Şuşu ile bu yıl ağacı süslerken aşk diledik...
24 Aralık 2007
13 Kasım 2007
...
Bugün biri fal baktı bana. İçine atmışsın dikkat et taşmasın dedi.
Psikolojik olarak seni zorlayacak bir birikime dönebilir atamadıkların.
İnternette arama yaptım. “içine atmak”
Aşağıdaki tanımı buldum.
“Konuşamamak, anlatamamak, paylaşamamak, haykıramamak, hep susmaktır.
Ne güzel bir tanım değil mi?
Size de öyle olmaz mı?
İçiniz sıkışır.
Bilinmeyen boğar sizi.
Gözleriniz dalar…
Uzaklara bakarken boş boş…
Ağlamaya başlarsınız.
Ağla açılırsın derler.
Ağlama değmez derler.
Siz içiniz katılıncaya kadar ağlarsınız.
Bazen soğuk bir “Nesquik” içinizi ısıtır.
Bazen hiç beklenmedik bir el sizi sarar.
Tam da o sırada gözünüze sabun kaçar ağlarsınız.
12 Kasım 2007
BURADAYIM
Kaç kez kızdı arkadaşlarım neden güncellenmiyor bu site hayat durdu mu diye?
Durmadı ama zamana ihtiyaç vardı.
NELER OLDU ÖZETLEMEK GEREK...
- Mesela yeğenim doğdu. Adını benim evimde sımsıcak Ege'den aldı.
- Kardeşim geldi harika bir yaz tatili yaptık. Annem, babam ve kardeşim karadeniz turu yaptı.
- Biz de kızlar grubu olarak Çeşme de keyif yaptık.
- Ben İstanbul'a gittim.
- Şuşum Bursa'ya geldi.
- Ben yüksek lisansa başladım.
- Nihan'ın bir blogu oldu. http://www.pastanino.blogspot.com/
Günler günleri kovaladı.
Sonra bir gece dolunay oldu.
Dolunayda yapılan piknik herşeyin sonu ve bir şeyin başlangıcı oldu.
İçilen şarap yüzümde bir gülümseme oluşturdu.
Aldığım bir haber içimi burktu.
Doğancıda kuru bir ağaç tüm heybeti ile bana bir şeyi hatırlattı.
"BEN BURADAYIM"
24 Mayıs 2007
KAHVALTI HATIRASI
Güzel malzemeler buldum. Keyifle kolye yapmaya başladım. Yakında fotoğraflarla burada...
Ama bugünün konusu KAHVALTI HATIRASI...
Yok Yok Kalvaltı Evi Gururla Sunar...
Günün spesiyeli : SÜNGER BOB (made by Nino)
Hayatı ne kadar ciddiye aldığımız oynadığımız oyuna bile böyle yansıyor işte :)
İki genç derin uykuda...
İki mini cin tavuk şımarıklığın sınırlarını zorlamakta.
Akşam üzeri yoğun bir günün sonunda maillerime baktım. Evin ablası Nesli'den mail gelmiş.
İzin verir mi bilmem ama onun satırları yer almalı burada...
"Arkadaslar,Yogunluktan dolayi biraz gec oldu, ama sevgili kardeslerime enfes sabah kahvaltisi icin ve hepinize de böylesine harika dostlar oldugunuz icin tesekkür etmek istiyorum. Resimler sahane cikmis. Pazartesi ve Sali yaptigimiz toplantilara laptopumla girmistim. Arada mailleriniz geldikce caktirmadan acip baktim. Sagimda solumda oturanlarin bile ilgisini cekti resimlerden yansiyan mutluluk. Hatta aramiza yeni katilan direktörlerden biri "o kim, bu kim?" diye sorular sorup "ne kadar mutlu bir topluluk" diye yorumlarda bulundu. Tabii, en gözde resim Serpil Abla, Evren, Sera ve Ata'nin üst üste yattiklari resimdi :))
Hepinizi seviyorum,Neslihan"
Biz de seni seviyoruz. Bir de ben bir idol olarak ablaya sahip olduğum için çok mutluyum. :)))))
Bir de benden güzel olma durumun var ki o konuya burada hiç değinmek istemiyorum. :(((((
Hepiniz iyi ki varsınız... Bizi bir arada tutan bağ hiç kopmasın.
06 Mayıs 2007
YENİ KOLYELER
Sonunda yaptığım kolyelerin fotoğraflarını çekmeyi başardım. Sadece 3'ü bana kaldı. Diğerleri sahiplerini buldu. Fotoğrafları bile kalmadı anı olarak bende.
Serpilimin ördüğü zincir olarak kullandığım malzemeler ve elimde kalanlar ile ancak bu kadar becerebiliyorum. Bu haftasonu ne yapıp edip İstanbul'a gitmeliyim. Hem malzeme alır hem de dostlarla bir gün geçiririm.
Bu kolye eskilerden ama çok sık takmıyordum, neden diye düşünürken keşfettim ki eski hali ile çok karanlık bir kolyeydi. Ben de yarı değerli taşlar, cam boncuklar ve çek kristallerini bir arada kullandım ve bu kolyeyi başdan tasarladım.
Yarın ki kıyafetim için harika bir tamamlayıcı oldu.
Hepinize iyi haftalar... Muhteşem bir hafta geçirin.
Bir Kahve İçimlik Mola
Bu sabah uyandım… Yatağımdan kalkarken yüzümde bir gülümseme vardı.
Mutluydum.
Güzel bir uyku uyumuştum ve huzurluydum. Yatağımın sol yanında uyandım.
Yatağımın sol yanı uzun zamandır boş.
Sahibini bekliyor.
O olmasa da masadakini sandalyesini boş bırakan bir anne tanıdım, oğlunun gelmesini dört gözle bekleyen. Her yemekte bir sandalye bir tabak onun için de konurdu masaya. Oğlu gelmese de kızım dediği gelini gitmişti oğlunun yanına.
Ama mutlu kapadı gözlerini bu hayata. Uzaklardaki bir masada oğlunun yalnız olmayacağını bilmek mutlu etmişti son günlerinde onu. Nerededir o çift şimdi kim bilir?
İnsan aklı nereden nereye… Yatağımın sol yanını anlatıyordum.
Dün gece ilk defa yatağımın sol yanında uyudum. Yastığa sarılmadan.
Sadece kafamı dayadım. Güvenli, sevgi dolu bir göğse yaslar gibi huzurluydum.
Sabaha kadar öylece uyumuşum. Sabah ilk defa yatağımın sol yanında uyandım.
Mutluydum.
Mutluluk ne kısa ne uzun bir duygu. Anlık, o an var sonra o an aklına gelince gene var.
Ama hüzün öyle mi… Hep içimde. Bir köşede sinsice bekliyor.
En mutlu zamanda bile kendini hatırlatacak küçük bir ayrıntı buluyor.
Mesela, tam da o uzun zamandır beklediğiniz öpücük size doğru geliyor.
Kalbiniz çarpıyor, ağzınız kuruyor,
kan öyle hızlı dolanıyor ki damarlarınızda içinizde tuhaf bir korku… Ve işte sahnede gene o görüntü.
Bir adam camdan dağın yamaçlarında kurulmuş şehre bakıyor, üzerinde küçük siyah bir şort. Bedeni çıplak, elinde bir sigara. Şehir gözle görünür mesafede, sabah ayazında üzerinde bir çiy. Kadın yattığı yatakta adamın keyifle sigara içtiğini düşünürken…
Adam yitirdiği kadına ağlıyor.
Neden sürekli bu görüntü gözüme takılıyor. Neden beni o adamın ve kadının hali hüzünlendiriyor. O adam kim. Ben miyim yatakdaki kadın. Peki neden o yataktayım.
O ev. O yamaç… İki yanı ağaçlarla çevrili bir ormana girer gibi dar bir yol.
Öpücük artık beni ilgilendirmiyor.
Kafam o yolda.
Korkuyorum oradan ileriye, yolun sonundaki eve gitmeye.
Karşı evde kocaman bir köpek. Dost olduğumu anlar mı?
İçeride beni neyin beklediğini bilmiyorum. O adam hala pencerede mi ki?
Sorsam, neden her heyecanlandığımda camın önünde duruşunuz geliyor gözümün önüne desem. O kadar gerçek ki görüntü aklımda.
Bari diyorum bir kahve içimlik uğrayayım yanına.
Bulur muyum yolu acaba?
Ya da aradığım cevabı bu adamda.
24 Nisan 2007
DOSTLARLA OLMAK GÜZEL
Harika bir haftasonu geçirdim.
İstanbul grubunun yaşlıları ve küçüğü Bursa'ya ziyaretime geldi.
Özlemişiz. Çabucak bitiverdi 2 gün.
Dolu dolu geçti.
Yedik, içtik, oyun oynadık, gezdik, yorulduk, fosur fosur uyuduk.
İşte akılda kalanlar.
- Yemek için sabırlı olunabildiği ama potansiyelden gram kayıp olmadığı
- Şuşu ve Sepo'nun çizim ve anlatım gerektiren oyunlarda bir daha eş olmaması gerektiği
- Ben ve Hayruş'un sadece 81 oynarken eş olabildiği
- Mudanya'nın kalabalık olduğu, ablada balık yenecekse önceden birşeyler yenilip gidilmesi gerektiği
- Zeytinyağlıların kaç çeşit ve ne kadar bol olursa olsun, lor, bal ve taze ekmek üçlüsü kadar karın doyuramayacağı
- Abaza peynirinin bizim grup için doğru seçim olduğu
- Metro Gross marketin "Bursa'da gezilecek yerler" listesine eklenmesi gerektiği
- Çaydanlığın misafirler için olduğu ve 2-3 boy büyüğünün evde bulundurulması gerektiği
- Kokoreç seven arkadaşları olanların kokoreçcinin 100-150 metre yakınında oturmasının faydaları
Acilen araba alınması, toplu taşıma araçlarındaki muzurlukların tekrarlanmaması
Öyle ki grubun en yaşlısı bizi tanımıyormuş gibi gidip en önde bir yer buldu kendine. Ne varsa biraz şımarmak da :)
- Ne yapılıp edilip incenilmesi
***
Bu arada kolye yapıp duruyorum ama bir türlü fotoğraf çekemeden sahiplerini buluyorlar. Sepo'nun ördüğü parçalarla yapacağım kolyeler de en yakında burada.
***
Arayı açma şikayetlerinde bulunanlar, inanın ben de böyle olsun istemiyorum ama hani daha önce bahsetmiştim ya ruh halimi, işte o aynen devam ettiğinden böyle oluyor.
Ama bahar geldi, yeni, yeniden aşklar kapıda... Yakında onlar da burada :)
Bahar gibi enerjik olun, bahar kadar ışıltılı
Sevgiyle kalın.
26 Mart 2007
Güzel Şeyler Oluyor…
Geçen haftasonu
Malzemeciden doğal taşlar aldık.
Heyecanla eve geldim. Kolyelerini yaptım Suna’nın.
Umarım beğenir. O daha görmeden işte huzurlarınızda…
Yanda gördüğünüz kolyede Suna'nın bir arkadaşı için üzerine tıklatıp büyütürseniz fark edeceksinizki çiçeklerden ve yapraklardan oluşan bir yaz kolyesi... Ortadaki büyük taş da ise bir kalp var. Sevgi ve mutlulukla takar umarım.
***
Geçen hafta İnsan Kaynakları Zirvesine katıldım. Vicdan kalpte değil, beyindeymiş. Çok şaşırdım. Sızlayan kalp değil, beyinmiş. Bunca zaman kalbim acıyor derken aslında bunu beynimde yaşıyormuşum.
Bir de Zen Ata sözü öğrendim.
“Yeni bir şey öğrenmenin karşısındaki en büyük engel, onun zaten bilindiğinin sanılmasıdır.”
Ne güzel bir laf di mi? Ne çok yaşamışızdır bu yanılsamayı… Ben biliyorum döneminden ileriye gidemeyen çocuk aslında hiç öğrenemeden, farkına varamadan, tadına varamadan yaşıyor hayatını.
Mesela samimiyeti nasıl tanımlarsınız…
“İnsanın samimiyeti, karşısındakinin algısı kadardır.”
Hiç böyle tanımlamazdım diye düşündüm. 2 günlük eğitimde daha neler öğrendim…
***
Her gününüz kendinize bir artı koyarak geçsin. Eğer bir artı koyamıyorsanız en azından eksinin üzerine dik bir çizgi çekin. Bugün yarım artı olur yarın tamamlarsınız belki…
26 Şubat 2007
NEREDE KALMIŞTIK..?
30 Ocak 2007
AYRIL AMA UNUTMA
Yılbaşında İstanbul'daydım. Ailem kadar yakın dostlarımla. Çok eğlendik çok güldük ve Sezen Aksu şarkılarında kadeh kaldırıp ağladık (m). Hediyeler verdik, hediyeler aldık. Tek sırt çantası gittiğim İstanbul'dan 2 valiz bir çanta dönmeyi başardım. Bi de yedik, yedik, yedik... Üç gün üç gece acılı ezmenin keyfini çıkarttık. Kendi aramızda buna böyle demedik :)
Bu arada uzun zamandır evimde olmasını istediğim ekmek teknesi ve şişeyi bulup geldi Kara Amca. Temizleyeceğim diye şişenin dibini çıkartım sonra onu tekrar tek parça haline getireceğim derken ellerimi yapıştırdım.
İstanbul'dan döndükten 2 haftasonra Şuşum geldi. Aynı akşam Bursa'dan eski akrabalar - yeni arkadaşlar "Hoşgeldin" Bursa'ya demek için geldiler. Güzel bir şarap gecesi oldu. Gene yedik, yedik ve yedik... Sohbet güzeldi. Laf lafı açtı. Güldük, eğlendik... Tekrarı olsun mutlaka dedik ve geceyi bitirdik.
Bursa'ya hoşgeldin hediyelerimden biri de bu ikiliydi...
Bursalı dostlarla ve arkadaşlarla devam ediyor geceler, haftasonu gezmeler…
Mudanya’dan Çalı’ya uzanan yeme içme yerleri keşifleri yerini yavaş yavaş evde DVD keyfi yapma ve ama mutlaka yeme alışkanlığına bırakacak gibi.
Tüm bunlar olurken, geçtiğimiz cumartesi günü Vatan Gazetesi’nin ekinde Ebru Drew imzalı yazı üzerinde durmadığım, durmak istemediğim bir gerçekliği yansıttı. Sonra alıp götürdü beni bir yere. Sizinle paylaşmak istedim. Bilmem sizi de götürür mü bir yerlere…
Ne zordur çok sevdiğiniz bir insandan “bitti” kelimesini duymak. Önce inkar edersiniz. Sonra yürek mahkum kabullenirsiniz. Sonra doğruluğuna ikna edersiniz kendinizi. Sonra da unutmak için türlü çeşit zaman öldürme yöntemleri bulursunuz. Bilirsiniz aklınıza gelmezse yüreğiniz acımaz. Sonra bütün hayat akıp giderken olağanca hızıyla siz bir anda durursunuz ve ansızın sızınız büyür amansız acımasızlığıyla… Sinsice güler, kolay mı der kolay mı?
Sızlarsınız, sızlanırsınız, sebepsiz ağlarsınız.
Sebep siz ağlarsınız.
Sözü burada Ebru Drew’e bırakıyorum izninizle…
Her erkek aynı değil kuşkusuz.
Mail ya da mesaj atmıyor ama sizdeki varlığını bir şekilde sürdürüyor.
Oysa bilmiyor…
Karşınızdaki size izin verdiği sürece onun hayatında bir anlam taşırsınız.
Yani Ebru Drew’in yazısında dediği gibi
“…Sonra kalp nasılsa kendini acıtacak yeni bir sahip buluyor. Ve en onarılmaz sanılan yaralar bile kapanıyor. Tek ilaç, zamanla…
…
Neyse geçti gitti. Ne acısı kaldı, ne izi. Hayat devam ediyordu. Onsuz da yaşanıyordu.”
Onsuz yaşayamayacağını, onsuz hayatın anlamı olmayacağını düşünenlere öneri :
Biraz zaman tanıyın ve tekrar düşünün…
Sevgiyle kalın.