19 Mayıs 2016 Perşembe / Sabah 06:30
İlk durağımız olarak belirlediğimiz Yunanistan'a doğru yola çıkacağız. Aylar öncesinden başlayan hazırlıklar son kez kontrol edildi bir gece önceden. Balkanlarda kendi arabamız ile yapacağımız yolculuk boyunca bazen 4, bazen 7, bazen 5 kişi olacağız. Bu "bazen"lerin hepsinde farklı bir mutluluk ve heyecan yaşayacağımız kesin.
Yolculuk öncesi onca okuduğum blog, yorum, rota önerisi harmanından yarattığım "yalın" tur programı beni strese sokmuyor değil. Bu bir deneme, hayale açılan bir kapı... Dile kolay, yaklaşık 4000 km ve 13 gün bir araba tepesinde neredeyse her sabah farklı bir ülkeye uyanacağımız bir "tatil" planladık: Annem, babam, ben ve sevdiğim adam... Herkes "yol" heyecanının farklı bir ucunu tutmuş, hepimiz "yolcu" olmanın keyfini çıkarıyoruz, her birimiz "yolculuk"la ilgili farklı haller içindeyiz: ruhumuz yüzümüzde, hareketlerimizde. Dilek tek: her şey yolunda gitsin.
Bir gece önce yapılan son rota incelemesinde kararımız ağırlıklı olarak Lapseki üzerinden karşıya geçip, İpsala kapısına yönelmek. Normalde İpsala geçişi 15 dakika falan sürüyor, 19 Mayıs nedeniyle hadi sürsün bir saat diye kendi aramızda konuşurken, Çardak iskelesine yöneltti usta şoför aracı, karar ne de doğru, son bir araçlık yer kalmış, önümüzdeki tır sığamayacağına göre geçiş önceliği bize veriliyor. Çocuklar gibi şeniz. Niyeyse...
Feribotta çay içerken, babam anlatıyor: "Buralar hep dutluktu" Yok yok, şaka, ne anlatıyor bilmiyorum ama heyecanı görülmeye değer. Annemle feribot demi çaylarımızı yudumlarken, "hayatımıza anlam katan" adamları çekiştiriyoruz. Kadın milleti işte!
Karşı kıyıya vardığımızda anlıyoruz ki, araba ile seyahat eden epeyce bir "türk" var. Güneyli, Kavakköy, Keşan derken, İpsala kapısına da yaklaşmışken, tek şerit 8 km'lik bir "kuyruk" ile burun buruna geliyoruz. Geçiş sanki "bir saatlik bekleme" ile çözülebilecek bir şey değil. Yol üstü dedikoduları öyle hızlı gündem değiştiriyor ki, başımız 1 saatin sonunda ağrımaya başlıyor. Köprüyü kapatmışlar, geçiş vermiyor Yunanlı, bir de kriz var diyorlar, açsanıza kapıları sonuna kadar, biz geliyoruz para akıtacağız cümleleri arabanın camından süzülerek de olsa giriyor. Kitap okuyor, uyuyor, yürüyüş yapıyor, tuvalet arıyor, geçen motosikletli grupları inceliyor, bisiklet ile Yunanistan yapacak bir gençle sohbet ediyor, bir daha yürüyor, bir daha kestiriyor, bir kez daha tuvalete gidiyor, aralarda bolca çerez yiyip kabak çekirdeği çıtlatıyor, çocukların peşine koşan anneler ile, tartışan bir çifte tanıklık ediyor, altına yapan ufaklığı sakinleştirmek için 5 kişilik araban inen 8 kişiye hayretle bakıyor ve sonunda tahminimizin çok ötesinde neredeyse 5 saat sonra; mevcut kabak çekirdeğini de yarıya indirmiş olarak; "gerekli evrakları" sınırdaki görevlilere kontrol ettirip, ilk ülke, ilk şehir için sabırsızlıkla yola devam ediyoruz.
Yeşil...
Bu yolculuğun renginin yeşil olacağının henüz farkında değiliz. Kokusunun herhangi bir parfüm olmayacağı kesin. Bunu duty free'deki parfüm denemesi sonucunda kesin kez anlıyoruz.
Ihlamur...
Evet! Bu yolculuğun kokusu kesinlikle ıhlamur. Çiçekteler ve her yerdeler. Ama her yerde.
İlk durak: Alexandroupoli - Dedeağaç
Sınırdan geçişten kısa bir süre sonra ki bu algı ile de ilgili olabilir, 5 saat durağan bir süreçten sonra 40 dakikalık bir yol, insanda 5 dakika sonra Dedeağaç'a vardım hissi uyandırabiliyor. 5 ya da 40 fark etmiyor, ilk durağımıza geldik ve denize nazır bir noktada arabayı bırakıp, yürüyoruz. Karnımız aç ama bulduğumuz ilk yerde yiyecek kadar değil. Annem ve ben sağolalım; arabada bir valiz de yiyecek var, ne olur ne olmaz, yaban ellerde açlıkla sınanmayalım diye. Önemli bir kısmını sınır kapısı geçişinde telef etsek de 3 gün aç kalmayız. Kesin!
Dedeağacı gezip, fener önü hatıra fotoğrafını çekip, biraz ilerideki cafelerde soluklanınca bir de üzerine "gelato" yiyip serinleyince yola çıkmaya hazırız. Bir sonraki durak Komotini - Gümülcine... Kısa bir araba turu yapıp Gümülcine'den ayrılıyoruz. Xanthi - İskeçe notlarımın arasında olmasına rağmen, biraz da kapıda kaybettiğimiz 5 saat nedeniyle, bir sonraki tura kalmasına karar veriyoruz.
Καβάλα - Kavala
Akşam güneşi ile Kavala'dayız. Otelimiz merkezden sadece 1 km uzakta. Eşyaları otele bırakır bırakmaz kendimizi dışarı atıyoruz. Sahilde kısa bir yürüyüş ve elbet de balık - uzo yapmak niyetindeyiz.
Günü çerezle, bekleyişle, kuru kayısı ve meyveyle arada kırık kırak galetalarla geçirmiş bir grup yolcudan daha aç bir tavır beklenemez herhalde; adımlar hızlı, gözler keyifli bir mekan bulmak için kısılmış.
Otelin tavsiyesi ile gidilen mekan pek sarmayınca grubu, hissi kablel vuku ile mavi örtülü, 10 masalı bir mekan bulup keyfini çıkarıyoruz. İtiraf etmeliyim ki, kalamar daha önce İzmir Güzelyalı'da yediklerimizin yanına bile yaklaşamaz, bilmem uzo'dan bilmem lezzetli deniz balığı ve mezelerden kısa sürede enerjimiz yerine geliyor, ilk günün yorgunluğunu atmak üzere otele yürüyerek dönerken, şehrin adını ile anılan kurabiyelerden alıyoruz, hepimizde bir gülümseme ve dilimizde "iyi ki"li cümleler var.
Sabah harika bir kahvaltıya gözümüz açıyoruz. Eski kaşar, siyah zeytin, mis gibi çay kokusu... Yüzlerdeki gülümsemeler sabitlenmiş gibi. Gözler hep ışıl ışıl. Günaydınlar, dinlendinmiler havada uçuşuyor. Sabahın erken kuşları korosundan çeşit çeşit "güzelliğe", "iyiliğe","mutluluğa", "şükre" dair cümleler sıralanıyor.
Şükür
Bu yolculuğun ilk üç kelimesinden biri... Neredeyse,, tüm yolculuk boyunca gün içinde tekrarlanan bir dua gibi aynı zamanda.
Sakinlik
Benim adamın hayatta durduğu nokta. Tahmin edileceği üzere sıklıkla bana söylenen ilk üçün birinciliğine oynayan "sihirli" kelime. Genetik yatkınlığı "heyecan" ve "telaş" olan bir aileden yeter miktarda ben de nasibimi almışım. Bir de benden 3 tane olunca arabada; sıklıkla davet etmek gerekliliği hissediyor; sesini, gülüşünü, tavrını sevdiğim adam bizleri "sakinliğe" belki de sırf bu nedenle mucizevi bir şekilde "yolunda" gidiyor her şey.
Yolcu yolunda gerek deyip topluyoruz valizleri; valizlerin bagaja yerleştirilmesi her seferinde bir seremoni ve üstelik bunun daha sonraki günlerde ne kadar karmaşık hale gelebileceğini henüz bilmiyoruz. Şimdilik mesuduz.
Panagia
İlk eski şehrimiz oluyor. Kavala'dan ayrılmadan; bir gece önce gördüğümüz kaleye ulaşmak için gidiyoruz burna. Kavala sadece buradan oluşsa ne güzel olurmuş dedirtiyor, tabi ki bu naif bir dilek olarak kalacak.
Her coğrafyanın eninde sonunda kaderine yenik düştüğü sayısal birikme ve betonlaşarak değişme bu coğrafyayı da ele geçirmiş gözüküyor. Kaleden şehre son bir kez bakıp, kayboluyoruz Panagia'nın ara sokaklarında.
Bir sonraki yazı: Selanik - Karmaşık duygular...