29 Ocak 2010

ZAMAN, NEDEN DURUP DURUP VURURSUN Kİ...



Uzun zaman olmuştu, sabahın kör karanlığına uyanmayalı...

Uzun zaman olmuştu sessizliği delip geçen sabah ezanını dinlemeyeli... Bu sabah ilk defa fark ettim ki, sabah ezanını; makamının farklı olmasından öte, derin bir sessizlikte dinliyor olmaktan dolayı seviyorum.

Aklımda, gecenin keyfini sabaha taşıyan sohbet var ve kulağımda hemen ardında çıplak ses okunduğu anlatılan sabah ezanının sesi... Ve sen... Oturuyorsun havuzun hemen yanındaki derme çatma bankta... Ve ben seni seyrediyorum... Seyrederken bile düşlerde geziyorum. Hem seyrederken hem de düşten düşe dolaşırken büyük keyif alıyorum. Çünkü, içinde sen varsın ve ben varım... Gerisi boş geliyor, o kadar doluyuz ki seninle... Şimdi sabahın köründe aklıma neden geldiğini biliyorum: Her ayrılık birbirine benzer ya...

Bir sınır vardır hani, sürekli öteye kaydırırsın, aşk bu; haklısın yeri gelir sınırları bile kaldırırsın ama sonra bir an, tek bir an geçilmez bir sınıra dayanırsın... Kararsız beklersin sınırda, kendini ve onu acıtırsın, bilerek veya bilmeyerek, yaparsın bunu. İsteyerek veya istemeyerek...

İstanbul'da bir ajansta çalışıyordum, ajansın metin yazarı; her sabah koca kara gözlüklerle gelmelerime istinaden; bir sabah uyandığında elinde valizin çıkıp gideceksin demişti. "Demek ki hala zamanı var. Ağlamaktan vazgeç ve o ana kadar yaşa."

Ağlamak yaşamak değil midir diye çok düşünmüş, hiç sormamıştım ona. Eşinden yeni boşanmıştı, acısı tazeydi ve belli ki çok ağlamıştı, gözleri hala nemliydi.

Ah zaman, neden durup durup vuruyorsun ki...
Neden benzer sorularla insanı sınırlara sürüklüyorsun ki...
Neden bir çığlığın; üstelik birbiri ile çelişen en az iki nedeni var ki...
Soru niye olacaktı dimi?
Peki cevabı biliniyorsa sorunun ne önemi var ki!!!
Yani cevabı gerçekten biliyorsan, hani kendine dürüstsen aslında, beklediğin neyin zamanı ki...


______________________Bir Dip Not_________________________

Geçenlerde bir yazıya yorum olarak deneyimlediğim bir şeyler karalamıştım:

İnsan gidebilse, ne gitmeyi düşünür ne de gitmeyi dillendirir, insan gidebilse, gider sadece...

Demek ki zamanı var, beklerken yaşamı es geçme! (Derim ben, ben geçmiştim, kendimden bile vazgeçmiştim, sonrası zor oldu, tutunmak hayata, boğulmamaya çabalayarak çırpınmak hüzün denizlerinde ve yakıp da bitiren bir tutkunun ardından küle dönüşüp, tekrar küllerinden doğmak çok zor olmuştu... Sanırım yaş aldıkça, yaşamayı öğreniyor insan ve en çok öğrendiği de bu oluyor galiba)

______________________________________________________________________
Fotoğraf / deviantART

6 yorum:

  1. makâmı da sabâdır zaten ve sonunda diğerlerinde olmayan ek bir satır vardır ayrıca, 'dua uykudan hayırlıdır,' şeklinde çevirmeyi yeğlediğim. yirmidört saatte bir 'durup durup vurur' kalın kafalarımıza :)

    güzel yazıydı. tebrik..

    YanıtlaSil
  2. (*)Görünmez
    Bir mezarlıktır
    ZAMAN

    Bekleyene uzun...
    Kaçana hızlı..
    Acı Çekene bitimsiz...
    Ölene sonsuz...
    Kalana dipsiz kuyu....
    Yarası kabuk tutana huzurlu..
    Gence ayrı ,yaşlıya ayrı ..
    Gündüz başka ,gece başka..
    Yazın sıcak , kışın ayaz..

    Ama sevene zaman hiç...

    demişim bende dün :))

    YanıtlaSil
  3. yirmidört saatte pek bir erken oldu yahu, gel şunu sene de bir yapalım olmaz mı aa:)

    teşekkürler...

    YanıtlaSil
  4. ateşimin böceği okudum yazını ve dün :) ve şöyle dedim, sevene zaman sadece an, 3 saatte geçirsen göz göze de gelsen sevmekte andır önemli olan... öperim seni...

    YanıtlaSil
  5. "Beklerken kendini eksiltme" diyorum.
    Beklemek bile bir ibadettir seven gönüle.Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  6. kesinlikle sufi, üstelik neyi beklediğinin de bir önemi olmamalı ve hatta beklememeli devam etmeli insan... bir ibadet gibi... sevgilerimle...

    YanıtlaSil

An'a kazınandır senden bana kalan...
ANLAMLIDIR...

Teşekkür ederim sımsıcak yürekten bir tebessümle...