#yolda2yolcu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
#yolda2yolcu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

08 Ocak 2024

Kaçış


"Buradayım. Beni sağaltan yerde." demiş ve bırakmışım. Kim bilir neden? Tarih: 16.12.2023, öğle saatleri. 

Günler sonra; şu paragrafı yazıp yine bırakmışım. Muhtemelen tetkik için gittiğim doktorun raporu yazış biçimine özenmişim. Sonra da kalemli ultra tabletimde bu satırları yazmışım. 

"Rapor yazan hocanın elindeki cihaza ihtiyacım var. Ben konuşuyorum o yazıyor. Hatta ben düşünüyorum o yazıyor. Bence elimdeki hali hazırda bu yazıyı yazmayı kolaylaştıran bu cihaz hala biraz sorunlu. İtiraf etmeliyim ki, benim gibi kağıt kalem sever biri için biçilmiş kaftan sanıyorum."

***

Bugün Sevgili Buraneros'un "YOKOLUŞ" yazısını sabahın karanlığında okuyunca ve uzun uzadıya bir anımdan bahsedince fark ettim ki, ben sabah yazarıyım. Kazara yazar olmam bundan mütevellit bile olmuş olabilir. 

Yoğun paylaşımlı geçen blogger günlerimde de sabah erkenden kalkar, çala kalem yazardım aklıma düşeni. Okumaya bile fırsat vermeden basardım "yayınla" tuşuna. Biraz özenle kim bilir neler çıkacaktı ama o özeni göstermek için klavye başına otursam kesin beğenmez göndermezdim bir çok yazımı yayına. 

En son yazımı 4 Eylül'de yazmışım. Ondan önce sadece 1 yayın var, 1 Ocak 2023 tarihli. 

"İnsan söyleyemedikleri kadar mıdır diye soran o çakır gözlü çocuğa da dediğim gibi, insan yüreği kadardır. 

İçinde iyilik, sevgi ve şefkat biriktir ki, zamanı gelip sebebi belli taşmalarda, kendine mendil olasın. 

Merhaba 2023... Böyle dile geldin. Hoş geldin. Hep dediğim gibi, asla vazgeçmeyeceğim gibi, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl daha geçirelim, sevdiklerimiz ve bizi sevenlerle."


demişim.
 
Şimdi dönüp bakıyorum da, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl geçmiş kendi adıma... Dünyanın türlü acımasız hallerini ve ülkemin gidişatını sınırlarını çizmek konusunda uzun mesai harcanmış korunaklı yüreğimden uzak bir kenara koyarak yaptığım yorumum bu elbette. Yoksa... Daha ne görecekti bu gözler, neler duyacaktı bu kulaklar acaba demeye kalmadan başlayıverdi 2024.

***




Bu yıl Frig vadisinin uçsuz bucaklığında girdik yeni yıla. Maviş sağ olsun. Takvim sayfalarından ibaret üç otuzluk ömrümün, ikinci otuzuna var daha 3-5 yıl, ve ben artık biliyorum ki, şimdilerde doğada olmak beni en az yazmak kadar sağaltıyor.



Bazen bir yazı okuyorum, kitaptan bir cümle, gazeteden bir başlık... Taşıyor içim. Evet hala elle tutulur o kağıt kokulu içerikleri seviyorum. Digital platform olarak instagram en sevdiğim. Yararlı ve beni mutlu eden içerikleri bulmak konusunda epey mesafe aldığımı söylemeliyim. Ara sıra zaman geçirmek konusunda kontrol düğmesini çevirmek gerekiyor yoksa ciddi bir sarmal söz konusu olabiliyor.

Havaların soğuması ile evde geçen süre çoğalınca, film izleme grafiği yine yükselmeye başladı. Pandemi ile hayatımdan çıkan sinema ile aramızdaki mesafeli ilişki ne yazık ki devam ediyor. Oysa ben bir filmi sinemada seyretme tadını başka hiç bir şekilde alamadığı için şehir şehir festival gezen bir aşıktım. Aşklar da bir zaman geliyor ve şekil değiştirebiliyor demek ki!

Mesela geçen gün bir film izledik ev sinemasında, dilimize Kızgın Güneş olarak çevrilmiş. Filmin kahramanı Amerikalı kadın, yaşadığı aşk ve evlilik acısı sonrası hayal kırıklıklarını da yanına alıp, en yakın arkadaşının da teşviki ile gittiği İtalya'da alıyor soluğu. "Kaçmak" temasının aradığını "bulmak" olarak evrildiği bu filmde bence kıymetli olan şeylerden biri, duaların karşılığı ile ilgili repliklerdi. Kadın kahraman tesadüfen aldığı evinin tamiratı sırasında, bu evde bir düğün olsun, bir aile yaşasın diliyorum diyerek evin hayat bulmasını diliyor. Elbet film olsun diye elinden geleni ardına koymuyor, ama ana karakterimiz duasının gerçekliğini ancak bir başkasının açıklaması ile idrak ediyor. Düğün onun değil, aile de ama dua karşılığını buluyor işte. Mutlu olmak için yeterli değildir de nedir? Film eleştirisi ve üstüne düşünceler konusunda bazı eleştirmenlere taş çıkaracak bir arkadaşım varken filmle ilgili bir şey daha yazmadan buralardan uzaklaşıyorum. Derdim dualar, niyetler, açılan kapılar, kapanan pencereler... Gerçekler hayallerden ilham alır diye boşuna bir inanış değil benimkisi, tam hayal ettiğimiz gibi gerçekleşmese de gerçekleşene farklı bir bakış açısı geliştirebilirsek, fark ederiz ki, onu dilemiştik.

***

Of of... Fazla oradan buradan biraz da suyundan oldu ama, aklıma gelmişken yazmadan geçmeyeyim. 

Doğu mistitizmine merak salan bir adam, yıllarca sabah meditasyonunda "kalbimi yeniliklere aç, kalbimi iyiliklere aç" diye dua etmiş, ne mi olmuş, yaklaşık10 yıl sonra açık kalp ameliyatı geçirmiş, ve sonra tüm hayatı değişmiş. Sanırım kıssadan hisse kısmına tam da burada geldim. Demem o ki, dua, iç ses, niyet önemli. Mesajı açık, net vermek de öyle. Sonuçta görmesini bilirsek, karşımıza da o çıkıyor. Yağmurdan kaçmak isterken doluya tutulmak da bence böyle. Öyle endişe ile kaçıyoruz ki yağmurdan, "doluya tutulacağım, kesin sırıl sıklam olacağım" diye diye "kendi kendini doğrulayan kehanetler" gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik yağmurun şifasını bir türlü anlamıyoruz. 

Mesela siz hiç bile isteye yağmurda ıslandınız mı? 

Ben bir kaç kere ıslandım. 

Sonu düşlediğiniz gibi olmayacak bir aşka evet deyip kafa göz girdiniz mi o ilişkiye?

Ben girdim. 

Garantisi yok hayatın. Denklem hiç de ilk okul matematik bilgimiz ile örtüşmüyor. 2x2 çoğunlukla bir, nadiren beş oluyor. Sonuç ne olursa olsun, her biri bizim hanemize ekleniyor. Artı veya eksi, sonuçta bugünkü biz yapıyor. Memnunsanız ne ala, değilseniz tavsiyemdir, bakış açınızı değiştirin. 

Fotoğrafçılık kursuna gitmiştim yıllar önce, oradan kalan bir cümle ile bitireyim "2024'e Merhaba" yazımı;

"Herkes fotoğraf çeker bir kişi doğru açıyı yakalar!" 

Gel bakalım 2024 bildiğin gibi, benim duam bu yıl da geçerli... 

***

Okura Not: Yazı başlığına bakıp bu yazının kaçışla ne ilgisi var diyebilirsiniz? Çok derim, çünkü yazmak da doğa da olmak da, bir kaçış barındırır özünde. 


31 Aralık 2022

Ne Geziydi Ama!!!

 


31 Mayıs tarihinde, Bir Parmak Bal ile başladığım gezi-yazı-fotoğraf dizisini yıl bitmeden bitireceğim hedefini tutturup, nihayet dün bitirdim. 

Pandemi sonrası normale dönüşümüz ise, yıllardır "Ohrid'e bir kere daha gitsek" diyen babamın lafını dinleyip, 1 Mayıs - 19 Mayıs tarihleri arasında Yunanistan ve Makedonya'yı kapsayan bir rota ile kelimenin tam anlamıyla, "muhteşem" oldu. 

sözleri ile başladığım gezi notları-anılar-fotoğraflar dizisini, sırasıyla;


    başlıları altında toplamayı başardım. Unutulmaz anılarla dolu, her anı rüya gibi geçen bu seyahat enler arasında yerini aldı. Maviş bize hayalini kurduğumuzdan çok daha keyifli bir yol arkadaşı oldu. 2023 yılında yenilenen yüzüyle, bizimle yepyeni maceralara yol alacağını bildiğimiz, Mavişli yollarda yolculuklarımızın devam ettiği, yollarımızın, yüzümüzü güldüren anılara dönüştüğü, öğrendiğimiz, eğlendiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz, sevdiğimiz, sarıldığımız onca anı biriktirdiğimiz harika bir yıl diliyorum. 

İnsan bazen hayal kuruyor, vazgeçiyor, kırıyor, kırılıyor o uğurda ama niyet temizse, güzelse, kötülük içermiyorsa, gerçekleşiyor, buna hep inandım, rahmetli teyzemin, sen yüreğini kötüye açma dediği gibi. 2023 dilerim, herkesin gönlündekini gerçek kılan harika anılarla dolu, geleni geldiği gibi kabul edip, sabırla öğrenmeyi becerdiği, sonunda huzurlu, sağlıklı, bol kahkahalı anıları sandığına kaldırdığı, şahane bir yıl olur, dilerim yüreklerimizin kapıları hep ve daima sevgiye ve iyiliklere açılsın... 

30 Aralık 2022

Kutsal Bakir Athos ve Eve Dönüş

Günlerden Salı 17 Mayıs

Aynoroz, Halkidiki yarımadalarının en doğusunda yer alıyor.  Halkidiki plana eklendiğinde sadece 2 yarımadayı gezer döneriz diye düşünmüştüm. Zaten Meteora gibi muhteşem ve mistik bir kutsal bölgeyi çoktan gezmiş ve büyülenmiştik. Günler içinde google okumalarım ilerledikçe, gelmişken gezelimden çok, burayı da mutlaka görelime evrilen rehberlik duygum ağır bastı. Meryem Ana'ya adanan ve Meryem Ana'nın bahçesi olarak kabul gören bu mistik bölgeye 300 yıllardır kadın girmemesi çok ilgimi çekti. Tüm aramalarda "kadınların dünya üzerinde giremediği tek bölge" olarak geçiyor olması merakını daha da uyandırıyor insanın. Hatta pek çok kaynakta dişi hayvan bile giremediği notuna rastlamak mümkün. Kutsal dağ Athos'dan adını alan yerleşim yerine özel izinlerle giriliyor ve tam bir keşiş hayatı yaşanıyor. Burayı ilginç kılan bir diğer özelliği ise, dini açıdan İstanbul'da bulunan Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlı olması. Size de bazen bu ilginç bağlantılar tuhaf gelmiyor mu? Nereden nereye?

Tam anlamıyla tapınmaya adanmış bu keşişler kutsal dağına turistik turlar ancak tekneler aracılığı ile yapılabiliyor ve belli bir mesafeye kadar yaklaşabiliyorsunuz.  Halen bölgede aktif olarak 20 manastır varmış, 17'si Yunan, 1'er Bulgar, Sırp ve Rus olmak üzere toplam 20 manastırda düzenli olarak 2500 kişi yaşıyormuş. Kişilerin münzevi, keşiş veya küçük bir kardeşlik topluluğundaymış gibi yaşadığı zaviyeler, hücreler ve sığınaklar gibi daha küçük yerleşimler de bulunmaktaymış. Rehberimizin bize anlattığına göre, özel seçilmiş keşişler  maksimum 4 gün olmak üzere adaya gelip bu inziva hayatı deneyimleyebiliyorlarmış. Tam bir komünel yaşam hakim olan adada, rahipler dini ritüellerini yapmanın yanısıra adanmış bir şekilde günlük işleri de yapıyorlarmış. Sarp kayalıklardan oluşan adaya deniz yoluyla ulaşılıyor.   Adada asfalt yol yok ancak manastıra bağlanan orman yollarının ve patikaların genişletilmiş ağını tekne turu sırasında bile fark edebiliyorsunuz. Ziyaretçi de kabul edilen adaya sadece 100 kişi günlük giriş yapabiliyor ve tahmin edeceğiniz gibi bunlar sadece erkek olabilir. Bir ara bizim ikili için izin girişiminde bulunmayı düşünsem de zorluğunu araştırınca vazgeçiyorum. 

Deniziyle adeta bir tatil beldesi olan Ouranopolis Athos Dağı’na adeta bir geçiş kapısı, konumu itibarıyla rahiplerin tekneyle kutsal bölgeye geçmeden önce bulunacağı son dünyevi yer. Günümüzde binden fazla insan bu Kutsal Dağ’ın eşiğinde ve Prosfori kulesinin görkemli gölgesi altında yaşımını sürdürüyormuş.  

Okuduğum ancak kaynağını not etmediğim bir yazıda; kutsal bölgede satış olmadığı, manastırların gelen her misafire yatacak bir yer ve lezzetli yemekler sunduğunu okumuştum. Yemek saatlerinin dini ritüellere göre ayarlandığı, gelen her keşişin önemli oruç dönemlerinde ve haftanın belli günlerinde oruç tutması gerektiği bu ilginç ve gizemli bölge insandaki merak duygusunu perçinliyor. Özellikle doğanın bakirliği ve endemik türlerin olduğu patikalar ve doğa, keşke dedirtmiyor değil. 

Rehberimiz her bir manastır ile ilgili detaylı bilgiler paylaşıyor, zaman zaman uzaktan da olsa fotoğraf çekme uğraşları arasında bu detayları kaçırsam da; Great Lavra manastırı kütüphanesinin dünyadaki Bizans yazıtlarının en büyük üçüncü koleksiyonunu içerdiğini, Zygos Manastırı'nın 10. yy'daki manastırlara uygun restore edildiğini, Iviron manastırına yürüme mesafesinde bulunan Mylopotamos şaraphanesini, ki şarapları zamanla uluslararası kabul görmüş kaliteli şarapları arasında sayılıyormuş, keşişlerin 2,033 m olan Athos Dağı’nın zirvesine farklı rotalardan çıkıp, zirvedeki tapınaktan doyumsuz Kuzey Ege ve Makedonya manzarasında inzivalarına devam ettiklerini hatıra kayıtlarıma alıyorum. 

Aslında itiraf etmeliyim ki, Athos manastırları turu tam bir tesadüf oldu. Limana doğru ilerlerken, bir kaç teknenin tur için kalkmak üzere olduğunu fark edip, fiyat sormak için bizimkileri geride bırakıp hızlıca ilerledim, teknenin biri fazlaca kalabalıktı, diğeri ise küçük bir aile tarafından işletilen görece az kişilik ve daha lükstü, ben tam kaça, ne kadar sürüyor derken bizimkiler yaklaştılar ve annem, bu da benden olsun geçen gün tekne çok istedin, vaktimiz var deyince, kendimizi teknede bulduk. 

Daha sonraki araştırmalarımda, Halkidiki'nin hatrı sayılır bir şarap rotası olduğunu öğrenip, yeni planlara yelken açmadım değil, meraklısı için, hayal kurmalık Halkidiki şarap rotası

Meraklılar şarap rotasında kayboladursun ben kaldığım yerden devam edeyim. 

Fark ettim de galiba söz bitti, Athos yarımadası turundan sonra bölgedeki son gecemizi geçirmek üzere yola revan olduk. Tam yarımadadan çıkmak üzereyken günlük güneşlik hava bir bulut marifetiyle kapkara oldu ve 5 dakikayı geçmeyen ama ceviz büyüklüğünde yağan dolu ile yüreğimizi ağzımıza getirdi. Olmadık bir yerde bir laf edip, Tanrıları kızdırmış olabilir miydim? Neyse ki uzun sürmedi ve kara bulutu geride bırakıp, sarı çiçeklerle çevrilmiş yollardan başladığımız noktaya geri dönmek üzere yola devam ettik. 

























Geceyi, geziye ilk başladığımız noktada sonlandırmaya karar verdik, Nea Peramos, balık ziyafetiyle başladık, daha görgemli bir balık ziyafeti ile kapanış yaparak geceyi sonlandırdık. Masaya gelen her şeyin lezzeti tartışmasız enfesti, 3 hafta sonra başladığımız noktada üstelik yeniden aynı yerde olmak, sahibesine de ilginç gelmiş olmalı ki, ikram olarak gönderdiği jumbo karidesli ev makarnası tadımlık değil resmen doyumluktu. Ekmek soğanlı ve kırmızı biberli, kurutulmuş domatesli ve kekikli üstelik fırından çıktığı sıcaklığı ile geliyor. Tadından önce kokusu ile mest olma garantili... Salata ve ekmek başlı başına şölen. Ama taptaze deniz balıklarından söylemeksek olmazdı, ah o patates salatası, bunu bize yapmayacaktın o kadar lezzetli olmayacaktın, yedik vallahi de billahi de masaya gelen ne varsa yedik. İlk kaldığımız ev dolu olduğundan başka bir ev tuttuk. Mimar bir adam ve eşi, anne babadan kalan üç katlı evin katlarını ayırıp, ilk giriş katındaki daireleri kiraya verecek şekilde düzenliyor. Nasıl da şirin nasıl da kullanışlı daireler, yaşarsın yani içinde seve seve. İyi ki diyoruz şansımız hep yaver gitti bu gezide. Bazı son nokta atışları güzel ve gülümseten cinsinden oldu. Akşam yemeğini yağdı yağacak sisli pulu bir havada, hafif esintiler içinde dışarıda yedik. Bir ara rüzgar şiddetini öylesine artırdı ki, heyecan bile yaptık, ama dedim ya şans bu seyahatte bizden yanaydı, yemeğimizi afiyetle yemek mümkün oldu. Tam eve giriş yapacakken kopan fırtına ile eşyaları arabadan indirmek bile hayli zorlu oldu, ama kim korkar hain kurttan misali, eşyaları eve, kendimizi mahalleyi keşfe için sokağa atıverdik. Fırtına düşündüğümüzden zorlu çıktı. Öyle ki, sahile gidip gelmemiz bir an gibiydi. Geceyi dinlenerek ve ertesi günün rotasını belirleyerek geçirdik. 




Günlerden Çarşamba  18 Mayıs

Sabah bambaşka bir havaya uyandık, damağımızda iz bırakan pastanemizden bir şeyler alıp, yola koyulduk, elbette ki, son bir tur veda fotoğrafları çektirmeyi ihmal etmedik. Dönüş yolu uzun ve nispeten hüzünlüydü. Neyse ki yol boyu bir sonraki rota için yapılan konuşmalarla 2030'a kadar bol bol rota hayali var elimizde, geriye sadece plan yapmak kaldı. 








28 Kasım 2022

Eski Nikiti ve Adıyla Cezbeden Vourvourou

 Günlerden Salı 17 Mayıs

Sabah erkenden uyanıyoruz, bir gece önceki ikna çabalarım yetersiz kaldı, ne yazık ki, tekne kiralayıp, Diaporos adasına gitme hayalim sularda yüzüyor. Bugün eski Nikiti ve aramızda varıvergari dediğimiz Vourvourrou var. Oysa Diaporos'a kendi kullandığımız tekne ile gitmek, Blue Lagoon denen yerde denize girmek vardı ama kimse cesaretli çıkmadı. Ne vardı, iki saatlik eğitim alacak ve tekne ile tek başımıza gidip geliverecektik. Mutsuzum gibi sanki...  

Mutsuzluğum uzun sürmedi, kapı çaldı, eşim yüzünde gülümseme ve Anna elinde kahve ile sabahın 7'sinde kapıda bitti. Amannnnn ne iyi geldi. Mis gibi kahve kokusundan daha fazla mutluluk veren bir şey varsa o da çikolatadır ki kahvenin yanında o da gelmişti. Planı Anna'ya anlatıyorum pek beğeniyor, eski kente mutlaka çıkın zaten diyor. Dünkü turu anlatıyorum, sonra da eşimin markette denk geldiği karşılaşmayı. Bu arada eşim heyecanla annemlere sabah yürüyüş fotolarını gösteriyor, en erkencimiz o. Babam bu yürüyüşü kaçırdığına biraz üzgün. 

Unutmadan dünkü tesadüfü de anlatayım: 

Eşim otele dönünce, ben gidip bir market bulup uzo alayım dedi, aradığımız bir marka var, bulursa 3-5 tane alacak. Yaklaşık 40 dakika sonra döndü. Zaten kasabayı tavaf etse sürmeyecek bu sürede ne yaptığı merak konusu. Ben denize girmiştir diyorum, babam açık market bulamamıştır, yan kasabaya geçmiştir diyor, annem gülümseyerek kafasını dinlemiştir diyor. Hikayeyi hiç birimiz tutturamıyoruz. Sevdiceğim otele en yakın markete gidiyor, markette 3 kişi, 2si Türkçe konuşuyor,  biri oldukça yaşlı, aksanlı bir Türkçe olmasına rağmen çok akıcı ve anlaşılır. Aradığı marka Uzo'yu buluyor, sohbetin bitmesini bekliyor, yaşlıca olan müşteri kasadan ayrılınca kasaya yaklaşıp Türkçe konuşmaya başlıyor. Kasadaki adam karşılık verince de sohbet uzuyor. Kars Rum'u göçmeni olan aile gelip yerleştiklerinde hiç Rumca bilmiyorlarmış. Türkçe konşuyorlarmış, çocuklarına da Türkçe öğretmişler. Çocuklar büyürken Rumca öğrenmiş ama onlar da çocuklarına Türkçe öğretmişler. Bizim ana dilimiz demiş, Türkçe konuşmayı tercih ediyoruz. Konu konuyu, şehirler şehirleri açınca, sohbet doyumsuz bir hal almış. 

Anna bu hikayeye şöyle bir eklenti yapıyor, ilk geldiği yıllarda 15 yıl önce köydeki yaşlılar sadece Türkçe konuşurmuş, gençler sadece Rumca konuşurmuş, Anna bu duruma çok şaşırmış, sonradan o da öğrenmiş ti, Türkiye'den göçen Rumlar bu köyleri kurmuş, Nea meselesi de oradan geliyormuş, Mudanya, Trilye, Foça, Marmara... uzayıp gidiyor liste, önüne bir yeni ibaresi, Türkiye'den nereden göçtülerse oranın adını da ekleyip, yeniden vatan yapmışlar kendilerine göçtükleri toprakları. 






Nikiti tepede kurulmuş bizim tabirimiz ile eski bir Rum köyü. Köy taş evleri, sokakları ve bugünlerde özelikle İngiliz ve Almanlarca alınan ve restore edilen taş evleri ile gerçekten büyüleyici. Köy meydanındaki çınar altı şarap evi benim favorim, ah sabah olmayacaktı ki hakkını verecektim ben o meydanın : ) 

En tepede yer alan kiliseyi gezdikten sonra denk geldiğimiz Makedon efsanelerini ve tarihini konu alan Folklor Müzesi'ni tadilatta olması sebebiyle gezemiyoruz. Ama notumuzu aldık, bir sonraki gezide, şarap öncesi müze gezilecek. 

















Köy meydanında yer alan küçük dükkan anı alışverişi için biçilmiş kaftan oluyor. Sohbet güzel, kendisi bir öğretmen olan Manitari adlı dükkanının sahibesi güzel Marianna'nın 5 yaşında kızı ve 11 yaşında bir oğlu varmış. Dükkandaki hediyelik eşyaların yanı sıra oyuncaklara yer vermesi de bu yüzdenmiş. Hatıra fotoğrafı çektirip, köyün yenilenen yüzü ile ilgili konuşuyoruz, fiyatlar çok artmış, yeni gelenler ve eski evleri alıp yenileyenler fiyatların yükselmesine sebep oluyormuş. Tanıdık gelen bir takım durumlar. 





Eski Nikit'den ayrılınca, Vourvourou için yola koyuluyoruz. Yine toprak yolllardan ve orman içlerinden sahile doğru iniyoruz. Zaten bu adanın bir özelliği ne zaman ana yoldan çıkıp bir patikaya girsen, manzara hep büyüleyici. Nefessiz kalıyoruz, turkuaz, mavi, yeşil, orman, kum, kayalar... Mavişi park ettiğimiz yerin biraz ilerisinde iki üç karavan görünce hayaller yine tavan yapıyor. Bugün uzun saatler kalıcıyız, otağı kuruyoruz, hamak, sandalyeler, içecekler, kahveler... Hakkını vermeden dönmeyeceğimiz bir deniz günü oluyor. Sosisli ve bira için sıraya giriyor, bol bol dinlenip, yan koylara keşif yürüyüşleri yapıyoruz, Akşam hiç olmasa ya da bir gün daha mı uzatsak geziyi hissiyatı yoğun... 











Günü burada kapatıp, hava kararınca otele dönüyoruz. Yarın Kutsal Bakir Athos için yola çıkacağız. Şarap böyle bir geceye iyi geliyor.  Zeytin ağaçlarına bakan balkonumuza kurulup, mumları yakıyoruz. Kat ettiğimiz onca yol, gördüğümüz yüzlerce manzara, geçtiğimiz şehirler ve köyler rüya gibi... Konuşurken birbirimizi tamamlıyoruz. Harika bir ekip olduğumuz için son bir kadeh kaldırıp, birbirimize sarılıyoruz, iyi ki varız :)