Hedefimiz İşkodra...
Sabahın erkeni. Puslu Ohrid'i geride bırakıp düşüyoruz yollara. Yolda olmak keyfi yakışıyor bizim aileye. Yüzümüzde bir tebessüm, kişisel gezgin tarihimizin keşfedilmemiş duraklarından ilki; iki yakası farklı hikayeler anlatan İşkodra. Ama öncelikle Arnavutluk geçilecek. Binbir türlü zorluk okuduk ve dinledik yollarıyla ilgili. Harita üzerinde hepi topu 4 saat olan yol için 8 saat sürdü diyenlerde oldu, geceyi orada geçirmek zorunda kaldık, yola devam edemedik diyenler de. Korkan gözümüz ile sabahın erkeni yola çıkmayı hedefledik.
Arnavurluk sınırını geçer geçmez, kaderine terk edilmiş tren yollarının yanından geçiyoruz. Fabrikalardan ve evlerden ve yollardan... Başkent Tiran'a doğru gidiyoruz. Mola yerinde tünelden bahsediyorlar. Yol kısalmış böylece. İçimizde bir rahatlama. Planladığımız saatten önce Karadağ sınırından geçmiş olacağız.
Tiran tam bir hayal kırıklığı. Değişime ayak uydurmaya çalışıyor. Boyutları anlatılamaz bir fakirlik, ve yıpranmışlığın üzerine makyaj yapıyorlar. Yeniden inşa değil bu. Bildiğin sigara kokan bir paltoya parfüm sıkmak. Koku nasıl rahatsız ederse insanı, görüntü de batıyor gözlerine insanın bir arpacık gibi.
Karmaşık ve dar yollardan, araba yığını caddelerden, insan sellerinin içinden geçip gidiyoruz Tiran'dan. Bir tünel... arkada bırakacakmış gibi gördüklerimizi. Geçiyoruz içinden. Uzun ve karanlık... Işığı görmek mümkün mü sonunda!
Tünel işimizi kolaylaştırdı. Planladığımızdan erken İşkodra'da olacağız. İşkodra'da bir türlü gölün yakınına gidemiyoruz. Defalarca kayboluyoruz ara sokaklarda. Dikkatimizi çekiyor, kadın erkek, çoluk çocuk herkes bisikletli İşkodra'da. Yanlışlıkla pazarın ortasında buluyoruz kendimizi gölün kenarını ararken.
Sözümüz söz gideceğiz gölün kenarına, Gölün kenarında bir fotoğraf çektireceğiz, Oysa balık yeriz diye planlıyorduk ama saatler şaşınca yemek sonrasına denk geldi gölde mola. Gölün diğer tarafına bizi ulaştıran köprü aracı oluyor kıyısına varmamıza, zengin restoran ve kafelere ulaşmak için önce çingen mahellesinden geçiyoruz. Yıkık, dökük, toplama bir mahalle burası.
Gölün kenarındayız sonunda! Bir anı fotoğrafı, bir kahve arası ve Karadağ sınırından geçip Ulcinj'e varıyoruz. Liman kenti Ülgün'ün "eski kenti" sahilde. Tepeden aşağıya kıyıya doğru iniyoruz. Sahilde arabayı bırakıp, enine boyuna bir yürüyüş yapıp yola devam edeceğiz.
Denize girenler, çalanlar, söyleyenler, birasını yudumlayanlar derken... Oturacak bir yer bulamayıp, biraz da kararsızlıktan belki de beğenmeyip, yola devam ediyoruz. Kalacak yer ayarlamadık. Biraz da ondan telaşımız. Yol üstünde Sveti Stefan var. Hava yavaştan kararıyor. Budva'yı sabah gezeceğiz. Kalacak yer bulmak mesele oluyor. Orası mı burası mı derken, Sveti Stefan'ı tepeden gören bir otelde duraklıyoruz. Henüz sezon açılmamış bu nedenle bir çok yer hazırlık yapıyor. Sveti Stefan'dan ayrılıyor Budya'ya doğru hareket ediyoruz. Budva'da bir market alışverişi yapıyor ve Sveti Stefan'a doğru geri dönüyoruz. Yolda bulduğumuz suit odalı mutfaklı odalarımıza yerleşiyoruz. Hummalı bir makarna ve salata gecesine güzeller güzeli bir kırmızı eşlik edecek.
Rahat bir uyku her şeyi yoluna koyuyor, kahvaltı sonrası Budva, Tivat ve Kotor... Karadan devam etmeye karar veriyoruz. Geceyi Herceg Novi'de geçireceğiz, böylece sabahın erkeni Hırvatistan'a merhaba demek mümkün olacak.
Budva'da da "eski kenti" geziyoruz. Balkanlar ziyaretinde neredeyse gittiğiniz her şehirde bir Stari Grad - eski kent var. Bizim tercihimiz buraları yaya gezip, yenileri araba ile turlamak.
Budva kalesinde bir kütüphane var. Yugoslavya dönemi kaynaklarının bulunduğu kütüphane hepimizi etkiliyor. Yugoslavya'nın 1980'lerin sonlarından 2000'li yıllara kadar yaklaşık 20 yıl süren kanlı bir süreç sonunda yedi ayrı egemen ülkeye bölünmesi ile ilgili konuşuyoruz. Bu sehayat sırasında sadece Kosova'yı görmemiş olacağız.
Deniz bizi çağırıyor. Budva'dan ayrıldıktan sonra yol boyu flörtöz tavrı ile bizi cezbeden turkuaza ve güneşe kayıtsız kalamıyoruz. Adriyatik kıyılarında olup da bu havayı da denk getirince, bir molayı hak ediyoruz. Annem hariç hepimiz sıcak kumlardan serin sulara atlıyor, yorulunca bira patates ile aşk yaşıyoruz.
Tivat inanılmaz bir yer... 9500 kişi yaşıyor Tivat'ta. 9501. olmak istiyorum. Beni unutun burada! Gezi programlarında neden yer almadığını anlıyoruz. Bir arabanın ancak geçebildiği daracık sokağın bir yanı evler diğer yanı Kotor körfezine kadar uzanan doğa harikası... Evlerin arasında bazen bir arabanın sığacağı kadar boşluk. O boşluk karşıdan araba geldiğinde yol verebilmek için bir liman.
Yüzsen karşı kıyıdasın hissi veren mavilik, insanı alıp bir masalın içine bırakıyor. Sonrası sana kalmış... İster gemi ol, ister balık... Biz karada kalıp, hayal kurmaya devam etmek istiyoruz. Bu gezi boyunca yediğimiz en şık yemeklerden birini burada yiyoruz.
Kotor'a vardığımızda bizi bekleyen 'eski kenti' görünce, karınca büyüklüğünde görünen insanlara, devlerin masallarından çıkan gemilere ve kalabalığa inanamıyoruz. İyi bir yemek yediğimize mutluyuz. Büyük bir kısmını burada yakacağız belli ki... Annemi meydanda bırakıp, tırmanmaya başlıyoruz.
Kalenin ilk durağına çıkıyoruz. Manzara inanılmaz. Engebeli ve dik olması, sahip olduğu koyu ve coğrafi açıdan fiyorta benzeyen yapısıyla güzel bir Akdeniz manzarası sunan bu tepede, soluklanmak için oturuyoruz. Bir sonraki nokta için yaklaşık iki saatlik yokuş yukarı yürüyüşten bahsediliyor ama biz zaten yaklaşık iki saattir tırmanıyoruz. Az sonra yanımıza gelen ailenin iki çocuğu var, biri 5 yaşında diğeri daha kucakta... Biz devam ediyoruz diyorlar. Kolay gelsin deyip, onları yukarıya doğru yolcu ediyoruz.Bu aile ile bir kaç gün sonra bir kez daha karşılaşacağız, henüz bilmiyoruz tabi. Annem bizi aşağıda bekliyor ve yola devam edeceğiz. Buradaki manzarayı yüreğimize işliyor ve yokuş aşağı yuvarlanarak iniyoruz.
Herzec Novi'de kalacağımız yer belli değil. Gidince karar vereceğiz. Yol boyu yeşil ve mavi var. Yol boyu huzur ve tebessüm. Elimde telefon kalacak yer ile ilgili adresi kesinleştirmeye çalışıyorum. Herzec Novi uzaktan bizi göz kırpıyor. Dik bir yamaca kurulmuş bir şehir daha diyorum içimden.
Her yer yokuş... Her yer.. Yeşil... Aşağısı alabildiğine mavi.
Herceg Novi beni sarsıyor. Kendi dünyamın güvenlik sınırlarını, korkularını ve duvarlarını yıktığım bir yere dönüşüyor daha ilk karşılaşmamızda. Arabayı bir yere park ediyoruz. Kalacağımız evin emen önü aslında ama ev bildiğin 40 merdivenlerin üzerinde. Annem çıkamaz ki burayı... Siz bekleyin diyorum, ben bir çıkıp sorayım belki bir başka giriş vardır. Onlar aşağıda ben yukarıda. Bir sıra dikine park etmiş arabaların önünde bizim araba yatay olarak iki arabanın çıkmasını engelleyecek şekilde duruyor. Ev sahibi ile konuşurken gözüm birden bizimkilere takılıyor. Başlarında bir adam.. nasıl telaşlanıyorum. Yanlış bir yere park ettik ve sıkıntı yaşayacağız duygusu ile kadınla konuşmamı yarım kesip koşar adım merdivenlerden iniyorum. Adam bir Türk... Burada yaşıyor. Türk plakasını görünce yardım amaçlı durmuş. Ben neden endişelendiğimi anlatınca; burada olmaz öyle şeyler dedi. Hatta siz arabanızı burada üzerinde anahtarı ile bırakın, arabasını çıkaracak kişi gelir, sizin arabanızı çeker, kendi arabasını çıkarır. Sizin arabanızı kendi çıktığı yere park eder ve gider. Nasıl yani... Nasıl yani... Nasıl yani...
Şaşkınlığım açık ara fark ediliyor. Bu soruyu sürekli ardı ardına soruyorum 3-5 kere. Adama teşekkür ediyor, yeni öğrendiğim yoldan kalacağımız eve gidiyoruz. Bahçe içindeki kapalı alana arabamızı bırakıyor, eşyaları indiriyor ve eve giriyoruz. 3 katlı evin iki katı Airbnb'den kiralanıyor. Biz teraslı kattayız. Eve ayakkabı ile girmek yasak. Bize evi gezdiren ev sahibi, gülümseyen yüzüyle çıkarken, arkasından koşup; anahtar diyorum. Anahtara ihtiyacınız yok diyor. Nasıl yani diyorum; tahmin edeceğiniz gibi bir nasıl yani daha çıkıyor ağzımdan... Anahtara gerek yok. Kapıyı kapatın çıkın gidin, araba da almayın yürüyerek gidin, dönüşte taksiye binin diyor. Ev kapısı bildiğin oda kapısı gibi. Çekip çıkıyoruz.
Eski kent ve sahil yine her zamanki gibi anlatılmaz yaşanır tadında. Akşam yemeği için yerel bir restoran seçtik. Ağaçlar altında masal tadında bir yer... Yorgunluğumuzu atıp nefis lezzetli yemekler yedikten sonra taksi çağırıyoruz.
Evin önüne geldiğimizde, garaj kapısında zincirli kocaman bir kilit görünce, başlıyorum bağrınmaya; bir de bana anahtara ihtiyaç yok diyorlar, nasıl gireceğiz şimdi içeri... Aşağı kapının açık olduğunu, gece olduğu için bahçe kapısının kilitlendiğine hükmedip onca yolu gidecekken, birini görüyorum bahçede. Kapı kapalı, açabilir misiniz diyorum; adamcağız gelip, yana doğru kapıyı kaydırmaya başlıyor. Nasıl da utanıyorum, nasıl da yıkılıyor güvensizlik duvarlarım birer birer. Büyük şehirlerin 3 kilitli evlerinde yaşamaktan, kapalı otoparklara bıraktığımız arabalara ve dahi otoparkın kendisine alarm taktırarak güvenlik duvarlarımıza yenilerini eklemekten, unutmuşum çocukluğumun kapı bile kitlemeden, ezan vaktine kadar sokaklarda oyunla oynadığımız mahallesini.
Herzec Novi bana bunları anlattı o gece. Çocukluğumun mahallesindeki çocuk kahkahaları ninni oldu kulağıma... Sabah güneşi yüzüme vurduğunda beni bekleyen manzaradan habersiz, uyandım...
Bir sonraki yazı: Lokrum üzerinden Dubrovnik...