VEDANIN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
VEDANIN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Mart 2014

Hüzünlü Erguvan



12.Mart.2014

Oysa yüzümü güldürür erguvanlar... 
Mevsimi gelsin diye beklerim. 
Daha geçen hafta "ah İstanbul" demiştim sırf onların hatırına. 
Bu sabah yoluma çıktı erguvanlar, yan yatmış, çamura batmıştılar. 
Dikilmeyi bekleyen birer fidandılar. 
Ah dedim bu kez onları görünce...
İçimi yakan derin bi ah!








10 Aralık 2012

Nobel'i Hakeden Kelimeler ya da Bir Yumrunun Dile Gelişi





Kelimeler kafamın içinde uçuşup duruyor, bağımsızlıklarını ilan ettiler, birbiri ardına bağlanıp cümleler kuruyorlar. Dışarı çıkmak konusunda da ısrarcılar, lakin tükkanı kapadım bir süre önce. Bir yenisini açmaya da ne vaktim ne de yeterli hevesim var. Gel gör sen bunu onlara anlat. Sabahtan akşama beynimi kemirmeye devam ediyorlar. Sanki Nobel alacaklar! Baktım susacakları yok komşu komşunun bloğuna muhtaçtır dedim çaldım en bir can dostumun kapısını. Cevabını beklemeden dalıverdim içeri, işte bunlar da zihnimin bana ettikleri...

***
Köşesini bana açan dostuma teşekkürlerimle...

Kendimi bildim bileli sevmedim benden gitmeleri. Belki de ondandır kolay kolay ilişkilerde tutunamayışım sonraları. Ya da ondan mıydı hep gitmeyi istemelerim?

Küçücüktüm pencerede yolunu gözlerdim dayımın evi ile bizim ev arasında mekik dokuyan ananemin. Bir iki hafta bizde, sonra dayımlarda kalırdı. İçim burulur, boğazıma bir yumru otururdu ayrılık vakti geldiğinde. Gitmesin, daha fazla bizde kalsın, hep bizde kalsın isterdim. Küçücüktüm, bir pazartesi günüydü, öğlendi okuldan geldiğimde ve o gitmişti; ama bu defa sonsuza. Hoşça kal demeden, güle güle diyemeden.

O yumru bir kaç yıl sonra tekrar mesai yapmaya başladı boğazımda. Giden ablam, gidilen yer İstanbul'du bu defa. Liseyi okumak içindi gidişi ve yine hiç sevememiştim ben geride kalan olmayı. Bir kazak örmeye başlamıştım tatil dönüşlerinden birinde. Gidişinin ardından bir iki gün örer, bırakırdım bir sonrakine kadar. Ve hiç tamamlanmamıştı o kazak.

Derken babam, benim koca yürekli, aslan babam benliğini alıp yanına bedenini öylece bırakıp gidiverdi nasılını bilemediğimiz bir yerlere. Yorgun bedenini yanına katmaya karar verdiği o gece çok değil bir cigara içimlik çıkmıştım hastanedeki odasından. Döndüğümde doktorlar vardı odada. Hoşça kal diyememişti, güle güle diyememiştim. Hatta sonrasında odaya girip son bir kez bile görememiştim. Vedaları da o günden sonra mı sevemez oldum, kim bilir?

"Böyle olmayacak, gitmem gerekiyor" demişti sonraları ve gitmişti sevdiceğinin peşinden yeni bir başlangıç yapmak için bilmediğim uzak memleketlerden birine. Büyük aşkların kadınına da böylesi yakışırdı. Sevinmekten başka onun adına ve üzülmekten gayrı kendi adıma yapılacak bir şey yoktu. Kardeşten öte olmuştuk yıllar içinde, biz o koca şehirde. Gidiyordu şimdi, geride kalan olmuştum bak gene. İstedim yine de her şey çok güzel, o çok mutlu olsun. Ama o yumru, ah o namussuz yumru...

Bir gün her şeyi bırakıp, bir tek kırık kalbini alıp çıkıp geldi. Lakin yine duramadı yerinde; bu defa, öncesinde hiç sevmediğim başka bir şehre yolculadım. Yumru yine okkalıydı da ülkeler ayıramadı şehirler mi ayıracaktı?

Hayatı değişmişti, hayatım değişmişti. Teselli için gidişlerim, teselli edilişlerime karışmıştı. O günlerden bir günde o "sen olmasan adımımı atmam" dediğim şehir bana yapacağını yapmıştı. Hem nüfusumu hem adresimi değiştirecek adamı karşıma çıkarmıştı. Böylece İzmir'de başlayan hikayem de, Eskişehir, İstanbul derken Bursa'ya taşınıvermişti. Sevmezken benden gitmeleri, giden olmuştum birilerinden yine.

Yerleş, dinginleş, köklerini sal. Evin, barkın, yuvan olsun o şehir, insanları hemşerin. Yapabilmek için kalan olmak gerekir. Peki ya gezgin gönül gitmek isterse, onu kim tutabilir? Gitme fikri girdi mi gezginin aklına, fikrine bir kere hiç bir kök tutamaz onu artık yerli yerinde. Muzip bir hayal, düşünceye, düşünce gerçeğe dönüştü. Bursa'da dört yılın ardından yeni bir şehre, yeni bir ülkeye gitme zamanı geldi çattı. Uzaklıktan mı yoksa yaştan mı bilinmez yumru bu defa geride kalmaya değil gidişe kendini gösterdi.

Vedaları sevmem demiştim ya vedanın dönüşü yoktur gibi gelir. Bizimkisi alt tarafı tebdili mekan. İki sokak öteye gitmek gibi, misafirlikten eve dönüyor olmak gibi. Gidiyoruz ördekle on güne ve geride kalan tüm sevdiklerime sevgili dolu, sımsıcak bir güle güle.

28 Nisan 2012

Kaybolup Gitmez



Kaybolup gitmez hiçbir şey demişti son yazısında... 
Kaybolup gitmez yüreklerde olunca. 
İyi ki sarıldım sana can sufim, 
güzel yürekli dileğim, 
pamuk tontinim.
Aşkla...




görsel / deviantart

18 Mart 2011

Nereden Başlamalı




seni düşünüyorum. anlara sığdırılan, görenlerin özendiği kocaman kahkahalarımızı, kırılacakmış gibi hassasiyetle ve sadece parmak uçlarımızla sildiğimiz gözyaşlarımızı. evet, bugün seni düşünüyorum. yataktan çıkıyorum alelacele. daha yüzümü yıkamadan alıyorum elime kağıdı-kalemi; bir mektup yazmaya karar veriyorum. nereden başlamalı, diyorum. nasıl seslenmeli...

bazen, daha ilk yazıldığı anda anlamsız kalır ya cümle ve hatta kelime, hani şair der ya kifayetsiz... öyle bir an gelir de bakar kalırsın ya, kaleme, yazdığına, kağıda... anlara takılır da gidersin ya peşlerinden kimi zaman gözünde yaş, kimi zaman sımsıcak bir tebessümle... uyanırsın ya bir sabah yüreğin küt küt atarken, dilinde onun adıyla... bakar da kalırsın ya sol yanına... tutar da yüreğini elinle sıkarsın ya... seni düşünüyorum işte ben böyle bir sabahta. nereden başlamalı, diyorum. nasıl seslenmeli...

sevgili
sevgili yazıyorum, görünmez ama hissedilir bir m geliyor hemen ardından. susuyor şehir. uyanıyor kuşlar. o zaman anlıyorum. ben hâlâ senin yanında, sol yanımın sıcaklığında öptüğün o sabahlardan birine uyanıyorum usulca. uzaklıklar geliyor aklıma, o uzaklığın öğrettiği özlemek duygusu bağdaş kuruyor burnumun ucuna. sızlıyor evet. hemen sonra yakınlığın, içimde bir yere ulaşıyor sızı, ısınıyor ister istemez. işte öyle bir hal içindeyim bu sabah. burnumda bir sızı, yüreğimde bir sıcaklık; nereden başlamalı, diyorum. nasıl seslenmeli...

...?
üç nokta koyuyorum, hemen yanına bir soru işareti. başlıyorum yazmaya. bittiğinde senin yazıyorum. yanına adımı yazmaya tereddüt ediyor kalemim. senin, yazıyorum bir kez daha ve bir kez daha ve bir kez daha. bastıra bastıra.

üç noktayı siliyorum. sevgili yazıyorum. soru işareti hâlâ orada, içinde saklanan m, korkudan tir tir titriyor bulunduğu yürekte, çıkmaya hevesli ama korkularına yenik düşüp siniyor olduğu yere. senin yazan yere gidiyor kalem. hemen yanına bırakılan boşluğu doldurmak artık ne kadar zor bir bilsen. di yaz diyor akıl. kalem onun komuta zincirini kırmıyor. o koca boşluğun yanında di, nasıl da sırıtıyor bir bilsen. yürek nasıl da suskun izliyor olup biteni... nereden başlamalıydım ki, diyorum. nasıl seslenmeliydim.

yazdığım her şeyi siliyorum. ... hemen yanında bir ? kalıyor sayfanın en üstünde, en altta ise ... ve bir de di. arada kalan koca boşluğa bakıyorum uzun uzun. o boşluğu doldurmak ne kadar zor bir bilsen. yürek o boşluğun içinde suskun, akıl ağlamaklı... mektubu zarfa koyup, üzerine adresini yazıyorum. bir rüzgar vuruyor pencereme, Emirgan'ın koruları gülümsüyor bana. güneş gösteriyor uzaktan da olsa yüzünü. babamdan kalma yazı masasının üzerindeki bütün kağıtları uçak yapıyorum bir bir. süzülüyorlar havada boğaza doğru. bir zarf kalıyor üzerinde adresin yazılı. gerisi koca bir boşluk. nereden başlamalı diyorum yarınlara, nasıl seslenmeli hayata...




Görsel / deviantart

05 Kasım 2010

Hoşgeldiniz! İyi ki...

Holding Back The Years çalıyor, The Cooltrane Quartet... Salınıyorum. İçimdeki hafiflik duygusunun hafiflikle uzaktan yakından ilgisi yok ama ben başka bir kavramı klavyemin tuşlarına konduramıyorum. Hemen ardından başlayan Clare Teal yorumu All For Love geliyor, Get Happy albümün adı. İçim kıpır kıpır, dans ediyorum kendimin mutlu yanıyla. Mutlu anları çoğaltmanın sırrı durduğun yerde diyor iç sesim. Baktığında, gördüğünde. Aynı filmi ikinci kez seyretmek istemiyorsan yönünü değiştir, diyorum kendime. Su akarsa senden yana, sen de karış ona, arkandan geçip giderse de sesini dinle. Her ikisinde de huzur kalır yüreğinin derininde.

Balkon kapısında gördüm Frank Sinatra'yı, elinde mikrofonu, I've Got You Under My Skin diyordu bana. Gülümsedim kendisine. İnsan kendine sahip olsa dedim hınzırca.

Yüzümdeki gülümseme öyle uzun süre asılı kaldı ki, bunu sizinle paylaşmayı istedim. Sevgili blog dostlarımla. Ve o anda bir yıldız çaktı kafamda. Bugün burada gidişimi kutlayacağız. Evet, evet. Hazır hepimiz toplanmışken ve ben bu kadar mutluyken olmalı gidişim buralardan. Biliyorum bu blog okurları çokça gördü kaçışlarımı. Yüreğim her vurgun yediğinde, ben önce kelimelerimden, sonra da kendimden kaçardım, bir şarkıda da dediği gibi, eskiden çok eskiden. Her kaçışımda çok geçmezdi geri dönüşüm. Bazen bir fısıltı, bazen bir rüzgar alıp getirirdi gene beni tamamlanmamış çemberimin içine. Ben hep olmam gereken yere, merkeze geri dönerdim: Evrenin Dünyası. Kendi turunu tamamladı.

Dolayısıyla bugünkü gidişim bir kaçış değil. Bu blog yani benim dünyamı yansıtan bu evren ömrünü tamamladı artık. İçine; kırık bir sevda öyküsünü, gündelik yaşamın sıradan yansımalarını, bir aşkın yeşermesindeki sonsuz heyecanları sığdırdı. Kendime yenik üzüntülerimi, yaşama tutkun  mutluluklarımı, yarına panik kaygılarımı ve daha nicelerini taşıdı sizlere. 

74'ü taslak olmak üzere 998 yazı ve 7000'e yakın yorum kalacak bu evrende. Ne çok yer kaplamışım. Ne çok sözcük eşlik etmiş gelişimime. Ne çok yürek atmış yüreğimle birlikte. 

Bu yolculukta yanımda olduğunuz ve beni çoğaltığınız için teşekkür ederim her birinize.

Hangi kelimeler anlatır ki içimdekileri dedim, aşk(l)a yazılmış şu satırları seçtim. 


Öyle keyifli öyle sıradan olmayan bir andı ki,
içimdeki çocuk koşmaya başladı rayların üzerinde:
hayalleri bir sahil şeridi boyunca uzun,
bir gün batımı kadar turuncuydu yüreğinde.

Başka bir yolculuğun yol ayrımında daha kavuşmak dileğiyle... 


05 Kasım 2010 / 23.40 / Bursa



Şarkının sözlerini merak ediyorsan yol seni güzel bir yüreğe çıkaracak.

26 Ekim 2010

D/okunduğunda Sızlar Kelimelerim



Gelişine...

Dokundun yüreğime yıllar öncesinin özlemiyle
Parmak uçlarımda uçuşan kelebeklerse aşk
Ve saç diplerimde gezinen bir acabaysa eğer
Aşktı sana hissettiğim

Romanlar okurdum dilini bile bilmediğim
Trenler geçerdi içinden
Çitlerin ardında kömür kokusu
Beyaz sıvalı kerpiç evin penceresinden bakar
Her yıldız gördüğümde ölesiye mutlu ağlardım
Yüzümde turuncu bir gülümseme
Gözümde mor bir inci tanesi
Dokundukça parmak uçların
Kapıları çarpardı yüreğimin
Bir yüreğim olduğunu
Öptüğünde anladım


Gidişine...

Sebepsiz ve sözsüz kalınca elimde bitmemiş bir hikâye gibi hayallerim
Çok dokundu yüreğime gidişin
Yıllar öncesinden parmak uçlarımda kalan sızıydı ardından hissettiğim
Ve o gideşe yüklenen bir nedendi, saç diplerimdeki tanımsız ağrı

Ağrıma dokunma demiştim
Ağrıma dokunma!
Ağrıma gitti sözümü dinlemeyişin
Bir istasyonda içtiğim çorbanın acısıyla yansa da yüreğin
Bir daha o trene binmeyeceğim






.

13 Temmuz 2010

Fotoğrafın Fısıltısı / Yorgun




Bir gündoğumuna bıraktım yarınlarımı bu sabah
Çocukların şen sesleri, ve o bahçe, ve deniz artık bana çok uzak
Akşamüstülerin günbatımlarında buluyorum dünlerimi
Bir içki masasına katık edilen kahkahalar, ve o yağmur ve o çamlık artık bana çok uzak
Geceleri yıldızlara emanet ettim umudumu, kayıp gittiler bilinmeze bir gözyaşı vakti
Beklemeler artık bana çok uzak,
yorgunum anla
çok yorgunum hayat





13 Mayıs 2010

Dile Gelmeyen Veda





Onlarca veda cümlesini yazıp sildiğimde fark ettim ki;
-2006dan beri yaklaşık 800 yazı yazmışım-
yazdığım hiçbir yazımda bu kadar zorlanmadım.

Şimdi giderken,
söylenecek onca söz varken
ve edilecek bir o kadar teşekkür,
sadece hoşçakalın diyorum.

 O hoşçakala neler sığdırmış olduğumu
 hissedeceğinizi biliyorum.

Sevgiyle kalın...


Evren








23:46 Yağmur başladı...

23 Mart 2010

MANİ (DAR) / YÖN BULMACA


Yaşam akıp gidiyordu yollarca
Yönlerin hepsi birer bulmaca
Ben, dışımda akan bütün yönleri çevirdim sana
Sen, benim dışımda kalanlara
Kesişmemiz zor zevgilim
Dünya yuvarlak olsa da
Uzun zaman gerekli sırtları dönüp yola çıktıktan sonra

Eskiden ben akıp giderken sana
Sen akıp giderdin benden daha uzağa
Hızımı artırsam ne fayda
Sen de hızlanıyordun aynı oranda
Geç fark ettim, kusura bakma
Yani sevgilim, bir sepet bul tak koluma
Anladım ki, şu saaten sonra herkes kendi yoluna

Yollar ve yönler çözülmesi gereken bir bulmaca
Bulduğunda, elinden kayıyor kolayca
Akıllanır mı yüreğinde aşk olan
Kapadım gözümü döndüm yönümü aşıka
Annem seslendi ardımdan bağıra çağıra
'Baktın kar havası, eve gel kör olası'


Fotoğraflar  / Joannès Ceyrat


19 Mart 2010

...


Fotoğraf / Christopher F.



bazen kelimeler yetmez
yürektekini anlatmaya


19 Şubat 2010

BİR KADIN DÜŞÜN






Bir kadın düşün şimdi;
Koyu kahpe saçlarını, usturayla budayan,
Ve kirpiklerinden hüzün maskarası damlayan...

Bir kadın,
Ve O'nun yenip bitirilmiş, loş dudakları
"Öyle" bir kadın işte;
Düşlerinin yüzünde,
Kezzap oyukları..

Bir kadın düşün şimdi;
Bileklerini kitap sayfalarıyla yamayan
Ve ucu yırtık bir gecenin koynunda sabahlayan,

Bir kadın,
Suya atmış inandığı bütün muskaları,
Öyle bir kadın işte
Gençliğinin sırtında,
Sigara yanıkları....

Bir kadın düşün, şimdi..
Düşün bir kadın daha hayattan..
Hani der ya şair;
"Mümkünse farzedin yaşamamıştır.."
Tıpkı öylece ;
Düşün!..


Bir kadın daha düşün hayattan..


Üzerine bir roman yazılabilirdi o kadının. Yaşamamış bir kadın üzerine, yaşanmamış düşler adında, yaşanmış onca düşüşün resmi çizilebilirdi; büyük büyük yağlı boya tablolar duvarları süslerdi.

Üzerine bir roman yazılabilirdi o kadının. Yazılmalı da...

Romana değil ama bir öyküye zemin oluşturması için rica ettim dizelerini. Senden değerli mi dedi, sağolsun. Bazı kelimeler insanın kendinden bile değerlidir dedim, duydu mu bilmem. Sözlerim yanlış anlaşılmasın;  kelimeleri yüceltirken, insanın değersizliğine bir vurgu yapmak değildir niyetim.  Aksine; o kelimeler hep var ama o kelimeyi öylesine ustaca bir dizeye katık etmek herkesin harcı değil, usta işi bir parça... Taşı değerli kılan üzerindeki işçiliktir, bir gün ustası göçüp gitse bile taş nesilden nesile daha da değerlenir. Kelimeler de bir parça taş gibidir, yerinde ağırlığı buradan gelir.

Bu şiiri ne zaman okursam okuyayım, nasıl bir ruh haliyle okursam okuyayım sonuç değişmiyor: Ben kalıyorum; öylece sessizce... Elime bir sigara alıp uzanıyorum yatağıma... Düşüyorum... Mümkünse hiç yaşamadığımı farz edip, düşünüyorum.

Bazen kelimelerin gizemli bir dünyası olduğunu ve herkesin o dünyanın kapısını açamadığını fark ediyorum. Hatta çoğu insanın o kapının varlığından bile haberi olmadığını.

Beni düşünmeye iten, düşündüren, düş kurduran ve düşüren bütün kelime sahiplerine, onları bu kadar ustalıkla bir araya getirebildikleri ve bana bambaşka dünyanın kapılarını araladıkları; ve  içeri buyur ettikleri her sefer için, teşekkürlerimi şapkamı çıkartıp önüme koyarak sunuyorum.

Hayatın Ortasından yakalayıp, bazen savurana...
Beni trenle uzun bir Atlas yolculuğuna çıkaran Buraneros'a...
Kelimelerinin hep tanıdık geleceğini bildiğim Nily'e...
Bir çorba içimlik uğradığım Aydan Atlayan Kedi'ye...
Yalnızlığın resmini kelimelerle çizebilen Beenmaya'ya...
Elini uzatmanın gülümsettiğini hatırlatan Uzaklara Giden Kadın'a
Kara bir ağacın bahar olamayacağını fark ettiren Ateş'e...
Perilerin de elinin kalem tuttuğunun kanıtı Efsa'ya...
Bazı sesleri çok derinden gelse de duyabildiğim Deep Sound'a...
Dilsiz düşleri ile hayatı fotoğraflayan Neslihan'a...
Gerekli şeylerin altını gereksizce çizen Yazar'a...
Kaleminin karalığını yüreğindeki aşktan alan Kalem'e...
İnandığı Masalları anlatırken düşündüren Haşim'e...
Kelimelerle dans eden Masalcı'ya...  
Hayatı anlatırken öğreten Sufi Saja ekibinin tontinisine, elasına ve herkesine...
Bu kadar uzun yazıp, bu kadar çok güldürebilen absalom'a...
Kıyılarda taş toplayan a.nur'a....
Saçak altlarında dolaşan Müdür'e...
Yüreğini çizimine yansıtan Pino'ya...
Mutluluk seminerleri ile içimde huzurlara vesile brajeshwari'ye...
Bırak biraz da dağınık kalsın diyen Bekriya'ya...
Yüreğin odaları olduğunu gösteren 7. oda'ya...
Yere bakarken gözlerini gördüğüm idea'ya...
Hayatın masal olduğunu fark ettiren biraz'a..
Düşünen ve söyleyecek sözleri olan Guguk Kuşu'na...
Hayatın bütün günahlarını yüklenebilen Nakhar'a...

Ve aklıma gelmeyip burada adını belirtemediğim, okumaktan keyif aldığım tüm blog dostlarına teşekkür ederim. Sizler dünyama çok şey kattınız...

Hadi şimdi, bir kadın daha düşün hayattan...





Şiirin Orjinal Adı:  Bir Kadın Düşün Şimdi / Teşekkürler adı bende saklı kadın...
Fotoğraf / 1x.com


30 Ocak 2010

DURDUĞUM YERDEN BAKINCA SONSUZLUKTU GÖRDÜĞÜM







Lyambiko çalıyor fonda
Kadın gidiyor
Kar yalnızlık gibi bir kaç gün olunca çekiliyor

Kadın gidiyor
Güneş açıyor
Artık kadın da biliyor sevmenin fazlası da güneş gibi
Bazen yakıyor
Lyambiko fonda çalıyor
Kadın gidiyor

Kal diyen olmuyor
Kadın anlıyor
                               Gidiyor

____________________________________________________


29 Ocak 2010

OYSA YAŞANACAK ÇOK GÜN VARDI

Zamansızsın
Kim için gelirsen gel
Hangi vakit çalarsan çal kapıyı
Zamansızsın


Üzgünüm
Bütün gidenler için


ZAMAN, NEDEN DURUP DURUP VURURSUN Kİ...



Uzun zaman olmuştu, sabahın kör karanlığına uyanmayalı...

Uzun zaman olmuştu sessizliği delip geçen sabah ezanını dinlemeyeli... Bu sabah ilk defa fark ettim ki, sabah ezanını; makamının farklı olmasından öte, derin bir sessizlikte dinliyor olmaktan dolayı seviyorum.

Aklımda, gecenin keyfini sabaha taşıyan sohbet var ve kulağımda hemen ardında çıplak ses okunduğu anlatılan sabah ezanının sesi... Ve sen... Oturuyorsun havuzun hemen yanındaki derme çatma bankta... Ve ben seni seyrediyorum... Seyrederken bile düşlerde geziyorum. Hem seyrederken hem de düşten düşe dolaşırken büyük keyif alıyorum. Çünkü, içinde sen varsın ve ben varım... Gerisi boş geliyor, o kadar doluyuz ki seninle... Şimdi sabahın köründe aklıma neden geldiğini biliyorum: Her ayrılık birbirine benzer ya...

Bir sınır vardır hani, sürekli öteye kaydırırsın, aşk bu; haklısın yeri gelir sınırları bile kaldırırsın ama sonra bir an, tek bir an geçilmez bir sınıra dayanırsın... Kararsız beklersin sınırda, kendini ve onu acıtırsın, bilerek veya bilmeyerek, yaparsın bunu. İsteyerek veya istemeyerek...

İstanbul'da bir ajansta çalışıyordum, ajansın metin yazarı; her sabah koca kara gözlüklerle gelmelerime istinaden; bir sabah uyandığında elinde valizin çıkıp gideceksin demişti. "Demek ki hala zamanı var. Ağlamaktan vazgeç ve o ana kadar yaşa."

Ağlamak yaşamak değil midir diye çok düşünmüş, hiç sormamıştım ona. Eşinden yeni boşanmıştı, acısı tazeydi ve belli ki çok ağlamıştı, gözleri hala nemliydi.

Ah zaman, neden durup durup vuruyorsun ki...
Neden benzer sorularla insanı sınırlara sürüklüyorsun ki...
Neden bir çığlığın; üstelik birbiri ile çelişen en az iki nedeni var ki...
Soru niye olacaktı dimi?
Peki cevabı biliniyorsa sorunun ne önemi var ki!!!
Yani cevabı gerçekten biliyorsan, hani kendine dürüstsen aslında, beklediğin neyin zamanı ki...


______________________Bir Dip Not_________________________

Geçenlerde bir yazıya yorum olarak deneyimlediğim bir şeyler karalamıştım:

İnsan gidebilse, ne gitmeyi düşünür ne de gitmeyi dillendirir, insan gidebilse, gider sadece...

Demek ki zamanı var, beklerken yaşamı es geçme! (Derim ben, ben geçmiştim, kendimden bile vazgeçmiştim, sonrası zor oldu, tutunmak hayata, boğulmamaya çabalayarak çırpınmak hüzün denizlerinde ve yakıp da bitiren bir tutkunun ardından küle dönüşüp, tekrar küllerinden doğmak çok zor olmuştu... Sanırım yaş aldıkça, yaşamayı öğreniyor insan ve en çok öğrendiği de bu oluyor galiba)

______________________________________________________________________
Fotoğraf / deviantART

13 Ocak 2010

SABAH SABAH




Sabah sabah acıyla uyandım güne… Oysa ne güzeldi gecemiz. Sen hiç olmadığın kadar anlayışlıydın bana. Hatta bir ara kalkıp masayı toplamama bile yardım ettin. Bir tuzluk taşıdın ama olsun… Dışarıda yağmur yağıyordu. Loş bir ışık eve huzur veriyordu her zamanki gibi. Evdeki mumlar titrek ışıklarıyla eşlik diyordu gecemize, garip bir tedirginlik vardı mumların ışığında. Fonda o hep tanıdık tını… Mutluydum ben ve sen hiç olmadığın kadar yakındın bana. Yüzümü okşadın önce, elimi tuttun sonra ve ayağa kaldırdın beni. Sıkıca belimi kavradın ve başladık dans etmeye.

Teninin kokusunu çektim içime. Sen baktın gözlerime. Şarkıyı mırıldanıyordun belli belirsiz. Sonra döndürüyordun beni defalarca. Bir şey söylemek istiyordun da sanki sözcükler çıkmak istemiyordu. Müzik bittiğinde beni şöyle bir döndürdün etrafımda. Kendine çektin sonra. Hiç öpmediğin gibi öptün beni. Bir şey olacaktı o gece ben hissediyordum, sen biliyordun. Ama geciktiriyorduk her ikimizde…

Oturduk koltuğun köşesine. Sen sarmaladın beni kollarınla sanki son kez sarılıyormuşçasına. Öptün öptün öptün saçımın her telini. Parmaklarımı, tenimi. Bakışlarını kaçırıyordun hissettim. Sırtımı sana yaslamıştım. Güven duymadığın anlar vardır ya… Hani derdin sen bana “Bir şey söylemene gerek yok, sen gel yaslan bana. Ben senin limanınım bunu hiçbir zaman unutma” Yok bu sefer öyle güçlü durmuyordun arkamda. Hatta kendi bedenimi taşıyabileyim diye geriye atıyordun bedenini usulca. Hem anlaşılmasın istiyordun hem de fark edilsin. Nasıl olacaktı ki bu söylesene bana.

Sonra sen yüzümü yüzüne çevirdin. Baktın gözlerinle söylediğini ben anlatayım diye yalvardın bana. Bildik bir cümle döküldü dudaklarından belli belirsiz. “Sen çok iyisin… Sen bana karşı her zaman sabırlı, her zaman anlayışlıydın” Sustum sadece ve susmanı diledim sessizce. Sen sustun. Bir şey söylemeyecek misin dedin. Hiçbir şey söylemeyecektim. Ama içim haykırıyordu avazım çıktığı kadar; bağır bağır bağırıyordum ben sana. Ama kıyamazdım ki sana. Sesimi yükseltip incitemezdim ki erkeğimi. Sustum. Bir an önce o kapıdan çıkman için yalvarıyordu gözlerim.

Sen fark etmedin ama o son bakışında: Elimi tuttun, avucuma bir şey bıraktın. Al bunu koy yüreğine dedin. Unutma beni. Öyle parlaktı ki o anda ne olduğunu anlayamadım. Aldım yüreğime koydum. Bir ağrı saplandı anlayamadım. Ben acının nerden kaynaklandığını bulmaya çabalarken… Çıktın. Sen gidince mutfağa attım kendimi, bulaşık yıkadım önce, sonra mumları söndürdüm ve ışığı açtım en parlak haliyle. Etrafı topladım. İçimdeki sesi duymamak için müziği en sonuna kadar açtım. Geceydi, geç olmuştu ama umursamadım. Neden sonra anladım, avucuma bıraktığın her neyse yara açtı içime. İçimde açılan yaranın çapı küçük olsun, yüzeysel olsun bir de çok acıtmasın diliyordum sadece.

Öyle olmadı… Günler geçtikçe derinleşti yaram. Acısı oturdu yüreğime. Yüreğim atmadı sonra bir ara. Kanım çekildi. Günlerce yatağımdan çıkmadan bekledim sessizce. O günden sonra… Sesin sesime değmedi… Yüreğin yüreğime… Tenin tenime…

Günler sonra bir sabah uyandım ben içimde tarifsiz bir acıyla...
Ne oldu, bu da nereden çıktı derken...
Bir şiir geldi aklıma;

“Eski bir aşk, yeni bir ayrılıktır her zaman.
Bunu kuşlar sorar, yıldızlar da anlatır;
kimse bilmez be canım
bir yara bir ömrü nasıl kanatır” (*)





__________________________________________________________
Fotoğraf
(*) Yılmaz Odabaşı – Bir Aşk Yara
İlk Yayın / Ocak 2009

12 Ocak 2010

KAR/ANLIK ÜRKÜTÜR


Karanlık ürkütür. Sessizliğin yankısını duydun mu sen hiç? Ben duydum... Kar yağıyordu. Kar zifiri karanlığın orta yerine usul usul düşüyordu. Her düştüğünde cılız, ürkek bir sessizlik büyüyor, büyüyor, beni yutuyordu. Gözlerimi açtım, gözlerim acıyordu... Sen gitmişitn... Gitme bile diyemedim. Kar yağıyordu.




Kar yağarken gitme
Dilim üşür
Sözcüklerim buz keser
Kal bile diyemez ellerim
Gidersen kaybolurum,
İz süremez gözlerim
Gitme..
Kaybolur karda izin...
Ü/rk/ş/ütür kar/anlık
Sıcağın bu kadar uzaktayken
Gitme...
Kar yağarken
Kal diyemez yüreğim.






_____________________________________________________________
Fotoğraf / let it snow. by ~julkusiowa


01 Kasım 2009

Susturdum İçimdeki Sesleri Söz Yağmurun

 bazen kelimeler yetmez yürektekini anlatmaya...

Yazdığım onca taslak içinde gezindim dün gece; geçmişin tadını da, kendi tadımı da, aşkın tadını da yeterli bulmadım yayınlamaya.  Bir mektup yazdım geçenlerde yitirdiğim bütün aşklara, başka bir zamanda anneme, bir kaç zaman önce bir de kendime; yok olmadılar onlar da istediğim tadda... Ne bir serzenişti kelimelerim ne de mutluluğun tadı vardı satır aralarında. Yaşamın tadı da yoktu bugünlerde; oysa iki önemli konu vardı üzerine yazmak istediğim; omuzlarımıza yüklediğimiz gereksiz yükler ve hayatımıza aldığımız insanları değiştirmek üzerine ama istediğim kıvamda çıkmadı kelimeler... Bir şiir denedim ama olmadı... Bir öykü başladım, iki bölüm gitti, henüz serimdeydim ama tıkandı... Yazılmış kelimelerden bile tat almayınca, anladım,  içimin tadı yoktu aslında.

Yepyeni bembeyaz bir sayfa açtım. Başladım kelimeleri serpiştirmeye orta yere. Saçıldılar, dağıldılar, anlamsızlaştılar... Neden bilmem yetersiz kaldılar içimdeki duyguyu anlatmaya. Yazdıklarımı silmedim, taslak yapıp bıraktım hepsini yarım yarım... Belki artık mola zamanıdır dedim kendime. Belki içimdeki bütün sesleri susturup yağmura bırakmak gerek sözü... Dinlemek biraz onun uzaklardan getirdiklerini. Kendine yüklediklerini almak sırtından teker teker... Anlamaya çalışmak içine sığdırdıklarını. Biliyorum, kendi sırtımdaki yükleri de bırakmalıyım yol kenarından akıp giden yağmura ve içimdekileri dökmeliyim camda iz bırakan damlarara, izin vermeliyim gözümün yaşına, karışsın yağan yağmura...




Kelimeler yeniden anlamını buluncaya kadar ya da tamamlanıncaya kadar taslaklar; ıslanayım yağmurlarda... Sırıl sıklam bir aşığın gülümsemesini de alarak yanıma, terk edilmiş çocuk bahçelerine döneyim yüzümü...Belki şimdi çocuk seslerine hasret ahşap salıncakta kuru bir yaprak olmak gerek bir başına ve sallanmayı beklemek rüzgarda...





Rüzgar esmezse yapacak bir şey yok ama eserse gene görüşürüz buralarda...


______________________________________________________
Fotoğraf /  sonrası eskimişlik @ Neslihan Öncel

03 Eylül 2009

YÜREK ALIP GİDER BAŞINI

Söyleyemediğin yalanların ağzında büyüyüşünü seyrediyorum kaç zamandır
Perde arkasındaki silüetini görmesem,
Bilmeyecektim çalan kapılara pencerenden baktığını...

Şimdi bu yürek alıp gidiyor başını,
Neden diye sorma...
Bazen yürek alıp gider başını, dönmemecesine...
Üzülme, şaşırma sakın...
Düşün üzerine...
Bazen bir kapıyı sıkıca kapatmak gerekir içeriye bir karanlık sinsice sızmaya çalışmasın diye...

Gidiyorum haberin ola, sonu ya baharın, topladım hamağımı usulca.
Mürdümlerde kalmadı artık dallarda, bir kısmını börtü böcekler yedi bir kısmını göçebe kuşlar...
Zaten ne kalıcı ki şu hayatta...

Şimdi bir iz kaldıysa
Anlayana anladığı kadar...
Anlamayana;
Evet, bu bir veda...


___________________________________

bazen gitmek gerek, bazen kalmak...
şimdi gitme zamanı seni sana bırakarak
başka benli zamanların olacak, senli halini tamamlayan
gelip geçici desende
gelip geçen de bir iz bırakır anda
ve her an önemlidir
unutma!
kısacık bir andır tüm günü hayaliyle kuşatan
ve bir hayaldir tutunduğumuz, hayatta bizi dimdik ayakta tutan...

Şimdi bu yürek alıp gidiyor başını,
Neden diye sorma...
Bazen yürek alıp gider başını...

Güzeldim ya ben o gece, o masada, o mum alevinde...
Mum söndü biliyor musun...
Üstelik henüz üflememiştim...

03 Mart 2009

TEŞEKKÜR VE VEDA





42 yıl devlete hizmet etmek ve sevilmek, sayılmak...

Hikayesini uzun uzun anlatırım bir gün hem annemin hem babamın... Köyün ilk okuyan çocuğu babam... Öğretmeni tutmasa elinden ve 130 km. ötedeki ilçeye götürmese babamı, yatılı okula kaydettirmese kafası çalışıyor diye... Bambaşka bir hayat yaşıyorduk şimdi biz.

Annemi bulması ve hayata birlikte tutunuşları ise apayrı bir roman olur.

Dedem İsmet Bey'siz sofraya oturmazdı. Öyle gurur duyardı oğluyla.

Kızı olarak, Üniversite'den ayrılırken arkasından hep benzer cümleleri duyduğumda rahmetli dedemi biraz daha anladım.


Baban insan gibi insandır...

Babanızın bana çok hayrı oldu. İyilikleri saymakla bitmez...

O kadar çok hayır duası almıştır ki, hocama bir şey olmaz...

İsmet Bey harikadır...

İsmet abisiz biz ne olacağız bilmem ki...

Babam o benim, ötesi yok...



Bildiğiniz üzere, geçtiğimiz haftalarda sürpriz bir şekilde hastanedeydik.

Çıktık dün itibarıyla, artık evdeyiz... İYİYİZ




Bugün bu satırlarda babamın devlete 42 yıl, Uludağ Üniversitesi'ne 34 yıl hizmet ettikten sonra veda edişini aktarmak istedim.

Desteğiniz, dualarınız ve sevginiz için hepinize TEŞEKKÜR EDERİM.





_________________________________________________________________

VEDA...

Üniversitenin Değerli Mensupları,

İstanbul Üniversitesi, Bursa Tıp Fakültesi iken, 1975 yılında göreve başladığım üniversiteden 26 yılı Tıp Fakültesi Sekreteri, 8 yılı Genel Sekreter olarak çalıştıktan sonra 22.03.2009 tarihinde yaş haddinden emekliye ayrılmam kaçınılmazdı. Ayrılık zamanı gelip çattığında, düşüncem, mümkün olduğunca herkesi ziyaret edebilmekti. Rektörlük tarafından düzenlenecek emeklilik töreninde bir araya gelmeyi arzu ederken, teşekkürlerimi veda konuşmamın sonunda sunmayı planlarken, sizlere bu şekilde seslenmek durumunda kaldım.

Üniversitede çalışmaya başladığım ilk günden bugüne 34 yıl süren Uludağ Üniversiteli olma yolculuğumda, dostluklar edindim, rahmetli bir dekanımızın ön görüsüne uygun olarak üniversitemize öğrenci olarak girip çeşitli kademelerde yönetici olan seçkin bilim adamlarıyla çalışma şansı yakaladım, genç kızken girip anne olan, delikanlılığını geride bırakıp sorumluk alan çalışma arkadaşlarım oldu. Kimi baba dedi, kimi abi, kimi hocam dedi. Bana sorsanız bugün hangisi olmak istersin diye ben tereddütsüz hepsi derim. Çalışma hayatım boyunca, benim de kendilerinden çok şey öğrendiğim saygın bilim adamı hocalarım oldu. Değerli çalışma arkadaşlarımın hepsine teşekkür ederim.

Devlete hizmet etmek için başvurduğumda hem iyi hal kağıdım hem de sağlık raporum bu işi yapmak için uygun olduğumun göstergeleriydi. İyi hal kağıdımla ilgili her hangi bir sorun yoktu. 42 yıl sonra emekli olurken, sağlıklı olup olmadığımı anlamak ve emekliler kervanına kabulüm için sağlık raporu almak – genel bir tarama yaptırmak üzere hastaneye başvurdum. Eskilerin tevekkül sahibi dedikleri adamlardanım aslında… Sağlık taraması sırasında geçtiğimiz hafta yapılan tetkiklerde, ameliyat olmamı gerektiren bir durumla karşı karşıya kalınca beni yakından tanıyanların bildiği üzere, sonuca odaklı çözüm adamı olduğumdan hocaların planladığı ameliyat tarihini derhal kabul ettim. Böyle bir kararın sonucunda da ben sizleri ziyaret etmeyi planlarken, sizler beni ziyaret etmek durumunda kaldınız.

Rahatsızlığım süresince ziyaret eden, başımdan hiç ayrılmayan, gerek telefon gerekse çiçek göndererek yanımda olduğunu hissettiren, çok uzaklarda olsalar da dualarını esirgemeyen tüm dost yüreklere teşekkür ederim. Değerli hekimlerimizin ve ekip arkadaşlarının özenli tetkik, tedavi ve bakım süreci sonunda, hayata devam raporumu alarak emekliliğe adım atıyorum. Herkese sağlıklı bir yaşam ve emeklilik hayatı diliyorum.

Saygılarımla ve Sevgilerimle…

02.03.2009
İsmet Topuz
Genel Sekreter

__________________________


Fotoğraf / flowers by Giorgio Lorcet