22 Ocak 2013

Bu Ülkede Doğum Kontrolü İle...




Dün akşam mutfakta yemek hazırlığı yaparken kabaran kulağımın duyduğu cümleydi:

"Bu ülkede doğum kontrolüyle "kısırlaştırma hareketi" yaptılar..."

Güneydoğu şartlarına göre 3 çocuktan fazlası yapılmalıydı. Hatta -refah düzeyi ve okullaşma oranının ülkenin en yüksek değerlerine ulaştığı!- güneydoğuda daha fazlası yapılmalıydı. Eskiden amerikan bezi vardı şimdi iş kolaydı... -Bütün mesele boku temizlemekti.- Süt de anneden olunca çocuğu büyütmekte ne vardı...

Kulaklarım daha fazla bu sözlere maruz kalmayı reddetmiş olacak ki, avaz avaz şarkı söylerken kestim parmağımı... Acısı ile irkildim. Sustum ve geriye gittim:

Yıllar önce bir hastanede çalışırken gelmişti kapıma. Bir tişörtle altı bağlanmış bebeğini susturamıyordu ve parası olmadığı için kimse bebeğine bakmıyordu. Kucağıma aldım bebeğini, şaşırdı, üstün kirlenmesin dedi... Kirlensin, yıkarız temizlenir dedim. İlk defa o zaman gülümsedik birbirimize... Çocuk doktorlarına rica ettim, kırmadılar sağolsunlar, ne gerekiyorsa yaptılar. Uzunca bir süre kendi aramızda para toplayıp, süt, bez, kıyafet aldık bebeye... 

Gel git sohbetlerde öğrendim; henüz 24 yaşında olduğunu. O bebeden gayrı 4 tane daha çocuğu olduğunu ve terk edilmiş bir bahçede köpeklerle birlikte geceleri uyuduklarını. En büyük oğlunun 9 yaşında olduğunu, kocası olacak adam tarafından defalarca dayak yediğini, bayıldığını, çocuklarının önünde tecavüze uğrayıp, sabah döller üzerinde uyandığını... Sonunda dayanamayıp evi terk ettiğini, cemevinin ona sahip çıktığını, kontrol için gittiği sağlık ocağında ona spiral takıldığını, artık hamile kalmayacağı için ne kadar mutlu olduğunu, bir fabrikada bulaşıkçı olarak çalışmaya başladığını, bir göz odada çocukları ile yuva kurma hayalini, kocası olacak o adamın onun izini sürüp onun ve çocuklarının hayatını bir kez daha kararttığını, spiral kaydığı için kanamalarının arttığını, çıkarttırmak zorunda kaldığını ve ondan sonra iki kere daha hamile kaldığını, en sonunda kaçıp çöplerden beslenip sokaklarda uyumayı göze aldığını... En büyük oğlunun ayakkabı boyayıp para kazandığını, hırsızlığın günah olduğunu çöplerden insanların yemediklerini toplamanınsa bir erdem olduğunu anlattığı çocukları ile geceleri herkes uyuduktan sonra çöplerden topladıkları ile pişirdiklerini, köpeklerin getirdiği kuru ekmekleri ve daha nice ayrıntıyı dinledim ondan... 

Sonra bir gün iki gözü iki çeşme geldi odama... Büyük oğlu ve bebe yanındaydı... Susturmak için çabalamadım. Uzun süre ağladı. İçi kuruyana kadar derler ya... Sandım ki onun ki hiç kurumayacaktı.... 

"Çocuk esirgemeden geldiler; sadece ikisi yanımda kalabilirmiş, 3 taneyi onlara vermemi istediler... Ama hangi üçünden vazgeçebilirim ki ben... Büyük oğlum bebenin sana ihtiyacı var, kızı al yanına biz üç oğlan idare ederiz deyip duruyor. Sana danışmaya karar verdik." 

Bana...

Henüz 28 yaşında, hiç anne olmamış bana... Ne diyebilirdim ki... Dilim sustu... İçimin çığlıkları susmadı. Ne yaptı bilmem... Nasıl vazgeçti bilmem... Kalanlara ne anlattı bilmem... Gidenler oldu mu, onları bi daha görebildi mi bilmem... Kocası olacak o adam onu rahat bıraktı mı bilmem... O bütün bu olanlardan sonra rahat bir uyku uyayabildi mi bilmem... Bildiğim böyle durumlarda empati falan yapılmadığı... Böyle durumlara şahit olunmadıkça, karı boşamanın herkese kolay olduğu... 

Demem o ki... Bu ülkede doğum kontrolü bazı kadınlara ulaşamadı. Ve bazı anaların memeleri bırakın iki yılı iki kere emzirecek kadar bile süt dolmadı. 

Şartlara gelince... Bu ülkenin şartları ne yazık ki iki ucu boklu bir değnektir ve ne yazık ki bez dokuyacak bir tezgah bile kalmadığından, değnek elde dolaşıp duran işsizler ordusuna her geçen gün yeni bebeler eklenmektedir. 




Görsel için / deviantart

15 Ocak 2013

Denizin Kenarında





Sanıyorum kendime ait bildiğim ve değişmeyen iki şeyden biridir; denize yürüme mesafesinde olmanın bana verdiği huzur. İstanbul'u benim için vazgeçilmez kılan şeyin ne olduğunu bulmaya çalışırken ilk kez fark ettim; yaşadığım on yıl boyunca her iki yakada da ben denize yürüyerek varabildim. 

Dün çalışma odamın penceresinden güneşin kollarının değdiği ormanlık alana bakıp hayaller kurarken peşimi bırakmadı bir duygu; keşke denize yürüyebilseydim. 

Hava ılınmaya, kış da vitesini -baharın gelmesini istermişcesine- küçültüp güneşe izin vermeye başlayınca, aklıma düşer denizin ıssız kalan kıyıları... Kalabalıklaşmadan gitmek isterim bir koca kış boyunca denizin içinden kıyıya bıraktıklarını bulmaya. 

Ama bana deniz mi dağ mı desen... Dağ derim. Dağın yüceliğini, ağaçların kokusunu, kuşların sesini, bulutlara yakın olmayı, eriyen karların sesini dinlemeyi severim.

Bir arkadaşımın da dediği gibi oturma odası deniz olanlar şanslıdır bu dünyada ama bir penceresi olsun ormana açılıyorsa çok daha şanslıdır bana göre.

Dilerim, bir gün bir yerde düşüm dönüşür gerçeğe de kavuşurum denizin kokusuna karışan orman kokusunun keyfini sürmeye...



Görsel / buradan

02 Ocak 2013

Bir Sayı Değişecek Diye Uğruna Ne Terler Dökeriz Bazen



Her şey 2012yi geride bırakıp 2013ü karşılamak üzere ne yapacağım ben diye düşünmekle başladı. Ne zaman diye hiç sormayın, bu gibi telaşelerim genellikle son gün son dakika bulur beni. Klasik programın evde olmaktır. Bu yıl yeni yıl olayına öylesine uzaktım ki evde çam ağacı kurmak bile içimden gelmedi ki, meğerse zaten onun yeri başka bir evmiş, başka bir pencere kenarıymış bu sene... Ayın son günlerine gelen yoğun çalışma temposundan olsa gerek, alışverişe bile çıkacak vakit bulamadım. Belki de böylece bu yıl ilk defa çok sevdiklerime özel hediyeler de alamadım. 

Yılın son cuması gelen telefon, cumartesi ve pazar günlerinin nasıl geçeceğinin de habercisi oldu. Cumartesi gününe denk gelen yoğunlaştırılmış temizlik ve akşamına yapılan erken kutlama gecesi yerini pazar günü yapılan gün öncesi kutlaması etkinliklerine bırakınca 31ini 1ine bağlayan gece ben de hal kalmayacağını ve gecenin yarısını bile göremeyeceğimi önceden tahmin edebilmeliydim. Ama kendini genç ve güzel ve enerjik hisseden ruh bünyenin yıkılmasına elbette izin vermedi. Yani anlayacağınız süründüm amma ve-lakin ölmedim. Bayıldığıma dair bir kaç söylenti var ama onlara da pek kulak asmadım.

Yukarıda görmüş olduğunuz fotoğraf pazar gününden efendim. Çok yakın aile dostlarımız ve annemle babamla geçirdiğimiz güzel bir günün anısı olarak çekildi ve anı sayfalarında yerini aldı. Diliyorum ki, 2013 önceki yıllara göre daha fazla yüzünüzü güldürsün. Kayıp olacaktır mutlaka ama o kayıplara dayanma gücünü daha çok bulun bu yıl... Daha fazla gülümseyin, mesela sevdiğiniz insanlara onları ne kadar çok sevdiğinizi daha fazla hissettirin. Durgun bir yürek aşk için daha fazla ve hızlı çarpar, yüreğinizi kötü, olumsuz, sizi üzecek düşüncelerden uzak tutun. Aşkla kalın...