26 Şubat 2024

Mutluluk ve Mevsimi Geldi Susadım Aşka



Akşam üzeri

"Gidelim bence, sen hazırlanabilir misin?
"Arabayı kaçta alacaksın ki?"
"En geç 7"
"Süper"

Eve gidip hızlıca mutfağa giriyorum. Kereviz zeytinyağlı olacak, elbette mandalina, portakal ve limon sosunda ağır ağır, içine çeke pişecek ki, parmakları koruma altına alman gereksin.  Brokoli haşlanacak sarımsaklı bol limonlu bir sosla tadın arşa çıkması diye bir şey var ve bence, rakı ile muazzam bir uyum bu. Karabuğday için otlar yıkanıp, kısırımsı yapılacak, neden çünkü sağlıklı beslenmek de önemli. Şöyle dinlendirilmiş, olgunlaştırılmış, yağı yerinde bir Ezine de ekleyelim ki, göz yaşına eşlikçi olsun. Sabah için  kahvaltılıklar, şarap yanı peynirleri, meyve, çerez... Son kontrol noktasında rakı, şarap, ne olur olmaz viski, bi kaç bira, güneş yakarsa diye... Gerisi zaten mavişte. Bence hazırız! 

Gün batıyor, gizli noktamıza 20.20 gibi varıyoruz. İlk gece rakı için sofra kuruluyor. Isıtıcıya bir kaç odun ve hazırız. Serin bir göl esintisi, durgun sularda uykuya çekilmiş kuşlar ve bulutu efkarlı gökyüzü... Fonda en sevdiğimiz TSM şarkıları... 


Sabah iki alev topuna açıyoruz gözleri... Açı desen yattığın yerden gördüğün. Gün şahane doğuyor. 



Tuvalet manzaramız paha biçilemez, siz onu bir de gün batımında görün. Burası Uluabat Göl'ünde yer alan Eskikaraağaç Köyü... Namı diğer Leylek Köyü... 

Cumartesi

Sabah günün ilk ışıkları ile rotayı Karacabey Boğaz'a çeviriyoruz... 

Köprü üstü geçişte kısa bir mola, sana sunulan hayatı içine çekme ve şükretme.
Çünkü mutluluk tam da bu!
Yolda olma, yolun farkına varma... 









Ihlamur ormanını, Longoz ormanlarını, boğazı ve asfalt yolu geride bırakıyoruz.  Satıhlı toprak yoldan ve sahil boyunca ilerliyoruz. Açıklarda batan yük gemisi ile ilgili arama kurtarma çalışmaları tüm yoğunluğu ile devam ediyor. Kurtarma ekipleri, jandarma ve bazı gönüllü aş evleri bölgede. 




Dereyi de geçiyoruz geçmesine ama yol ileride çökmüş ve epey derin bir çamur var... Arazi aracı gerek. Vazgeçiyoruz. Az geride gördüğümüz, bir yanı uçurum olan noktaya varıyoruz Kahvaltı için hazırlıkları yaparken, helikopter ve bot sesleri yükseliyor, hemen önümüzde dalgıç ve kurbağa adamlar hararetli bir çalışma yapıyor. Uzaktan ne olduğunu anlayamıyoruz. Bir süre sonra sahilde kıyı tarama yapılacağını öğreniyoruz. Çok nadir araba geçiyor, zaten 5 araç geçtiyse gün boyu 4'ü AFAD ya da JAK. Sessiz ve ıssız bu noktada gece konaklayacağız. 


Gün batımına biraz daha hakim bir noktaya taşıyoruz evimizi... #yolda2yolcu olmak ve evinin sırtında olması bazı lüksleri de beraberinde getirmiyor değil. Bu akşamın eşlikçisi şarap... Bu saatlerde bizi yormayan ama damağımızı şenlendiren soğutulmuş Blush tercihimiz oluyor. Biraz peynir, soslu bir makarna, pek ala! Fonda jazz... Marmara adası karşımızda, sohbet öyle güzel ki! Kaç ada gördükten başlayıp, bir sonraki rota planına uzanan, gidilmiş ama akılda kalmış rotalardan, daha uzak diyarlara hayallere kadar koyulaştıkça derinleşen, derinleştikçe güzelleşen bu sohbete doymak mümkün değil. 





Gece 23:00... Uyumak için tüm hazırlıkları yapıyoruz, dişleri fırçalamak için kapıyı açarken fark ediyorum ki, çakallar gelmiş yanımıza, uğulduyorlar, dış ışığı açmamla birlikte kaçıyorlar, öyle derin bir sessizlik hakim ki... "Ay dolunay, sessiz gecede" diye mırıldanıyorum. Ay ışında deliksiz bir uyku uyuyoruz. 

Pazar Sabahı

Sabah 7 gibi uyanıyoruz, bizim tarafta günün aydınlanmaya niyeti olmayınca biz de güne doğru yürüyoruz. Sabahın bu şafak vakti hallerini seviyorum. 
Renklerin oyununu, doğanın seslerini, insanın iç huzurunu... Seviyorum. 







Erkenciyiz.  Yola çıkmaya,  vakti ile eve gitmeye niyetliyiz. Belki dönüşte sahilde bir kaç bira-fıstık keyfi yaparız diyoruz. Yola çıkıyoruz. 

Sahil tatsız, gri bir gökyüzü ve 15 derece olmasına rağmen titreten bir esinti... Bira dediğin güneşte , sıcak tenine işlerken, soğuk soğuk içilmeli, anlayacağınız bizim için keyif işi.

Vazgeçiyoruz. 

Yol kendi sürprizini hazırlar nasılsa..

Bayramdere'yi geçerken sağdan ayrılan  yol üzerinde bir tabela bizi cezbediyor. Yarış Köyü iç yolu üzerindeki gölete gitmeye niyetleniyoruz. Yol tabi ki bozuk ve dik ve çamur ve baharın gelişine erken uyanan çuha çiçekleri, sarı çiğdemler ve mor yıldız çiçekleri ile bezenmiş... Orman yolu tüm ıslaklığı ile bize kucak açıyor ve nihayet gölete vardığımızda güneş bize yapacağını yapıyor. Gönlümüz resmen çalınıyor. Bile isteye teslim oluyoruz. Hızlı bir menü çalışması, soğuk biralar ve güneş... 

İçimiz ısınıyor... Gün dediğin böyle biter... 
Güneş dağın arkasında yavaş yavaş batıyor. 
İşte şimdi tam da vakti geldi dönmenin...
Her şey vaktini bekliyor, senin niyetin de önemli elbet ama 
akışına bırakabilirsen, 
vakti gelince, 
olması gereken, 
olması gerektiği gibi oluyor. 











***


Mutluluk...
Gün batımında şarap içmek, gün doğumuna doğru birlikte yürümektir.
Mutluluk...
 Heyecanla yolda olmak, şarkılar eşliğinde yolculuk yapmaktır.
Mutluluk...
Değerini bilmektir yaşamanın!
ve teşekkür etmek!


***

14 Şubat 2024

Sevmek Üzerine

Çok laf edilir belki, hele de günlerden bir gün ilan edilmişse... Farklı rivayetler var elbette. Bir kaç klavye marifeti ve google yardımı ile; buyurun çıkış noktasına... 


14 Şubat ile romantizm akımını ilk defa birleştiren isim, İngiliz şair Chaucer'dir. Şair 14. yüzyılda yaşamış, kuşların eşlerini seçtiği tarih olarak 14 Şubat'ı gözlemlemiştir. Bu nedenle o günlerden günümüze 14 Şubat Sevgililer günü hikayesi olarak Chaucer'in romantik bakış açısı anlatılır.

*** 

Aziz Valentine, insanları evlendirmeye devam ettiği için tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak sopa ile dövülerek öldürüldü. Valentina Milattan sonra 270 yılının 14 Şubat'ında da Hıristiyan şehitliğine gömüldü. O gün itibariyle Sevgililer Günü'nün kutlandığı ifade edilmektedir.


***

Bizim kuşak aşk ile sevgi karşılaştırmasında, sevgiden yana tavrını bir filmle ortaya koymuştur. 1977 yılında usta yönetmen Atıf Yılmaz tarafından çekilen film herhalde coğrafyası ve kültürü ile harmanlanan en başarılı "aşk" filmlerinden biridir. Cengiz Aytmatov'un "Kırmızı Eşarp" adlı eserinden uyarlanan efsane Yeşilçam filmi ile büyüyen bizler için "Sevgi neydi? Sevgi emekti" repliği kıymetlidir. Cahit Berkay'ın tınısı kesinlikle neredeyse kusursuz bir uyumla fondadır ve belki de derin derin her bir sahnenin hafızamıza mıh gibi kazınmasında en az oyuncular ve replikler kadar payı vardır. Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin... Diğer adıyla Asya, İlyas ve Cemşit... 





Yüreğinin sesine kulak vermek bir el mesafesindedir. Filmin bir sahnesinde İlyas'ın bakışlarından süzülen tek bir replik ile aşkla aşka koşar Asya... Ne kural tanır, ne engel. Uzatılan ele koyar yüreğini... 

Final sahnesi vurucudur! Kıymetini bilenin de hem fikir olacağı kesin olan, sevmek ve elbet güvenmek galip gelir. 


***

Yeğenle oturmuş, erken yaşta yaptığı ve yıllar sonra henüz çocuk olmadan ve çok geçmeden boşanma ile sonuçlanan evliliği üzerinden konuşurken... "güvenmek öyle kıymetli ki, sevmek kadar, ve biliyor musun yüreğin aşkla çarpıyorsa yaşamaya, aşık da olursun sonunda" derken buldum kendimi. Gözleri pırıl pırıl baktı eşim bana... "yüce gönüllüm" dedi. Ne çok seviyorum bu "etiketi" bilemezsiniz. İlk defa duymuyordum ve ilk duyduğum zamanlara kıyasla daha çok benimsiyordum. İnsan 50 yılı geride bırakınca, kendine ait olan ve olmayan tüm "etiketleri" ayıklamayı, onu huzurlu kılan, mutlu eden, sevgiyle, coşkuyla uyanmasına sebep hallerine sarılıyor. Okşuyor, takdir ediyor ve elbet sabahları aynada kendinden bir makas alıp "aferin" de çekiyor ki, bunun ne kadar kıymetli olduğunu ancak yaş kemale erince fark ediyorsunuz. Çocukluğun anne baba onayı, arkadaş, dost, kanka onayı, okulda öğretmenin takdiri, işte patronun takdiri falan solda sıfır o kadar diyeyim size... İnsanın kendi değerlerinin farkına varıp, kendini sevmesi kadar anlamlı bir şey yok hayatta. Beğenmişlik değil sözünü ettiğim, kendini işleme, kendindeki iyiyi ve elbette eksiği, kötüyü, fazlayı fark etme. İnsan kendi kıymetinin farkında olursa, karşısındakinin de hakkını veriyor. "Ayna ayna söyle bana" daki en güzel ayna da insanın sevme biçimi oluyor.

***

Hayatı sevince bence o da seni seviyor. Yaşadığın anların kıymeti senin kıymetini parlatıyor. Sen bazen ve çoğunlukla günlük rutinin içinde koştururken biri çıkıp "değdiğin her şeyi güzelleştiren arkadaşım" diyor, sen gülümsüyorsun, bu etiketi de alıp bir kenara koyuyorsun. Sonra biri çıkıp "bu ne öfke yakışıyor mu" diyor.  Öfkeni alıp haklı taraflarını elde tutup, fazlasını törpülüyorsun. Öfkeni de zamanla seviyorsun. Oysa  "inatçı" etiketini yıllarca taşımışsın, üstelik derdin inat değilken. Şimdi seviyorsun, fazlasını bıraktın çünkü yolda. Zamanla gözyaşını, umutsuzluğunu, kahkahanı, sesini, kelimelerini... Seviyorsun sen olmayı ve olduğun gibi sevmeyi kendini. Tozunu ala ala ilerliyorsun, yaşının verdiği olgunluğa, içindeki muzip, seksi, oyunbaz ve cilveli'den dozunda ve yerinde eklemeler ile her güne, o gün ilk sabahınmış gibi uyanıyorsun... Seviyorsun yaşamayı, ne sevmesi canım, düpedüz YAŞAMAYA AŞIKSIN!

***

Ezcümle demem o ki, 


Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 

***

Nazım'a ve tüm yaşam ustalarına SAYGIYLA...