacağı son dünyevi yer. Günümüzde binden fazla insan bu Kutsal Dağ’ın eşiğinde ve Prosfori kulesinin görkemli gölgesi altında yaşımını sürdürüyormuş.  

Okuduğum ancak kaynağını not etmediğim bir yazıda; kutsal bölgede satış olmadığı, manastırların gelen her misafire yatacak bir yer ve lezzetli yemekler sunduğunu okumuştum. Yemek saatlerinin dini ritüellere göre ayarlandığı, gelen her keşişin önemli oruç dönemlerinde ve haftanın belli günlerinde oruç tutması gerektiği bu ilginç ve gizemli bölge insandaki merak duygusunu perçinliyor. Özellikle doğanın bakirliği ve endemik türlerin olduğu patikalar ve doğa, keşke dedirtmiyor değil. 

Rehberimiz her bir manastır ile ilgili detaylı bilgiler paylaşıyor, zaman zaman uzaktan da olsa fotoğraf çekme uğraşları arasında bu detayları kaçırsam da; Great Lavra manastırı kütüphanesinin dünyadaki Bizans yazıtlarının en büyük üçüncü koleksiyonunu içerdiğini, Zygos Manastırı'nın 10. yy'daki manastırlara uygun restore edildiğini, Iviron manastırına yürüme mesafesinde bulunan Mylopotamos şaraphanesini, ki şarapları zamanla uluslararası kabul görmüş kaliteli şarapları arasında sayılıyormuş, keşişlerin 2,033 m olan Athos Dağı’nın zirvesine farklı rotalardan çıkıp, zirvedeki tapınaktan doyumsuz Kuzey Ege ve Makedonya manzarasında inzivalarına devam ettiklerini hatıra kayıtlarıma alıyorum. 

Aslında itiraf etmeliyim ki, Athos manastırları turu tam bir tesadüf oldu. Limana doğru ilerlerken, bir kaç teknenin tur için kalkmak üzere olduğunu fark edip, fiyat sormak için bizimkileri geride bırakıp hızlıca ilerledim, teknenin biri fazlaca kalabalıktı, diğeri ise küçük bir aile tarafından işletilen görece az kişilik ve daha lükstü, ben tam kaça, ne kadar sürüyor derken bizimkiler yaklaştılar ve annem, bu da benden olsun geçen gün tekne çok istedin, vaktimiz var deyince, kendimizi teknede bulduk. 

Daha sonraki araştırmalarımda, Halkidiki'nin hatrı sayılır bir şarap rotası olduğunu öğrenip, yeni planlara yelken açmadım değil, meraklısı için, hayal kurmalık Halkidiki şarap rotası

Meraklılar şarap rotasında kayboladursun ben kaldığım yerden devam edeyim. 

Fark ettim de galiba söz bitti, Athos yarımadası turundan sonra bölgedeki son gecemizi geçirmek üzere yola revan olduk. Tam yarımadadan çıkmak üzereyken günlük güneşlik hava bir bulut marifetiyle kapkara oldu ve 5 dakikayı geçmeyen ama ceviz büyüklüğünde yağan dolu ile yüreğimizi ağzımıza getirdi. Olmadık bir yerde bir laf edip, Tanrıları kızdırmış olabilir miydim? Neyse ki uzun sürmedi ve kara bulutu geride bırakıp, sarı çiçeklerle çevrilmiş yollardan başladığımız noktaya geri dönmek üzere yola devam ettik. 

























Geceyi, geziye ilk başladığımız noktada sonlandırmaya karar verdik, Nea Peramos, balık ziyafetiyle başladık, daha görgemli bir balık ziyafeti ile kapanış yaparak geceyi sonlandırdık. Masaya gelen her şeyin lezzeti tartışmasız enfesti, 3 hafta sonra başladığımız noktada üstelik yeniden aynı yerde olmak, sahibesine de ilginç gelmiş olmalı ki, ikram olarak gönderdiği jumbo karidesli ev makarnası tadımlık değil resmen doyumluktu. Ekmek soğanlı ve kırmızı biberli, kurutulmuş domatesli ve kekikli üstelik fırından çıktığı sıcaklığı ile geliyor. Tadından önce kokusu ile mest olma garantili... Salata ve ekmek başlı başına şölen. Ama taptaze deniz balıklarından söylemeksek olmazdı, ah o patates salatası, bunu bize yapmayacaktın o kadar lezzetli olmayacaktın, yedik vallahi de billahi de masaya gelen ne varsa yedik. İlk kaldığımız ev dolu olduğundan başka bir ev tuttuk. Mimar bir adam ve eşi, anne babadan kalan üç katlı evin katlarını ayırıp, ilk giriş katındaki daireleri kiraya verecek şekilde düzenliyor. Nasıl da şirin nasıl da kullanışlı daireler, yaşarsın yani içinde seve seve. İyi ki diyoruz şansımız hep yaver gitti bu gezide. Bazı son nokta atışları güzel ve gülümseten cinsinden oldu. Akşam yemeğini yağdı yağacak sisli pulu bir havada, hafif esintiler içinde dışarıda yedik. Bir ara rüzgar şiddetini öylesine artırdı ki, heyecan bile yaptık, ama dedim ya şans bu seyahatte bizden yanaydı, yemeğimizi afiyetle yemek mümkün oldu. Tam eve giriş yapacakken kopan fırtına ile eşyaları arabadan indirmek bile hayli zorlu oldu, ama kim korkar hain kurttan misali, eşyaları eve, kendimizi mahalleyi keşfe için sokağa atıverdik. Fırtına düşündüğümüzden zorlu çıktı. Öyle ki, sahile gidip gelmemiz bir an gibiydi. Geceyi dinlenerek ve ertesi günün rotasını belirleyerek geçirdik. 




Günlerden Çarşamba  18 Mayıs

Sabah bambaşka bir havaya uyandık, damağımızda iz bırakan pastanemizden bir şeyler alıp, yola koyulduk, elbette ki, son bir tur veda fotoğrafları çektirmeyi ihmal etmedik. Dönüş yolu uzun ve nispeten hüzünlüydü. Neyse ki yol boyu bir sonraki rota için yapılan konuşmalarla 2030'a kadar bol bol rota hayali var elimizde, geriye sadece plan yapmak kaldı. 








28 Kasım 2022

Eski Nikiti ve Adıyla Cezbeden Vourvourou

 Günlerden Salı 17 Mayıs

Sabah erkenden uyanıyoruz, bir gece önceki ikna çabalarım yetersiz kaldı, ne yazık ki, tekne kiralayıp, Diaporos adasına gitme hayalim sularda yüzüyor. Bugün eski Nikiti ve aramızda varıvergari dediğimiz Vourvourrou var. Oysa Diaporos'a kendi kullandığımız tekne ile gitmek, Blue Lagoon denen yerde denize girmek vardı ama kimse cesaretli çıkmadı. Ne vardı, iki saatlik eğitim alacak ve tekne ile tek başımıza gidip geliverecektik. Mutsuzum gibi sanki...  

Mutsuzluğum uzun sürmedi, kapı çaldı, eşim yüzünde gülümseme ve Anna elinde kahve ile sabahın 7'sinde kapıda bitti. Amannnnn ne iyi geldi. Mis gibi kahve kokusundan daha fazla mutluluk veren bir şey varsa o da çikolatadır ki kahvenin yanında o da gelmişti. Planı Anna'ya anlatıyorum pek beğeniyor, eski kente mutlaka çıkın zaten diyor. Dünkü turu anlatıyorum, sonra da eşimin markette denk geldiği karşılaşmayı. Bu arada eşim heyecanla annemlere sabah yürüyüş fotolarını gösteriyor, en erkencimiz o. Babam bu yürüyüşü kaçırdığına biraz üzgün. 

Unutmadan dünkü tesadüfü de anlatayım: 

Eşim otele dönünce, ben gidip bir market bulup uzo alayım dedi, aradığımız bir marka var, bulursa 3-5 tane alacak. Yaklaşık 40 dakika sonra döndü. Zaten kasabayı tavaf etse sürmeyecek bu sürede ne yaptığı merak konusu. Ben denize girmiştir diyorum, babam açık market bulamamıştır, yan kasabaya geçmiştir diyor, annem gülümseyerek kafasını dinlemiştir diyor. Hikayeyi hiç birimiz tutturamıyoruz. Sevdiceğim otele en yakın markete gidiyor, markette 3 kişi, 2si Türkçe konuşuyor,  biri oldukça yaşlı, aksanlı bir Türkçe olmasına rağmen çok akıcı ve anlaşılır. Aradığı marka Uzo'yu buluyor, sohbetin bitmesini bekliyor, yaşlıca olan müşteri kasadan ayrılınca kasaya yaklaşıp Türkçe konuşmaya başlıyor. Kasadaki adam karşılık verince de sohbet uzuyor. Kars Rum'u göçmeni olan aile gelip yerleştiklerinde hiç Rumca bilmiyorlarmış. Türkçe konşuyorlarmış, çocuklarına da Türkçe öğretmişler. Çocuklar büyürken Rumca öğrenmiş ama onlar da çocuklarına Türkçe öğretmişler. Bizim ana dilimiz demiş, Türkçe konuşmayı tercih ediyoruz. Konu konuyu, şehirler şehirleri açınca, sohbet doyumsuz bir hal almış. 

Anna bu hikayeye şöyle bir eklenti yapıyor, ilk geldiği yıllarda 15 yıl önce köydeki yaşlılar sadece Türkçe konuşurmuş, gençler sadece Rumca konuşurmuş, Anna bu duruma çok şaşırmış, sonradan o da öğrenmiş ti, Türkiye'den göçen Rumlar bu köyleri kurmuş, Nea meselesi de oradan geliyormuş, Mudanya, Trilye, Foça, Marmara... uzayıp gidiyor liste, önüne bir yeni ibaresi, Türkiye'den nereden göçtülerse oranın adını da ekleyip, yeniden vatan yapmışlar kendilerine göçtükleri toprakları. 






Nikiti tepede kurulmuş bizim tabirimiz ile eski bir Rum köyü. Köy taş evleri, sokakları ve bugünlerde özelikle İngiliz ve Almanlarca alınan ve restore edilen taş evleri ile gerçekten büyüleyici. Köy meydanındaki çınar altı şarap evi benim favorim, ah sabah olmayacaktı ki hakkını verecektim ben o meydanın : ) 

En tepede yer alan kiliseyi gezdikten sonra denk geldiğimiz Makedon efsanelerini ve tarihini konu alan Folklor Müzesi'ni tadilatta olması sebebiyle gezemiyoruz. Ama notumuzu aldık, bir sonraki gezide, şarap öncesi müze gezilecek. 

















Köy meydanında yer alan küçük dükkan anı alışverişi için biçilmiş kaftan oluyor. Sohbet güzel, kendisi bir öğretmen olan Manitari adlı dükkanının sahibesi güzel Marianna'nın 5 yaşında kızı ve 11 yaşında bir oğlu varmış. Dükkandaki hediyelik eşyaların yanı sıra oyuncaklara yer vermesi de bu yüzdenmiş. Hatıra fotoğrafı çektirip, köyün yenilenen yüzü ile ilgili konuşuyoruz, fiyatlar çok artmış, yeni gelenler ve eski evleri alıp yenileyenler fiyatların yükselmesine sebep oluyormuş. Tanıdık gelen bir takım durumlar. 





Eski Nikit'den ayrılınca, Vourvourou için yola koyuluyoruz. Yine toprak yolllardan ve orman içlerinden sahile doğru iniyoruz. Zaten bu adanın bir özelliği ne zaman ana yoldan çıkıp bir patikaya girsen, manzara hep büyüleyici. Nefessiz kalıyoruz, turkuaz, mavi, yeşil, orman, kum, kayalar... Mavişi park ettiğimiz yerin biraz ilerisinde iki üç karavan görünce hayaller yine tavan yapıyor. Bugün uzun saatler kalıcıyız, otağı kuruyoruz, hamak, sandalyeler, içecekler, kahveler... Hakkını vermeden dönmeyeceğimiz bir deniz günü oluyor. Sosisli ve bira için sıraya giriyor, bol bol dinlenip, yan koylara keşif yürüyüşleri yapıyoruz, Akşam hiç olmasa ya da bir gün daha mı uzatsak geziyi hissiyatı yoğun... 











Günü burada kapatıp, hava kararınca otele dönüyoruz. Yarın Kutsal Bakir Athos için yola çıkacağız. Şarap böyle bir geceye iyi geliyor.  Zeytin ağaçlarına bakan balkonumuza kurulup, mumları yakıyoruz. Kat ettiğimiz onca yol, gördüğümüz yüzlerce manzara, geçtiğimiz şehirler ve köyler rüya gibi... Konuşurken birbirimizi tamamlıyoruz. Harika bir ekip olduğumuz için son bir kadeh kaldırıp, birbirimize sarılıyoruz, iyi ki varız :)