DENEMENİN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DENEMENİN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

05 Mart 2013

Derde Bak Diyebilirsiniz, Özgürsünüz!

Sanırım hayatın akışını yavaşlatmakla ilgili bir derdim var. 22.Kasım.2012'de Evrenin Dünyasına yazdığım yazının başlığı ile 20.Şubat.2013 tarihinde Kazara Yazara yazdığım yazının başlığı kelimesi kelimesine aynı ve ne ilginç ki ilk iki paragrafları da... Ve daha ilginci bu örtüşmeyi, bugün "değer" kelimesini blogumda arattığımda fark ettim. Hafızam, Evrenin Dünyasına yazdığım yazıyı silmiş ve anladığım kadarıyla yaklaşık 3 ay sonra hızımı kesemediğim için yürek gene kaleme gelmiş.

Mesela ben hızlı yemek yerim, belki de bu yüzden yediğim yemek bir tat bırakmaz bende, -yani bırakır tabi damak lezzeti gelişmiş bir insan olmasam bu halde olmazdım değil mi? ama yine de nerede ve kiminle bağlamı daha bir akılda kalıcılık sağlar bana- hal böyle olunca yemekten çok mekan seçiyor olabilirim. Yani anlayacağınız hafızama kazıdığım güzel anıların güzel mekanları oluyor ve ben yemek yemek için oraları seçiyorum. Ve her halükarda yediğim yemekten keyif almayı beceriyorum. 

Haftasonu üç güzel mekana yaydık sohbetin koyuluğunu, dostluğun derinliğini, gülmenin hafifliğini... Kahve için vazgeçilmezim İstanbul Modern bir taşla iki - üç kuş vurmanın en güzel yolu... Öğle yemeği kaçamağı bu sefer Taksimde; yaşı yaşıma uygun Şimşek Karadeniz Pide Salonunda; pastırmalı, kavurmalı, yumurtalı pide ile... Ve akşamına bir boğaz klasiği olan Yeniköy'de Alekon'un Yeri Deniz Park'ta aldık soluğu... Ama ne soluk! Yazar Ali Rıza KARDÜZ'ün kaleme aldığı gibi;

"Terasın altı deniz, önü deniz... Yanı deniz... Arkada ahşap, tarihi bir bina... Yeniköy iskelesine yanaşan dolmuş motorları, şehir hatları vapurları, boğaz trafiği, mis gibi yosun kokusu.. Gerçekten İstanbul'da örneği bulunmayan, son Rum Lokantası'dır Aleko'nun yeri..."

Anlayacağınız yine çok güzeldi İstanbul. Yine aşk kokuyordu patlayan bahar dallarında. Bir ara dalmışım derinlere, aşk olsan çekilmezsin be İstanbul derken buldum kendimi...  Ama sonra öyle bir an oldu ki; öyle bir aşksın ki, gözüm kör, kulağım sağır yaşananlara deyiverdim bir solukta... Oysa en çok o acıttı beni, en çok o heveslendirip kursağımda bıraktı ne varsa... Ah İstanbul! Üzerine şarkılar, şiirler, romanlar yazılmış kent... Sen nasıl da güzelsin her köşe başında, nasıl da özel senin kaldırımların, gün batımların ve rüzgarın... Denizinin kokusu bir başka mesela... Peki ya erguvanlarına ne demeli... Mimozalarına... Adalarına ve vapurlarına...

Bu sefer aklımda kalansa; Kariye Müzesinin iç narteks güney kanadı, doğu lunet duvarını kaplayan mozaik tasvirde Kariye’nin Deesis sahnesiydi... Ayakta duran Tanrı Anası Meryem insanların günahlarından arınması için üzgün bir şekilde dua ederken ayakta olan İsa’nın sağında betimlenmişti... Yüzünde gene o bildik mahzun ifadeyle...

İnsan ve günah... Dua ve bağışlanma... Aşk ve ölüm...

Hikayesi 4. yüzyıla dayanan Khora'yı bir de masalsı bir anlatımla sunacak sanat tarihi meraklıları gençlere denk gelirseniz keyfini uzatacağınız bir gezinin unutulmaz mekanı olarak hafızanıza kazıyacağınız Kariye Müzesine mutlaka zaman ayırın derim. Hele de benim gibi zamanı yavaşlatmak gibi bir derdiniz varsa, ilaç gibi geleceğine eminim. 












17 Haziran 2010

KÖTÜ OLMAK

Senin, kötü olmaya hakkın yok biliyorsun değil mi? Senin enerjin düşemez, sen moralsiz, yıkılmış ve berbat bir ruh halinde olamazsın. Çünkü olursan, yani ağlıyorsan mesela, karşındaki bağırır sana. Oysa sen, seni rahatlatacak bir sese hasret ararsın onu. Sana iyi geldiğini sandığın için, ve belki inandığın hatta, inatla. Ama sen; sen gülen, gözleri kocaman, ışıklı kadın, sen kötü hissedemessin kendini. Tut ki hissettin, hiç elini falan uzatmaya kalkma, elinin tersi ile öyle bir iterler ki seni, ne olduğunu bile anlamadan, kalırsın karanlık bir sokakta tek başına. Artık önemi yoktur, seni neyin, nasıl ve neden o saatte, o sokağa getirdiğinin ve bir önemi yoktur korkmanın ve ağlamanın. Hiç bir önemi yoktur, yalnız kalmaktan korkuyorum demenin, çünkü sen karanlığa uzatırsın elini, orada biri var sanarak. Karanlık ürkütür. İçini kemirir bir duygu, sessizlik büyür, ıssızlık ondan daha fazla; sokaktan bütün mahalleye ve hatta şehre yayılır dalga dalga...

Senin çığlıkların dolaşır terk edilmiş binaların duvarlarında, günlerdir alınmadığı için kokuşmuş sebze kalıntılarının kokusu siner üstüne. Bir sokak köpeği yanına kadar gelir, havlamaya bile değer bulmaz, işer üstüne ve gider, köhne  bir binanın ara sokağına bakan örümcek ağları ve tozla kaplanmış yağmur borusu gibi kalırsın, üzerinde bir sonraki turunda işediği yeri bulmak isteyen köpeğin sidiği ile.

Ah! Sen, güleç yüzlü, saf kadın, sen sevildim zannedersin, sen farkına varınca adamların senin onları sevme biçimini ve hatta sendeki kendilerini sevdiğini, anlarsın, anlarsın da, yüreğinin acısı, ot tıkar boğazına, geri adım atacak cümleleri kuramazsın yüreğinde sana yer açmamış adamlara. Senin kötü olmak, dibe vurmak, boğulmak gibi bir lüksün yok anlasana. Sen sadece sevdiğin kadar ve sevdiğin kelimelerle varsın onların hayatlarında. Onlar sadece bu nedenle yanında. Kelimelerin yoksa ve eğer sunmuyorsan sevda sözlerini belirli aralıklarla ki bazen senin de içinden gelmez elbet, puf... Uçup gitti işte inanmak istediğin ne varsa.

Sen de uç şimdi... Sen de karış akan çöpün suyuna ve ağır kokan bedenini yapıştır asfalta. Yarın gün ağırırken, nasıl olsa bir çöpçü bulur cansız bedenini ve ağlayanlar olur elbet arkandan, mutlaka; anan, baban ve kardeşin ve 3-5 dostun ki onların gözyaşları sahte değildir. Diğerlerini ise hiç hesaba bile katma, onlar sen öldüğün için değil, inan senin için falan değil, bir daha böyle sevilmeyecekleri için ağlıyorlardır ki, bırak ağlasınlar doya doya. Çünkü; asla bu kadar karşılıksız sevilmeyecekler bu hayatta!



  Mart 2010
Geçen yıl bu zamanlar, bir dost sohbetinin orta yerinde,
asılı kaldı bir kaç kelime.
İlki; sevmekti.
İkincisi; inanmak.
Üçüncüsü, ölmeyi isteyecek kadar çok; yanılmak.
Sonrasında taştı kelimeler, ağlamak kaldı geriye.
Dostumun yüreğini bildiğimden
ve söylendiği anda iyi bir teselli cümlesi gibi duran,
o cümle döküldü ağzımdan:
bu kadar karşılıksız sevilmeyecekler bu hayatta.
Bu deneme,
bir âna tanıklık etmiş olan kendimin,
oradaki kayıp ruhu gören gözlerimin
ve yüreğimden geçtiğini düşündüklerimin kaleme alınmasıdır sadece.
O gün dile gelemeyen iç sesimin, bugün dile gelmesini denemektir, kısaca.





Fotoğraf / baloons

24 Şubat 2010

KISIR DÖNGÜ



'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi uyumak için, yatağıma yattım, bir göz bandı bulup taktım. Sakinleştirici hapın etkisi için bekledim. Öylece sırt üstü yatmış, sokak lambasının aydınlığından bile kaçan kendimi sakinleştirmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz koşuşturmalarına takıldım.

İlk günlerimiz geldi aklıma, ilk karşılaşmamız. İlk dokunuş... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Göz bandımı çıkarttım, salona geçtim. Sallanan koltuğa oturup düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Az önceki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi düşünmemek için, gidip müziği açtım, sevdiğim bir şarkı bulup uzandım. Müziğin beni sakinleştirmesi için bekledim. Öylece sırt üstü uzanmış sokak lambasının aydınlığında sakinleşmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz çığlıklarına takıldım.

İlk kelimelerimiz geldi aklıma, ilk seslenişimiz. İlk ses verişimiz.... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Müziği kapattım, mutfağa geçtim. Elime bir hap alıp düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Az önceki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi düşünmemek için, elime aldığım hapı hızlıca içtim, mutfak camını açıp önündeki tabureye oturdum. Hafif hafif esen rüzgarı içime çekip sakinleşmek için bekledim. öylece oturmuş sokak lambasının aydınlığında sakinleşmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz mırıldanmalarına takıldım.

İlk bakışlarımız geldi aklıma, ilk susuşumuz. İlk kelimesiz kalışımız... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Camı kapattım yatak odasına geçtim. Yatağa uzanıp düşünmeye başladım.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünmeyip ne yapacaktım. Aslında zorladım kendimi uyumak için, yatağıma yattım, bir göz bandı bulup taktım. Sakinleştirici hapın etkisi için bekledim. Öylece sırt üstü yatmış, sokak lambasının aydınlığından bile kaçan kendimi sakinleştirmeye çabalıyordum ki; sokaktaki iki kedinin flörtöz çığlıklarına takıldım.

İlk günlerimiz geldi aklıma, ilk karşılaşmamız. İlk dokunuş... Hacer'e anlatmıştım olup biteni, heyecandan sesimin titremesine günlerce dalga geçerek tepki vermişti. Olsundu... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. Hacer'i arasam diye düşünmedim değil ama geç olmuştu. Göz bandımı çıkarttım, salona geçtim. Telefona uzanan elime direnmedim. Aradım Hacer'i. Olup biteni ve sonrasını anlattım. Sessizce dinledi beni... Tek söz etti, kapadı telefonu.

'Düşünme'

Düşünmeyip ne yapacaktım ki... Kendi dünyamın sonsuzluğunda, ben tek başına kara bir ağaçtım. Düşündükçe kuruyor, kur(u)dukça düşünüyordum. Kısır bir döngü gibiydi yaşam...

***

Kapı çaldığında O sandım... Döndü sandım... Heyecanla koşup kapıyı açtım. Hacer'di.

'Biliyorum düşüneceksin, hem düşünmeyip ne yapacaksın ki...'

Kahkahalarla güldük o gece... Hacer, yüreğimi bilirdi. Avcunun içini bilmezdi ezbere ama yüreğimi bilirdi. O yüzden yanında pamuklar getirmişti. Sen dedi, kuru kara bir ağaç değilsin. O gece yüreğimi teslim ettim ona. Düşünmedim... Hem düşünüp ne yapacaktım ki... Dün akşamki konuşmanın üzerinden evden hızlıca çıkmasının ve son söylediği sözün 'Gidiyorum' olmasının üzerine, düşünüp ne yapacaktım.

'Düşün'

Düşünüp ne yapabilirdim ki...





13 Ocak 2010

AŞKKUŞAĞI

Dün bu saatler; parlak bir gökyüzü, güneşe sevdasını yüklemiş bir ben:
Bir kasabanın tezek kokulu yeşilliği sardı beni...
Vurdum kendimi yollara, nereye varacağını bilmediğim bir yolcuyum.

Bugün dünkü saatler; kapkara bir gökyüzü, yağmura gözyaşını vermiş bir ben:

Düşünceler;
Oysa ne kadar da ne istediğini bilendim senden önce. Ne beklediğini hatta... Karşıma dikilip hız mı kestin... Yoksa arkamdan  esip yol mu verdin... Söylesene aşk, sana doğru yola çıkan bir yolcunun, rüzgarı kesilmişse ya da bir ağaç devrilip de kapatmışsa yolunu, bir patikadan geçmek şart mı?

Beklemek çözüm değil midir aşka,  rutubetli bir kuytuda. Nefes almak mümkün olmasa ve karanlık çöküp de korku sarsa her bir yanını, aşk değil mi bu, vız gelmez mi bütün olanlar ona...


Karşı Duruş;
Ey hayat, inadına bilmediğim yerlerden çıkıyorsun karşıma, inadına ezberleyip de unutmak istediğim yerlerden. Aşk kadar güçlü değil miyim sanıyorsun, aşk kadar cesur, aşk kadar korkusuz... Yanılıyorsun; hep dönüp dolaşıp sana tutunuyorsam, bil ki adım aşk olmasa da yüreğimde sadece aşk olduğu içindir. Rüzgar olup esmesini de bilirim, kuş olup göçmesini de, ama bana aşktan vazgeç deme...

Teslimiyet;
Şimdi izninle, bir kasabanın tezek kokulu yeşilliğinde kaybeceğim bütün renklerini aşkkuşağımın, yeniden aşk yeşersin diye kasabanın topraklarında gömeceğim tohumlarımı... Biliyorum yüreğim verimlidir, biliyorum tohumlarım yediverendir... Sen sadece yağdır hayat yağmurlarını üstüme üstüme. Essin meltemin, çıksın fırtınan, kavursun sıcağın... Aşk ana bildiği gibi işlesin yüreğimi, sanma ki senden istediğim bir mucize, bilirim aşk yeşerdiğindedir en büyük mucize...

O yüzden ister karşıma dikilip hızımı kes...
İster  arkamdan esip yol ver...
Ben bu aşkın yolcusuyum bir kere; yolum çıkar elbet kendimden bile büyük bir yüreğe...

_______________________________________

Fotoğraf / RainbowHeart by ~Tamra89

16 Ekim 2009

Soru / Cevap Üzerine Bir Deneme

Aklında onca soruyla uyandığında,
Ulaşmak isteyip de ulaşamadığnda,
Seslenip duyuramadığında,
Uzanıp tutamadığında,

Kelimeler boğazında düğümlenip kaldığında,
Akıl isyanlarda,
Yürek hüzünlerde,
Sen lal olup kaldığında,
İçine kaçıp; kapandığında,

Söylesene; özlem değil de nedir cevabın,
Eğer soru doğru sorulursa...
________________________________________________

Kadın o sabah erkenden kalktı. Ense kökünde betonlaşan ağrıya oralı bile olmayacaktı, eğer yataktan kalkar kalkmaz sendelememiş olsaydı. Ama sendelemişti işte ve hatta tutunmasa yatağın kenarına, kaybolan dengesi ile halı desenine yakından bakıyor bile olabilirdi o anda... Aklında onca soruyla uyandığında da böyle olmuştu. O sabaha gitti aklı... Oturdu yatağın kenarına... Elleri...

Telaşla telefona sarıldı.... Dıt... Dıtttt.... Dıtttttt... Uzun uzun çaldırdı telefonu, ulaşmak isteyip de ulaşamadığında, elleri titrerdi... Elleri...

Oturdu sallanan koltuğuna, sesi öyle cılız öyle kuruydu ki kendi bile duymakta zorlanıyordu. Ama seslendi. Arka odada otururdu eşi, hep o yola bakan camın önündeki kanepenin köşesinde. Seslenip duyuramadığında, bir ümit bir çan almıştı, onu usul hareketlerle kımıldatırdı. Kendi sesinden bile cılız çıkardı sesi çanın, ama adam duyardı ve ses verirdi... Adam yerinden kalkar bazen salona kadar gelir, eşinin hemen karşısındaki koltuğa oturur, hiç konuşmaz, sadece dinlerdi. Kadın bir kol mesafesinde bile, uzanıp tutamadığında adamın ellerini, hüzün kaplardı yüreğini...

Böyle zamanlarda kelimeler boğazına düğümlenip kalırdı, kelimeler boğazında düğümlenip kaldığında, bilirdi, birikmiş onca kelimenin hiç bir karşılığı olmayacağını bildiğinden sustuğunu... Akıl isyanlarda, yürek hüzünlerde olurdu böyle zamanlarda... Suskunlukları asır sürerdi. Suskunluğu bozan adam olurdu; sen lal olup kaldığında, ya da içine kaçıp, kapandığında ölüm yakın diyorum kendime, nolur susma...

Kadın sallanan koltuğunda bir iki sallandı. Bir iki adamla göz göze geldi; bazı zamanlar bir asır biter, yeni bir asır başlardı suskunluklarında. Kadın, neyin var aşkım diye sorsa adam, tek bir soru sorsa, vereceği cevabının olduğunu biliyordu ama adam ne soru soruyordu ne cevabı bilmek istiyordu. Söylesene dedi kadın sessizliğin sesine çarpıp geri döneceğini zannettiği tiz sesiyle: Söylesene... Nedir bu kadar uzakta seni tutan, yalnızlığa iten... Adam kaldırdı yere düşen gözlerini, topladı tek tek yitip gidenlerini, diline kadar geldi de kelimeler, çıkmadı işte... Kadın sessizliği bozduğu yerden devam etti; özlem değil de nedir cevabın... Adam, evet diyebildi, evet; özlem... Kadının elleri titredi... Elleri...

Yatağın kenarına dayadığı ellerinden aldığı güçle kalktı ayağa... Banyoya doğru ilerledi... Elini yüzünü yıkadı. Sevmezdi ıslak kalmalarını. Havlu ile kuruladı. havluyu yüzünden aşağıya kaydırırken, tam çenesinin ortasında iki avucunun arasındayken, aynaya yaklaştı; yüzündeki çizgilere baktı ve ellerine... Elleri...

Salona geçti. Bir sigara yaktı. Sallanan koltuğuna oturdu. Çan yerinde duruyordu. çalınması için hiçbir sebep yoktu. Derin bir nefes aldı sigarasından, derin bir iç çekişle daldı gözleri... Eğer soru doğru sorulursa, hep verilecek bir cevap vardı. Özledim dedi. Soruyu duyan olmadı, elleri titredi... Elleri...

__________________________________________________

Soru / Cevap bundan bir kaç ay önce şiir tadında yayınlandı... Şiirleri öyküleştirmek ya da bir öykünün anlattığını şiirleştirmek... Verilen kelimeler üzerine yazı yazmak, metin yazarlığı dersinde hocalarımızın bize verdiği alıştırmalardı. Bu alıştırmalar Denemenin Tadı olarak yer bulacak bundan sonra dünyamda...

06 Ekim 2009

Gece Sen (Y)ol Üzerine Bir Deneme


Gece oldu mu sağanak yağmurlara sığınıp sana gelmek istiyorum...
Islanmış bedenimi bedenine yaslayıp kaybetmek kendimi teninin kokusunda...
Sen beni sarıp sarmaladığında, dursun içimdeki sağanaklar...
Tutulsun dilim, konuşsun yüreğim, ben birşey demeden sen çok şey anla istiyorum...



Bir gece sağanak yağmurlara aldanır, yazarsın bir kağıda kırık dökük kelimelerini... Sahibine ulaşır mı bilmezsin... Zaten ulaşsın derdinde de değildir yüreğin, sevmek ister böyle birini, dile getirişinde bundan ibarettir sadece... Sonra günlerden bir gün, bir adamın senin o sevme haline denk düştüğünü fark edersin. Baktığın yerden gördüğün tabloda bir adam çizersin kendine, kendi düş kaleminle... Düşündedir herşey ve yüreğindedir sadece, bilmezsin bir muhatabın var mı... Olmasını dilersin tüm kalbinle... Düşünceler sarar dört bir yanını, belki bir gün o tabloda bir kadın çizme ihtimaline tutunursun en çok ve o kadının sen olma hayalini kurarken yakalarsın kendini; olur olmaz kelimeler arasında gezinirken...


Gece oldu mu sağanak yağmurlara sığınıp sana gelmek istiyorum...


Yalnızdır gecelerin ve açık denizlerde kaptansız bir gemidir yüreğin... Sağanak yağmurlarda savrulurken oradan oraya gitmek istersin bir limana... Sığınmak ve korunmak bir anlamda...


Islanmış bedenimi bedenine yaslayıp kaybetmek kendimi teninin kokusunda...


Uzun zaman olmuştur bedenin bedene değmeyeli ve unutmuşsundur bir tenin kokusunda kendini kaybetmeyi, oysa sığınmak ve korunmak değil miydi amacın, öyleyse neden bu kendini bir kez daha kaybetme isteğin...


Sen beni sarıp sarmaladığında, dursun içimdeki sağanaklar...


Durur mu sanıyorsun içindeki sağanaklar, sen bir limana sığındığında, damla düşmez mi sanıyorsun limana, dalga vurmaz mı yüreğini, acıtmaz mı şimşek kırık yelkenlerini, alabura olmaz mısın bir anda...


Tutulsun dilim, konuşsun yüreğim, ben birşey demeden sen çok şey anla istiyorum...


Tutulmuştur dilin, yüreğin yalpalamalarına kulak kabartan olur mu bilemezsin, sadece dilersin... Sen sığın bir limana, o senin limanınsa, sen birşey demeden de çok şey anlar nasılsa...

Bir gece sağanak yağmurlara aldanmalısın, yazmalısın bir kağıda kırık dökük kelimelerini... Sahibine ulaşır mı bilmesen de, ki zaten ulaşsın derdinde de olmamalı yüreğin, sevmek iste sadece böyle birini, dile getirişinde bundan ibaret olsun hiç hesapsızca... Belki günlerden bir gün, bir adamın senin o sevme haline denk düştüğünü fark edersin. Baktığın yerden gördüğün tabloda bir adam çizersin kendine, kendi düş kaleminle... Düşündedir ya herşey ve yüreğindedir ya sadece, bir muhatabın olmasa da olur gerçekte. Sen olmasını dile tüm kalbinle... Düşünceler sarsın dört bir yanını, belki bir gün o tabloda bir kadın çizme ihtimaline tutun en çok ve o kadının sen olma hayalini kurarken yakala kendini; olur olmaz kelimeler arasında gezinirken... Tut ki alabura oldun, tut ki kırıldı yelkenlerin, unutma her geminin vardır sığanacağı bir liman... Yolun açık, rüzgarın bol, pruvan neta olsun.

__________________________________________

Gece Sen (Y)ol, Mayıs 2009'da kaleme alınmıştır...
Fotoğraf /
deviantART