FOTOĞRAFIN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
FOTOĞRAFIN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Şubat 2014

Fotoğrafın Fısıltısı / Tutsak



ben bir tutsağım bugün... 
                                                  özgür kuşlara özenen. 
ne düşünür bi kuş... beyniyle.
                   ve söylesene ey kumru, 
gördüğüm nedir seyreyleyen gözümden 
       çaresizliğim mi seni hüzünlendiren





05 Eylül 2013

Tarla


“Derme çatma” diyorum.
“Ne o derme çatma olan… Şu karşı tepede gördüğümüz ev mi?” 
“Ev mi var… Ben hayattan bahsetmiştim.” 

Onun gösterdiği karşı tepede asılı kalıyor bir süre gözlerim. Ne zaman asılı kalsa gözlerim, bir öykü anlatır içim:

Bir ev; yığma taş. 
Bir adam, yaşlı. 
Bir köpek, sadık. 
Bir ağaç, ulu. 
Bir su, başıboş akıp duruyor. 

“Ahlat mı ki…” 
Sesli düşünmüşüm. “Meşe” diyor. O kadar emin.

Omzumun ucundan bakıyorum ellerine. Parmak uçlarıma neredeyse değmek üzere. Nedense titriyorum. O ağacın altına kadar yürüsek, belki geçer. Duymuş gibi. “Ne dersin, yürüyelim mi o eve kadar?”

Beraber… O eve kadar… Yürüyoruz. Kaç göz odası vardır ki… Sığar mı boşluğumuz o eve... Duymuş gibi. “Hadi tahmin et, nasıl bir ev, kimler yaşıyor. Sen kurgula, sonra ben. Kiminki gerçeğe yakınsa diğeri ona bu gece sahilde balık rakı ısmarlar, mezeler de çabası” Kahkahası değiyor “meşe”nin dallarına. Koca meşe köküne kadar sarsılıyor. Toprağın kaymasından anlıyorum. 

Sahilde… Bu gece… Balık rakı… Eskisi gibi… Hiçbir şey olmamış gibi. Üşüyorum. Derme çatma bir yatağın üzerinde, yarı çıplak bedenimle, kendimi ona sunmaya hazırım. Gözlerimde umarsız bir bulut, geçip gidiyor. Ardından kuşlar ve sonra garip ama balıklar. Denizin dibiyle gökyüzünün sonsuzluğunda bir yerde teslimiyete hazır bir yürek, sahipsiz. Düşündükçe yavaşlıyor adımlarım. Gerisinde kalıyorum koca gövdesinin. Gerisinde kalıyorum o evin ve hikayenin. İşim yok bu hikayede. Biliyorum.

Arkamı dönüp koşmaya başlıyorum birden bire. “Ahlat o” diyorum, “ahlat! anladın mı?" Bu hikayeden çıkmak istiyorum. Sona yaklaştıkça acıtan bütün hikayelerden kaçmak istiyorum, aşk bir boyunduruk altına girmek gibidir, derdi, aşkla işim olmaz.  Ben koşarak geldiğim gibi, koşarak gidiyorum bu hikayeden de, anlıyorum.

Çeşmenin başına varınca durup, soluklanıyorum. Onlarca zaman söyleyemediğim kelimeleri bir çırpıda söylemiş gibi rahatlıyorum. İçimdeki ses hala... “ahlat o” diyor. Arkamdan koşup yetişiyor. “Neyin var” 

Bir bulut geçiyor önce, sonra kuşlar ve sonra boyunduruk bağlanmış öküzler. Bir adam beliriyor. Yaşlıca bakışlı, saçları ağırmış. Elleri nasırlı. Karşı tepedeki yaşlı adam olmalı. Yaşlı adama gülümsüyorum. Bir şeyleri anlatmak istercesine kalkıyor sol eli havaya. Uzaklaşıyor bu hikayeden. Sonu gelen bütün hikayelerden kaybolur ya karakterler birer birer, o da kayboluyor bu hikayeden, o ev, o ağaç, o köpek ve o su, o öküzler, o tarla, o gökyüzü… sis olup dağılıveriyor gözlerimden.  

“Tarlayı sürmek için ne gerek biliyor musun” diyorum, “Aşk” diye bağırıyorum. “Yürek olacak adamda önce” diyorum, “yürek övendire olacak çift sürerken. Bir de ne olacak biliyor musun? Sadakat! Olacak ki tıpkı bir pulluk gibi toprağı güvenle işleyebilesin. Sonrasında ekilecek tarla. Sonrasında büyüyecek filizlenecek hayat, belki derme çatma olacak, belki kuruyacak, belki öyle bir hasat olacak ki… Şaşıracaksın. Ama en azından denemiş olacaksın hayatta sana sunulan ne varsa. Hakkını vererek yani, sonra payına düşeni alacaksın hayattan, nerede yanlış yaptığını hiç bilemeden. Sonrası bir sis bulutu, sonrası siyah beyaz bir fotoğraf geçmişten gelen. 

 
*** * *** * *** * *** * *** 
Teşekkürler...
fotoğraf / İsmail Ertin
motivasyon / Vladimir

28 Kasım 2012

Öykü Anlatıcısının Kamera Savaşları - Volume:2

Durum vahim, durum hakikaten çok vahim.

5 duyusu da harekete geçiyor insanın. Demedi demeyin. Hatta ve belki de en önemlisi de 6. duyu.

Benim hallerimde olanlara önce bol bol okumalarını tavsiye ediyorum.

Adam üşenmemiş yazmış, sen de bi zahmet okuyuver okur...

İlk kez DSLR makina alacak olanlar, dikkat!


Bak bi de bu var:









Çok okudun mu, sürmenaj olmaya ramak kala mesela, kalk o bilgisayarın başından. Çık bi temiz hava al, telezoom gibi oldu gözlerin farkında bile değilsin. Hem sen kardiyo falan çalıştın mı son günlerde... Bence çalış. Bak demedi deme kesin faydasını göreceksin. Ayrıca, market benim, tekno senin dolaşacaksın ya, dikkat et kafan daha da çok karışacak çünkü. Bence sen ne istediğini bilerek git. Bak ben gittim. 5 seçeneğim vardı hatırlarsan... Pıtır pıtır eleyiverdi beş dakka da satış sorumlusu çocuk hiç acımadan. Hayır dalacaktım kafa göz, ulen ben kaç haftamı verdim de sen utanmıyor musun 3 soru sorup 5 kameramı da saf dışı etmeye diyecektim de demedim hanımefendi bir yaşlı kadın olaraktan, peki çocum dedim, sen ne önerirsin diye sordum ve bana yakıştığı gibi dinledim sükunet içinde. Aldı eline bir nikon, sensör anlatıp duruyor bana. Sen sor anlıyorum ben, sordukça soruyorum. Baktım çocuk bayılacak kıvama geliyor, susup yeniden onu dinliyorum. Anonsu duymasam biz sabahı bulurduk bence o kamera cennetinin içinde. Allahım ne çok model, ne çok özellik, ne çok işlev... (Gülme okuyucu durup durup, bak fena oluyorum)

6 duyu diye boşuna demedim, 

Görmek gerek... ne alacağını... O yüzden gidip görün efendim.  Sonra bir elinize alın bakalım yakışacak mı elinize... Dokunun sağına soluna, lenslerine dokunun uzun uzun. (Gülme rezil okuyucu bilimsel bir yazı yazıyorum şunun şurasında) Sonra bir kaç kare fotoğraf çekin... Kulaklarınız duysun o deklanşörün sesini. Bir işitin bakalım hoşunuza gidecek mi o ses? Bence koklayın malzemeyi... Valla çekinmeyin, benim gibi alerjik biriyseniz yapabilecek misiniz bir arada bir anlayın önce... 6. Hissinizin devreye girmesi için bir mola verin. Bir kahve için mesela... tadına vara vara... Gördüğünüz gibi bütün hisler devrede artık. Geriye kalan elinize aldığınız hangi kamerada içiniz titredi onu bulmak. 

Aslında bu kısmı tıpkı gelinlik seçmek gibi... Erkekler içinse arabadadır herhalde muadili... Gözünüzün ışıltısını ortaya çıkaran bir tane mutlaka çıkar... Ne parasına ne puluna, ne süsüne ne kuyruğuna... BU İŞTE diye bağırırsınız... Ve sizin olur... Olsun efendim... İstediğiniz sizin olsun, gönlünüzden geçtiği gibi, gönlünüzce olsun. 






27 Kasım 2012

Öykü Anlatıcısının Kamera Savaşları - Volume:1




Oldum olası öyküler karalamayı severim, bazısı bir yere çıkar bazısı çıkmaz sokakta alır soluğu... Ama vazgeçmem, kalem kağıtla buluşunca kelimelerim de birbiri ile buluşur. Severim böyle zamanlarımı, bir aşk gelir oturur yüreğimin orta yerine. Kelebekler mideme iner ivedilikle. Kanat çırpınışları arka fonda bir müzik olur, manzaramsa sahil kasabasında bir bank, güneş nedense sağımdan batmaktadır usul usul...  

***

Gittiğim yerlerde çevreme bakınırım, insanların sohbetlerine biraz kulak kabartır, duyduğum üç beş kelime ile öyküler yazarım üzerlerine... Severim yaşamın içinde olmayı. Dışına çıktım mı bir huzursuzluk kaplar bedenimi. Elimde fotoğraf makinesi varsa, gözüm hep vizörden bakar... 

***

Günlerdir girdim bir dehlize, battıkça batıyorum... Onlarca terim, kısaltma, teknik bilgi içinde boğuluyorum. Oysa her şey kalem ve kağıt gibi olsun istiyorum. Basit bir düzeneğe ihtiyacım var: Kamera... Teknoloji hızla ilerliyor, ihtiyaçlar da öyle... Durum bu olunca da üreticiler her geçen gün daha canlı renklerle, daha uzağı çekeni, daha gürültüsüz görüntü yakalayanı ve onlarca madde ile uzayabilecek listedeki değişimi piyasaya sürüp duruyorlar. Bir de az bilgi ve deneyimle ile denizin ortasındaki adaya kulaç atmaya kalkınca, benim durumuma düşüyorsun. İyi de nereden başlamalı...

Sorular basit:


İhtiyaç Nedir?
Yenisi Niçin / Neden gereklidir?
Yenisini alınca Nereye ulaşılmak isteniyor, hedef ne?
Yenisi Ne Zaman alınmalıdır?
Yenisi  Nasıl bir kamera olmalıdır?


İhtiyaç:
Seyyah bünyemin gördüklerini fotoğrafla da anlatabilmek... Öyle kurayım, bekleyeyim, bir program aracılığı ile sağını solunu temizleyeyim, olmayanı olmuş gibi göstereyim telaşlarında değilim. Olan biten neyse o, gözün gördüğü yani... 

Ne için:
Dedim ya gezerken gördüklerimi çekmek için; bir bina da olur bu, bir insan da, bir obje de... Kendim için çekeyim, çektiklerimi beğenirsem üzerlerine öyküler yazabileyim isterim.

Nereye ulaşacağım:
Öyle fotoğraf forumlarına, kritik meselelerine girmek niyetinde değilim. Yarışma yok, sergi yok, kısaca "fotoğrafçı" olmak gibi bir hedef koymuyorum kendime. Amatör dertleri olan bir anlatıcı olsam kafi gelecek bana. 

Ne zaman:
İşte bu kısmı çok mühim. Mümkünse bugün. Yok yok valla şaka, ille bir zamanı yok. Ama bu yıl başı hediyesi olsa güzel olur. Ayrıca her zaman çekim yapabilmeliyim. Gündüz de olur gece de, çamurun içinde de olur, denizin kıyısında da, karlı bir ormanın ortasında da. Uzantım gibi olmalı kameram, hep yanımda.

Nasıl:
Çok büyük olmasın, ağır olmasın, fonksiyonları karışık da olmasın. Hem yakınları hem uzakları çekebilsin. Derdimi anlatacak kadar canlı, derinlikli fotoğraflar çekebileyim yeter.


Aklımda bir kaç kamera şekillense de, geçici bir hevese onlarca parayı yatırıp, kenarda köşede bekleyen bir hobi kurbanı olsun istemiyorum aldığım kamera. Bir kaç gündür devam eden yoğun araştırmalarım sonucunda, daha kompakt bir kameranın benim ihtiyaçlarıma cevap vereceğini düşünsem de, birinin parası diğerinin özellikleri tam istediğim gibi olduğundan Canon EOS 600D ve Nikon D3200 arasında gidip geliyorum. Aslında bir de giriş -orta seviye denilebilecek Nikon D5100 var. Gördüğünüz gibi gidip geliyorum... Gidip geldikçe de, lenslerin önemini, değerini daha bi farkediyorum. Yani sadece bir kameraya sahip olmak değil mesele... O kameraya uygun lensleri ve diğer donanımları da bilmek, öğrenmek ve sahip olmak gerekecek. Çıplak bir kameranın ağırlığı yarım kiloyu buluyor. Bir de lens ki en az iki tane şart gibi... Asıl sorunsalım; diğer ekipmanlarla birlikte neredeyse kilolarla  ifade edilecek bir uzantıyı sürekli yanımda taşımak isteyecek miyim? Kendimi azıcık tanıyorsam, cevabım net ve yüksek sesle hayırdır. 

Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum, daha küçük, daha fonksiyonel... Elimde iki seçenek beliriyor bu sefer de: Canon EOS M ve Samsung NX1000... Bu sefer de fiyatlar alıp gidiyor başını. O fiyata bunu alacağına şunu al diyenlerin hepsi gene dönüp dolaşıp digital slr kameralara yönlendiriyor beni. Kafam iyiden iyiye karışıyor hal böyle olunca. Dönüp dönüp okumaya başlıyorum ne varsa, ürünleri karşılaştırıyor, elemelere tabi tutuyorum. Bildiğiniz çok ama çok kafam karışık. 


Tablo aşağıdaki gibi bir hal aldı sonunda, sanırım zamanıdır ekran karşısından kalkıp pazara çıkmanın... Elbet elime yakışan bir tane bulurum içlerinden. Elime ve gönlüme...







18 Mayıs 2012

Fotoğrafın Fısıltısı / Güzel Bi'şey




karardığında gökyüzü
sen kapının çalmasını bekle
güzel bi'şey hazırlar her zaman hayat
şükretmesini bilene




17 Mayıs 2012

Fotoğrafın Fısıltısı / Merak





hayatın büyük gizemini
küçük detaylarda yakalayanların 
ödülüdür
gülümseyerek yaşamak


12 Eylül 2010

Fotoğrafın Fısıltısı / Tütmek





gecenin koyu mavisinde
sabahını bekleyen 
 hüzün kanatlı albatros
bir rüzgara kaptırmış yüreğini
uçuyor da uçuyor

ah!
kanat çırpan
çırpınan
rüzgarını buldu mu süzülen
yere göğe sığdıramadığım
aşk!

gece gece
aklıma düştün
yüreğime gerçek














13 Temmuz 2010

Fotoğrafın Fısıltısı / Yorgun




Bir gündoğumuna bıraktım yarınlarımı bu sabah
Çocukların şen sesleri, ve o bahçe, ve deniz artık bana çok uzak
Akşamüstülerin günbatımlarında buluyorum dünlerimi
Bir içki masasına katık edilen kahkahalar, ve o yağmur ve o çamlık artık bana çok uzak
Geceleri yıldızlara emanet ettim umudumu, kayıp gittiler bilinmeze bir gözyaşı vakti
Beklemeler artık bana çok uzak,
yorgunum anla
çok yorgunum hayat





12 Temmuz 2010

Fotoğrafın Fısıltısı / Zaman



şimdinin tiktaklarına gizledim yürek atışımı
unut artık diyen gongları çalmasa akıl saatimin
zamana göz kulak olacaktım
oysa şimdi, sadece seyircisiyim akıp giden kırık anların



14 Haziran 2010

Pencere ve Kapıların Gizemi



Çektiğimiz fotoğraflar, bilinç altımızdakilerin bir yansıması ise
Beni pencere ve kapılara çeken ne olabilir ki...



11 Haziran 2010

Fotoğrafın Fısıltısı / Sıkışmak



sen bir insan olsan
bir çıkış yolun da olmasa
yani sıkışıp kalsan,
yalanların, savaşların, ölümlerin arasında
sırf nefes alıbiliyorsun diye derin derin
mutlu olabilir misin
söyle bana



02 Nisan 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / ADAK




Aşk!

 Bir ayin gibi
Yakılan her mum
Yenilenerek sevme hali
Ama bilirsin değil mi?
Bir gün bir rüzgar eser
Önemi kalmaz kaç mum yaktığının
Rüzgar bütün alevleri yutar gider
Mumlar söner
Ayin biter






01 Nisan 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / DOYUM

Fotoğraf / Mistrall Mistrall




Açlıklarının hepsini aynı anda doyuramazsın
Bütün oyuncaklarınla aynı anda oynayamayacağın gibi





19 Mart 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / YARA




Fotoğraf / Helen Breznik



Eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman.
Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır;
kimse bilmez be canım
bir yara bir ömrü nasıl kanatır *





__________________________________________________________
* Yılmaz Odabaşı – Bir Aşk Yara

14 Mart 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / YIKINTI

Fotoğraf / Nuno Milheiro



Yaşam, bakmakla ilgili

İlkokulda öğrendiğimiz gibi
Bakarsan bağ olur
Bakmazsan
Yıkıntı

Yürek için neden farklı olsun ki 
Bakarsan aşk olur
Bakmazsan
Yıkıntı

13 Mart 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / BÜTÜN

Fotoğraf / Paul Rubaj



Bütün, 
kırılgandır
bölünüverir parçalara...
Oysa parça öyle mi?
Gelse bile bir araya,
kavuşamaz ki
bütünün kırılganlığına. 

11 Mart 2010

FOTOĞRAFIN FISILTISI / SENİ SEVİYORUM



Fotoğraf / Nuno Milheiro




 

Şimdi bir gölüm.
Bir kadın eğiliyor üzerime,
Erimimi arıyor gerçekte ne olduğunu anlamak için
Sonra bu yalancılara dönüyor, mumlara veya aya.
Sırtını görüyorum ve sadakatle yansıtıyorum sırtını
Gözyaşlarıyla ve bir el hareketiyle ödüllendiriyor beni
Önemliyim onun için.
Geliyor, gidiyor.


GELSİN...





 




Dizeler / Slyvia Plath .
Bir kadının gidiyorum  deyişi üzerine 'gelsin' kelimesi eklenerek gönderilmiştir.