26 Haziran 2022

Boşlukta Asılı Kalan Manastırlar



Tam zamanında Kalambaka şehrine giriş yapıyoruz. Havadaki siyaha çalan gri bulutlar, sis perdelerinin arasından Teselya ovasından geçip, Pindos dağlarının 550 metreyi bulan heybetli kayalıkları ile bizi karşılayan şehre şimdiden vurulduk. Çiseleyen yağmur romantik bir şarap gecesinin sinyallerini veriyor. Dağın yamacında kayalıkların tepe noktalarında kurulu manastırlardan oluşan ve Unesco tarafından da korunmaya alınmış ve Dünya Mirası listesine eklenmiş olan bölgeye Meteora deniliyor. Yunanlılar için ve özellikle Ortodokslar için kutsal bir nokta, o nedenle Yunanlılar tarafından bozulması ve değişmesi mümkün olmayan yer olarak adlandırılması şaşırtıcı değil. Bu

Burayı bir belgeselde görmüştüm, İngiliz bir gezgin kutsal Meteora'da Manastırlarda kalmıştı. Google Haritalar uygulamam, gezdim, görmek istiyorum, kamp alanı, yemek, kalacak yer, yürüyüş rotası gibi başlıklarla ve elbette bu başlıklar altında onlarca yer işareti ile doludur. Tahmin edersiniz ki bu bölge de gezmek istediğim yerler listemdeydi. Ön araştırma yaparken Kalambaka kentine 2 km uzaklıktaki Kastraki Köyü'nden uygulama üzerinden bir kaç ev işaretliyorum. Google bilgilerinden Kastraki'nin, Yunanistan'ın Trikala bölgesine bağlı Kalambaka belediyesindeki köylerden biri olduğunu, Kalabaka'nın ana kasabasının hemen kuzeybatısında, yürüme mesafesinde yer aldığını ve nüfusunun 2011 yılı itibarıyla 1172 olduğunu ve köyün 47.9 km²'lik bir alanı kapladığını bilgisini cebime koyuyorum. İşaretlediğim evlerden bir tanesi o dev kayalardan üçünün altında küçük bir modelinin de hemen dibinde, üstelik Meteora Kutsal Bölgesi tırmanış patikası ve araba yolunun hemen başında ve köyün neredeyse son noktasında yer alıyor. Niyetim o ev ama kısmet diye de bir şey var. Google araştırmalarım devam ederken küçük notları da cebime atmaya devam ediyorum.



Meteora’ nın tarihi 9. yüzyıla dayanıyor, dünya nimetlerinden elini çekmiş olan bazı rahiplerin buraya yerleşip kayaların içlerindeki oyuklarda yaşamaları ile başlıyor. Burada yaşayan rahipler genelde yalnız kalıp dua etmeyi tercih etmişler, sadece Pazar günleri ve özel günlerde diğer insanlarla kayadan yapılmış küçük şapellerde bir araya gelerek dua ediyorlarmış. Bölge 11. yüzyıldan itibaren özellikle Ortodoks rahipler tarafından korunaklı ve ulaşılması zor olması nedeniyle de ibadet yeri olarak kullanılmaya başlanmış. İlk zamanlar keşişler tırmanarak ulaştıkları bu tepelerde ibadetlerini ülkenin çalkantılı siyasi hayatından uzakta kalmak için tercih etse de zamanla bu dev kayalıklara manastır inşa etmeye başlamışlar. Manastırlar ortalama 300 metreyi bulan kayalıklar üzerinde yer aldığından kaldıraç sistemi ile kurulan ve halatlara bağlı filelerle taşınan malzemelerle inşa edilmiş ve güzümüzde ziyaretçiler için merdivenler eklenmiş olsa da halen bu sistem ile rahipler ve malzemeler taşınmaya devam ediyor. Rivayete göre ise, bu halatlar sadece "Tanrı kopmasını isterse kopuyor ve ancak o zaman yine Tanrı izin verdiği için değiştirilebiliyor." Bu türden rivayetlerin, öykülerin ben de uyandırdığı şudur: İnanç, dünyanın her yerinde ayakları yere basmayan rivayetlerin nesilden nesile ulaşmasını sağlayan önemli bir araçtır.





Bu kadar google bilgisi sonrası kaldığım yerden yola devam edeyim. Tam zamanında Kalambaka şehrine girdiğimiz gibi, tam zamanında Kastraki Köyü'ne de giriş yapıyoruz. Öyle büyülenmiş durumdayız ki, istediğim evi tutmuş olmama ve elimizle koyduğumuz gibi evi bulmamıza, saat 4'de bize söylendiği gibi ev sahibimize mesaj atmış olmamıza rağmen, sanki ters giden bir şey varmış gibi ya gezemezsek endişesi bir kara bir bulut gibi peşimizde... O sıra kafamı kaldırıyorum gökyüzü saate rağmen simsiyah... Peşimizdeymiş gerçekten de! Ne endişesi yahu diyorum kendi kendime, bu bildiğin kara yağmur bulutu. Hava tahmincilerine göre 3 gün aralıksız sağanak yağmur. Bu bölge için bundan daha kötüsü kavurucu öğle güneşi altında kalmak olurdu herhalde. Moral bozmuyoruz, gezgin acıkmaz, gezgin uyumaz, gezgin yorulmaz, gezgin ağlamaz. Üstelik kötü hava yoktur, ona göre giyinmemiş insan vardır.



Genç ev sahibimiz Dimitris'in genç annesi Teselia karşılıyor bizi, nasıl güleç bir yüz. Bölgenin adından almış adını. Onun yönlendirmesi ile daracık çıkmaz sokağa giriyoruz, Mavişi olabildiğince eve yapışık park edip, yürüyerek geçmek isteyen olursa diye bir adımlık yer bırakıyoruz, başka türlü oraya park etmemiz mümkün değil. Tedirgin oluyoruz, tuhaf oldu çünkü, kayrak kayalık dibinden yürüyerek geçmek zorunda kalacak insanlar, başka bir yere park etmeyi teklif ediyoruz, burası onun evinin park yeriymiş, sorun yok diyor, eyvallah deyip eve giriyoruz. Eşyaları alıp odalara yerleşiyoruz, evimiz çok güzel. Vakit kaybetmeden kısa bir köy turu ile sabah nasıl ve nereden bölgeye gideceğimizi tespit ediyoruz. İyi bir yemeği hak ettik. Yorgunuz, erkenden odalara çekiliyoruz. Telefon ışıkları bir süre daha kapı aralarından sızıyor. Kepenkler geceleri kapalı olmalı demişti ev sahibimiz, güvenlik değil de, mahremiyet açısından önemli demişti. Söz dinliyoruz. 



Günlerden Salı 3 Mayıs

Sabah yedi gibi kalkıyoruz, yağmur dinmiş gibi, hızlı kahvaltı sonrası açan güneşle umuyoruz  ki 2-3 saatimiz var, teknoloji de destekliyor umudumuzu. Tedbirli kıyafetlerle soluğu Maviş'te alıyoruz. Yürüyerek gitme planımız olası hava muhalefeti ve annemin ağrıları ile başka baharlara kalıyor. Evden çıkıp sağa döner dönmez devlet ülkesinde hissi yaratan kayalar tüm heybeti ile karşımızda duruyor. Nefessiziz, yolun başında durup kayaların heybetine saygı duruşunda bulunuyoruz. 15 kmlik yolu belli ki bu şaşlınlık ve hayranlık ile 5 saatte falan alacağız biz. Nereden mi anlıyoruz, fotoğraflarda ağzımız hep açık. Bugün için bir manastır gezisi ve manzara noktası belirledim, ertesi gün hava yağışsız gözüküyor, üstelik gezmeyi planladığımız manastırlardan biri pazartesi günleri kapalı, o nedenle sabah birbirine yakın olan iki manastırı gezip, Yanya'ya doğru yola çıkacağız, Yanya bulunduğumuz yere yaklaşık 2 saatlik mesafede. Plan iyi gibi gözüküyor. 




Havada asılı manastırlardan 2-3 tanesini uzaktan görüyoruz. Kayalar öyle heybetli ki... İnsan büyüleniyor. Buranın milyonlarca yıl önce iç deniz olduğu ve deniz dibinin yer yüzüne çıktığı ile ilgili bir bilgi var, doğruluğundan emin olamadığım ama ihtimal dahilinde olduğuna neredeyse emin olduğum. Bu manastırların inşaatına 1356 yılında başlandığı söyleniyor. Keşişlerin inzivaya çekilmelerinin ise 9. yüzyıl başlarında olduğu varsayılıyor. 




Yolda ilerlerken tüm görkemi ve haşmeti ile bizi büyüleyen kayalara hayran hayran bakarken, ilk gördüğümüz manastır Saint Nicholas Anapausas oluyor. Bu manastırı geçer geçmez duruyor ve dev kayaların yarattığı muazzamlık karşısında donuyoruz. Neyse ki rehber yanım tetikte, zaten zaman kısıtı yaşadığımız bu gezide bir de dur kalk dur kalk nereye kadar.



1356 yıllarında yapılan manastırların sayısı zamanla 24'e ulaşmış, günümüzde sadece 6 tanesi gezilebiliyor. Çok sayıda kalıntı varmış hatta bazı yürüyüş rotaları bu kalıntılar için yeniden planlanmış. özel bisiklet, yürüyüş ve tırmanış turları düzenleniyor. Üzerinde manastır olmayan kayalara ise tırmanışlar düzenleniyor ki bir tanesine denk geldik, yürekler ağızda izledik ama itiraf edeyim, azıcık daha genç ve cesaretli olmayı dilemedim de değil. Biz ancak yaşımıza uygun başımıza denk araba yolu üzerinde bulunan ve gezilebilir olanlardan 2-3 tanesini görebileceğiz. Manastırlara yaklaştıkça, kaya ile birebir uyumlu olduklarını, bir düzlüğe inşa edilmediklerini fark ediyoruz. Kayanın şekli nasılsa, manastır binalarının zeminleri de o şekli almış.




Hayali düdüğümü çalar çalmaz yeniden yola koyuluyoruz, ikinci durak noktası Rousanou Manastırı oluyor. Gezmeyeceğimiz halde manzaranın çekiciliğine karşı koyamıyoruz. 16. yüzyılın sonlarına doğru yapılan manastır II. Dünya Savaşında ağır hasar almış ve Almanlar tarafından yağmalanmış. Kadınların erişimine yasak olan manastır, onarımı ve suyun temininde halkla birlikte çalışan Kastraki Kasabasından sevilen bir rahibeye sunulan şükran vesilesiyle 1988’de rahibelere de açılmış, Aziz Barbara Manastırı olarak bilinmesine rağmen manastıra neden “Rousanou” isminin verildiği de bilinmiyor. Bir zamanlar keşişlerin halat merdivenler ve ağlarla tırmandıkları manastır şimdi merdivenler ile kolay ulaşılır hale getirilmiş yine bir kayalıktan uzanan 1868’de yapılan ahşap köprüsü ise 1930’da sağlam bir köprü ile değiştirilmiş. Manastırda duvar resimleri, ahşap ikonlar yanı sıra yine eşsiz bir manzaranın bizi beklediğini bilmemize rağmen ulaşımı en güç bu manastırı bu turda es geçmeye karar veriyoruz.





Hemen manastır altında vadiye bakan tepeden bir kaç fotoğraf çekimi sonrası, "Gün Batımı" tepesine ilerliyoruz, sabah erkenci horozları olarak tepeyi oldukça boş buluyoruz. Yağmur bulutları ara ara güneşin kollarına izin verse de genel olarak hava kapalı. Manzara büyüleyici, insan buradan gün batımı keyfi yapmadan dönmek istemez tabi ki, Atina'dan Selanik'ten düzenlenen gün batımı turlarının boşuna olmadığı belli. Biz ne yazık ki göremeyeceğiz. Ama manzara öyle büyüleyici ki güneşi de olmayı versin noktasındayız. Sanki başka bir hal içinde olabilirmişiz gibi.


Bulunduğumuz noktadan beş manastırı tespit ediyoruz ama altıncıyı bir türlü göremiyoruz. Uzun soluklu fotoğraf, video çekimleri sonrasında, günün rotasında olmayan altıncı kiliseye kadar araba ile devam etme kararı alıyoruz. İyi ki öyle yapıyoruz, akışına bırakmak, anda kalmak falan şahane şeyler değil de nedir? Üstelik hayat siz planlar yaparken kahkaha atmıyor muydu, biz de durmuyoruz, onun kahkahasına karşılık veriyoruz.





Monastery of St. Stephan'a varınca anlıyoruz neden altıncı kiliseyi göremediğimizi. Meteora'nın güney ucunda, Kalambaka üzerinde yer alan bu manastır kenti görebileceğiniz en güzel noktalardan birine sahipmiş meğer, üstelik ulaşımı en kolay olan bu manastırı gezmek annem için de çok kolay olacak. Mavişi park ettiğimiz yerde öyle bir tabela var ki, kurduğumuz hayalleri yıkmak için birebir: kamp yapmak yasak. Neyse ki gelecek yılların karavan turu hayallerine dair minik şoku hızla atlatıp, derdimizi pamuklara sarıp, usul usul sevip iniyoruz arabadan, daha önce okuduğumuz üzere kıyafet şartı var, uzun eteklerimiz olmadığından belimize bağlamamız gereken şallar yanımızda, yoksa 3 euro olan giriş ücretine bir de 5 euro şal parası ödemek zorunda kalacaktık. Google ve manastırda bulunan bilgilendirmelere göre keşişlerin bu kayalığın üzerindeki yerleşimi, 12. yüzyılın sonlarına tarihlenen çileci Yeremias'ın manastırı ilk kurduğu zamanlarda başlıyor. 14 yüzyılda manastır inşaatı başlıyor ve 16 yüzyılda tamamlanıyor. Manastıra daha sonra 18. ve 19. yüzyılda yeni yapılar ekleniyor. En son 1961 yapılan yurt binası ise kız öğrenci yurdu olarak da kullanılıyor. 






Manastır çıkışı,  bulutlar hala izin veriyorken, Büyük Meteoro Kutsal Manastırı'na doğru gitmeye karar veriyoruz, manastırlar bazı günler ve mevsimlere göre değişen saatlerde kapalı olduğundan planlama yaparken mutlaka buna dikkat etmek gerekiyor. Biz edemedik, mecburen Salı sabahını bu nedenle büyük manastıra ayırdık. Büyük Meteora adı gibi büyük olmasının yanında en yüksek noktada tüm heybeti ile insanı "küçük" hissettiriyor. 534 metre yükseklikteki bu erkek manastırı, “Platys Lithos” (Geniş Kaya) sırtının tepesinde yer alıyor. 4. yüzyılda Meteora'lı Aziz Athanasios tarafından kurulmuş. 


Kahve molasını burada vermek iyi bir fikir oluyor, manastır kapalı olduğundan belli ki  tur otobüsleri sabah şöyle bir "seyir" turu attırıp, açık olan diğerlerine doğru yığılmışlar. Önde Varlaam Manastırı, elde kahve, arka planda yer alan Rousanou Manastırına karşı bundan daha güzel ve huzur verici seyir ve dinlenme keyfi bulamayacağımıza eminiz. Anda kalıp, şükür etmekten öte yapılacak bir şey yok gibi. 

Yağmur bulutunun dağılmış olması bir manastırlık daha vakit sağlıyor bize. ertasi gün, iki manastır kuşağında yer alan manastırlardan mecburen açık olan Varlaam Manastırı'nı bugün görmek için inişe geçmeye başlıyoruz.








Varlaam Manastırı diğer adıyla All Saints Manastırı, sarp bir kayanın tepesinde  16. yüzyılın başlarında kurulmuş, ancak adını 14. yüzyılda kayaya yerleşen münzevi Varlaam'dan almış bir erkek manastırı. Bu manastırdaki arşivlerin kıymeti meşhur. Varlaam bu bölgenin ikinci en büyük manastırı, adından da anlaşılacağı üzere en büyüğü, Büyük Meteora Manastırı. 1617 yılından itibaren eklenen yapılarla birlikte Varlaam,  Üç Hiyerarşinin şapeli olarak anılmaya başlanıyor. Eski yemekhanesi, müze olarak  kullanılan bu görkemli manastıra, 1923 senedinde yapılan 195 basamaklı merdivenle ulaşmak mümkün ve evet, biz bu merdivenleri koşarak çıktık. 





Manastırlar halen şarap üretimine devam ediliyor ve daha da şaşırtıcısı, kaldıraç sistemi çalışıyor ve rahipler ve malzemeler manastıra bu sistemle taşınıyor. Biz tam fotoğraf çekerken bir rahip file içinde geldi ama ayıp olur diye fotoğraf çekemedik.








Yağmur bulutları uzak diyarlara doğru yol almış olmalı ki, sağanak denen yağmurdan eser yok. Güne köyde devam etmeye karar veriyoruz. Yağmurluklar belde aşağıya inerken hava birden bir bulutun tepemize gelip, alçalması ile kapkara oluyor, yüklü bulut bize bir kıyak geçiyor gene de, yaklaşık bir saat yağdı yağacak havada köyü turluyoruz, eşim Kalambaka'ya gitmeye kararlı, ben tedbirli davranıp, şeker gibi bir insan olmamdan mütevellit erime ihtimalime karşılık eve dönüyorum. Yarın ola hayrola... 



Şuraya gezerken ciddi takılan bir baba kız bırakalım. 


 
































8 yorum:

  1. Hayat siz planlar yaparken başınıza gelen şeydir demişler ya... hah işte tam da öyle, bir Hırvatistan delisi olarak ve Bosna-Hersek'i de katarak Adriyatik'in tüm o yakasını aşağı doğru gelme planları hazırken pandemiye çakıldı hepsi, o bakımdan okumak iyi geliyor tersten yol alsam da... Manastırlar yabancı değil ama, Sümela'mız var bizim de:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Şarap gibidir yol vakti gelsin diye bekler ki sen şarabı da yolu da bilirsin.

      Sil
  2. Kayalar ne görkemli, ne büyüleyiciymiş gerçekten. Hele ki kahve molası verdiğiniz iki manastır arasındaki seyir terasınızdan manzaranız şahaneymiş. Kalambaka şehri ve Kastraki Köyü'nü not alıyorum. Harika bilgilerle ve görsellerle oldukça yararlanacağım bir rehber olmuş. Emeklerine sağlık Evren'cim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Seni düşünemiyorum. Okumak için sabırsızım. Dilerim en kısa zamanda gerçek olsun yolculuk.

      Sil
  3. Meteora'yı duymuş, fotoğraflar görmüştüm de buradaki bilinçli gezgin anlatımı ve fotoğrafları bambaşka etkiledi; nefis!
    Zevkle okudum, izledim ve ek olarak ortalardaki erguvan ağacını görünce çok mutlu oldum. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gezi öncesi tam bir "inek" oluyorum. Ciddi bir ön araştırma yapmadan çıkmamaya çalışıyorum. Bu mevsimi oldum olası severiz, daha uyanırken yolda olmak gibisi yok.

      Sil
  4. Kahve molası verdiğiniz yere bayıldım. Kayaların devasalığı ve her yerin tertemiz oluşu gözüme çarpmadı değil. Ne güzel bir gezi ve ne güzel bir anlatım çok teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  5. O bölge çok güzel ve özel bir bölge gerçekten de. Teşekkürler Dear Monarosa. Keşke devamını da anlatabilsem.

    YanıtlaSil

An'a kazınandır senden bana kalan...
ANLAMLIDIR...

Teşekkür ederim sımsıcak yürekten bir tebessümle...