16 Kasım 2006

UMUT



Ne güzeldir sonbahar…

Biraz hüzünlü, biraz yalnız…

Şaşırtır sizi, hatta bazen hazırlıksız yakalar.

Biraz insanlar gibidir sonbahar.

Güneş var diye güvenir ince giyinirsiniz
çok geçmez hava kararır ve yağmur başlar.

Kızarsınız.

Kendinize.

Onun güneşli yanına güvendiğiniz için.

***

Bugün geldi bu fotoğraf,
sevdiğim sonbaharın terkedilmişliğinin resmi gibiydi.

Biraz hüzünlü, biraz yalnız.

Sevdiğini bekler hali etkiledi beni.
O nedenle biraz da umut gibi.

12 Kasım 2006

ANNEMİN KOLYELERİ

Hala Bursa'dayım.

Kabullensem iyi olacak artık Bursa'dayım.
Henüz evime yerleşemedim, hatta eşyalarımı bile getiremedim ama artık Bursalıyım.
Herşey derlensin toplansın da hemencecik taşınıvereyim dedim ama hala beklemedeyim. Bu durumu hiç sevmem elim kolum bağlı hiç birşey yapmadan gün öldürmeyi.

Akıllı kafam takı malzemelerimi bir valize koyup gelseydim neler neler çıkardı şimdi.
Annemle dertleşirken, hem bi şey yapmıyorum hem de blogumu güncelleyemiyorum diye, aklıma geliverdi; annemin kolyeleri...

Nasıl olsa çekerim fotoğraflarını diye kendi arşivimde bile yoklar. Günlerdir elimde fon kartonları orasına gölge düştü burası olmadı derken çekemediğim fotoğrafları bu sabah annemin de yardımıyla çektim.

Takı Tasarımcıları Portalından Sedat Bey gene beğenmez ya çektiğim fotoğrafları, ne yapalım en azından bir fikir edinirsiniz dedim. Öncesi ve sonrası için çok uygun bir çalışmaydı aslında ama ben önceki hallerini çekemedim. Annemin üç renkten oluşan yarı değerli taşlardan bir kolyesi vardı. Uzun zamandır o formda kullandığından sıkılmıştı ve küçük hareketlerle yeniliklere ihtiyacı olan taşlarını bana verdi.

Aşağıda gördüğünüz kolyeleri farklı kullanım amaçlarına uygun eklemeler yaparak yeniledim.










Annem değerli ve yarı değerli taşları çok sever ve çok güzel taşır. Gümüş bir kolyeyi bozarak yaptığım ve gene yarı değerli taşlar ekleyerek yaptığım kolyeleri istediğinde iç içe istediğinde ayrı ayrı kullanabilir hala geldi.





Yarı değerli taşlarımı aldığım Osman Amca'ya uğradığımda pembe kuvars taşlara bayıldım. Kendim için 2 tane oldukça büyük iki taşı alırken gördüğüm açık pembe ve kırmızıya yakın renkleri olan taşlar (neden alırken isimlerini yazmam ki ben bu taşların, işte aklımda kalmadılar) 2 dizi aldım, annemin çok seveceğini düşündüğüm bir takım yapmayı aklımdan geçirerek. Annem sevmez küpe, bileklik, kolye bir arada. Ama ikili takım olarak kullanır diye düşümdüm ara ara...
Aklımdaki tasarım böyle olmasa da aşağıda gördüğünüz gibi bir hal aldı dizmeye başlayınca...


Sanmayın ki bu kadar anneme yaptığım kolyeler. Bunlar yarı değerli taş kullanarak yaptıklarım. Bi de yeşil taşlarla daha önce yaptığım bir kolye vardı annem için onu biraz sadeleştirdim. Başka bir günün konusu olsun diye de bugüne eklemedim. Bir de tabi benim tarzıma daha yakın bulduklarım var. Yakında onlar da alacak yerini bu sayfalarda...

Dua edin de taşınma işlerim bir an önce bitsin. Ben de hem evime hem de takı malzemelerime bir an önce kavuşayım. Hem de "arayı açıyorsun" diye yakınanlara inat her gün yazayım.

Yeni takılar yapıp burada sergileme fırsatı bulayım.

05 Kasım 2006

SEVGİLER

Uzun zamandır yazmamıştım. Nedeni basit kendimce:
yaşadığım şehir, evim, komşularım, yemek yediğim yerler, dolaştığım sokaklar, alışveriş merkezleri ve niceleri... DEĞİŞİYOR.
Telaşlıyım yani. Şaşkınım hatta biraz. Belki şoktayım.
...
Sonra bir gün bir mail geliyor, bazen de bir telefon.
Hayat tekrar anlamını buluyor.
İfadelerdeki tedirginlik yerini anlık gülümsemelere bırakıyor.
Yürek fark ediyor. Herşey değişse de
dostluklar hep baki...
Daha önce de yazmıştım değil mi,
"nerede nasıl bırakığınız değil biraraya geldiğinizde nereden başlayabildiğinizdir dostluğunuzu belirleyen"

Bu akşam o dostlardan birinin yazdıklarını paylaşmak isterim sizlerle.
Teşekkürlerimle birlikte...


Sayfalarında ufak bir gezinti ile neşeyi sitende üzerini bir hüzünle örterek gizleyebildiğini fakat bir o kadar da, yazamayanı bile yazar hale getirebildiğini gördüm. Nereden mi biliyorum o benim işte yazamayan. Bunları yazarken yazar mı olduğumu düşünüyorum? Tabi ki hayır. Ben o kadar yazar değilim ki yazarken noktalama işaretlerini bile doğru yere koyamam. Hani derler ya “doğru yerde doğru insan” bunların ikisine bile bir arada rastlamışlığım olmamıştır şu 3 onluk hayatımda. Ya da “bu bana bir işaret olmalı” diye bulunduğu durumdan ders çıkarmışlığım. Hangi durumun neye işaret ettiğini hiç kezleyememişimdir. Sanırım benim işaretlerle ilgili bir sorunum var. Tüm bunları anlayabilen ve kendine yüksek bir dirayetle paye çıkarabilen insanlara imrenerek bakmışımdır. Hatta çoğu zaman bakarken de kendilerine yakalanmışımdır.

Aslında ben Evrenin şöyle bir “Takı”larına bakmaya gelmiştim fazla durmayıp çıkacaktım. Ne kendimin yazarken ne de kendisinin yazdıklarımı okurken ayıracağı vaktini almayacaktım. Ama burada her şeyin takılardan ibaret olmadığını başta da dediğim gibi hüznün arkasına gizlenmiş ince bir siluetle bize gülümseyerek bakan neşe ne ise, takıların arkasına gizlenmiş “takıntı”lar da aynı şekilde dikkatimi çekti.