28 Nisan 2015

Sakızadası'nda Bir Öğle Vakti

Aslında niyet bir yere kaçmaktı. İki günlüğüne de olsa, başka bir hava soluyup, farklı yemeklerin tadına bakıp,  komşunun yüksek alkollü Uzo'sundan yudumlayıp kafayı bulmaktı. Özetle şöyle desem olur herhalde: Aradığımızdan fazlasını bulduk. 

Sevgilim Bay H. eşim olduğunda bana bir söz verdi: Çok gezeceğiz, öyle çok gezeceğiz ki, sonunda biraz da evde otursak diyeceksin. Bir gün der miyim acaba?

24 Nisan'ın Cuma'ya denk gelmesi 4 günlük tatil demekti bizim için. Yakında bir yer arayışı bizi önce aile yanı Çeşme'ye -ki en sevdiğimiz zamandır sezon dışı- sonra da Sakız'a yöneltti. Sabah akşam feribotlarla ve günlük vize ile gidilebilen Sakız adasında tek gece konaklamaya karar verdik. İyi ki... ve keşke iki gece konaklasaymışız dedik ayrılırken. 

Booking.com ve daha önce seyahat etmiş bloggerları incelemem sonucunda kalınacak bölge olarak Kambos'a karar verdim. Venetis House keyifli gözüküyordu. Şehirden uzak, sessiz, sakin, portakal ve limon bahçelerinin arasında şirin bir aile işletmesi. Üstelik bisiklet de vardı. Yerleri ayırttım. Feribot biletlerini Ertürk Hızlı Feribottan aldım ve bir araba kiraladım. Adanın güneyini ve kuzeyde terk edilmiş bir köyü gezebilecek şekilde bir plan yaptım. Annemler biz de gelelim deyince, onlara da Voulamandis House'dan bir oda ayarladım. 

Nisan ayı nedense bu yıl baharı falan müjdelemiyordu. Sabah kalktığımızda fazla baharlık üstümüzü, kat kat lahana modeli ile mevsime uygun hale getirerek yola çıktık. Keyifli bir 20 dakikalık yolculuk sonunda Sakız limanına indik. Arabamızı aldığımız gibi vurduk kendimizi yollara. Önce kalacağımız yerleri bulduk. Kambos bir köy aslında ve daracık sokakları ve labirenti andıran yapısı ile harita ile yol bulmak neredeyse bir macera. Neyse ki Google Map ile bulduk evlerimizi. Akşam yemek için belirlediğim yer dışında bir yer önerisi yapan Bay Voulamandis ile bir de harita üzerinden belirlediğim gezilecek bölgelerin üzerinden geçip ondan da fikir aldıktan sonra çıktık yola.

Rota belli olsa da kaybolmak güzeldir...

"İnsan yolda en çok kendini bulur. Kendi ile kalır ve kendini tanır. " derim hep. Bir de gitsen 5 de gitsen bu değişmez. Unutulmaz anlardan biri dönüş yolu... Babamın "kardayız" dolu kahkahaları ve gözlerden gelen yaş. Ah ne güzeldir kocaman bir aile olup da kahkaha atmak. Döneceğim elbet hikayenin bu kısmına ama önce biraz fotoğraf ve altı yazıları.










16 Nisan 2015

"Boktan Hayat..." Yok yok değil sinirle söyledim :)

Yazmak, sancılı bir sürecin dışa vurumu. Yazmak, bir iç döküş, bir konuşamama hali. Yazmak; için çığlık çığlık olmuşken, dünyanın boktanlığına, iyi niyetten doğan maraza bir isyan bayrağı. Yazmak, kendini iyileştirmek, sakinleştirmek, kendinle konuşmanı deliliğin dışında daha makul, anlaşılır, kabul edilebilir bir hale dönüştürme uğraşı. 


Oysa daha dün; "güzel bir güne başlamak için çok sebebin olsa da ufacık bir şey tüm günün kötü geçmesi için yeterli olur. Sen çok olanı seç ve gülümse" yazmıştım. Daha günden, günün getireceği o "büyük şeyden" habersizdim. Neler oluyordu? Neydi sınavım. Ne yapmalıydım? Nasıl davranmalıydım? Sorular büyüdükçe büyüdü... çoğaldıkça çoğaldı. Uyku tutmayan gözlerde fer de kalmadı. Sabah erkenden çıktım evden. Gün başlamamışken, çocuklar okula varmamış, kuşlar henüz uyanmamışken... kafamda kilise çanları, camiden yükselen ezan sesleri ve akşamdan kalmış kırgın kalp atışları ile biraz yürüdüm. Ağzımda buruk bir tat vardı. Belki de dünde kalan "hayat bok falan da değil tamam mı" cümlesinin üzerine akşam vakti kurduğum; hayatın aslında bombok olduğuna dair betimlemelerle doldurduğum cümlelerimin tadıydı. Düşünmek istemedim. 

Uykusuz ve yorgundum üstelik bir kaç gün öncesinden beri devam eden sırt ağrılarım kendini bana daha çok hissettiriyordu. Biraz ağladım. Biraz bağırdım. Biraz isyan ettim. Çünkü yüreğim hala "aslında pek çok şey öyle güzel ki... seni cehenneme çekmeye çalışan hayata inat, gülümse diyordu" Yüreğimin sesini dinlemeyi ne çok isterdim. Şu saate kadar yapamadım. Ama fark ettim ki, yazarken ara ara gülümsedim. Ara ara "evet ya" dedim. Sanki yazı biterse, hemen şimdi mesela... yüreğimin sesini daha güçlü duyup, ona inanabileceğim.


Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken…
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.


Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.*














* Mungan mısralarında Sezen sesi...