07 Mart 2019

Sıkışıp Kalmak

Aslında hissiyatım bu. Sıkışıp kalmak. Çaresiz olmakla birlikte, çözümü bilip de yapamamak arasında sıkışıp kalmak.

Uykusuz gecelerin bir sebebi vardır. Her zaman. Ya yürek çığlık çığlıktır ya da kafa duman.

Fenadır.
Ruhun;
Kısır bir döngünün nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan katı haline bürünür. 
Bir süre sonra gözyaşı ile sıvıya dönüşür.
Sonra derin bir nefes alırsın gaz olur.

Yok oldu sanırsın.

Olmaz!

Gaz haldeki su buharının ani sıcaklık değişiminin etkisiyle çevresine ısı verip sıvı hale geçmeden direkt katı hale geçmesine kırağılaşma dendiğini öğrendiğimde gülümsedim. 

İnsanın kısır döngüsünün kırağılaşma hali saçına yansır. 

"Neden saçların beyazlanmış arkadaş..." namesinde ki, damdan düşenin halini damdan düşen anlar meselesi tam da budur işte. 

Uykusuz geceler... 

Sen yaşam bulursun bir taşın boşluğunda. 
Güzelsindir, neşeli, renkli ve hatta soğuk havalara inat baharın habercisi...
Oysa taş gelişmene, yayılmana izin vermez.

Sen bahar oldum sanırsın... 
Taşı görmezden gelip yaşama sevinci ile dolup taşarsın. 

Ne çok yenildin, Beckett'in dediği gibi..

"Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil."

Taş olsan kalırdın. 
Sen çiçek oldun. 
Soldun.
 


 Bursa, 09:51 - 4/52
 
 

26 Şubat 2019

Puslu Havalar



Puslu havaların insana iyi gelen bir tarafı var bence. Kendinle daha fazla baş başa kaldığın, kendi sisinin içine dalıp da yol almaya çalıştığın bir iç yolculuk fırsatı. Bazen burnunun ucunu görmediğin, bazen de tıpkı bir sis lambası misali sana ışık olanların yardımı ile yolun belli bir kısmını kazasız belasız atlatıp varmak istediğin noktaya ulaşabildiğin.

Bir söz verdim kendime, kendime verip de tutamadığım sözler listesine bir yenisi eklenmesin diye çaba harcıyorum. Dilimi olumsuz, karamsar hatta başımın tepesinde bir kara bulut ile yürüme hissi veren her bir kelimeden arındırmak istiyorum. Dilimi arındırabilirsem, bakışımı da arındırabilirim gibi geliyor. Hayatımı olumsuzluklardan beslemek, bunları gerçeğim, yaşamak zorunda olduklarım diyerek kabullenmek istemiyorum. Hayatın puslu anlarından, gerektiğinde sis lambalarımı da yakmayı başararak geçip gitmeyi, varmak istediğim o sonsuz yeşile ve maviye ve hatta gökyüzüne yüzümü, yüreğimi çevirebilmeyi istiyorum.  Bursa, 10:51 - 3/52














15 Şubat 2019

Sevgi Hasadı




Öfken neden, kime? Fark ettin mi nasıl da merkezinden çemberine dönüyor rüzgar. Nasıl da merkezini koruma iç güdün çemberini kırıp geçmene sebep. Bir yerde okumuştum "sevgi hasadı" üzerine kısacık bir cümle. Sevmeye sebep 10 şey sayamadığın insan için sevmeye sebep onlarca şeyi kırıp geçtin sen bu gece. "Sevgi hasadı şenliği" gibi onlarca can kırığı bıraktın geride. Bir de sis çökmüş bir kalp, karlar içinde.

En büyük kötülüğün temelinde sevgisizlik var der bir arkadaşım. Sevgisiz büyüyen bir insandan kork der. Sevgi ilaç, yararına inana. Sen şimdi çok sevince iyileşir diyorsun ya hastaya yanlış ilacı dozunu da aşarak vermek seninki. İyileşecek diye umutla bekleyip de günden güne kötüleştiğini görüp, derin bir çaresizlik hissi ile boğuşmak.

Merkezi değiştirebilse insan dünyasını da değiştirebilir bence. En azından sevmeye sebep bir şeyi kalır elinde. Bir de sen dersin ya hak edene diye... Bence hakkı teslim etmek hak edeni koyabilmektir merkezine. Bursa, 09:55 - 2/52


Görsel: Alıntı

08 Şubat 2019

Merdiven


Bu fotoğrafa her baktığımda; o gün önceliğimiz neydi bilmiyorum. ama ben Montjuic Tepesi'ne giderken bindiğimiz teleferik için yürüdüğümüz o kıvrımlı yolu, bugün Katalan Ulusal Sanat Müzesi olarak ziyaret edilebilse de aslında 1929 yılında Uluslararası Sergi için açılan Ulusal Sarayı ve bahçesini. müzenin hemen karşısında Barselona’nın en bilindik meydanlarından olan Plaça d’Espanya'ya doğru yürüdüğümüz o meydandaki muhtemelen ülkede kaçak bulunanlarca açılan tezgahlardaki takıları, meydanın tam ortasında tadilat dolayısıyla muhteşemliğine şahit olamadığımız Magic Fountain'ı ki çeşme deyip geçmemek gerek, unutamasam da, şimdiki zamandan geriye dönüp baktığımda bu merdivenleri, o merdivenleri beraber çıktığım adamı, adamın elimi tutuşundaki güveni o günün en öncesine koymayı seçiyorum. Merdiven aynı merdiven değildi çıkılmamış, inilmişti, evet ama o önce olmasa, ne o tepe, ne o kıvrım, ne o saray, ne o meydan, ne o çeşme unutulmaz olmazdı. Bursa, 15:45 - 1/52




06 Şubat 2019

Bulutların Üzerinde Luzern

Yakın gelecek gezi planlarında yeri olmayan bir şehre, bir telefon uzaklığında olur mu insan? Kardeşi arayıp hadi derse olurmuş. 

Zürih tam bir piyangoydu aslında. 2018 yılının piyangosu çekilmiş, 3 gece 4 günlük Zürih seyahati bize vurmuştu. Ama ne vurmak. Bulutların üzerinde uçmak deyiminin gerçek olduğu anlar düşünün...

Luzern'e gelince... Ekmeğin içinden zeytin çıktı desem ya da kaymaklı ekmek kadayıfı...
Yetersiz...
Tanımla dediğinde zor, anlat dediğinde tarifsiz, gözlerini kapa dediğinde sonsuz Luzern!

Sokaklarından çikolata kokusu yayılan, yanı başındaki göle seyre dalınca hayaller kurduran, pazarına denk gelince mutluluktan uçuran Luzern...

Ah o gemide ben de olsaydım dediğin anda, günün en güzel başlangıcı ile o gemide olup da Rigi Kulm için usul usul sefere çıkılan o gün kardeşine sarılmak, sevdiğin adamın omzuna başını yaslamak Luzern...

Hepsi bir arada bir piyangoydu dedim ya... Bana çıkmaz dediğinde, avucunda bulduğum mutluluk Luzern...



05 Şubat 2019

Gerçekler hayallerden ilham alır!

Hepsi ben...
Hepsi benden...
İçim dışım...
Hayalim... 
Gerçeğim...
Anım...
Anlarım...
Renklerim...

Hissediyorum, az kaldı. Şubat gibi. Kısa diğerlerine göre. 
Hissediyorum, çok az kaldı. 

Hepsi ben!
Hepsi benden!
İçim dışım!
Hayalim!
Gerçeğim!
Anım!
Anlarım!
Renklerim!


Şubat, 2019
Cesaretten bir adım öncesi
Hayalden bir adım sonrası
Gerçeğe daha yakın



08 Ocak 2019

Usul usul

Usul usul yağıyor... Yormadan. Tıpkı kelimelerin, betimlemelerin ve diğer her şey gibi. Yormadan. Bugün dönüp baktığımda, yıkıcı ve yorucu bir sevme biçimimin sana kaybettirdiklerini gördüm. Ben üzüldüm. Eminim sen de en az benim kadar üzülmüşsündür vakti zamanında. Bir kaç kez dile getirdin ama beni hiç suçlamadın. Usul usul sevdin beni. Yormadan, üzmeden, yıkmadan. 

Tüm bunları ve daha fazlasını düşünürken, penceremden dışarıyı seyre dalıyorum, bahardaki kuş seslerinin ahengi geliyor aklıma, sonra yağan kara bakıyorum; usul usul. İkisi bir arada olmuyor. Birinin oluşması için bir diğerinin gitmesi gerek. Kar yağmadan bahar gelmiyor. Hep bahar olunca kıymet bilinmiyor. 

Usul usul okuyorum seni. Usul usul ve uzaktan takip etmek gibi. Ürkütmeden, incitmeden, yakıp yıkmadan sevmek gibi. Tıpkı Rigi Kulm'da geçirilen günü özlemek gibi. 

07 Ocak 2019

TUHAF KELİMELER




Tuhaftı! Sabahın 5'inde uyandım. Elime kağıt kalem alıp, 50'ye merdiven dayamış hayatımın kıymetlilerine dilim döndüğünce duygularımı yazdım. 

Yazdıklarımı okuduklarında yüzlerindeki ifade dondu kaldı. Orada kaldı, havada. 31 Aralığı 1 Ocağa bağlayan saatlerde bir kaç kelime takılı kaldı, baktıkça anladım ki, bir kaç kelimeden fazlaydı.  Hava ağırlaştı. Yüzlerine dikkatlice baktım. Beklediğim tepki bu değildi. Dilimin dönmediğini, duygularımı anlatamadığımı fark ettim. Yazı kalır. Kaldı. Bildiğin havada asılı kalmıştı kelimelerim. Toplamak istedim. Toplayıp yüreğimin en derinlerine, çıktıkları yerlere onları saklamak istedim. 

Günler sonra yazdıklarımı açıklarken buldum kendimi. Anlatamadığımı anlatma çabası. Yorucu oldu. Tuhaf! Hiç kendimi bu kadar anlatamadığım olmamıştı doğrusu. 

Her pazartesi, her yıl karar almayı sevmem, çünkü aldığım kararı uygulamam. Bu yıl bir tanesi var ki, kendimden beklenti sayılır, enerjimi beni üzen şeylere harcamak istemiyorum. Evet, bu yıl kendimden beklentim daha yapıcı, pozitif, beni ileriye götüren, hiç olmadı yerimde saymamı sağlayacak duygu, düşünce, enerji, insan ve olaylara zaman ayırmak. 

Mesela; sefertasimoda var instagramda okumayı sevdiğim, beni düşündürüyor. Takılıp kalıyorum yazdıklarına, kelimeleri mesela...  Yumuşacık, hani böyle pembeye kaçan bir turuncu toz olur, bebek mavisi gökyüzünde, beyaz pofuduk bir bulut olur ortada, bakana mutluluk verir ya da tarçınlı kurabiyenin o elma ile karışmış kokusu yayılır apartmana da sen merdivenleri çıkarken "lütfen Allahım, lütfen" diye dua edersin annen kapıyı açtığında. Abartmıyorum, bu kadın insanın okuma iştahını açıyor, hem de hiç fark etmeden. Mesela;


Bahçemdeki ayva ağacını kötülemişlerdi bana. Yenmiyor ayvaları, sert oluyor, suyu yok demişlerdi. “Tamam” demiştim ben de. Öyleyse öyledir çünkü. Geçen hafta birkaç tanesini marmelat yapmak için koparıp kalorifer peteğinin üstüne dizmiştim. Yumuşamışlar. Dün, rendelemeden önce, doğrayıp limonladığım dilimlerden birinin tadına baktım. Biraz da çekinerek... Ve ben ömrümde böyle güzel ayva yemedim. Tatlı, çiçek kokulu, sulu, nefis, minik, canım ayvacıklar...İnsan unutuyor. Hep tekrarlamak lazım. Kafana, kalbine, ruhuna işleyene kadar tekrar tekrar söylemek...Her şeye inanma.Kalbini aç. Keşfet. Ayva ağacını. Bahçeni. Komşunu. Dünyayı. Hayatı. Her gün. Yeniden. Hiç yorulmadan. Yoksa ömrün başkalarının korkularıyla, hakikat olmayan doğrularıyla çevrelenir. Sen sadece ayva ağacına inan. O en doğrusunu bilir.

gibi bir yazı... Ah o ayva, okurken değmedi mi damağınıza. Dilinizde hafif de olsa bir kamaşma. Bak o kesin olmuştur. Kaçırmayın gözlerinizi sağa sola.

O tuhaflık devam ediyor. Anlatamıyorum kendimi. Gerçekten bak. Mesela bir ağaç var camımın önünde, tarif edebilsem onu size, Hiç yaprak yok üzerinde, genç bir gövdesi, uzun dalları var, bir kaçı rüzgara teslim etmiş kendini, bir sonraki yel bile düşürebilir onu metrelerce aşağıya. Bu sabah geldiğimde, usulca üzerine beyaz neredeyse kristal gibi bir örtü örtülmüş gibiydi. Saat on gibi hava lodosa dönünce eridi gitti o örtü. O ağacın duruşunu anlatabilsem size...

Dedim ya tuhaf bir hava var üzerimde, kelimelerimde, kederli desem değil, şaşkın desem hiç değil. Suskun biraz. Evet evet konuşmayan anlatamayan kelimelerle cümleler kuruyorum bugünlerde. Belki de aslında susmam gerek. İçime dönmem, bakmam ama hiç konuşmamam.

Bu yıl kendimden böyle bir beklentim var işte; İsviçre'de Rigi Kulm'da bulutların üzerinde olduğum günkü gibi, sessiz, sözsüz kalakalmak!





01 Ekim 2018

Taslak

Geriye dönüp baktığımda hayatımın bazı anlarının taslak misali, bir kenarda beklediğini gördüm. Zamanını bekleyen taslaklar silsilesi içinden bazıları zaman aşımına uğramış. Haliyle sildim. Bazıları ise halen son bir düzeltme ile hayatımın an(ı)larına eklenecek gibi gözüküyor bana. Bekleyip göreceğiz ya da daha titiz bir temizlikle yüke dönüşen taslakları sileceğiz. Haberdar ederim. 



Yukarıdaki fotoğrafı paylaştığımda gördüm ki; kapılar ve pencereler zaman zaman kayıtsız kaldığım kareler. Zaman zamansa "bir şeyi" anlatmak/anlamak istercesine takılıp kaldığım... İnstagram üzerinden paylaştığım bu kapı fotoğrafından sonra, şu diyaloglar geçti iki arkadaşımla aramda... 

  • dr.evren_55Biz ikimizde kapı seviyoruz .. farkettim.. sende benim gibisin.. nerde kapı görsem resmini çekiyorum.. kapı çekiyor beni ... açılmasını istediğim çok kapı vardı.. ondandır belki de ☘️yolda2yolcu_e@dr.evren_55 belki de kapanmasını istediğimiz kapılar vardır 😉dr.evren_55@yolda2yolcu_e 40 ımda kapatabildim bazılarını .. 🤪***gelbuyanaBen de yarı açık kapıları sevmiyorum. Ya tam kapalı ya da açık olmalı. Yok öyleyolda2yolcu_e@gelbuyana içeri mi girilecek dışarı mı çıkılacak! Belirsizlik işte ☺gelbuyana@yolda2yolcu_e olmasın işte o belirsizlik. Bil şey yapmalı ve belirsizlik ortadan kalkmalı

Bazı anahtarlar elimizde, 46 yaşında biraz da hayatı derinlemesine yaşama fırsatı bulduğum için belki de, şimdilerde daha da iyi anlıyorum ki, bazen bırakıp gitmek, sırtını dönmek ve hatta vazgeçmek anahtarın ta kendisi. Mücadeleye evet ama kazanamayacağın bir savaşın meydanında yitip gitmektense, yeniden başlamak için kabuğuna çekilmek ve kendine biraz zaman tanıyıp, yaşadığın o anı, bu bir "taslaktı" diye bir kenara bırakmak gerek. Elbet o an bir kez daha karşılaşacağın bir gelecek habercisi, hani şu yaşını almış, tecrübeyle sabit diyenlerin de dediği gibi, bir sınav. Sen geçene kadar farklı hallerde ve zaman dilimlerinde, kahramanı ve meydanı değişen bir savaşın çan sesleri... Kulağında duyduğun şey bir uğultu değil yani... 

***

Yaşlanıyorum galiba, bu kanıya hayatın hızının iki, üç katına çıkmasından vardım. Ekim ayı gelmiş. Yağmuru, bulutları, ara sıra yüzünü gri bir örtünün altından gösteren utangaç güneşi bu aylarda daha da çok seviyorum. Bu aylarda mumlar yakıp, jazz dinleyip, hayaller kurmayı da seviyorum. Şimdilik kısa bir yapılacaklar listem var.  
  • #cennetimdebirgündaha diyerek, orada geçirdiğim her güzel anıyı bir kenara kaldırıp, vedasını da kendime yakışır şekilde yapıp, dağ evinden ayrılmak. 
  • Yeni anılara yer açmak için yeni yerler keşfetmek ve tadını çıkartmak için kampçılığa, karavancılığa bebek adımları ile ilerlemek. 
  • Daha sağlıklı bir beslenme alışkanlığı oluşturmaya yönelik girişimlerde bulunmak.
  • Evrenin düzeni ile uyumlu olabilmek için "akışa" inanmak ve gelenin ve gidenin keyfini sürmeyi öğrenmek.  
Görüşmek bir dilekten öte, bir ihtiyaç bu aralar o nedenle görüşmek üzere! 






25 Haziran 2018

#oyver



Bu gece uyku tutmadı. 
Kolay değil onlarca yılın umutsuzluğunun üzerine 
beklenmedik anda esen ince yelden ürperen yüreğine su serpmek. 

Telaşlıydım bu sabah, 06.00 da gözlerimi açtım. Biraz toprağa değsin elim diye balkona çıktım. Serindi hava, bulutluydu. Sararan yaprakları ayıkladım, solan çiçekleri topladım. Saat 07.50 de giyindim. Koşar adım gittim. Ağlamaklıydı içim, yaşlı bir teyzeye anlatıyordu muhtemelen kızı "altı oka basma onun altında yuvarlak var ona bas" teyze verdiği cevapla gülümsetti "ben altı oktan başkasına basmam yuvarlak da kim?" Zorlanıyordu elinde bastonu ile yürürken. Kızı sesleniyordu ardından "Anne gösterdim ya oy pusulasını fotoğraf var öğretmenin..." ben uzaklaşıyordum koridorda. Ağlıyordum. Bir adam dönüp baktı bana. Anlam veremedi göz yaşlarıma. 80 yaşında kendi yarını için değil torununun geleceği için oy vermeye gelen teyzenin gayretine ağlıyordum. Anlayamazdı o adam beni. Anlasa o da ağlardı. Eve geldim. Uzandım. Yarını düşündüm. Umudu. Özgürlüğü. Ağladım. Mutluluk gözyaşı niyetine aktı içimin tüm umutsuzluğu. Babamın sesinden bir şiir oldu gün "bugün pazar! Bugün beni güneşe çıkardılar" Ben bir öğretmenin bir çocuğun hayatını nasıl güzelleştirdiğine şahit olduğum için bir dünyayı nasıl değiştirir görebiliyorum. Oy ver oy ver ki dünya daha yaşanır bir yer olsun artık! #oyver

---- O çocuk büyüdü, güleç yüzlü başka bir çocukla evlendi. İkisi "bilge" bir çocuk daha ekleyecekler kendi hikayelerine . Ve eminim onlarca çocuğa da yol gösterecekler. Güleç yüzlü koca yürekli çocuklar çoğalsın diye #oyver

04 Mayıs 2018

Şeriflerin Hayrola



Bulutlu bir gökyüzü yüreğin. Yağdı yağacak. Kaç yalnızlık sığar avuçlarına kim bilir? Kaçında kapatıp gözlerini, düşünürsün derin derin. Gören düşünceli adam der senin için. Sen ki gülüşlerin efendisi!Nasıl da yenik düştün bir yağmura. Hadi kapa gözlerini o koltukta, hayal et bir fırtına olduğunu, hayal et esip kavurduğunu... Hayal ederken daldığın derin uykuda çözülsün yüreğinin bulutu. Belki yalnızlığın beslenir de çoğalırsın sabahına. ♡♡♡
"Şeriflerin Hayrola" olsun bu #evrencekaralama nın adı.16 Mart 2017

02 Mayıs 2018

Mayıs Yorgunluğu






Bahar yorgunuyum. Kolay mı? Doğdum Nisan 10'da. 20 günlük bile değildim 1 Mayıs için meydanlara çıktığımda. Kulağımda "Ciao Bella" sesleri boşuna değil benim. Büyütürken annem beni 72 yazında, ilk ninnimdi kaset çalardan duyduğum Ruhi Su sesinden "bilmem şu feleğin bende nesi var" türküsü. 


Büyüdüm ya şimdi, hani kaset çalar falan da yok ya. .. Tuhaf geliyor yorgunluğum. Saate bakıyorum. Henüz 17.30. Zaman geçiyor. Tik tak tik tak. Değişir mi dersin? Meydanlar dolar da hep bir ağızdan söyler miyiz? " okulda defterime, bembeyaz sayfalara yazarım adını" 

Yazar mıyız gerçekten özgürlüğü? Anlatabilir miyiz "cehalet ve özgürlük yanyana olmaz"ı. Okumak yazmak lazım özgür olmak için. Okumak yazmak!!! Anlamak da önemli kaybedilen onca değer için 90 küsür yıldır "dik duran" insanların değerini. Kıymetini bilmek "özgürlüğün" ve "özgürlük" için verilen emeğin. 
Yıllar sonra bölüp yönetenlere inat meydanlara çıkan "Cerrahpaşa"lının da dediği gibi "bi'şey oluyor"... Olmasın!


 *** bu sabah kaset çalardan türkü dinleyemedim.

1.Mayıs.2018

24 Nisan 2018

Sezon Açıldı!

Aylardır yıllardır yazmayınca blog bile küstü bana... Son iki yazı yok hükmünde, belki de bu da aynı kaderi paylaşacak ama denemek lazım di mi?

"Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil." 

Buraya kadar gelip de sezon açıldı fotoğrafı koymadan gitmeyeyim. 


16 Nisan 2018

Muktedir


Yakıp yıkan hoyrat bir sevgi seninki
                                                            Aman diletmeye muktedir.

Kuruyan bir dalın yalnızlığını düşündüm

Onca yeşeren ve filizlenen dalın arasındaki yalnızlığını

Sonra seni düşündüm.

Bendeki yalnızlığını

Dal gibiydin içimde

Zamansız kuruyup gidişine verebileceğim bir anlam bulamadım

Hayatı düşündüm sonra

Attığı tokatları ve benim yeniden ayağa kalkışlarımı

İçimdeki dala her tutunduğumda kırılışın cılız sesi çınladı kulaklarımda

Sen sandım ama

Aman dileyen yüreğimmiş

Çok geç anladım










Sindire Sindire



Yaş oldu 46...

Şöyle bir geçmişe gidip, bugüne geleyim dedikçe; takılıp kaldığım anlar oluyor. Kimine gülümsediğim, kiminde gözlerimin dolduğu onlarca an birbiri ile yarışıyor hatırlanmak için. Domino taşı misali, anılar yıkılıyor birbiri üzerine. İçinde akıp gittiğim zaman, bir 20 yıl öncesine savruluyor, bir 3 yıl öncesine, gelip duruyor mesela 10 yıl öncesinde sonra koşarak 3 gün öncesine gidiyor. 

Yıllar geçtikçe, büyüyor insan. Aldığı yaş anlamında değil, farkındalıkları ve duruşu ile ilgili büyüyor. Mesela bundan on yıl önceki fevri bir tavrı, bugün daha sükunetle yaklaştığı bir tavra evriliyor ya da sesinin yükseldiği bir kavgada birden bire dinleyen ve dindiren oluveriyor. Öyle birden birden olmuyor elbet.  Dedim ya; farkında olmak... Nasip oluyorsa, şanslı insan.

Aslında mesele 46, 56, 66 de değil. Kıymeti yüreğinden muktedir adamın da dediği gibi, sindire sindire yaşıyorsan anları, büyümüşsün demektir bu hayatta. Ne kadar erken büyürsen o kadar çok haz alıyorsun yaşadıklarında. Skorun değil de hazzın muazzamlığı etkiliyor artık seni. Yaşamın sana sundukları ile mutlu olmayı öğrenirken, mutsuzluğun da bir seçim olduğunu öğreniyorsun. Nasıl görmek istersen öyle bakmayı, duymak istediklerinin senin beklentilerin olduğunu, duyduklarının hayatın sana sunduğu armağanlar olduğunu da öğreniyorsun zamanla. Mucizelere daha çok inanıyor, bir kedinin miyavlaması ile bir taşın arasında hayat bulan papatyanın sana fısıldadıklarını daha net anlıyorsun aslında. 

Velhasıl, ben 46 oldum. 
Ve ben hep olduğum gibi şanslı bir insan olarak devam ediyorum hayata... 
"İyi ki" lerimin çoğaldığı nice güzel yaşlarım olsun diliyorum. 
Evren'in dünyasını renklendiren her bir can'a, olay'a, an'a teşekkürlerimi sunuyorum. 
İnsan denen mozaiğin muazzamlığı karşısında saygıyla eğiliyorum. 

Evren, 
Aşkla,
Bursa.
10.04.1972



16 Ocak 2018

Bir soluk / Barselona'da 7 gün / Gezilecek Yerler

Uzun zamandır aklımdaydı Barcelona... Eşim de "eyvallah" deyince, içimdeki "Ailece Seyahat ve Yurt Dışı Düşü Satış Yetkilisi" harekete geçti.

Uçak biletlerini aylar önceden almış, iznimi bile daha sonraya bırakmıştım. Böylece izini alıp alamayacağım duygusu ile adrenalin damarlarımda dolaşsın istiyordum. Eşim ve bu sefer ekibe dahil olacakların zaman sorunu yoktu. Onlara sadece tarih ve buluşma detaylarını vermem yetecekti. 

Bir ev tutmak söz konusu olduğunda bölge aşağı yukarı gözlerimin önündeydi. Daha seyahate 3 ay olmasına rağmen; şehri yürüyerek dolaşabileceğimiz, "Sant Montjüic", El Raval" ve "Eixample" bölgelerinin kesişme hattında, "Barceloneta", "Gotic" ve "Elborn" bölgelerine yürüme mesafesinde, son derece stratejik bir nokta olan "Paral-lel" de bir ev bulmanın en kolay yolu olan Airbnb'nin kapısını çalmıştım bile.  Bulduğum ev tam da metro durağına 15 adım ve L2 ve L3 hatlarının geçtiği bir mahalledeydi. 3 odası, ferah salonu, balkonu ve 1,5 tuvaleti ile 5 yetişkin için ideale oldukça yakındı. Zaten fazlası da euronun 4.5 olduğu günlerde el yakardı. 

3 ay zarfında defalarca blog ve gezi yazısı okuyup, onlarca not aldıktan sonra, 20 Aralık sabahı çıktık yola. Rehber Evren yine yeniden yollardaydı. 2 saatlik fark ilk gün çok işimize yaradı. Bavulları eve atar atmaz kısa bir çevre turu yapıp, hemen arka sokağımızdaki tapas barlardan birinde aldık soluğu... Cennetin bir köşesi de burası olmalı dedirten lezzetler ve elbette sürahi ile içilen cava sangaria... 

Sonrası zaten bolca yürüme, uzun soluklu molalarda sangria ve tapas.. Ara sıra bira ve tapas.. Bir iki kere paella, tapas ve kırmızı şarap ya da cava sangaria... Hiç olmadı bir kaç tapas ve bir litre sangaria ile devam eden gün döndügeleri...

Gaudi'siz bir Barcelona düşünülebilir mi emin değilim, belki onuncu gidişte! Olmazsa olmaz Gotic ve El Born... Ah o anlatılmaz yürünür Eixample... Sana şöyle bir tepeden baktım Barcelona diyebilmek için; Monjüic ve elbette fazladan gününüz varsa mutlaka ama mutlaka gitmeniz gereken Tibidabo tepesi..



Doyumsuz Park Guell'i sindire sindire gezin. 
Müzik yapanlarla soluklanın. 
Derin derin nefes alıp hayal kurmayı unutmayın. 


Sokak arasına sıkışıp kalmış Casa Vicens gibi yerleri görebilmek için
 Gaudi'nin eserlerinden oluşan bir rota oluşturun. 


Hayranlık uyandıran La Sagrada Familia için bir de gece gezisi ayarlayın. 


Mütevazi Gotik Santa Maria del Pi Bazalikası'nın hemen karşısında yer alan  
Giovanni Gelateria Italiano'dan sıcak çikolata alıp sevdiğinizle paylaşmayı deneyin. 

Ciutat Vella'nın - Gotic Sokaklarında sabahın erkeninde kaybolun. 


Roma tapınağı ve Mağribi camisinin temelleri üzerinde yükselen 
Gotik Barcelona Katedrali'ne farklı açılardan bakın

 Turistlerin ilgi odağı olmazsa olmazı La Rambla Caddesi 
üzerinde yer alan La Boqueria kadar büyük olmasa da
  1845 yılında yapılmış Santa Caterina Marketi, 
daha yerel tatlar denemek ve 
bulunduğu mahallenin ara sokaklarını keşfetmek için alternatif bir rota olarak not edin.


Haydarpaşa anılarını canlandıran tren garı, 
Cuitadella Parkına giderken uğranması gereken bir durak,
biraz soluklanıp, ülkenin sahip çıkamadığı tüm değerleri anmak da serbest!
Vaktiniz varsa bir trene atlayıp kasabalardan birinde öğle yemeği yemek de mümkün. 


İnsana başka dünyanın kapılarını açan park; Cuitadella... 
Vakit varsa, biraz ekmek, biraz şarapla harika bir anıya dönüşebilecek bir güzelliğe fırsat verin. 


1908 yılında inşası tamamlanan Katalan Müzik Sarayı'nda bir etkinlik izlemek paha biçilemez bir deneyim, gündüz vakti ücreti karşılığı gezmek mümkün de olsa 
siz siz olun etkinlik takvimine bakmadan plan yapmayın. 


Barcelona sokak sokak gezilmesi gereken büyük bir şehir... 
Sokak aralarındaki süprizlere her daim açık olun. 


Tibidabo tepesinde Temple Expiatori del Sagrat Cor Kilisesi'nin en tepe noktasında 
kollarını açmış  Barcelona'yı kucaklayan İsa'ya kayıtsız kalamayacağınız kesin, 
finiküler ile tepeye çıkmak ve  Barcelona'ya tepeden bakan lunaparkta vakit geçirmek
 bu rotanın bonusu. 


Bir başka tepe bir başka karmaşık duygu... Montjuic
Tibidabo Tepesi'ne uzaktan selam eden, 
18. yüzyıldan kalma bir kaleden -  4000'den fazla Katalan'ın iç savaş sonrası öldürüldüğü kale duvarlarına yaslanıp da - Barcelona'ya bu kez farklı bir gözle bakmak...


Bir yanda 1858 yılından beri var olan Plaça de Catalunya 
diğer yanda  1929 Uluslararası Fuarına görkemli giriş için planlanan Plaça d’Espanya
özenle gezilmeyi hak eden Barselona'daki yüzlerce meydandan en olmazsa olmaz iki meydan.



Barselona
Gezilesi
Yaşanası
Hayal kurulası bir şehir
Barselona
Sen ne istersen ona dönüşen 
Sen nasıl bir ruh halindeysen 
Sana öyle bakan bir sevgili
Barselona 
Bolca ilan-i aşk
Çok az sükutu hayal


2017 Aralık
#yolda2yolcu
#y2ybarcelona









23 Kasım 2017

Roma Roma Ettin Beni Koma*

Ara sıra gaza geliyorum. 
Oturuyorum klavyenin başına. Nereden başlasam bilemiyorum. 
Yıl geçip gitti ama ben onu Roma'da nasıl karşıladığımı bile yazamadım. 
Hoş daha ben  "3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu" serisini bile bitiremedim ki... 
Üstelik 14 yıl sonra gittiğim köyümü bile anlatamadım. Yoksa anlattım mı? Hatırlamıyorum. Hatırlayamayacak kadar çok zaman geçti. 

Bir kaç fotoğraf koyup kaçmak da var işin ucunda... 
Ama ben anlatmak istiyorum;
 duygularım kaybolmadan, 
hatıralarım silinmeden, 
kelimeler önemini yitirmeden 
anlatabilmek. 

Roma'nın daracık sokaklarında yürürken hissettiklerimi anlatabilmek istiyorum. 
Oysa zaman su... Akıp gidiyor işte. 


Yediğim tatlardan, içtiğim şaraplardan küçük notlarım olsun istiyorum. 
Yerel lezzetler peşinde koşup, 
soluklandığımız daracık kahve dükkanlarını 
ve tadı damağımızda kalan yemeklerin tarifini verebilmek istiyorum.
İçtiğim artisan biranın keyfini, 
o küçücük şarap evindeki lezzetli peynirlerin tadını 
yazarken bir kez daha çıkarabilmek istiyorum. 




Sokaklarını, yokuşlarını, merdivenlerini,
bir sokağın başında donup kalmaya sebep tarihini, anlatabilsem...
Anlatabilmek istiyorum.



Merdiveni tüm sakinlikleri ile teker teker çıkan aşıkların,
merdiven başında birbirlerine bakışını kelimelerle resmedebilmek,
okuyana da bir nebze hayal gücü bırakabilmeyi çok istiyorum.

Romayı anlatabilmek... Haykırabilmek...
Her yolumun yine yeniden Roma'ya çıkacağı hayalleri kurabilmek istiyorum.


Sokak arası bir kilise merdivenine oturmuş, 
kendi kendine konuşurken tüttürdüğü sigaranın dumanına takılı kalıp 
çıktığı anılar yolculuğunun duraklarını tahmin edebilmek, 
bir geceliğine de olsa o merdivende oturan kadın olmak istiyorum. 

Vişme aromalı "sigar" yakıp 
yanında "Tazza D’Oro Coffee House" dan alınmış filtre kahve ile damağımı şenlendirmek, 
o arada gözlerimi kapayıp Roma'nın kendine has rengi safran sarısı hülyalara dalmak istiyorum. 



Balkonundan yaşanmışlık akan o evin içinde tam da balkona denk gelen kanepesine uzanmak, 
saatlerce hiç kafamı kaldırmadan kitap okumak istiyorum. 
Yanında bergamut aromalı çaya hayır demeyeceğimi de bilmenizi istiyorum. 



Gece oldu mu, Tiber nehri boyunca yürüyüp,
nehrin karşı kıyısındaki Trastevere'de 
bir şarap molası vermek istiyorum. 
Trastevere'nin daracık sokaklarında yürümekten yorgun düştüğüm gecenin sabahında, 
Trastevere'de yaşamak konulu bir kitap yazmaya başlamak istiyorum. 

Trastevere! Seni çok seviyorum. 


Savaşa ve turist menüsüne karşı olan  aile yadigarı bir işletmede servis elemanı olarak çalışmaya başlamak ve aşçının kendini yorgun hissettiği bir günde hazırladığım başlangıç tabakları ile göz doldurmak istiyorum. 


Vatikan'a ayrılmış bir günün heba olmayışına seviniyorum. 
Bu sevincimi başımı döndüren bir fotoğrafın altına yazacağım kelimelerle aktarabilmek istiyorum. Kelimeleri bulup bir araya getirmek konusunda ciddi anlamda zorlanıyorum. 


Roma'yı... Aşkımı... Düşümü... 
Kelimeler yetersiz kalmadan, tane tane, abartısız ama samimi bir dille, 
en çok da 
aşk çeşmesine dilek parasını atarken de dilediğim gibi
bir daha bir daha bir daha 
anlatabilmek istiyorum. 



* Bu nida; Ayhan Sicimoğlu'na aittir. yaşadığı kenti 5 kelime ile anlatma konusundaki ustalığına diyeceğim bir laf yoktur. 


14 Kasım 2017

3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu / Sava ve Tuna'nın Kesiştiği Şehir; Belgrad


Tuna ile Sava'nın birleştiği topraklara ayak basacağız. Sırpların katliamı ile yerle bir olmuş toprakları geride bırakalı bir kaç saat olmuş. Şehrin adının "beyaz"lıktan nasibini almış bir aydınlığı var. Oysa... geride bıraktığımız topraklara çöken karanlığın bir ucunda Sırplar var. 

Belgrad başka... Belgrad, içinden geçen iki büyük nehir gibi... Belgrad yeşil, Belgrad ferah, Belgrad aydınlık. 

Bir kaç nokta atış ile ziyaret edileceklerin ardından; annemin notları arasında yer alan 9.Yüzyılda, şehrin ünlü simalarının toplanma yeri olan Mikail Street civarındaki Skadarlija bölgesinde yemek yiyeceğiz. Ama önce büyüleyici Kalemegdan'a gidilecek. 








Kaldığımız otelden 1 saat yürüyüş mesafesindeki kaleye; sağlı sollu kafelerin, restaurantların, dondurmacıların ve mağazaların bulunduğu meydanları geçerek varıyoruz. Müzeler, belediye binaları, kütüphaneler ve üniversitenin yer aldığı Cumhuriyet Meydanı ile Terazije Meydanı'nı görmek böylece mümkün oluyor. Meşhur Knez Mihailova Caddesi'nin girişinde bir kahve molası verip kaleye doğru ilerliyoruz.  

Dönüşte hedef belli, acıkan karnımıza öncü bira patates desteğini kalenin terasındaki barda veriyoruz. Böylece hem biraz dinleniyor hem de manzaranın keyfini çıkarıyoruz. Kalenin farklı bir kapısından çıkıyor ve Skadarlija'da yer alan Sesir Moj'a varıyoruz. Akşam yemekte köfte ve et var. 




Yemek sonrası otele yürüyüş yaparak dönme fikri grubun tamamı tarafından kabul görünce, sokaklarında kaybola kaybola dolaştığımız Belgrad'a sabahın erkeninde veda etmenin hüznünü yaşamıyor değiliz. Görmek istediğimiz bir kaç yer daha var. Otele döndüğümüzde yola çıkış saatini kararlaştırıp, en azından Sava Katedrali'ni ve Tito Müzesi'ne gidebileceğimiz bir planlama yapıyoruz. Sava'yı görebiliyoruz ancak saat 10'da açılacak olan müzeye 9'da varmak biraz canımızı sıkıyor. Müzeyi gezemeden, havasını soluyarak Belgrad'ı geride bırakıyoruz. 

20y'e yakın tüneli geçerek, Tuna boyunca ilerleyip bol sürprizli, çok özlemeli Romanya'ya yaklaşıyoruz. Hedef, sınırı geçip bir gece konaklama sonrası, kavuşmak. 




Bir sonraki yazı: 3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4+1 Yolcu + 3  / Bol Sürprizli, Çok Özlemeli Romanya