Nea Peramos etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Nea Peramos etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

31 Aralık 2022

Ne Geziydi Ama!!!

 


31 Mayıs tarihinde, Bir Parmak Bal ile başladığım gezi-yazı-fotoğraf dizisini yıl bitmeden bitireceğim hedefini tutturup, nihayet dün bitirdim. 

Pandemi sonrası normale dönüşümüz ise, yıllardır "Ohrid'e bir kere daha gitsek" diyen babamın lafını dinleyip, 1 Mayıs - 19 Mayıs tarihleri arasında Yunanistan ve Makedonya'yı kapsayan bir rota ile kelimenin tam anlamıyla, "muhteşem" oldu. 

sözleri ile başladığım gezi notları-anılar-fotoğraflar dizisini, sırasıyla;


    başlıları altında toplamayı başardım. Unutulmaz anılarla dolu, her anı rüya gibi geçen bu seyahat enler arasında yerini aldı. Maviş bize hayalini kurduğumuzdan çok daha keyifli bir yol arkadaşı oldu. 2023 yılında yenilenen yüzüyle, bizimle yepyeni maceralara yol alacağını bildiğimiz, Mavişli yollarda yolculuklarımızın devam ettiği, yollarımızın, yüzümüzü güldüren anılara dönüştüğü, öğrendiğimiz, eğlendiğimiz, gördüğümüz, duyduğumuz, yediğimiz, içtiğimiz, sevdiğimiz, sarıldığımız onca anı biriktirdiğimiz harika bir yıl diliyorum. 

İnsan bazen hayal kuruyor, vazgeçiyor, kırıyor, kırılıyor o uğurda ama niyet temizse, güzelse, kötülük içermiyorsa, gerçekleşiyor, buna hep inandım, rahmetli teyzemin, sen yüreğini kötüye açma dediği gibi. 2023 dilerim, herkesin gönlündekini gerçek kılan harika anılarla dolu, geleni geldiği gibi kabul edip, sabırla öğrenmeyi becerdiği, sonunda huzurlu, sağlıklı, bol kahkahalı anıları sandığına kaldırdığı, şahane bir yıl olur, dilerim yüreklerimizin kapıları hep ve daima sevgiye ve iyiliklere açılsın... 

30 Aralık 2022

Kutsal Bakir Athos ve Eve Dönüş

Günlerden Salı 17 Mayıs

Aynoroz, Halkidiki yarımadalarının en doğusunda yer alıyor.  Halkidiki plana eklendiğinde sadece 2 yarımadayı gezer döneriz diye düşünmüştüm. Zaten Meteora gibi muhteşem ve mistik bir kutsal bölgeyi çoktan gezmiş ve büyülenmiştik. Günler içinde google okumalarım ilerledikçe, gelmişken gezelimden çok, burayı da mutlaka görelime evrilen rehberlik duygum ağır bastı. Meryem Ana'ya adanan ve Meryem Ana'nın bahçesi olarak kabul gören bu mistik bölgeye 300 yıllardır kadın girmemesi çok ilgimi çekti. Tüm aramalarda "kadınların dünya üzerinde giremediği tek bölge" olarak geçiyor olması merakını daha da uyandırıyor insanın. Hatta pek çok kaynakta dişi hayvan bile giremediği notuna rastlamak mümkün. Kutsal dağ Athos'dan adını alan yerleşim yerine özel izinlerle giriliyor ve tam bir keşiş hayatı yaşanıyor. Burayı ilginç kılan bir diğer özelliği ise, dini açıdan İstanbul'da bulunan Fener Rum Patrikhanesi'ne bağlı olması. Size de bazen bu ilginç bağlantılar tuhaf gelmiyor mu? Nereden nereye?

Tam anlamıyla tapınmaya adanmış bu keşişler kutsal dağına turistik turlar ancak tekneler aracılığı ile yapılabiliyor ve belli bir mesafeye kadar yaklaşabiliyorsunuz.  Halen bölgede aktif olarak 20 manastır varmış, 17'si Yunan, 1'er Bulgar, Sırp ve Rus olmak üzere toplam 20 manastırda düzenli olarak 2500 kişi yaşıyormuş. Kişilerin münzevi, keşiş veya küçük bir kardeşlik topluluğundaymış gibi yaşadığı zaviyeler, hücreler ve sığınaklar gibi daha küçük yerleşimler de bulunmaktaymış. Rehberimizin bize anlattığına göre, özel seçilmiş keşişler  maksimum 4 gün olmak üzere adaya gelip bu inziva hayatı deneyimleyebiliyorlarmış. Tam bir komünel yaşam hakim olan adada, rahipler dini ritüellerini yapmanın yanısıra adanmış bir şekilde günlük işleri de yapıyorlarmış. Sarp kayalıklardan oluşan adaya deniz yoluyla ulaşılıyor.   Adada asfalt yol yok ancak manastıra bağlanan orman yollarının ve patikaların genişletilmiş ağını tekne turu sırasında bile fark edebiliyorsunuz. Ziyaretçi de kabul edilen adaya sadece 100 kişi günlük giriş yapabiliyor ve tahmin edeceğiniz gibi bunlar sadece erkek olabilir. Bir ara bizim ikili için izin girişiminde bulunmayı düşünsem de zorluğunu araştırınca vazgeçiyorum. 

Deniziyle adeta bir tatil beldesi olan Ouranopolis Athos Dağı’na adeta bir geçiş kapısı, konumu itibarıyla rahiplerin tekneyle kutsal bölgeye geçmeden önce bulunacağı son dünyevi yer. Günümüzde binden fazla insan bu Kutsal Dağ’ın eşiğinde ve Prosfori kulesinin görkemli gölgesi altında yaşımını sürdürüyormuş.  

Okuduğum ancak kaynağını not etmediğim bir yazıda; kutsal bölgede satış olmadığı, manastırların gelen her misafire yatacak bir yer ve lezzetli yemekler sunduğunu okumuştum. Yemek saatlerinin dini ritüellere göre ayarlandığı, gelen her keşişin önemli oruç dönemlerinde ve haftanın belli günlerinde oruç tutması gerektiği bu ilginç ve gizemli bölge insandaki merak duygusunu perçinliyor. Özellikle doğanın bakirliği ve endemik türlerin olduğu patikalar ve doğa, keşke dedirtmiyor değil. 

Rehberimiz her bir manastır ile ilgili detaylı bilgiler paylaşıyor, zaman zaman uzaktan da olsa fotoğraf çekme uğraşları arasında bu detayları kaçırsam da; Great Lavra manastırı kütüphanesinin dünyadaki Bizans yazıtlarının en büyük üçüncü koleksiyonunu içerdiğini, Zygos Manastırı'nın 10. yy'daki manastırlara uygun restore edildiğini, Iviron manastırına yürüme mesafesinde bulunan Mylopotamos şaraphanesini, ki şarapları zamanla uluslararası kabul görmüş kaliteli şarapları arasında sayılıyormuş, keşişlerin 2,033 m olan Athos Dağı’nın zirvesine farklı rotalardan çıkıp, zirvedeki tapınaktan doyumsuz Kuzey Ege ve Makedonya manzarasında inzivalarına devam ettiklerini hatıra kayıtlarıma alıyorum. 

Aslında itiraf etmeliyim ki, Athos manastırları turu tam bir tesadüf oldu. Limana doğru ilerlerken, bir kaç teknenin tur için kalkmak üzere olduğunu fark edip, fiyat sormak için bizimkileri geride bırakıp hızlıca ilerledim, teknenin biri fazlaca kalabalıktı, diğeri ise küçük bir aile tarafından işletilen görece az kişilik ve daha lükstü, ben tam kaça, ne kadar sürüyor derken bizimkiler yaklaştılar ve annem, bu da benden olsun geçen gün tekne çok istedin, vaktimiz var deyince, kendimizi teknede bulduk. 

Daha sonraki araştırmalarımda, Halkidiki'nin hatrı sayılır bir şarap rotası olduğunu öğrenip, yeni planlara yelken açmadım değil, meraklısı için, hayal kurmalık Halkidiki şarap rotası

Meraklılar şarap rotasında kayboladursun ben kaldığım yerden devam edeyim. 

Fark ettim de galiba söz bitti, Athos yarımadası turundan sonra bölgedeki son gecemizi geçirmek üzere yola revan olduk. Tam yarımadadan çıkmak üzereyken günlük güneşlik hava bir bulut marifetiyle kapkara oldu ve 5 dakikayı geçmeyen ama ceviz büyüklüğünde yağan dolu ile yüreğimizi ağzımıza getirdi. Olmadık bir yerde bir laf edip, Tanrıları kızdırmış olabilir miydim? Neyse ki uzun sürmedi ve kara bulutu geride bırakıp, sarı çiçeklerle çevrilmiş yollardan başladığımız noktaya geri dönmek üzere yola devam ettik. 

























Geceyi, geziye ilk başladığımız noktada sonlandırmaya karar verdik, Nea Peramos, balık ziyafetiyle başladık, daha görgemli bir balık ziyafeti ile kapanış yaparak geceyi sonlandırdık. Masaya gelen her şeyin lezzeti tartışmasız enfesti, 3 hafta sonra başladığımız noktada üstelik yeniden aynı yerde olmak, sahibesine de ilginç gelmiş olmalı ki, ikram olarak gönderdiği jumbo karidesli ev makarnası tadımlık değil resmen doyumluktu. Ekmek soğanlı ve kırmızı biberli, kurutulmuş domatesli ve kekikli üstelik fırından çıktığı sıcaklığı ile geliyor. Tadından önce kokusu ile mest olma garantili... Salata ve ekmek başlı başına şölen. Ama taptaze deniz balıklarından söylemeksek olmazdı, ah o patates salatası, bunu bize yapmayacaktın o kadar lezzetli olmayacaktın, yedik vallahi de billahi de masaya gelen ne varsa yedik. İlk kaldığımız ev dolu olduğundan başka bir ev tuttuk. Mimar bir adam ve eşi, anne babadan kalan üç katlı evin katlarını ayırıp, ilk giriş katındaki daireleri kiraya verecek şekilde düzenliyor. Nasıl da şirin nasıl da kullanışlı daireler, yaşarsın yani içinde seve seve. İyi ki diyoruz şansımız hep yaver gitti bu gezide. Bazı son nokta atışları güzel ve gülümseten cinsinden oldu. Akşam yemeğini yağdı yağacak sisli pulu bir havada, hafif esintiler içinde dışarıda yedik. Bir ara rüzgar şiddetini öylesine artırdı ki, heyecan bile yaptık, ama dedim ya şans bu seyahatte bizden yanaydı, yemeğimizi afiyetle yemek mümkün oldu. Tam eve giriş yapacakken kopan fırtına ile eşyaları arabadan indirmek bile hayli zorlu oldu, ama kim korkar hain kurttan misali, eşyaları eve, kendimizi mahalleyi keşfe için sokağa atıverdik. Fırtına düşündüğümüzden zorlu çıktı. Öyle ki, sahile gidip gelmemiz bir an gibiydi. Geceyi dinlenerek ve ertesi günün rotasını belirleyerek geçirdik. 




Günlerden Çarşamba  18 Mayıs

Sabah bambaşka bir havaya uyandık, damağımızda iz bırakan pastanemizden bir şeyler alıp, yola koyulduk, elbette ki, son bir tur veda fotoğrafları çektirmeyi ihmal etmedik. Dönüş yolu uzun ve nispeten hüzünlüydü. Neyse ki yol boyu bir sonraki rota için yapılan konuşmalarla 2030'a kadar bol bol rota hayali var elimizde, geriye sadece plan yapmak kaldı. 








07 Haziran 2022

Küçük Bir Kasaba Nea Peramos




Nea Peramos, Nea Midia adıyla 1923’te kurulmuş, mübadeleden önce Türkiye’nin Karadeniz Bölgesinden daha sonra da Kapıdağ Yarımadası’ndaki Peramos (Perama) adlı köyden Yunanistan’a göçen Rumlar buraya yerleşmiş ve köylerinin adının önüne bir Nea sözcüğü getirerek bu yerleşim yerine Nea Peramos adını vermişler.

Sevilay Okay'ın gezi notlarında okuduğum bu cümle mi beni etkiledi bilmiyorum ama ilk durak noktası için Nea Peramos'u seçtiğime memnunum. Ekip de öyle. İlk görüş olarak pek beğeniyoruz bu küçük kasabayı.

Bir şeyler atıştırıp, hemen kendimizi sokağa atıyoruz. Evin tarifi basit, çünkü burası bir kasaba, haliyle bir kilise bir okul binası var ve bizim evimiz ikisinin ortak duvarının hemen karşı aralığı ve sağdan üçüncü ev. Uygulamanın öneri ve ev sahibine özel mesaj kısmına bir krokinin meseleyi kolaylıkla çözebileceği notunu düşüyorum. Saatler 21'i gösteriyor, Cumartesi olmasına rağmen, sezonun henüz açılmamış olmasından mütevellit bir kaç yer açık ki kentleri, kasabaları ve köyleri "az" ken  daha "çok" severiz. Bir barı bir sonraki akşam için not ediyoruz, ev sahibine balık için mekan sordum, cevap bekliyorum. 

Babam yürüyüşü erken kesiyor, annem hiç çıkmamıştı zaten. Yürüyüş sırasında açık olduğunu fark ettiğim çantamın yarattığı kalp sıkışıklığı cüzdanın yokluğu ile krize doğru meylediyor. Adımlarım sık, kalbim sıkışık, hızım maksimumda... Dile kolay 400 euro vardı içinde ve cüzdan yok. Arabada düşürmüş olabileceğim hissim kuvvetli, umudum yok değil ama alt limite yaklaşmış. Öfkem taştı taşacak, nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirim. 

Olabilmişim gerçekten de, arabada bulamıyorum cüzdanı. Eve ağladım ağlayacak halde girerken, annemlerin bu duruma çok üzüleceğini bildiğimden söz birliği edip, onlara bu kayıptan söz etmemeye karar veriyoruz. Kapı aralık, ayakkabılarımı çıkarıp içeri giriyorum, başım önde ve korkarım uzun  ve uykusuz bir gece boyunca boş ve donuk gözlerle etrafa bakıyor olacağım. Babam yatak odalarının kapısında elinde "mor" bir şeyle anneme doğru "işte ben böyle fermuarlı, kartlık bölümü de olan bir şey" diyor ve ben uğultulu bir şekilde babama doğru koşup, "nereden buldun, neredeydi" diyerek babamın elinden cüzdanı alıyorum. Herkes şaşkın bana bakıyor. Sinir boşalması diye bir şey var ve ben onu dibine kadar yaşıyorum. Cüzdanım elimde üstelik içi dolu. 

Eşim tüm sakinliği ile olanı biteni anlatıyor, annemler "eee be kızım napalım tut ki yolda düşmüştü, cana geleceğine" diye devam ederken, eşim "ben diyorum da dinlemiyor, üzdü kendine boşuna" derken, "yarın gece balıklar benden" diye hem ağlıyor hem de gülüyorum. Neyse ki hava yumuşuyor, herkes beni teselli ediyor, babam bu iş bize yaradı deyip hepimizi güldürüyor. 

Günlerden Pazar 1 Mayıs

Uyanıyoruz, erkenciyiz. Sabah yürüyüşü ve sonrasında gün rotası aşağı yukarı belli. Kavala sadece 15 km ve sahilden bir kaç kasaba gezilerek gidilecek. Maksat o kasabaları görmek bir de kurabiyesinden alıp 5 çayına eve yetişmek. 
Uyanan ve merhabalaşan herkesin kalbi benzer bir ritmle atıyor bu sabah:
1 Mayısssss 1 Mayısssss İşçinin Emekçinin Bayramıııııı 

Kahvaltının sohbet konusu anılar... Gözlerimiz dolu dolu dinliyoruz birbirimizi. En az yaşayan ama en çok dinleyen ben. Bu sabah küçük bir sürprizle dönüyoruz yürüyüşten, hem masanın havası değişsin hem de kaptan mumsuz geçirmesin doğumgününü diye kahve yancılarından birini pasta olarak seçmiştim. Bir gece önce keşif gezintisi sırasında gözüme kestirdiğim pastane/fırın/kafe Sklarēs beni hayal kırıklığına uğratmıyor. Aldığımız her şey taze ve lezzetli. Ispanaklı peynirli börek hepimizden tam not alıyor. Hele bir portakallı revanisi var ki yaman bir lezzet. Kasada sohbete daldığım kızın hediyesi paskalya çöreği yol yardımı olarak çantadaki yerini alıyor. Güleç yüzlü olmak hep mi kazandırır. Kazandırıyor!

Kahve için termosları hazırlıyoruz, ne olur ne olmaz yolluk atıştırmalıklar ve meyve çantası da alınıyor yanımıza, saatler 11'i gösterdiğinde, ehli keyif ilk gün keşfini başlatacak düdüğü çalıyorum. Rehber olmak bunu gerektirir. 

Önce Potentatu Beach'den başlayıp, Ammolofoi Beach'e doğru ilerliyoruz, uçsuz bucaksız kumsallar sezona tam hız hazırlanıyor, henüz denize giren yok, sezon 1 Haziran'da açılacakmış, sonradan konuştuğumuz biri bize yazın buralarda yer bulunamayacağından bahsediyor. Öylesine bir uçsuzluk ki insan oraların adım atılamayacak kadar çok insanla dolabileceği fikrini kabullenemiyor. O uçsuz kumsala inen toprak yollardan birinde insan eliyle oluşturulduğu belli bir kum tepesi kıpkırmızı ve arada sarı sarı çiçekleriyle bizi kendine çağırıyor, kızgın kumlardan soğuk sulara koşamayan yanımız bu çağrıya sessiz kalamıyor ve durup fotoğraf çekimi için arabadan iniyoruz. 


Sonsuz kumsala inen toprak yollarda haliyle toz olan Maviş, kaptanı dertli yaptı yapacak yüzünden belli ama Kavala yönüne döndüğümüzde karşımıza çıkan ilk benzinlikte arabayı yıkama fikrine ekipçe öyle bir karşı çıkıyoruz ki, tozlu Maviş'le yola devam ediyoruz. Nea Peramos'u geride bıraktığımız yolda tepeden görünen manzara kahve molası için iyi bir seçenek gibi gözüküyor. Manzaraya karşı içilen çay ve kahveler, yanında tüketilen tuzlu krakerler bitince, yola devam ediyoruz. 




Nea Iraklitsa
 
ilk durağımız, limanı olan bu küçük yerleşim birimine kanımız hemen ısınıyor. Limandan başlayıp iç kesimlere yürüyor bir kaç fotoğraf çektirip oradan ayrılıyoruz. Ayrılmadan önceki son kare çınar gölgesindeki kahve oluyor. Çınarları yatay budadıkları için yükselmediğinden bir çardak gibi doğal gölgelik görevi görüyor. Ne fikir ama! 




Palio'dan sonrası otobandan Kavala. Kavala şehir merkezinde, hemen liman bölgesindeki ışıklarda kırmızı yanınca duruyoruz, sağımızda 1 Mayıs yürüyüşü yapan işçileri görünce annem inmek istiyor araçtan, katılacak illa onlara. Biz hareket ederken, kafile ellerinde pankartları, marşlar okuyarak uzaklaşıyor. 




Kavala'da limana park ediyoruz Maviş'i. Şansımıza kurabiye almak için durduğumuz dükkanın önü boş, içerideki kızlardan biri Türk, Türkan Yunan eşiyle birlikte 10 yıldır burada yaşıyor. Dükkan kendisinin değil ama anladığım kadarıyla ortak gibi bir şey. Kurabiyeleri alıyor, geçmiş yıllarda yemek yediğimiz mavi kareli patiska masa örtülü restorandı buluyor, uzaktan şehre hakim kaleye selam ediyor, geçmiş gezi anıları üzerinden yürüyüşü dönüş yönüne çaktırmadan çevirip, sohbet ediyoruz. Hızlandırılmış kurabiye turunu geride bırakıp köyümüze dönmeye karar veriyoruz. Tam da beş çayı saatinde elimizde iki uzo ile eve geliyoruz. 


Ev sahibinden öğrendiğim Nezas Fish Point'e sabah vermiştim siparişi, ne olur ne olmaz diye yola çıkmadan paket servis olarak akşam 7 için sözleşmiştik. Benim aklımda harika bir domates salatası var, ama önce mekanı doğumgünü için süslemeliyim. Maviş'ten ışıkları çıkarıyor, her yeri donatıyorum, mumlar ve çiçekler ile kutlama için hazırım diyen masaya kimseyi oturtmuyorum. Ben mutfağa, annem dinlenmeye, babamlar siparişe. Zaman geçiyor, 6.45'de annem ben de bir yürüyeyim hem de bakayım buldular mı diyor, kaçan kaçana. İyi ki bir kovaladık masadan... 

Ellerinde paketler ile geliyorlar, her yer ışıl ışıl. Doğumgünü çocuğunun yüzünde kocaman bir gülümseme. Öpücüğü hak etmemin verdiği haklı gurura karşı koyamıyorum, duruşum mu değişti benim. Yüzümdeki pembelik neden?


Seçimlerim herkesi bahtiyar ediyor. Neredeyse 1,5 kiloya yaklaşan cüssesi ile masanın orta yerini kaplayan deniz çupra ızgara konusunda  herkes hem fikir,  "yok böyle bir lezzet", ızgara jumbo karidesler ve tava barbunya parmakları şapırtdatmamızla kalmamıza engel oluyor, birbirimize bakıp gülüyoruz, biraz uçlardan gitmiş gibi. Mutluluk hare olmuş başımızdan bir karış havada asılı, biz dışardan görenlerin yalancısıyız. Hele de o taze soğanla yapılmış hardallı patates salatası, benim domates salatasını sollamasa iyiydi de, yapacak bir şey yok, Sezarın hakkı Sezara. Uzo'yu yanlış almışız sonradan anlıyoruz, kız bize sert mi olsun deyince dikkatsiz davranmış ve iki şişeden birini sadece üreticisi farklı sanıp Çipuro almışız. Bundaki esansı hiç birimiz sevemiyoruz, aç ve sefil kalmaktansa, vazgeçmiyor ve ikişer dubleyi balıklar ağlamasın diye sohbetin keyfine katık edip, tüketiyoruz. Oysa ki, bir önceki gezilerden de deneyimli olarak tercihimiz hep Plomari, neden birden yolda Uzo değiştirdik bir türlü anlam veremiyoruz. Bir sonraki durakta 2 şişe Plomari alıp bu ayıbı örtüyoruz. 

İyi bir uyku için yemek sonrası gece yürüyüşü yapıyor, Neraida ve Larissa üzerinden Kalambaka'ya yapacağımız ve yaklaşık 6 saat sürecek yolculuk için heyecanımızı bastırmaya çalışıyoruz. 

***

Yarın Sırp Köprüsü üzerinden sarp kayalarda havada asılı gibi duran kiliselerin olduğu Meteora'ya doğru yola çıkacağız. 

*** 

Yarın ola hayrola.