26 Şubat 2024

Mutluluk ve Mevsimi Geldi Susadım Aşka



Akşam üzeri

"Gidelim bence, sen hazırlanabilir misin?
"Arabayı kaçta alacaksın ki?"
"En geç 7"
"Süper"

Eve gidip hızlıca mutfağa giriyorum. Kereviz zeytinyağlı olacak, elbette mandalina, portakal ve limon sosunda ağır ağır, içine çeke pişecek ki, parmakları koruma altına alman gereksin.  Brokoli haşlanacak sarımsaklı bol limonlu bir sosla tadın arşa çıkması diye bir şey var ve bence, rakı ile muazzam bir uyum bu. Karabuğday için otlar yıkanıp, kısırımsı yapılacak, neden çünkü sağlıklı beslenmek de önemli. Şöyle dinlendirilmiş, olgunlaştırılmış, yağı yerinde bir Ezine de ekleyelim ki, göz yaşına eşlikçi olsun. Sabah için  kahvaltılıklar, şarap yanı peynirleri, meyve, çerez... Son kontrol noktasında rakı, şarap, ne olur olmaz viski, bi kaç bira, güneş yakarsa diye... Gerisi zaten mavişte. Bence hazırız! 

Gün batıyor, gizli noktamıza 20.20 gibi varıyoruz. İlk gece rakı için sofra kuruluyor. Isıtıcıya bir kaç odun ve hazırız. Serin bir göl esintisi, durgun sularda uykuya çekilmiş kuşlar ve bulutu efkarlı gökyüzü... Fonda en sevdiğimiz TSM şarkıları... 


Sabah iki alev topuna açıyoruz gözleri... Açı desen yattığın yerden gördüğün. Gün şahane doğuyor. 



Tuvalet manzaramız paha biçilemez, siz onu bir de gün batımında görün. Burası Uluabat Göl'ünde yer alan Eskikaraağaç Köyü... Namı diğer Leylek Köyü... 

Cumartesi

Sabah günün ilk ışıkları ile rotayı Karacabey Boğaz'a çeviriyoruz... 

Köprü üstü geçişte kısa bir mola, sana sunulan hayatı içine çekme ve şükretme.
Çünkü mutluluk tam da bu!
Yolda olma, yolun farkına varma... 









Ihlamur ormanını, Longoz ormanlarını, boğazı ve asfalt yolu geride bırakıyoruz.  Satıhlı toprak yoldan ve sahil boyunca ilerliyoruz. Açıklarda batan yük gemisi ile ilgili arama kurtarma çalışmaları tüm yoğunluğu ile devam ediyor. Kurtarma ekipleri, jandarma ve bazı gönüllü aş evleri bölgede. 




Dereyi de geçiyoruz geçmesine ama yol ileride çökmüş ve epey derin bir çamur var... Arazi aracı gerek. Vazgeçiyoruz. Az geride gördüğümüz, bir yanı uçurum olan noktaya varıyoruz Kahvaltı için hazırlıkları yaparken, helikopter ve bot sesleri yükseliyor, hemen önümüzde dalgıç ve kurbağa adamlar hararetli bir çalışma yapıyor. Uzaktan ne olduğunu anlayamıyoruz. Bir süre sonra sahilde kıyı tarama yapılacağını öğreniyoruz. Çok nadir araba geçiyor, zaten 5 araç geçtiyse gün boyu 4'ü AFAD ya da JAK. Sessiz ve ıssız bu noktada gece konaklayacağız. 


Gün batımına biraz daha hakim bir noktaya taşıyoruz evimizi... #yolda2yolcu olmak ve evinin sırtında olması bazı lüksleri de beraberinde getirmiyor değil. Bu akşamın eşlikçisi şarap... Bu saatlerde bizi yormayan ama damağımızı şenlendiren soğutulmuş Blush tercihimiz oluyor. Biraz peynir, soslu bir makarna, pek ala! Fonda jazz... Marmara adası karşımızda, sohbet öyle güzel ki! Kaç ada gördükten başlayıp, bir sonraki rota planına uzanan, gidilmiş ama akılda kalmış rotalardan, daha uzak diyarlara hayallere kadar koyulaştıkça derinleşen, derinleştikçe güzelleşen bu sohbete doymak mümkün değil. 





Gece 23:00... Uyumak için tüm hazırlıkları yapıyoruz, dişleri fırçalamak için kapıyı açarken fark ediyorum ki, çakallar gelmiş yanımıza, uğulduyorlar, dış ışığı açmamla birlikte kaçıyorlar, öyle derin bir sessizlik hakim ki... "Ay dolunay, sessiz gecede" diye mırıldanıyorum. Ay ışında deliksiz bir uyku uyuyoruz. 

Pazar Sabahı

Sabah 7 gibi uyanıyoruz, bizim tarafta günün aydınlanmaya niyeti olmayınca biz de güne doğru yürüyoruz. Sabahın bu şafak vakti hallerini seviyorum. 
Renklerin oyununu, doğanın seslerini, insanın iç huzurunu... Seviyorum. 







Erkenciyiz.  Yola çıkmaya,  vakti ile eve gitmeye niyetliyiz. Belki dönüşte sahilde bir kaç bira-fıstık keyfi yaparız diyoruz. Yola çıkıyoruz. 

Sahil tatsız, gri bir gökyüzü ve 15 derece olmasına rağmen titreten bir esinti... Bira dediğin güneşte , sıcak tenine işlerken, soğuk soğuk içilmeli, anlayacağınız bizim için keyif işi.

Vazgeçiyoruz. 

Yol kendi sürprizini hazırlar nasılsa..

Bayramdere'yi geçerken sağdan ayrılan  yol üzerinde bir tabela bizi cezbediyor. Yarış Köyü iç yolu üzerindeki gölete gitmeye niyetleniyoruz. Yol tabi ki bozuk ve dik ve çamur ve baharın gelişine erken uyanan çuha çiçekleri, sarı çiğdemler ve mor yıldız çiçekleri ile bezenmiş... Orman yolu tüm ıslaklığı ile bize kucak açıyor ve nihayet gölete vardığımızda güneş bize yapacağını yapıyor. Gönlümüz resmen çalınıyor. Bile isteye teslim oluyoruz. Hızlı bir menü çalışması, soğuk biralar ve güneş... 

İçimiz ısınıyor... Gün dediğin böyle biter... 
Güneş dağın arkasında yavaş yavaş batıyor. 
İşte şimdi tam da vakti geldi dönmenin...
Her şey vaktini bekliyor, senin niyetin de önemli elbet ama 
akışına bırakabilirsen, 
vakti gelince, 
olması gereken, 
olması gerektiği gibi oluyor. 











***


Mutluluk...
Gün batımında şarap içmek, gün doğumuna doğru birlikte yürümektir.
Mutluluk...
 Heyecanla yolda olmak, şarkılar eşliğinde yolculuk yapmaktır.
Mutluluk...
Değerini bilmektir yaşamanın!
ve teşekkür etmek!


***

14 Şubat 2024

Sevmek Üzerine

Çok laf edilir belki, hele de günlerden bir gün ilan edilmişse... Farklı rivayetler var elbette. Bir kaç klavye marifeti ve google yardımı ile; buyurun çıkış noktasına... 


14 Şubat ile romantizm akımını ilk defa birleştiren isim, İngiliz şair Chaucer'dir. Şair 14. yüzyılda yaşamış, kuşların eşlerini seçtiği tarih olarak 14 Şubat'ı gözlemlemiştir. Bu nedenle o günlerden günümüze 14 Şubat Sevgililer günü hikayesi olarak Chaucer'in romantik bakış açısı anlatılır.

*** 

Aziz Valentine, insanları evlendirmeye devam ettiği için tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak sopa ile dövülerek öldürüldü. Valentina Milattan sonra 270 yılının 14 Şubat'ında da Hıristiyan şehitliğine gömüldü. O gün itibariyle Sevgililer Günü'nün kutlandığı ifade edilmektedir.


***

Bizim kuşak aşk ile sevgi karşılaştırmasında, sevgiden yana tavrını bir filmle ortaya koymuştur. 1977 yılında usta yönetmen Atıf Yılmaz tarafından çekilen film herhalde coğrafyası ve kültürü ile harmanlanan en başarılı "aşk" filmlerinden biridir. Cengiz Aytmatov'un "Kırmızı Eşarp" adlı eserinden uyarlanan efsane Yeşilçam filmi ile büyüyen bizler için "Sevgi neydi? Sevgi emekti" repliği kıymetlidir. Cahit Berkay'ın tınısı kesinlikle neredeyse kusursuz bir uyumla fondadır ve belki de derin derin her bir sahnenin hafızamıza mıh gibi kazınmasında en az oyuncular ve replikler kadar payı vardır. Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin... Diğer adıyla Asya, İlyas ve Cemşit... 





Yüreğinin sesine kulak vermek bir el mesafesindedir. Filmin bir sahnesinde İlyas'ın bakışlarından süzülen tek bir replik ile aşkla aşka koşar Asya... Ne kural tanır, ne engel. Uzatılan ele koyar yüreğini... 

Final sahnesi vurucudur! Kıymetini bilenin de hem fikir olacağı kesin olan, sevmek ve elbet güvenmek galip gelir. 


***

Yeğenle oturmuş, erken yaşta yaptığı ve yıllar sonra henüz çocuk olmadan ve çok geçmeden boşanma ile sonuçlanan evliliği üzerinden konuşurken... "güvenmek öyle kıymetli ki, sevmek kadar, ve biliyor musun yüreğin aşkla çarpıyorsa yaşamaya, aşık da olursun sonunda" derken buldum kendimi. Gözleri pırıl pırıl baktı eşim bana... "yüce gönüllüm" dedi. Ne çok seviyorum bu "etiketi" bilemezsiniz. İlk defa duymuyordum ve ilk duyduğum zamanlara kıyasla daha çok benimsiyordum. İnsan 50 yılı geride bırakınca, kendine ait olan ve olmayan tüm "etiketleri" ayıklamayı, onu huzurlu kılan, mutlu eden, sevgiyle, coşkuyla uyanmasına sebep hallerine sarılıyor. Okşuyor, takdir ediyor ve elbet sabahları aynada kendinden bir makas alıp "aferin" de çekiyor ki, bunun ne kadar kıymetli olduğunu ancak yaş kemale erince fark ediyorsunuz. Çocukluğun anne baba onayı, arkadaş, dost, kanka onayı, okulda öğretmenin takdiri, işte patronun takdiri falan solda sıfır o kadar diyeyim size... İnsanın kendi değerlerinin farkına varıp, kendini sevmesi kadar anlamlı bir şey yok hayatta. Beğenmişlik değil sözünü ettiğim, kendini işleme, kendindeki iyiyi ve elbette eksiği, kötüyü, fazlayı fark etme. İnsan kendi kıymetinin farkında olursa, karşısındakinin de hakkını veriyor. "Ayna ayna söyle bana" daki en güzel ayna da insanın sevme biçimi oluyor.

***

Hayatı sevince bence o da seni seviyor. Yaşadığın anların kıymeti senin kıymetini parlatıyor. Sen bazen ve çoğunlukla günlük rutinin içinde koştururken biri çıkıp "değdiğin her şeyi güzelleştiren arkadaşım" diyor, sen gülümsüyorsun, bu etiketi de alıp bir kenara koyuyorsun. Sonra biri çıkıp "bu ne öfke yakışıyor mu" diyor.  Öfkeni alıp haklı taraflarını elde tutup, fazlasını törpülüyorsun. Öfkeni de zamanla seviyorsun. Oysa  "inatçı" etiketini yıllarca taşımışsın, üstelik derdin inat değilken. Şimdi seviyorsun, fazlasını bıraktın çünkü yolda. Zamanla gözyaşını, umutsuzluğunu, kahkahanı, sesini, kelimelerini... Seviyorsun sen olmayı ve olduğun gibi sevmeyi kendini. Tozunu ala ala ilerliyorsun, yaşının verdiği olgunluğa, içindeki muzip, seksi, oyunbaz ve cilveli'den dozunda ve yerinde eklemeler ile her güne, o gün ilk sabahınmış gibi uyanıyorsun... Seviyorsun yaşamayı, ne sevmesi canım, düpedüz YAŞAMAYA AŞIKSIN!

***

Ezcümle demem o ki, 


Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 

***

Nazım'a ve tüm yaşam ustalarına SAYGIYLA...


21 Ocak 2024

Sığacık, F100 ve Hayat


Pazartesi günü çözülmesi gereken resmi bir işlem için İzmir'de olmamız gerekince, cuma öğleden sonrayı da kaytarıp yola çıkıyoruz. Maviş hayatımıza girdiğinden beri durumumuz bu, biz yolda olmayı onunla daha da çok seviyoruz. 

Orhanlı Köyü'nde emeklilik hayallerinin yeşereceği toprağımızda suyu çıkarttık, motor denecek cumartesi günü, elektrik zaten bağlanmıştı. Kolay işler değil, hele de uzaktan. Bulacağız elbet çaresini. 



Geceyi Doğanbey, Sakız Ağacı mevkiinde geçirmeye karar veriyoruz, Yazın adım atmaya yer olmayan sokak neredeyse boş, salaş balıkçılarda bir iki masa dolu ancak. Onları geçip, uygun bir yer buluyoruz mavişe. Denize sıfırız. Gün doğumu için heyecanlı. Gece sert geçecek, bahar tadında geçen Kasım, Aralık aylarından sonra nihayet kış kışlığını yapacak gibi. Bu gece -1'i görecekmişiz. Donanımımız iyi, yine de kat kaloriferine bir iki fazladan odun atılacak belli. Teknoloji nimetinden faydalanabildiğinde konforu arttıran bir şey. Rus menşeili araç ısıtıcısını ayarlıyorum. Tedbir olarak eksi derecelere dayanıklı uyku tulumu da hazır. Sofrayı kurup, gecenin açılışını yapıyoruz. Loş ışıkta, uzakta tahmini olarak Özdere ve Çukuraltı ışıklarını görerek yemeğimizi yiyoruz, eşlikçimiz Tuborg Frederik Yakıma Ipa;


"Tuborg’un ilk brewmaster’ı Frederik anısına yapılmış, ABD’nin Vaşington eyaletindeki Yakima vadisinin şerbetçiotlarıyla üretilmiş. India Pale Ale tarzında,6.5 derece alkollü ve 35 santilitrelik şişede. Buğulu turuncu renkte, bol ve yoğun köpüklü. Çam iğnesi, turunçgiller ve tropik meyve çağrışımlı aromalara sahip. Ağızda ferahlatıcı, körpe ve buruk. Yüksek alkol hafif bir keskinlik vermiş. 6-8 derecede yudumlanmalı, baharatlı atıştırmalıklar ve yemeklerle tercih edilmeli."*


5 yılı aşkın süredir, karavanla seyahat edince, bir de dededen aşina genlerin yardımına eli çabukluk eşlik edince, sofranın nerede kurulduğunun bir önemi olmaksızın, ne yenecek meselesine odaklanarak hazırlanmak benim için en fazla 1 saatlik bir hazırlık demek.

Baharatlı tavuk dürümlerde kırmızı soğan ve avokado sos lezzet artırıcı bir unsur, temiz içerikli patates atıştırmalığı ise gecenin bonusu, bir de tabi ki kabuklu fıstık, bizde biranın illaki eşlikçisi. 

Uzun yıllardır, özellikle yurtdışı gezilerinden edindiğim damak tadım, özellikle birada beni IPA ve turunçgiller konusunda ikna etti, seviyorum. Severek içiyorum, bira içer gibi değilim, özenli ve tatmin edici bir lezzet kalıyor bende. O lezzeti seviyorum. 

Gece tahmin edildiği gibi ısısı yerinde, konforu abartısız geçiyor. Sabahın ilk ışıkları için uyanık olmak bizim için dert değil, bünyeler zaten gece 11 - 12 gibi uyumaya ve sabah 6-7 aralığında uyanmaya alışık. Keskin soğuğun ensemizde olduğu bir sabah yürüyüşü için Maviş'ten ayrılıyoruz. Niyetimiz sabah yürüyüşünden sonra güneşi doğurmak ve güne böylece erken başlamak. Hemen sokaktaki çocuklardan ikisi yanımıza geliyor. Kuyruklar dostça salınıyor, eldeki mamalar onlara ikram ediliyor. İlk tanışma önemli. Beraber yürüyoruz. Kendi bölgelerinin sonuna gelince yükselen seslere kulak kabartıp bize eşlik etmeyi bırakıyorlar. Akıllılar,  durduk yere riske girmiyorlar. 



Güneş denizin içinden tüm muhteşemliği ile başını kaldırıyor, ah o uyanış hali, o gökyüzünün selama duruşu... Ah içimin kelebekleri... 

Gün planlandığı gibi gidiyor,  kahvaltıya yumurta bile denk geliyor, tam saatinde olunması gereken yerde olunuyor ve su beklendiği gibi hayat vermek üzere, yer yüzüne sorunsuzca çıkıyor. Yüzümüzde bir gülümseme, hayaller bir kez daha göz önüne seriliyor. Bu heyecan bizi epey bir süre idare eder gibi görünüyor. 

Akşam için farklı bir yer düşünsek de dönüyoruz dükkana, bizi misafir etmek konusunda cömert olan mevki bizi bekliyor. Sabah kahvaltısı için unutulan yumurtalar, açık olan karavan kapısından kafasını uzatarak, "yumurta ihtiyacı var mı?" diye soran Hüseyin abidendi. Kabul etmek gerekir ki, önemli bir krize Allah tarafından gönderilmiş bir elçiydi. Kap ona lazım olur diye düşünüp, akşam üzeri yürüyüşünü bahane edip, kendisine imdada yetiştiği için teşekkür etmek istiyoruz. Gezen tavuğun yumurtasının lezzeti ise tartışma konusu bile değil. Hüseyin abi bizi kapıda karşılıyor, eşi Mualla Hanım da hemen peşi sıra geliyor bahçe kapısına, hava sert sert esiyor, üşünmesin ama sohbet de kesilmesin diye, içeri davetini kabul ediyoruz. Ama olmaz ki, açma pırasalı Arnavut böreği fırından tam da bu saatte çıkmaz ki. Yanına çay, bir de dumanı üstünde kabak tatlısı ile akşam üzeri şöleni diye buna diyoruz. 



Yunanistan ve Makedonya'dan başlayan göç hikayeleri eşimin Bulgaristan göçmeni kökleri ile bir olup uzun soluklu hikayelerin anlatımıyla öyle derin, öyle ince konulara geliyor ki, bu ekip arasındaki sohbetin uzun zamanlara ihtiyaç duyacağı sinyallerini de veriyor. Telefonlar alınıyor, bir sonraki ziyaret için sözler veriliyor. Tam çıkarken bahçenin sol yanında yerini alan, tüm çekiciliği ile göz kırpan Ford kamyonet işin seyrini tamamen değiştirebilir mi zaman gösterecek ama sohbetin kapı önünde devam etmesine sebep olduğu gerçeği su yüzüne çıkıyor. Sohbet bu sefer de Ford'un hikayesi üzerinden epeyce bir sürüyor. Fotoğraflar çekiliyor, temenniler iletiliyor. 

Bu akşam şarap gecesi... Maviş sımsıcak ve günün popüler söylemi ile "cozy" olan gece için ideal bir mekan oluveriyor. Loş ışıkları, fonda jazz geceye eşlikçi hafif lezzetler ve baş rol oyuncusu, "Diren" Muhabbet Öküzgözü Rose ile mekan hiç bir şeye değişilmez bir keyif sunuyor. Ambianssa ambians!



Sabah gün doğumu ritüeli ile başlıyor, pek sevdiğiniz Sığacık Pazarı için epey sert bir hava, -1 ile gün başlıyor. 8 dereceleri göreceğimiz gün ortasına kadar mezarlık önü, kale ve liman manzaralı mekanda ön sırada yerimizi alıyoruz. Geç kahvaltı için hazırız. Köy pazarından alınmış otlar ve dalından portakal sabahın lezzetleri olarak masada yerini alıyor. Kahve için dışarısını tercih ediyoruz, güneşin ışınları banyoda yüzde çarpan su gibi, içimize ferahlık veriyor, bu banyo bize iyi geliyor, hatta eşim bir ara 15 dakikalık bir kestirme ile kendini ödüllendiriyor. 



Öğle saatlerine keşkek yemek üzere eski kale sokaklarında gezintiye çıkıyoruz. Nuran abla bize göre bu civarın en iyi keşkeğini ve kalbura bastı tatlısını yapıyor. Onda alıyoruz soluğu, bir süre sonra tezgaha yardım ederken buluyorum kendimi. Maaş peşin,  yan tezgahtan gelen zeytinyağlı yaprak sarmanın ekşisi de sevdiğim gibi. Sohbet, muhabbet derken saati üç ediyoruz. İzmir için hareket saati. Gece orada geçecek,  konforu artırmayı hak ettik. Sabah işleri hızla tamamlayıp akşamı etmeden varmak istiyoruz Bursa'ya. Üstelik planlar tutarsa yolda bir de ziyafet var.  

Öyle de oluyor... Zaman da gün de bize arka çıkıyor.  Her şey olacağına varıyor.  Ziyafet de tam ağzımıza layık bir çevirme ile günü şölene çeviriyor.




* Bilgi, https://degustasyon.net/ sitesinden alınmıştır.  

11 Ocak 2024

Anlamakta Zorlanıyorum


Bugün bir  şeye şahit oldum, instagram sabah rutini ziyaretlerimden birinde, epeyce takipçisi olan, görece rahat bir yaşam süren bir kadının kendine ait olmayan kelimeler ile çektiğini sonradan anladığım "özendiren" içeriği bir süre sonra karşıma bir kez daha farklı bir hesapta çıktı  ve fark ettim ki o beylik lafların hiçbiri kendine ait değilmiş. Üstelik bunu belirtmediği gibi, o içeriğe gelen övgülerin tamamını üstüne almış. 

Anlamakta zorlanıyorum... 52 yaşındayım. Emek harcamadığım hiç bir şeye benimmiş gibi yapmadım... Bu bir kelime de olur, 300 sayfalık bir rapor da, bir fotoğraf da olur, bir çizgi de, bir yemek de olur, bir içecek de... İnsanlar ne kadar kolay "mış" gibi yapıyor ve yaşıyor. Ağırlığı çökmüyor mu üzerine mesela günler sonra, "haksızlık" değil mi bir  başkasının emeği üzerinden geçinmek. Hadi boyut değiştirelim, farklı bir yerden bakalım, "haram" değil mi? 

Anlamakta zorlanıyorum... Yaşımdan bağımsız ve öte... Emek harcanmamış bir sevgi, bir yemek, bir iş, bir dostluk, bir hobi, bir uğraş... Ne verebilir ki bir kişiye... Almadan vermek, dolmadan boşaltmak nasıl bu kadar kolay ve ağrısız olabilir ki! Yüreğim sıkışır gibi geliyor bana, nefes alamazmışım, donup kalırmışım bir gün biri fark ederse, utanıp, başımı eğermişim, bir daha hiç kaldıramazmışım gibi geliyor. 

Anlamakta zorlanıyorum... İçimin hayat dolu arzularının farkındayım, kimine ulaşıyorum kimi öyle uzağımdaki hayalini bile kuramıyorum. Bir başkası ulaşmışsa, içim aynı coşkuyla  dolup taşıyor, "helal olsun" diyorum. Kıskanma duygusu olmayan biri olarak, özeniyorum elbet ama çok da üzerinde durmuyorum. Çünkü biliyorum ki, her insanın tepsisi farklı bu hayatta. Kimde ne var, hayat nasıl bir paketle geliyor biz seçmiyoruz. Ama iyi olmayı, hakkı teslim etmeyi, dürüst olmayı, yardım sever olmayı, gülümsemeyi... Biz seçebiliriz. İyi olabiliriz. Olmak için çaba harcayabiliriz. 

Göçüp giderken birileri gerçekten ve inanarak ve gözleri dolarak "iyi" diyebilir bizim için. 

08 Ocak 2024

Kaçış


"Buradayım. Beni sağaltan yerde." demiş ve bırakmışım. Kim bilir neden? Tarih: 16.12.2023, öğle saatleri. 

Günler sonra; şu paragrafı yazıp yine bırakmışım. Muhtemelen tetkik için gittiğim doktorun raporu yazış biçimine özenmişim. Sonra da kalemli ultra tabletimde bu satırları yazmışım. 

"Rapor yazan hocanın elindeki cihaza ihtiyacım var. Ben konuşuyorum o yazıyor. Hatta ben düşünüyorum o yazıyor. Bence elimdeki hali hazırda bu yazıyı yazmayı kolaylaştıran bu cihaz hala biraz sorunlu. İtiraf etmeliyim ki, benim gibi kağıt kalem sever biri için biçilmiş kaftan sanıyorum."

***

Bugün Sevgili Buraneros'un "YOKOLUŞ" yazısını sabahın karanlığında okuyunca ve uzun uzadıya bir anımdan bahsedince fark ettim ki, ben sabah yazarıyım. Kazara yazar olmam bundan mütevellit bile olmuş olabilir. 

Yoğun paylaşımlı geçen blogger günlerimde de sabah erkenden kalkar, çala kalem yazardım aklıma düşeni. Okumaya bile fırsat vermeden basardım "yayınla" tuşuna. Biraz özenle kim bilir neler çıkacaktı ama o özeni göstermek için klavye başına otursam kesin beğenmez göndermezdim bir çok yazımı yayına. 

En son yazımı 4 Eylül'de yazmışım. Ondan önce sadece 1 yayın var, 1 Ocak 2023 tarihli. 

"İnsan söyleyemedikleri kadar mıdır diye soran o çakır gözlü çocuğa da dediğim gibi, insan yüreği kadardır. 

İçinde iyilik, sevgi ve şefkat biriktir ki, zamanı gelip sebebi belli taşmalarda, kendine mendil olasın. 

Merhaba 2023... Böyle dile geldin. Hoş geldin. Hep dediğim gibi, asla vazgeçmeyeceğim gibi, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl daha geçirelim, sevdiklerimiz ve bizi sevenlerle."


demişim.
 
Şimdi dönüp bakıyorum da, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl geçmiş kendi adıma... Dünyanın türlü acımasız hallerini ve ülkemin gidişatını sınırlarını çizmek konusunda uzun mesai harcanmış korunaklı yüreğimden uzak bir kenara koyarak yaptığım yorumum bu elbette. Yoksa... Daha ne görecekti bu gözler, neler duyacaktı bu kulaklar acaba demeye kalmadan başlayıverdi 2024.

***




Bu yıl Frig vadisinin uçsuz bucaklığında girdik yeni yıla. Maviş sağ olsun. Takvim sayfalarından ibaret üç otuzluk ömrümün, ikinci otuzuna var daha 3-5 yıl, ve ben artık biliyorum ki, şimdilerde doğada olmak beni en az yazmak kadar sağaltıyor.



Bazen bir yazı okuyorum, kitaptan bir cümle, gazeteden bir başlık... Taşıyor içim. Evet hala elle tutulur o kağıt kokulu içerikleri seviyorum. Digital platform olarak instagram en sevdiğim. Yararlı ve beni mutlu eden içerikleri bulmak konusunda epey mesafe aldığımı söylemeliyim. Ara sıra zaman geçirmek konusunda kontrol düğmesini çevirmek gerekiyor yoksa ciddi bir sarmal söz konusu olabiliyor.

Havaların soğuması ile evde geçen süre çoğalınca, film izleme grafiği yine yükselmeye başladı. Pandemi ile hayatımdan çıkan sinema ile aramızdaki mesafeli ilişki ne yazık ki devam ediyor. Oysa ben bir filmi sinemada seyretme tadını başka hiç bir şekilde alamadığı için şehir şehir festival gezen bir aşıktım. Aşklar da bir zaman geliyor ve şekil değiştirebiliyor demek ki!

Mesela geçen gün bir film izledik ev sinemasında, dilimize Kızgın Güneş olarak çevrilmiş. Filmin kahramanı Amerikalı kadın, yaşadığı aşk ve evlilik acısı sonrası hayal kırıklıklarını da yanına alıp, en yakın arkadaşının da teşviki ile gittiği İtalya'da alıyor soluğu. "Kaçmak" temasının aradığını "bulmak" olarak evrildiği bu filmde bence kıymetli olan şeylerden biri, duaların karşılığı ile ilgili repliklerdi. Kadın kahraman tesadüfen aldığı evinin tamiratı sırasında, bu evde bir düğün olsun, bir aile yaşasın diliyorum diyerek evin hayat bulmasını diliyor. Elbet film olsun diye elinden geleni ardına koymuyor, ama ana karakterimiz duasının gerçekliğini ancak bir başkasının açıklaması ile idrak ediyor. Düğün onun değil, aile de ama dua karşılığını buluyor işte. Mutlu olmak için yeterli değildir de nedir? Film eleştirisi ve üstüne düşünceler konusunda bazı eleştirmenlere taş çıkaracak bir arkadaşım varken filmle ilgili bir şey daha yazmadan buralardan uzaklaşıyorum. Derdim dualar, niyetler, açılan kapılar, kapanan pencereler... Gerçekler hayallerden ilham alır diye boşuna bir inanış değil benimkisi, tam hayal ettiğimiz gibi gerçekleşmese de gerçekleşene farklı bir bakış açısı geliştirebilirsek, fark ederiz ki, onu dilemiştik.

***

Of of... Fazla oradan buradan biraz da suyundan oldu ama, aklıma gelmişken yazmadan geçmeyeyim. 

Doğu mistitizmine merak salan bir adam, yıllarca sabah meditasyonunda "kalbimi yeniliklere aç, kalbimi iyiliklere aç" diye dua etmiş, ne mi olmuş, yaklaşık10 yıl sonra açık kalp ameliyatı geçirmiş, ve sonra tüm hayatı değişmiş. Sanırım kıssadan hisse kısmına tam da burada geldim. Demem o ki, dua, iç ses, niyet önemli. Mesajı açık, net vermek de öyle. Sonuçta görmesini bilirsek, karşımıza da o çıkıyor. Yağmurdan kaçmak isterken doluya tutulmak da bence böyle. Öyle endişe ile kaçıyoruz ki yağmurdan, "doluya tutulacağım, kesin sırıl sıklam olacağım" diye diye "kendi kendini doğrulayan kehanetler" gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik yağmurun şifasını bir türlü anlamıyoruz. 

Mesela siz hiç bile isteye yağmurda ıslandınız mı? 

Ben bir kaç kere ıslandım. 

Sonu düşlediğiniz gibi olmayacak bir aşka evet deyip kafa göz girdiniz mi o ilişkiye?

Ben girdim. 

Garantisi yok hayatın. Denklem hiç de ilk okul matematik bilgimiz ile örtüşmüyor. 2x2 çoğunlukla bir, nadiren beş oluyor. Sonuç ne olursa olsun, her biri bizim hanemize ekleniyor. Artı veya eksi, sonuçta bugünkü biz yapıyor. Memnunsanız ne ala, değilseniz tavsiyemdir, bakış açınızı değiştirin. 

Fotoğrafçılık kursuna gitmiştim yıllar önce, oradan kalan bir cümle ile bitireyim "2024'e Merhaba" yazımı;

"Herkes fotoğraf çeker bir kişi doğru açıyı yakalar!" 

Gel bakalım 2024 bildiğin gibi, benim duam bu yıl da geçerli... 

***

Okura Not: Yazı başlığına bakıp bu yazının kaçışla ne ilgisi var diyebilirsiniz? Çok derim, çünkü yazmak da doğa da olmak da, bir kaçış barındırır özünde.