YAŞAMIN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
YAŞAMIN TADI etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

07 Eylül 2025

Neler Oldu Neler


Yediemin Canıma Yettin
04.08.2025

Takip etmiyorsanız mutlaka radara almanız gereken bir blog Momentos. Her yazı ve müzik ayrı güzel olsa da benim favorim "bir kelime" günleri. Geçenlerde "yediemin" kelimesi vardı ve benim aklıma bir anım geldi. Ne gündü ve hatta geceydi ama!
Yoruma yazdım, yazarken dedim kendi blogumda da olsun.

İstanbul'un yeri "aşk"tır bende.
Heyecanım doruk olur, on yıl yaşadım, fena da ayrılmadık ama deseler ki bir 10 yıl aklının alamayacağı da para verelim; dönmem dönemem, ama anmaktan ve onu anarken yüzümde oluşan tebessümden de vazgeçmem, geçemem. Tesadüfün böylesi deyip bir müzik arası vereyim. Tüm aşklara selam edeyim. Yüzümdeki gülümsemeyi uzaktayım, şükür edeyim. "İyi ki"leri sıralayayım. Şimdime sarılıp hayatın bahşettiği tüm güzelliklerin keyfini süreyim.
Yazıyı yazmaya başladım ve fondaki şarkı...

LOVERS in Paris
Yakup Gurevitsch




***

Tarihte bir gün... 

Çok istediğimiz arabayı alıp İstanbul'a gidiyoruz, kutlayacağız. Elmadağ'da bir yere park ettik. Sıfır araba dikkatini çekerim. Kıyamadık paralı otoparklara o kadar para vermeye. Gece, İstiklal senin, Beşiktaş benim gezdik durduk. Cumhuriyet meyhanesii ile geceyi sonlandıracaktık ki, çıkınca dedik Mercan'ds çeyrek kokoreç yakışır geceye. Onu da yedik içtik, şen şakrak dönüyoruz eski Amerikan Konsolosluğu sokağından karşıya geçeceğiz ama ben arabayı göremiyorum bir an. Diyorum hayırdır? Kaç tane içtim de görmez oldu gözlerim. Meğerse araba çekilmiş. Gecenin bir yarısı o yediemin senin bu yediemin benim gezgiydik. 10 otopark parası ödeyerek arabaya sabaha karşı neyse ki sağ salim ulaştık. Böyle oldu benim de kelimeyi tecrübem...



Yazarken Sevgili Buraneros'un kelimeye istinaden kim bilir ne anıları vardır diye geçirdim aklımdan ki, yorumu gecikmemiş,


"Çooookkkk iyi bilir yakından tanırım kelimeyi, özellikle otomobil dünyası tarafını, karakterlerini yazsam roman olur:))"


Şimdi bekleme zamanı romanı... Öyle ya da böyle bir gün olacak. Biliyorum. 

Yüzyılın Emektarı*
18.08.2025

Sonunda ben de oldum bim bam bommmmm... 

Emekliyim. EYT ile 58 olan emeklilik yaşım, istersem yarın olurum yaşıma inince, hayaller de başladı 2 yıl önce... Önce yaşamın yeni perdesi için yeni bir sahne arayışı, ardından barınma çözümleri ve yuvaya dönüş için emeklilik tarihine karar verme. Ofis arkadaşlarım sağ olsun, mütevazi bir tören talebimi kabul edip, sessiz sedasız gidişimi bir şölene çevirdiler ki, kurumdan mutlu ayrılan azınlıktan olmama vesile oldular. Ne çok ve ne güzel izler bırakmışım. Kendi adıma pek mutlu oldum doğrusu, eşim bey de "senle gurur duydum" dedi ki, iki gün önce onun için yapılan veda töreninde benzer duygularla donanmıştım. 

El ele, gönül gönüle... Yeni bir döneme "MERHABA" dedik. 

Sağlıkla, huzurla, mutlulukla geçsin diliyoruz, elbet "yolda2yolcu" olmaya devam... 



* Bu ifade SGK'dan gelen sms mesajın "Türkiye Yüzyılı Emektarı" ifadesi ve malum zatın imzası ile geldi... Ah ki ah! Ne yüzyıl ama değil mi?


Hırsız Tilki, Haberci Baykuş, Göbekçi Ethem
23.08.2025

Yaklaşık 5 aydır köydeyiz. Bahçeli evimiz taş duvarlar ve çitle çevrili olsa da, sincaplar, kediler, kapıyı açık unutunca koyunlar ve hatta tilkiler ile karşılaşma olasılığına engel olamıyor. Yeni düzen yeni alışkanlıklarla birlikte geliyor. Mesela, bahçede sandalye üzerinde minderleri bırakırsak kediler için beş yıldızlı otel konforu yaratıyoruz ki, pireleri olmasa dert değil... Araç giriş kapısı açık kalınca koyunlar eski alışkanlığı ile otlaklarına davetsiz giriveriyorlar... 

Gelelim ayakkabılara... Köpekler bahçeye girmediğinden ayakkabılar, terlikler konusundaki tek tedbirimiz, olası böcek, akrep, örümcek girmişse diye silkelemek üzerineydi, ta ki... Bir gece deniz dönüşü misafirlerle aç bilaç eve gelindiğinde unutulan 5-6 çift terlik ve ayakkabıya kadar... 

Vakti zamanında gittiğim ilk Amerika seyahatindan 11 çift ayakkabı ile dönmüş ve kaçakçılıktan beni sınırda alırlar mı diye endişe duymuştum, bir şey olmayınca 2 yıl önce bir kez daha gidince, ekonomik olarak sınırları zorlamamak için ancak 8 çift ile döndüm ki, hepsi buradan alınabilecek fiyatın 10da biri idi, biri hariç. 

Geldik mi asıl konuya ve kahramana... 

O biri hariç ayakkabıyı kardeşim ben çok sevdim diye kıydı paraya ve bugünkü maaşımın yarı ederi tutan o sandaletleri aldı bana. Ben onları pamuklara sarıp sarmalayıp, giymelere kıyamazken, ve kapıda onca bahçe terliği, tarlada yeniden hayat bulmuş eskimiş spor ayakkabıları, misafirlerin Allah'tan çok da pahalı olmayan plaj terlikleri dururken, sen tilki - hırsız olan, benim yumurtalarla beslediğim, sabahları gelecek diye yollarını gözlediğim tilki - hırsız olan olduğunu anladık değil mi?, benim en bi kıymetli sandaletleri, hem de çift olarak al ve git... 

Bunu yaklaşık iki gün sonra, sol yanda hafriyatı yapılmış araziye bakarken, eşim beyin, "aaaa bu senin sandaletin mi" demesi ile boş arazide kuzu gibi yatan sol teki görmemle hüzünlere yolculuğumun başlaması bir oldu. İşi gücü bırakıp sağ teki için dağları taşları aşsak da nafile... Hayır çaldı çift neden geride bırakıyorsun tek. Tüm yollar tükenince, mecbur "Ethem Dede"yi devreye sokacağız dedim.  Normalde Etme Dede, 3 ila 9 göbeğe tav oluyor, gel gör, ben öyle derin hüzünlerdeyim ki, 10'dan açtım kapıyı, "Ethem dede, Ethem dede... Gömleği keten dede, bul benim kaybımı, atam sana helalinden 10 göbek canım Ethem dede" diye diye 2 gün süren arayışlarım, 5 gün süren ağlanmalarım sonunda oldu mu benim borç 70 göbek... Arada bir iki göbek atıp Ethem dedeye vaadimin boş olmadığını da ispatlamaya çalışıyorum ama nerdeeeeee... 

Bodrummmm Bodrummm
25.08.2025

 Ben sandaletimden kaynaklı hüznümü yüklenince sırtıma, eşim bey dedi, kalk gidelim Bodrum'a. Görümce görmeyeyim ömrümce ile güle oynaya gittik Bodruma... Galiba atacağım göbek sayısı o yolcukta buldu 70'i. Neyse ki, göbek 70 ama iş bitmemiş bendeniz, Bodrumdaki arkadaşım kilo alması sebebi ve Ethem dededen gelecek hayır da buymuş demek ki duygumla tarafıma hediye edilen 5 elbise, 3 şort ve onlarca tişört ile mutlu mesut sandaletime veda ettim ve yasımı bir kaç gün daha yaşayıp, uzun zaman sonra karavanımız Maviş ile kamp yapacak olmanın heyecanı ile hayatımın olağan akışına dönüverdim. 

Nerede Kalmıştık...
28.08.2025

Hırsız tilkinin yarattığı şoku eve geri dönünce hatırladım, kuzu gibi yatan sol tek kapıda çaresiz ve umutsuzca bekliyordu beni. Gece derin uykularda rüyamda sayıkladığım sandaletlerle ve Ethem Dedeye sitemim ile fosur fosur uyurken, sabaha karşı bir baykuşun çığlığı ile uyandım. Ön bahçedeki 300 yaşındaki zeytinimizin tepesinde attığı çığlık sonrası ne yapacağını şaşıran tilki - bildiniz değil mi, hırsız olan, bahçenin sağ tarafından, boş arazinin kayalık kısmına doğru koşturunca, dedim "evraka". Haberci baykuşa teşekkür edecektim ki, o telaşede, uçtuğunu fark etmediğimden gıyabında bir tebessüm edip, sabah günün ışımasını beklemek üzere yatağa döndüm. Sabahın ilk ışıklarında kayalıklardaki yerimi aldım ve şarlok halt etsin benim yanımda bakışlarım" ile iz sürmeye başladım... Kayaların arasında kuzu gibi yatan sandaletimin sağ eşini görünce gözlerim doldu, hasretinden günlerin yıllar gibi geldiği zamanları ona anlattım, avucumda sandaletimin sağ teki, Ethem dedeye borçlarımı ödemek üzere ıslıkla çaldığım sekiz dokuzluk ile göbek ata ata, denize gitmek üzere yolda beni bekleyen eşin beyin yanına vardım. O gün geri kalan borçlarımı denizde, sahilde, belediye işletmesinin kantin önünde ve hatta manav Ayşe Teyze ile birlikte atıp, göbekçi Ethem dedeye borçlarımı ödedim. Bir sandaletin insan bünyesinde yarattığı mutluluğa alışık olmayan ve anlam veremeyen fanilere üzülüp, son 10 göbeğimi akşam rakı masasında "sendeki kaşlar bende de olaydı yarrrrrr" diye diye tamamladım. Galiba herkesin sen zayıfladın mı diye sormasındaki büyük sır da buydu: üzüntü sonrası gelen mutluluğun sonucunda atılan 100 göbek, bir kiloluk bir kayıp yarattı bedende. 











Ne çok sofra kurduk dostlarla birlikte, gün doğumlarına ve batımlarına şahitlik ettik. Dolu dolu geçti Ağustos... İki yıl aradan sonra kamp yaptık Mavişle. Gürçamlar'da... Ne orman ama! Ve sabahın ilk saatlerinde dümdüz bir deniz...

Darısı Eylül'ün başına deyip, bana ayrılan zamanın sonuna da geldim işte. Eylül süprizini yaptı bile... Haftaya bugün başka diyarlardayız. Ah! Yazabilsem keşke. 

Yahu aylık bari yazsam değil mi? Elbet başlayacağım bir yerden, hissediyorum, artık iyice yaklaştım. 

Okudunuz mu sahiden bunca birikmiş yazıyı... 
Nasıl teşekkür edeceğimi az çok tahmin edersiniz bence: )
Her yoruma 10 göbek atarım, emoji de koyarsanız üzerine 5 daha koyar, varsa kayıplarınız Ethem dedeye "yap bi güzellik" der, bi 10 tane daha kutlamak için atarım :))

*** 

Bu gece ne gece... Ay tutuldu! Nutkum tutuldu!

*** 

Eylül sonunda görüşmek dileği ile... 

18 Temmuz 2025

Düğün Bahane Kibrya Antik Kenti Şahane

Baba tarafının en küçük erkek kardeşinin biricik kızı evleniyor. Küçük amcam heyecanla davet ediyor, Hollanda'da yaşayacak olan olan yeğen 12 Temmuz'da, Antalya'da dünya evine girecek. Zamanlama Antalya için sıcak ve nemli, bizim için zamansız ve karmaşık.  Taşınma telaşı, kardeşin son dakika Türkiye’ye geliyoruz telefonu, resmi iş ve işlemlerin devam eden süreçleri, Bursa ile bağın tam kopmaması kaynaklı gidiş gelişler, nasıl yaparız nasıl ederiz derken her şeye rağmen tüm planlama yapılıyor. 40 saatlik İzmir Antalya yolculuğu için tercih, Maviş oluyor. Annem ve babamla dört Avrupa turu yapmışız,  Maviş yıllar içinde karavan unvanını alıp, 2 yolculu konforlu karavan halini, "değiş tonton"* komutu ile 4 yolculu mutfaklı buzdolaplı istenirse uzanmalı konforlu yolculuk minibüsüne dönüşebiliyor. Bu yeni düzende ön gösterim gibi bir şey olacak bu yolculuk.  Eve yerleştik ya, bizim pireler rahat durur mu, gezelim de gezelim. Antalya'da yakın yol değil, hazır gidilecek var bir iki nokta atışlı mini gezi  hayali. Ama asıl gezi için kısmet Eylül sonu Ekim başı. 

Cuma günü sabah yola revan oluyoruz,  aklımda iki yer var,  dedim ya fırsat bu fırsat; Buldan ve Kibyra Antik Kenti rotaya eklendi. Vakit biraz bol olsa sıcak falan demeyeceğiz, Düğme Evleri falan da göreceğiz ama ne yazık ki pazar dönmek zorundayız.  Bizim ailenin en küçüğü Honk Kong'tan gelecek.  Dilinde "grama didi abi"* türküsü ile 2 haftalığına eve neşe katacak. 

Büyük hala önemli bir operasyon geçirdi, her şey yolunda çok şükür, onu ziyaret ediyor ve eve varıyoruz. Her odada klimalı kuzen evi, bizi serin serin karşılıyor. Yapılan birbirinden lezzetli yemekler yeniliyor ve beklenen oluyor, herkes yorgunluktan bayılıyor. 




Isparta kökenli baba ocağının önemli bir kısmı zamanla Antalya yerlisi olmuş durumda, ziyaretler peşi sıra ve hızlıca yapılıyor. Akşama düğüncü olanlarla zaten kız evinde buluşulacak. Öğle sıcağının bastırması ile kendimizi eve zor atıyoruz. Neyse ki bir iki saatlik bir zaman var, herkes yine baygın. 


Gelin alma eğlenceli geçiyor. Hollanda'da yaşayan damat tüm TL'ler bitince Avro'ya geçiyor. Gelinin yakın arkadaşları kızı vermek bilmiyor. Neyse ki kapı sonunda açılıyor, göz yaşları alkışlar birbirine karışıyor, çalgılı çengili halaylarla kızı veriyoruz. Düğünün yapılacağı mekan falezlerin hemen üstünde. Eşsiz bir gün batımında, nispeten esen bir lokasyondayız. Kapıda verilen yelpaze günü kurtaracak. Kim düşünmüşse bin yaşasın. Hoş gecenin ilerleyen saatlerinde nemin iyice çökmesi ile yelpaze falan kar etmeyecek ama henüz haberimiz yok. Gelinle damat ilk dansını yapıyor. Geceyi tamamen ıslanmış kıyafetler, şişmiş ayak tabanları ve bitap düşmüş bedenler ile sonlandırıyoruz. Herkes pek mutlu. 

Sabahın erkeni yola çıkacağız. Sevgili Esin, İzler ve Yansımalar blogunda "Gladyatörler Kenti Kibyra" başlığı ile yayınladığı yazı sonrasında aklımda olan, o kadar da gidip geldik şu Antalya'ya hiç mi dikkatimizi çekmemiş diye hayıflandığım antik kenti nihayet gezeceğiz. Yol üstü oluşuna seviniyorum. Sabahın erkeni olmasına rağmen varışımız 10'u geçiyor ve hava sıcaklığını ciddi bir şekilde hissettiriyor. 1 saatte toparlarız biz bu işi diyoruz, öyle olmuyor :) 

Gene de akıllıca davranıp, antik kenti en tepe noktadan gezmeye başlıyoruz. Çeşme sonrası eşim ve annem araba ile stadyumun olduğu noktaya ilerlerken biz babamla yürüyerek yokuş aşağıya iniyoruz, stadyumun oradan yürüyerek çıkmak isteyenlere bu bölgeyi gezdikten sonra araba ile çıkmalarını ve tiyatro, çeşme ve agorayı oradan başlayarak gezmelerini öğütlüyoruz. 


Antik kenti mutlaka ama mutlaka Esin'den okuyun derim. Ben oradan edindiğim bilgiler ile bir rehber edası ile bizimkilere pek hava attım doğrusu. Gölhisar şirin bir yerleşim bölgesi, ovası ise uçsuz bucaksız. Fotoğraf makinesinin yanımda olmayışına biraz burkuluyor yüreğim. Şu akıllı telefonlar bana hiç aynı tadı vermiyor. Çekiyoruz başka platformlara uygun bir kaç kare fotoğraf ama yine diyeceğim siz Esin'in yazısına gidin de antik kent ve elbette ova görün, manzara görün, göl görün fotoğraf görün, bilgi ile donanın. Bir bilgi de Medusa ile ile ilgili gelsin. 

"KİBYRA’NIN MEDUSASI

Yunan mitolojisinde yeryüzünü simgeleyen ana tanrıça ve doğa ana olarak bilinen Gaia (Gaea) ile yine ilk tanrılardan denizleri simgeleyen Pontus’un birleşmesinden meydana gelen Keto ve Forkis’den de içlerinde Medusa’nın da olduğu üç kız kardeş Gorgonlar doğar.

Kâinatın kurulduğu zamanlarda, güzelliğiyle herkesi kıskandıran, aynı zamanda bütün tanrıları kendisine aşık eden bir kız yaşarmış. Yılan Saçlı Kadın aslında o kadar güzel bir kızmış ki yeryüzünde güzelliğiyle ona rakip olabilecek başka bir kadın bulmak mümkün değilmiş."

Hikayenin tamamını okumak için Erol Özdayı'nın  yazısına vakit ayırın. Kibrya'yı gezerken dünyada eşi benzeri olmayan bu mozaiğin sizi alıp götürmesine izin verin. Büyüleyici bir manzaraya karşı en tepe noktaya çıkıp saatlerce oturmak için bir kez daha geleceğime söz vererek ayrılıyorum Kibrya'dan. Bence bu antik kent ona tüm günü ayırmanızı hak ediyor. 

Biz öğlen sıcağı iyice bastırınca hızlandırılmış turumuzu sonlandırıp yollara düşüyoruz. Hedef Buldan. Kendime "müslin" bir şort alacağım, biraz duş havlusu belki bir kaç elbise. Bir de merak ediyorum o renkli evlerin olduğu sokağı. Ekip neyse ki tüm huysuzluğuma katlanıyor ve kabul ediyor yolu uzatmayı. Buldan da buldun mu? derseniz, aradığımdan fazlasını derim.  











Denizli'nin bu şirin ilçesi, dokuması ile ünlü, "Buldan Bezi" bu yöreye özgü ve dünyaca tanınıyor.  İlçe oldukça kalabalık, pazar gününün de etkisi var tabi. Neyse ki arabaya bir yer buluyoruz. Koruma altına alınan renkli cumbalı Buldan evlerini, birbirinden renkli ve zevkli dokumaların yer aldığı çarşısını geziyoruz.  Buldan simidini ise ne yazık ki tadamıyoruz.  İlçe 2024 yılında "Cittaslow" için başvurusunu yapmış, Umarım sonu Türkiye'nin ilk sakin şehri, Seferihisar'a benzemez. 















*70'li yılların TRT'sinde en sevdiğim çizgi filmdi. Ton Ton, bizim yıllar için bir çeşit süper kahramandı aslında. Nereye ne lazımsa değişir ve olur, köprü olur, deniz otobüsü olur, simit olur, kendini ifade etmesi gerektiğinde neyse derdi onu anlatan şekle bürünüverirdi. Hayat biz çocukken daha mı güzeldi?








12 Haziran 2024

Belli Ki Bu Ülke Hızla Sürükleniyor: Ekokırım


Dünya var olduğundan beri, canlılar, medeniyetler, ülkeler değişiyor, yok oluyor, yok ediliyor. Yaşarken olan biten tuhaf geliyor, geçmişe bakınca nasıl olmuş ki diyorsun. Nasıl izin verilmiş. Oluyor, olmaya devam ediyor, bitecek gibi değil. Verilen tepkiler, atılan çığlıklar değişime elbet yön veriyor ama belli ki yeterli olmuyor. Dünyanın düzeni teslim olmuş bir güce, ne din, ne iman, ne ahlak, ne hak tanıyor... Talan ya da savaş bitmeyen bir hırsın ürünü... Şakşakçısı da hiç bitmiyor. 

Katliamlar durdurulamıyor, yoksulluk, açlık, kadına şiddet, çocuğa şiddet, kediye, köpeğe şiddet.. Gıdaya, sağlığa, eğitime ulaşım zorlukları, adaletsizlik, hukuksuzluk, yağmacılık, fırsatçılık... Aklıma gelmeyen daha bin bir türlü bela ve karanlık. 

İnstagram üzerinden yapılan paylaşımlara denk geldikçe, ben de paylaşıyorum. Neye yarıyor bilmiyorum, imza kampanyalarına katılıyorum neye yarar bilmiyorum. 

İkizköy Direniyor: Madenin Akbelen'de yaptığı yıkım ve gasp korkunç boyutta...Kaçıncı dava, kaçıncı boykot. 

Aydın Çavdar Köyü, Latmos - Beşparmak dağları madene açıldı. Fotoğraflar korkunç... Çam fıstığı, zeytin olan her yer şimdi dağ, taş. kaynak suları, kültürel miras yok oluyor. Düşünsenize 8000 yıllık kaya resimleri, antik kentler ve manastırlar ve daha pek çok şey yok oluyor. 

Burdur, Isparta, Akçay Havzası, Madran Dağı, Kaz Dağları, Seferihisar, Ankara Güdül, Ardan, Kars, Göle Havzası, Gümüşhane, Gökdere, Nazlıçayır Köyü, Alakır, Fırtına Vadisi, Likya Bölgesi, Gökçe Ada, Alpu Ovası, Yenişehir Ovası, Yenice Ormanları, Toroslar, Gediz Deltası, İliç, Fırat Nehri... daha çokkkkk uzayıp gidiyor liste... Göller kuruyor, göller... Akşehir, Eber, Marmara Gölü, Van Gölü kuruyor, inanabiliyor musunuz? Bunlar aklıma hemen geliverenler. Göllerdeki su miktarı son 30 yılda %53 azalmış diye bir haber okumuştum. 

Turizm adı altında yapılan kıyı talanına insanın aklı ermiyor, Finike, Demre, Kaş, Kalkan duble yol olacakmış... Gazipaşa kıyılarına tesis kurulacakmış, Marmaris yangını sonrası her yer talan... Çok mu lazım diye soruyor insan. Nasıl bir doymazlık, nasıl bir talan iştahı, nasıl bir körlük, duyarsızlık...  Her yer kan ağlıyor, insanlar köylerini, toprağını, ormanını, nehrini savunuyor, hükümetler taş üstünde taş bırakmayan kararlara imza atmaya devam ediyor. 

Tarım arazileri "tiny house" adı altında talan edilmeye, dereler, nehirler enerji üretimi için kurutulmaya, ormanlar, zeytinler maden uğruna yok edilmeye, yangın sonrası betonlaşma ile kıyılar talan edilmeye  hızla devam ediyor. 

Son dönemin sıklıkla karşılaşılan kelimelerinden "ekokırım". Bazı ülkeler EKOKIRIM'ı suç olarak tanımlıyor, belli ki bizim ülkemizde güç olarak tanımlanıyor, güce tapanlar bu ülkenin sonunu bir felakete sürüklüyor. 




24 Mayıs 2024

Bir Karavan Hikayesi

 



Ömrümün ikinci baharına denk gelen en güzel hikayedir: MAVİŞ

Az süsleyeyim, biraz da pullayayım da, nesilden nesile bir aşk hikayesi gibi anlatılabilsin.

***

5-6 sene önceydi, dünyayı dolaşmak isteğimin üzerinden epeyce zamanlar su olup akmış, serde gençlik vardan bir ayağı çukurdaya mey etmeye yüz tutmuş fani ömrümde, elde avuçta tutulabilen niyetler heba olmasın diye, niyetine girdiğim yollarda Avrupa'dan da bir kaç ülke görmüştüm. 

Gel zaman git zaman hayat arkadaşım; yol arkadaşım, dostum, sırdaşım olunca... Hayalim gerçeğim olsun istedim ki ne denk geliştir o hayal... 

Hayal dediğin içte bir kurt, konu konuyu açınca gelip baş köşeye gözünü dikiyor, dikiyor da, konuşmanın seyri hep "emekli" olma gerçeği ile sonlanıyor, beyhude geçen ömrümdeki bu caanımm hayal, ülkenin ekonomik gerçekleri ile yüzleşmekten yorgun düşüyor, kurt dediğin durduğu gibi durmuyor, kemiriyor da kemiriyor. 

***

İşte o 5-6 sene önce günlerin günleri kovaladığı günlerden bir gün, hayal, koşa koşa geldi konunun en can alıcı yerinde sahnesini aldı, ama ne alış! 

Allah denk getirdi derler ya, bence o an o andır, dedik neden olmasın... 

İki aracı  topladık, eldeki avuçtaki bilgiye böldük, sonuç oldu mu sana bir araç... Ama ne araç? Nasıl bir araç?

Soru salonun orta yerindeki avizeye asıldı kaldı, uzun bir süre denmeyecek kadar ama asla kısacık bir zaman da değil. 

Geliyoruz gidiyoruz soru ile kafa kafaya veriyoruz. Binek olacak, ekonomik olacak ama dağa taşa vurdun mu da ağlayıp sızlamayacak, ya Rab! nidaları ile geçen günlerden birinde, bir de ülke ekonomisi vermez mi sinyali ucundan.

Sinyale gözü kapayıp girdik yola... 

Kısa sürede tesadüfün taşları kaderin ağlarına denk düştü... 


Yılların emeği ile taranmış, "google sağ olsun" sonsuz kaynağındaki bilgiler ışında temeli atılmış karavancılık hikayesi kısa sürede, üstelik emekliliği beklemeden ilk meyvesini verdi: Rengi, modeli, yaşı, boyu, huyu bizden, yakışıklı bir arkadaş evimizin "aile" arabası oluverdi. 


Mavi gri renkli, Caravelle "Team" model aracımızın arka üçlüsü yerine konan bir kamp mutfağı dolabı, "Alamanyalardan" getirtilmiş bir arka kuyruk çadırı ile serüvenden serüvene, yollardan yollara karavancıyız edasıyla dolanacaktık ki, adı olmayan bir karavanın camiada kabul görmeme ihtimalleri üzerinden, adını tekerine üfleyip yollara revan olduk: "Maviş, Maviş, Maviş"

***

Aradan geçen 4 yılın sonunda, evrilen hayaller ve deneyimler sonucunda geçen yıl biriktirdiğimiz avrolar duman olmadan önce Mavişi "pop up" çatısı ve iç mobilyaları ile mini bir campera dönüştürdük.  O değişimden beri Maviş mutlu biz daha mutlu yollardayız anlayacağınız. 


Cuma oldu mu "nereye" soruları, perşembeden belli olur kampçının kaderi zeytinyağlıları ile rakılar, balıklar, etler, peynirler ile kurulan dost sofraları ile şenlenen hayatımız, bir çokları için "hayat size güzel" iç çekişlerine sebebiyet verse de, "hayatı bize güzel kılan" yüreğimize, bakış açımıza, tercihlerimize zeval gelmesin dileriz. Herkese de hayallerini gerçekleştirme fırsatı bulacağı bir ömür. 

***

Kimi zaman bir göletin kenarında, kimi zaman bir dağın başında, kimi zaman antik bir kentin kıyısında, kimi zaman denize nazır, bazen bir gün doğumunda, bazen bir ay ışında, zaman zaman ıssızlığın ortasında, nadiren kalabalığın orta yerinde, her şeye rağmen, Maviş denince, dilimizde hep  bir "iyi ki..." 

***

Şimdi dönüp baktığımda, ertelemedik, idealleştirmedik, mükemmeli arayış değildi bizimkisi ki zaten ne ekonomik olarak ne de bilgi olarak o noktada değildik. Denemek istedik, sınırlarımızı, kısıtlarımızı, yapabileceklerimizi ve yapamayacaklarımızı görmek istedik. Geriye sayıma başladığımız bu günlerde, emeklilik için kurduğumuz hayaller bambaşka bir noktada. Maviş tabi ki yol arkadaşımız ama artık, sınırlarımızı biliyoruz, yolda olmanın hazzını ve bize sunduklarını da!

Bir arkadaşım her yola çıktığında "hazırım, bana hazırladığın sürprizlere hazırım, senden dileğim, iyiye, hayra, gelişimime ve yoluma katkı koysunlar" de demişti. Diliyorum ve artık biliyorum ki, "yol insanı insana çıkarır"

İnstagramda;

#y2ymaviş ile binlerce kilometre yol yaptık, sayısız manzaraya uyandık. 25ten fazla ülke gördük, sayısız şehir ve kasabadan geçtik.

*

Hayatımıza girdiğinden beri bize öyle iyi geldi ki... Dostlar edindik. Güldük, eğlendik, öğrendik, dinlendik.

*

Yapar mıyız ki diye çıktığımız yolda, yapabildiğimizi ve elbet yapamadığımızı gördük. Mesela, kurbağa sesleri ile bir geceyi sabaha bağlamak epeyce zorken, manzaraya kanıp kurbağaları unutmak kolay.

yazmıştım. 

"Issız bir yerde korkarım ben"den, "ıssız bir yer bulsak keşke"ye varan yolculuğumuzda kurbağalar önemli bir detaydır bize hayatı anlatan. 

Demem o ki, hayali ertelemek size bir şey katmaz, kaçırma olasılığını yükseltmek dışında, ama denemek, bir yerinden başlamak çok yol almanıza sebep olur. Belki yolun başında anlarsınız o sizin gerçeğiniz olamayacak kadar sizden ötededir, belki daha ilk başta anlarsınız, aslında nereye baksanız oradadır. 

Bir yazı okumuştum, bazıları başarının hayalini kurar, diğerleri erken kalkıp o başarı için çaba harcar minvalinde bir şeydi. 

Hayal kurmak güzeldir, hayalin yoluna revan olmak daha güzel. 














14 Şubat 2024

Sevmek Üzerine

Çok laf edilir belki, hele de günlerden bir gün ilan edilmişse... Farklı rivayetler var elbette. Bir kaç klavye marifeti ve google yardımı ile; buyurun çıkış noktasına... 


14 Şubat ile romantizm akımını ilk defa birleştiren isim, İngiliz şair Chaucer'dir. Şair 14. yüzyılda yaşamış, kuşların eşlerini seçtiği tarih olarak 14 Şubat'ı gözlemlemiştir. Bu nedenle o günlerden günümüze 14 Şubat Sevgililer günü hikayesi olarak Chaucer'in romantik bakış açısı anlatılır.

*** 

Aziz Valentine, insanları evlendirmeye devam ettiği için tutuklandı ve yaptıklarının cezası olarak sopa ile dövülerek öldürüldü. Valentina Milattan sonra 270 yılının 14 Şubat'ında da Hıristiyan şehitliğine gömüldü. O gün itibariyle Sevgililer Günü'nün kutlandığı ifade edilmektedir.


***

Bizim kuşak aşk ile sevgi karşılaştırmasında, sevgiden yana tavrını bir filmle ortaya koymuştur. 1977 yılında usta yönetmen Atıf Yılmaz tarafından çekilen film herhalde coğrafyası ve kültürü ile harmanlanan en başarılı "aşk" filmlerinden biridir. Cengiz Aytmatov'un "Kırmızı Eşarp" adlı eserinden uyarlanan efsane Yeşilçam filmi ile büyüyen bizler için "Sevgi neydi? Sevgi emekti" repliği kıymetlidir. Cahit Berkay'ın tınısı kesinlikle neredeyse kusursuz bir uyumla fondadır ve belki de derin derin her bir sahnenin hafızamıza mıh gibi kazınmasında en az oyuncular ve replikler kadar payı vardır. Türkan Şoray, Kadir İnanır ve Ahmet Mekin... Diğer adıyla Asya, İlyas ve Cemşit... 





Yüreğinin sesine kulak vermek bir el mesafesindedir. Filmin bir sahnesinde İlyas'ın bakışlarından süzülen tek bir replik ile aşkla aşka koşar Asya... Ne kural tanır, ne engel. Uzatılan ele koyar yüreğini... 

Final sahnesi vurucudur! Kıymetini bilenin de hem fikir olacağı kesin olan, sevmek ve elbet güvenmek galip gelir. 


***

Yeğenle oturmuş, erken yaşta yaptığı ve yıllar sonra henüz çocuk olmadan ve çok geçmeden boşanma ile sonuçlanan evliliği üzerinden konuşurken... "güvenmek öyle kıymetli ki, sevmek kadar, ve biliyor musun yüreğin aşkla çarpıyorsa yaşamaya, aşık da olursun sonunda" derken buldum kendimi. Gözleri pırıl pırıl baktı eşim bana... "yüce gönüllüm" dedi. Ne çok seviyorum bu "etiketi" bilemezsiniz. İlk defa duymuyordum ve ilk duyduğum zamanlara kıyasla daha çok benimsiyordum. İnsan 50 yılı geride bırakınca, kendine ait olan ve olmayan tüm "etiketleri" ayıklamayı, onu huzurlu kılan, mutlu eden, sevgiyle, coşkuyla uyanmasına sebep hallerine sarılıyor. Okşuyor, takdir ediyor ve elbet sabahları aynada kendinden bir makas alıp "aferin" de çekiyor ki, bunun ne kadar kıymetli olduğunu ancak yaş kemale erince fark ediyorsunuz. Çocukluğun anne baba onayı, arkadaş, dost, kanka onayı, okulda öğretmenin takdiri, işte patronun takdiri falan solda sıfır o kadar diyeyim size... İnsanın kendi değerlerinin farkına varıp, kendini sevmesi kadar anlamlı bir şey yok hayatta. Beğenmişlik değil sözünü ettiğim, kendini işleme, kendindeki iyiyi ve elbette eksiği, kötüyü, fazlayı fark etme. İnsan kendi kıymetinin farkında olursa, karşısındakinin de hakkını veriyor. "Ayna ayna söyle bana" daki en güzel ayna da insanın sevme biçimi oluyor.

***

Hayatı sevince bence o da seni seviyor. Yaşadığın anların kıymeti senin kıymetini parlatıyor. Sen bazen ve çoğunlukla günlük rutinin içinde koştururken biri çıkıp "değdiğin her şeyi güzelleştiren arkadaşım" diyor, sen gülümsüyorsun, bu etiketi de alıp bir kenara koyuyorsun. Sonra biri çıkıp "bu ne öfke yakışıyor mu" diyor.  Öfkeni alıp haklı taraflarını elde tutup, fazlasını törpülüyorsun. Öfkeni de zamanla seviyorsun. Oysa  "inatçı" etiketini yıllarca taşımışsın, üstelik derdin inat değilken. Şimdi seviyorsun, fazlasını bıraktın çünkü yolda. Zamanla gözyaşını, umutsuzluğunu, kahkahanı, sesini, kelimelerini... Seviyorsun sen olmayı ve olduğun gibi sevmeyi kendini. Tozunu ala ala ilerliyorsun, yaşının verdiği olgunluğa, içindeki muzip, seksi, oyunbaz ve cilveli'den dozunda ve yerinde eklemeler ile her güne, o gün ilk sabahınmış gibi uyanıyorsun... Seviyorsun yaşamayı, ne sevmesi canım, düpedüz YAŞAMAYA AŞIKSIN!

***

Ezcümle demem o ki, 


Yaşamak şakaya gelmez, 
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın 
                       bir sincap gibi mesela, 
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden, 
                       yani bütün işin gücün yaşamak olacak. 
Yaşamayı ciddiye alacaksın, 
yani o derecede, öylesine ki, 
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda, 
yahut kocaman gözlüklerin, 
                        beyaz gömleğinle bir laboratuvarda 
                                    insanlar için ölebileceksin, 
                        hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, 
                        hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken, 
                        hem de en güzel en gerçek şeyin 
                                      yaşamak olduğunu bildiğin halde. 
Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı, 
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin, 
           hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil, 
           ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için, 
                                      yaşamak yanı ağır bastığından. 

***

Nazım'a ve tüm yaşam ustalarına SAYGIYLA...


08 Ocak 2024

Kaçış


"Buradayım. Beni sağaltan yerde." demiş ve bırakmışım. Kim bilir neden? Tarih: 16.12.2023, öğle saatleri. 

Günler sonra; şu paragrafı yazıp yine bırakmışım. Muhtemelen tetkik için gittiğim doktorun raporu yazış biçimine özenmişim. Sonra da kalemli ultra tabletimde bu satırları yazmışım. 

"Rapor yazan hocanın elindeki cihaza ihtiyacım var. Ben konuşuyorum o yazıyor. Hatta ben düşünüyorum o yazıyor. Bence elimdeki hali hazırda bu yazıyı yazmayı kolaylaştıran bu cihaz hala biraz sorunlu. İtiraf etmeliyim ki, benim gibi kağıt kalem sever biri için biçilmiş kaftan sanıyorum."

***

Bugün Sevgili Buraneros'un "YOKOLUŞ" yazısını sabahın karanlığında okuyunca ve uzun uzadıya bir anımdan bahsedince fark ettim ki, ben sabah yazarıyım. Kazara yazar olmam bundan mütevellit bile olmuş olabilir. 

Yoğun paylaşımlı geçen blogger günlerimde de sabah erkenden kalkar, çala kalem yazardım aklıma düşeni. Okumaya bile fırsat vermeden basardım "yayınla" tuşuna. Biraz özenle kim bilir neler çıkacaktı ama o özeni göstermek için klavye başına otursam kesin beğenmez göndermezdim bir çok yazımı yayına. 

En son yazımı 4 Eylül'de yazmışım. Ondan önce sadece 1 yayın var, 1 Ocak 2023 tarihli. 

"İnsan söyleyemedikleri kadar mıdır diye soran o çakır gözlü çocuğa da dediğim gibi, insan yüreği kadardır. 

İçinde iyilik, sevgi ve şefkat biriktir ki, zamanı gelip sebebi belli taşmalarda, kendine mendil olasın. 

Merhaba 2023... Böyle dile geldin. Hoş geldin. Hep dediğim gibi, asla vazgeçmeyeceğim gibi, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl daha geçirelim, sevdiklerimiz ve bizi sevenlerle."


demişim.
 
Şimdi dönüp bakıyorum da, iyikilerin çok, keşkelerin az olduğu merhametli bir yıl geçmiş kendi adıma... Dünyanın türlü acımasız hallerini ve ülkemin gidişatını sınırlarını çizmek konusunda uzun mesai harcanmış korunaklı yüreğimden uzak bir kenara koyarak yaptığım yorumum bu elbette. Yoksa... Daha ne görecekti bu gözler, neler duyacaktı bu kulaklar acaba demeye kalmadan başlayıverdi 2024.

***




Bu yıl Frig vadisinin uçsuz bucaklığında girdik yeni yıla. Maviş sağ olsun. Takvim sayfalarından ibaret üç otuzluk ömrümün, ikinci otuzuna var daha 3-5 yıl, ve ben artık biliyorum ki, şimdilerde doğada olmak beni en az yazmak kadar sağaltıyor.



Bazen bir yazı okuyorum, kitaptan bir cümle, gazeteden bir başlık... Taşıyor içim. Evet hala elle tutulur o kağıt kokulu içerikleri seviyorum. Digital platform olarak instagram en sevdiğim. Yararlı ve beni mutlu eden içerikleri bulmak konusunda epey mesafe aldığımı söylemeliyim. Ara sıra zaman geçirmek konusunda kontrol düğmesini çevirmek gerekiyor yoksa ciddi bir sarmal söz konusu olabiliyor.

Havaların soğuması ile evde geçen süre çoğalınca, film izleme grafiği yine yükselmeye başladı. Pandemi ile hayatımdan çıkan sinema ile aramızdaki mesafeli ilişki ne yazık ki devam ediyor. Oysa ben bir filmi sinemada seyretme tadını başka hiç bir şekilde alamadığı için şehir şehir festival gezen bir aşıktım. Aşklar da bir zaman geliyor ve şekil değiştirebiliyor demek ki!

Mesela geçen gün bir film izledik ev sinemasında, dilimize Kızgın Güneş olarak çevrilmiş. Filmin kahramanı Amerikalı kadın, yaşadığı aşk ve evlilik acısı sonrası hayal kırıklıklarını da yanına alıp, en yakın arkadaşının da teşviki ile gittiği İtalya'da alıyor soluğu. "Kaçmak" temasının aradığını "bulmak" olarak evrildiği bu filmde bence kıymetli olan şeylerden biri, duaların karşılığı ile ilgili repliklerdi. Kadın kahraman tesadüfen aldığı evinin tamiratı sırasında, bu evde bir düğün olsun, bir aile yaşasın diliyorum diyerek evin hayat bulmasını diliyor. Elbet film olsun diye elinden geleni ardına koymuyor, ama ana karakterimiz duasının gerçekliğini ancak bir başkasının açıklaması ile idrak ediyor. Düğün onun değil, aile de ama dua karşılığını buluyor işte. Mutlu olmak için yeterli değildir de nedir? Film eleştirisi ve üstüne düşünceler konusunda bazı eleştirmenlere taş çıkaracak bir arkadaşım varken filmle ilgili bir şey daha yazmadan buralardan uzaklaşıyorum. Derdim dualar, niyetler, açılan kapılar, kapanan pencereler... Gerçekler hayallerden ilham alır diye boşuna bir inanış değil benimkisi, tam hayal ettiğimiz gibi gerçekleşmese de gerçekleşene farklı bir bakış açısı geliştirebilirsek, fark ederiz ki, onu dilemiştik.

***

Of of... Fazla oradan buradan biraz da suyundan oldu ama, aklıma gelmişken yazmadan geçmeyeyim. 

Doğu mistitizmine merak salan bir adam, yıllarca sabah meditasyonunda "kalbimi yeniliklere aç, kalbimi iyiliklere aç" diye dua etmiş, ne mi olmuş, yaklaşık10 yıl sonra açık kalp ameliyatı geçirmiş, ve sonra tüm hayatı değişmiş. Sanırım kıssadan hisse kısmına tam da burada geldim. Demem o ki, dua, iç ses, niyet önemli. Mesajı açık, net vermek de öyle. Sonuçta görmesini bilirsek, karşımıza da o çıkıyor. Yağmurdan kaçmak isterken doluya tutulmak da bence böyle. Öyle endişe ile kaçıyoruz ki yağmurdan, "doluya tutulacağım, kesin sırıl sıklam olacağım" diye diye "kendi kendini doğrulayan kehanetler" gibi bir durumla karşı karşıya kalıyoruz. Üstelik yağmurun şifasını bir türlü anlamıyoruz. 

Mesela siz hiç bile isteye yağmurda ıslandınız mı? 

Ben bir kaç kere ıslandım. 

Sonu düşlediğiniz gibi olmayacak bir aşka evet deyip kafa göz girdiniz mi o ilişkiye?

Ben girdim. 

Garantisi yok hayatın. Denklem hiç de ilk okul matematik bilgimiz ile örtüşmüyor. 2x2 çoğunlukla bir, nadiren beş oluyor. Sonuç ne olursa olsun, her biri bizim hanemize ekleniyor. Artı veya eksi, sonuçta bugünkü biz yapıyor. Memnunsanız ne ala, değilseniz tavsiyemdir, bakış açınızı değiştirin. 

Fotoğrafçılık kursuna gitmiştim yıllar önce, oradan kalan bir cümle ile bitireyim "2024'e Merhaba" yazımı;

"Herkes fotoğraf çeker bir kişi doğru açıyı yakalar!" 

Gel bakalım 2024 bildiğin gibi, benim duam bu yıl da geçerli... 

***

Okura Not: Yazı başlığına bakıp bu yazının kaçışla ne ilgisi var diyebilirsiniz? Çok derim, çünkü yazmak da doğa da olmak da, bir kaçış barındırır özünde. 


01 Eylül 2022

Yaz Bitti Mi?



Yazın bittiğini nereden mi anlar insan? 

Sizi bilmem ama ben içimdeki hüznü sevmeye başlarım, 
mumlar yakarım alaca karanlık görülünce ufukta, 
kırmızı şaraba uzanır elim kerahat vakti gelip çattığında, 
sade bir peynir tabağı hazırlarım bademli, bir tabakta siyah üzüm ve incir olur mutlaka. 

Düşen yaprağa söylerim tek bildiğim sevda şarkısını makamı hicaz olsa da, 
serinleyen havada asılı kalır yarına dair hayallerim umudum çok olsa da, 
eğer ille rakı isterse canım, içeri odaya kurarım anadan yadigar beyaz dantelli masamı,
geçip giden buluta değebilsin hüzne çalan kahverengi gözlerim diye, 
yarı açık bırakırım yüreğimin sol kanadını.


Sonra o çıkagelir geçmişten, sohbetin koyu yerinde değer cam cama can cana, 
titrer bedenim, titreyen bakışı karşısında, 
hatırlarım,
dokunuşu ipekten bir yorgan gibi sarardı bedenimi sonbaharın ayazında,
yağdı yağacak bir havada ilk oturduğumuz köşe başına gider düşlerim, 
dalarım,
onu olduğu yerde bırakıp tek başıma ağlarım. 

Sizi bilmem ama ben yazın bittiğini onu özlediğimde anlarım. 
Aylardan da Eylül'ü severim en çok,
 onu bana getiren, 
beni benden alıp daha iyime götüren
 o şahane günü hatırlar,
bir mum yakıp elimde kırmızım 
hazan mevsimini seyre dalarım.  




 


29 Temmuz 2022

Bensiz Ben Yolumu Bulamam


20'li yaşlarım. Sezenli yıllar. 

Nerede dert, tasa, elem ben de bir Sezen şarkısı, nerede aşk, coşku, umut, bende yine bir Sezen şarkısı. 

Günlerden bir gün... Tanışıyoruz, çok seviyorum.

Yollarım hep kendimden öteye çıkarken ve sanıyorken kurtuluş O'nda 

ve üstelik

O değişiyorken her tutunduğumda!

Ben her onsuz kalışımda haykırıyordum avaz avaza: 

Sensiz ben yolumu bulamam!

 


Düşe kalka, tökezleye, ağlaya... Buluyorum. 

Gözyaşlarımda boğuluyorum. 

Her sabaha suskun uyanıp, her geceye konuşmaktan yorgun düşüp sızarak devam ediyorum. 

Yolculuğum uzun sürüyor. 

1 evlilik ve iki aşktan sonra O'nsuz değil, bensiz yolumu bulamayacağımı fark ediyor, 

Ve yolculuğumun yol arkadaşını buluyorum. 

Sevgiyle başlayıp aşkla devam ederken,

Artık biliyorum,

Bensiz ben yolumu bulamam.


Bana beni gösteren, anlatan, bu yolculuğumda bana eşlik edenlere teşekkürlerimle...





22 Nisan 2022

Bazı Sabahlar

İki sabah önce bir şarkı ile uyandım... Dil 90'lar, yürek biraz daha ileri yıllara sarmış. Ne güzleri geride bıraktı şu yürek, ne acıları, ne aşkları, ne sanmaları, ne aldanmaları, ne baharları yaşadı, ne kelebekler uçtu rengarenk, ne örümcekler ne ağlar ördü duvardan beter. Dile geldikçe anlatır yeter ki suskun kalmasın yüreğim kederlerden. Şöyle bir blog yazılarıma bakıyorum da galiba kederlerimde bile susmayı değil de yazmayı tercih etmişim. Anlattıkça rahatlamış, ördüğüm duvarları tuğla tuğla, kum tanesi kum tanesi sökmüşüm. Aferin kendim. 

Geriye sarıp gelmesi güzel oluyor, sizde de olmuyor mu? Fotoğraflar geçti içimden, anlar durdu gözlerimde, avcumda hissettim sıcaklığını yaşanmışlıklarımın.  Bugün olan halimden memnun, o günkü hallerime şükür ile doluyum şimdi. Valla bir aferini daha hak ettim. Dur geciktirmeyeyim: Aferin kendim.

Nerden mi geldim buralara, geçenlerde Buraneros sessiz sakin büyüyünce, çaktırmadan ama usul usul duyurunca yaşının yaş aldığını, e bir de "yaşamak" halini "en sevdiği" ile taçlandırınca yıllar içinde,  kaleme almış hallerini, 

Yaş Aldıkça Değil Yaşadıkça Büyüyormuş İnsan


diye ahkamlar bile kesmiş. E hakkıdır. 

Bir sohbetimizde demişti, hayat 50'den sonra daha bir güzel oturuyor yerine, tatların değişiyor, gelişiyor, zamana yayılıp, katmerleniyor. 

Galiba insan tercihlerini "bencileyin" zamanın azlığına da sığınarak belki de, kendinden yana biraz fazlaca kullanıyor. Ben öyle yapıyorum uzun senelerdir, sevmediğim bir kitabı yarıda bırakıyorum, sıkan bir diziyi pat değiştiriyorum, film sarmadı mı hemen ileriye sarıp sonlandırıyorum, insana gelince, canımı sıkan, acıtan, vaktimi boca harcayan, yüreğimi darlayandan sessizce uzaklaşıyorum. Kırmadan dökmeden gerekirse onu da yaparım da, gençlikteydi o haşin günlerim. Yaş kemale erdi hatırlarsanız, bilgece hallediyorum işlerimi 😉

Benim kadim dostum, geçenlerde sormuş, ki kendisi vakti zamanında sevmediği bir film için sabahın ışıklarını görmüştür. 

Sonra da kendininkini porselene evirmiş. 

Malzemesini bilmem de kalbin içi ne kadar dolu ona bakarım ben. Neyle dolu? Bak bu kısmına fena takılırım. 

Şaşkın'ın o yazısına Zeugma bir yorum yazmış ve demiş ki -''Yaşanan her şey değerlidir'' diyebilmek şahane olurdu aslına bakarsan. Ama işte her zaman olamıyor be can komşum. Keşke olabilseydi...-


İnsan 50'sine gelince yaşanan her şey değerli oluyor. İyi, kötü, canına can katan, canına ot tıkayan, nefessiz bırakan, nefes aldıran her ne yaşadıysan, "sen" oluyorsun. O "seni" kusurlarınla, artılarınla, sende olup başkasında olmayanla, herkeste olanla ve herkesten farklı kılanla, seni sen yapan bütün "o" larını severek ve onlarla tokalaşarak seviyor ve yoluna devam ediyorsun. Hayat belki de Sevgili Buraneros'un da dediği gibi, yaşadıkça güzel. Korkmadan, çekinmeden, acı çekerek ve çok severek, hatalarına rağmen ve hataların yüzünden, yaptıkların ve beceremediklerin için, denediğin ve belki çok deneyip de sonunda başardığın için, yıldığın, yıktığın, üzdüğün, üzüldüğün, içtiğin, seviştiğin, yediğin, gezdiğin, hayal kurduğun, o hayaller içinde birinin hayali olduğun, bazısına iyi, bazısına kötü, bazısına fedakar, bazısına bencilce yaklaştığın, bazısını sarıp sarmaladığın, bazısından tokat yediğin, kimine göre kazık attığın, kimine göre çok fazla kendinden vazgeçtiğin hallerinin hepsi "sensin". 

Yaşamak güzel... 

Cesareti olana, cesaretli olup "hata" bile olsa yapana... 
Hepsi yanına kar, yüreğine yaşama sevinci. 
Zaman bu işlerin en büyük öğreticisi, göstericisi. 

Nereden nereye gibi bir sabahta mıyım neyim? Savruluyorum gibi de ama bir yandan da bir derdim varmış da onu paylaşıyor gibiyim.  Eeee zaten mesajı vermişim. Kör gözüme parmak gibi bir de renklendirmişim. 

Ben biraz Zeugma'ya gideyim, çünkü biri gezelim görelim dedi mi bende akan sular durur, hastalıklar iyileşir, küsler barışır, dünya  halkları kardeş olur falan, Zeugma bloglar arasında bayram telaşına kapılıp geze dursun ben oradan çıktığım yolda daldan dala ilerlerken bir etkinliğe denk geldim. Mim yani. 


Dedim tam benlik. 300 mutlu gün bile yazabilirim. 
Evet Pollyanna'nın Bursa şubesiyim,  hatta teyzesiyim. 😍

08 Nisan 2022

Paylaşmak güzel!





Bugün öykü tadında yazdığım yazılarda dolanırken buldum bu yorumumu; vakti zamanında bir cümleden yola çıkıp yazdığım öyküye gelen övgüler üzerine. Hayatın içinde olmak, tanıştığım kişilerin hikayelerini kurgulamak anımsamak için de iyi bir yol. Günlük tutma disiplini olan insanlara hayranım. Disiplinsiz yanım öykünür onlara da beceremez, periye bahane bulup, kalemi kıpırdatmadığım günler olur, periden güç alıp sonsuzca yazdığım. Bugünlerde kafam sürekli konuşuyor ama elim yazmıyor. Biraz da bu yüzden gezindim sanki geçmişin izlerinde. 

Anlatıcıyı birinci tekil şahıs seçmem bir tesadüf değil, bir karar. Böylesine bir hikaye kendi başımdan geçmese de, yani bir Alim olmasa da, Alileri, ve annelerini ve babalarını tanıdım şu hayatta.

Kimileri eğdi başını gitti, kimileri ceketini alıp... Kimileri kaldı savaştı güneşler açtı, kimileri kaldı ve daha da kötü oldu her şey.

Anne değilim, olmadım. Şu zamandan sonra da olamam herhalde, ama inanırım ki, anne baba olmak zor iş. Yürekli olmak gerek, doğru zamanda doğru kararı alabilmek için farkında olmak gerek. Bilmem ahkam kesmem doğru mu böyle anlar için, ama bir çocuğun yaşadıklarının neler olabileceğini biliyorum, çocuk olduğum için ve bir anneyi kolaylıkla anlayabilirim, kadın olduğum için ama bir babanın duygularının neler olabileceği konusunda en ufak bir iddiaya bile giremem. Anladığımı sanabilirim, belki...

Bir arkadaşımla yaptığımız sohbet sırasında, "başımızı dimdik kılacak bir adam olarak geri dönünceye kadar bir kere bile bu evde uyumayacaksın." lafı çok dokunmuştur bana. Bu cümlenin etkisi ile dile gelmiş bir hikayedir okuduğunuz.

Gerçektir bir o kadar ve kurgudur kalemim döndüğünce. Dinlerken ne kadar ağladıysam, yazarken de, okurken de bir o kadar ağlatmıştır beni de. Elim cama gitmiştir mesela, Ali olmuşumdur ve başım önüme eğilmiştir, baba olmuşumdur ve ama en çok kadın, belki de daha çok da anne olmuşumdur, ağlamışımdır her bir kelimesinde. Dinlerken, mutlaka çakmak çakmak bakmıştır gözlerim, eminim. Onun hikayesi, kapalı kapılar ardında kalmış nice hikayeden biridir ve bir gün anlatmamı isterse, onu da paylaşırım sizlerle...

Edebiyat gerçeğin süslenmiş hali gibi gelir bana. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz misali... Yok yok yanlış anlaşılmasın, edebiyat yapıyorum iddiasında değilim, ben basit bir anlatıcıyım sadece, gerçekleri kırpıp, bazen üzerine bir tutam şeker, bazense limon sıkarım, dedim ya kalemim döndüğünce, kendi yüreğimce anlatırım.

Değerli yorumlarınız, durumun yarattığı duygulara ortaklığınız ve en önemlisi varlığınızla beni çoğalttığınız için hepinize teşekkür ederim.

Paylaşmak güzel!

 

Öykü neydi ki diye soran olursa; 

Gecesiyle Sabahıyla Günahıyla Sevabıyla

 

Fotoğraf: 2019 / İpek Böceği Fabrikası

28 Mart 2022

Bir Tuhaf Hal

 



Yıl 2013 

Hızlı blogger Evren'in 2009 - 2010 yıllarındaki üretkenliğinden eser yok. Ayda 3 yazı çıkıyor çıkmıyor. Vladimir blogunda İsmail Ertin'in siyah beyaz bir fotoğrafını paylaşıyor. "Aykırı Kuş" isimli dergilerinde "Fotoğraflara Öyküler" başlıklı bölüm için öykü arayışındalar. Bense ilham perimin peşindeyim. Fotoğraf beni vuruyor. Hayalimin evi o fotoğrafta, düz ayak ve bir ahlat ağacının altında. Perim beliriveriyor sol omzumda, yazmaya başlıyorum, her zamanki hızımda parmaklarıma izin veriyor, klavye ile yaşadıkları aşka tanıklık ediyorum ve çalakalem halimle okuma bile yapmadan göndere basıp, Vladimir'e haber edip, tatile çıkıyorum. 

Vladimir tüm nezaketi ile;
Fotoğrafı dün öğleden sonra yayınladığımızda bu kadar çabuk bir öykü gelmesini beklememiştik hiçbirimiz.
Bu kadar kısa sürede bir resmin bir başka insana ilham vermesi ve ve o insanın düşüncelerini kağıda dökmesi inanılmaz bir sevinç Aykırı Kuş ekibi için. Güzel öykü, elinize sağlık. Yayın değerlendirme kurulumuza da aykirikus@gmail.com e mail ile göndermenizi çok isteriz. Sevgiler. :)
Aykırı Kuş Ekibi adına Vladimir."

yazıyor. 

Günler sonra ;

Merhaba Vladimir, öyküyü yayına verdikten kısa bir süre sonra tatile çıktım o yüzden cevap biraz gecikti. Nedense ben yazdığım şeyleri başka yerde hele de bir dergide yayınlayacak kadar "güzel" bulmuyorum, bu konuda garip bir tedirginliğim var o nedenle de gönderemedim. Kusura bakma ne olur. Fotoğraf öyle güzeldi ki bir kaç satır yazmasam olmayacaktı. Teşekkürler. Başarılar.

yazıyorum. 

Yıl 2022  

Kalemimin akışkanlığı üzerine aldığım övgüler hep fazla gelir bana, ne ara biri "vaovv" dese, utanırım. Basit, sıradan kelimelerle akışına yazdığım bir yazının başka bir insanda bıraktığı duyguya değil de, bana övgü gelmesi tuhaf değil mi? O yürek öyle duyumsadığı için "vaovv" oluyor kelimeler gibi gelir bana. Bence alkışlar yüreklere. 

Bu karışık mevzuyu anlatamadığıma eminim. Biraz da şımarmış ve Buraneros gibi kanatlanmış uçuşuma sayarsanız pek sevinirim. İnsan kelimelerini dinleyince bir tuhaf oluyormuş çünkü. 

Artık okuyanları da çok bekletmeden geleyim "bir tuhaf hal" meselesine; ben övgüleri fazla bulup utanadurayım, şu blog yazmaya karar verdiğim 2006 yılından bu yana 1000'den fazla yazı yazayım, sen Momentos, yıllar sonra bir referansla çık gel ve benim -bir dergide yayınlayacak kadar "güzel" bulmuyorum - dediğim öykü tadındaki yazımı bul ve o muhteşem seslendirme ile "podcast"inde yer ver. 

Şimdi ben; yazıyorum ben bu blogu demeyeyim de ne diyeyim, havalara uçup gökyüzünde salınan Buraneros'a selam etmeyeyim de ne yapayım, sesine yüreğini katıp, neredeyse çorak sayılacak bir Tarla'yı alıp başka dünyaların verimli diyarlarına  taşıyan Momentos'a sarılmayayım da nasıl durayım. 


TARLA için buraya...

UÇMAK için buraya...


***

Aslında bu yazıyı 24 Mart tarihinde podcast'i dinler dinlemez yazdım ama Momentos seslendirdim demeyince, ses etmeyeyim dedim, meğerse demiş :) Eski yorumlar onay istediğinden fark etmemişim. Toprağa ancak değdi de kanatlarım :)


***

Gelen övgüyü şefkatle kabullenip, içselleştirmek üzerine okumalar yapıyorum son zamanlarda, arayıp bulmak değil benimkisi, karşıma çıkıyor. Söylenen iltifatlar karşılığında, o senin güzelliğin  mütevazi tavrının yanı sıra, evet bu benim güzelliğim, bu güzellik bende doğuştan var, bu güzellik için çabaladım, bu güzellik için bedel ödedim, bu güzellik benim diyebilmek gerekliymiş, ben de öğreniyorum. Bu noktada hakkını teslim etmem gerekenlere özel teşekkürlerimi sunmak için bundan daha iyi bir fırsat olamaz diye düşünüyorum. 

"İfadene.. ifadendeki akıcılığa... Anlatışındaki gerçekçiliğe..."
"Vaaooovvvvv! dedim:) Bir kez daha..."
"Bir de doyumsuz betimlemelerini okumayı, yazılarını."
"Yine döktürmüşsün."
"Kalemin dert görmesin ve sen hep yaz."
"Her zamanki gibi çok etkileyiciydi."

Bu güzel ve destekleyici ifadeleri ve benzerlerini  özellikle blog yazmaya başladığımdan beri sıklıkla duyuyorum, bu ifadelerden bazıları bugün hayatta olmayan ama hayatıma değdiği için hep mutlulukla ve gözlerim parlayarak anımsadığım kişilere ait,  bazıları ilk blog yazmaya başladığımdan beri yakınlıklar kurduğum blog yazan kişilere, bazıları çok çok kıymetlim, dostum olanlara ait. Bugün bir kez daha fark ettim ki, pek çok yazımı değer verip okuyan, destekleyici ifadeleri ile perilerimin kanatlarını okşayan bu kişilere yeterince içtenlikli teşekkür sunamamışım. 

Momentos'a seneler evvelden kıymetini gösteremediğim yazım aracılığı ile bana tüm bunları hatırlatıp, kelimelerime kıymet verenleri anma şansı tanıdığı için bir kez daha teşekkür ederim. 

Sesin,  emeğin dert görmesin sevgili Sezer Özşen.


***

Fotoğraf: 27 Mart 2022 - Tarlada. Gün ağarırken omuzlarına kırağı düşen ballı baba.

 




 

09 Aralık 2021

Bir Kez Daha


Bir deneme daha! Sabah rutini oluşturabilirsem belki yazmak yeniden vücut bulur kalemimde. Önce günlük rutinleri yazmalıyım. İşin büyük bir kısmını böylece halledebilirim. Belki??? 

Sonrası... İyi de ben neden yazıyorum? Ne oluyor da yazıyorum. Nasıl yazmayı seviyorum. Cevap basit, tek. Ben kurgu yazmayı seviyorum. Bir  duygudan yola çıkmalıyım, bir kelime beni alıp götürmeli,  okuduğum bir haberin sarsıntısı ile almalıyım kalemi elime.  Yo dostum yo,  günlük rutini yazmak bana göre değil. Hem sormazlar mı adama "sen ne zaman günlük tuttun" Hem, ya unutmak istediklerim olursa. Kurgu olunca gerçek arada kaynıyor. İyi de oluyor. Ben bile unutabilirim zamanla neresi gerçek nerede başladım kurmaya. 

Gerçek dedim de, bu ara rüyalarım yoğun, karmaşık, saçma. Unutuyorum üstelik. Rüya yorumcusu ustama, hemşireme anlatacağım diye, rüyamda bile söylüyorum, unutma! Gel gör uyanır uyanmaz kafa sisli Londra. Gerçekle rüyanın ne mi alakası var, habercidir rüyalar çoğunlukla. Seni sana anlatır. 

Ben günlüğe döneyim; sevgili günlük, bu sabah Mezdeke ile uyandım. Kafada Mezdeke çalıyor, gümbür gümdür. Nasıl bir kıvırtmak. Açtım Gonca Vuslateri seyrettim. İnstası olan buyursun buradan yol alsın.  Hayatta eğlenmeyi, kendini güldürmeyi bilmek ne güzel bir özellik. Tabi enerjin de olacak, ben hala yataktayım, miskinlik yapasım var. Hazır öğlene kadar kafa tatili. 

Koltuk bekliyorum aslında. 1 ay önce anacağızım ve babacağızım aldı. 2  -3 gün önce telefon numarasını bulmak için girdiğim sitede bir de ne  göreyim; koltuğun fiyatı %50 artmış. Aynı gün öğleden sonra; tuvalet kağıdı almaya gittiğimde fark ettim "selpak" 132 lira. Biri ahkam kesmiş. Kağıt maliyetinin arttığını tuvalet kağıdı ile anlayanlar neresi ile yaşıyor belli oldu diye. Bak bak sen!  

5-6 yıl önceydi. Fiyatlar kabul edilebilir olmalı ki, ortalıkta tuvalet kağıdı tartışmaları henüz yoktu. İşten eve dönerken uğradığım mahalle marketindeki kızlara laf attım. Neşem yerinde, keyfim bomba. Sevgili günlük bilirsin ki, bu hallerim tadından yenmez, öyle şeker, öyle bal kaymak. 

Yaşlı bir çift ilişti gözüme, eline aldığı ay çiçeği yağı tenekesini eşine uzatıp baya artmış fiyatı, almasak mı dedi. Adam başı önde mahcup, sen 1 litre al gene de yemek neyle pişecek dedi. Eve geldim. Annemle konuşurken, kalbimin ne kadar sıkışık olduğunu anlattım. Bu ülkede insanlar uzun zamandır çok zorlanarak yaşıyor, yaşıyoruz. Yaşam pratiğinde, günlük koşturmacada fark etmesek, üstünde durmasak da, dayatılan yaşam formlarına evriliyoruz, orada kendimize hayat üçgeni buluyor, aldığımız nefese şükür ediyoruz. 

İyi şeylerin sayısı 1,  kötü şeylerin sayısı 100. Bu maç hep benzer bir skorla bitiyor. Lig desen kurtlar sofrası. Hep bir yalan dolan, kandırmaca, algı oyunları. Pandeminin yarattığı kaos da, maç biterken hakemin 5 dakika daha uzatma vermesi gibi. Yediğimiz gol yetmemiş gibi bir de penaltı yiyoruz. Üstelik takım 10 kişi kaldı iyi mi? Günlük, fark ettin mi futbol lügatim 101 Giriş dersini vermiş bir öğrenci düzeyinde, sen bir de koltukları düşün, yeni çırpılmış yün gibiyim.  

Siri mi edinsem bir adet, bari arada cevap verir. Günlük dedik, kapına dayandık, ağladık, sızladık, tık yok. Siri olsa, fıkra anlatırdı. 

Ben yarın gene deneyeyim, olmuyor, peri ile bir araya gelecek ortamlar doğmuyor. Azmin elinden... Neyse günlük senin de terbiyeni bozmayayım, benden bu kadar. Sevgili günlük, umarım uzun bir süre görüşmeyiz. Hem itiraf etmeliyim ki, peri senden daha matrak. 

9.12.2021 / Bursa / İş yeri / Fotoğraf: 2018 Zürih / Çünkü bu bilgisayarda bir tek o yıldan kalan üç beş foto var.