Ara sıra gaza geliyorum.
Oturuyorum klavyenin başına. Nereden başlasam bilemiyorum.
Yıl geçip gitti ama ben onu Roma'da nasıl karşıladığımı bile yazamadım.
Hoş daha ben "3884 km ve Balkanlarda Araba ile 4 + 1 Yolcu" serisini bile bitiremedim ki...
Üstelik 14 yıl sonra gittiğim köyümü bile anlatamadım. Yoksa anlattım mı? Hatırlamıyorum. Hatırlayamayacak kadar çok zaman geçti.
Bir kaç fotoğraf koyup kaçmak da var işin ucunda...
Ama ben anlatmak istiyorum;
duygularım kaybolmadan,
hatıralarım silinmeden,
kelimeler önemini yitirmeden
anlatabilmek.
Roma'nın daracık sokaklarında yürürken hissettiklerimi anlatabilmek istiyorum.
Oysa zaman su... Akıp gidiyor işte.
Yediğim tatlardan, içtiğim şaraplardan küçük notlarım olsun istiyorum.
Yerel lezzetler peşinde koşup,
soluklandığımız daracık kahve dükkanlarını
ve tadı damağımızda kalan yemeklerin tarifini verebilmek istiyorum.
İçtiğim artisan biranın keyfini,
o küçücük şarap evindeki lezzetli peynirlerin tadını
yazarken bir kez daha çıkarabilmek istiyorum.
Sokaklarını, yokuşlarını, merdivenlerini,
bir sokağın başında donup kalmaya sebep tarihini, anlatabilsem...
Anlatabilmek istiyorum.
Merdiveni tüm sakinlikleri ile teker teker çıkan aşıkların,
merdiven başında birbirlerine bakışını kelimelerle resmedebilmek,
okuyana da bir nebze hayal gücü bırakabilmeyi çok istiyorum.
merdiven başında birbirlerine bakışını kelimelerle resmedebilmek,
okuyana da bir nebze hayal gücü bırakabilmeyi çok istiyorum.
Romayı anlatabilmek... Haykırabilmek...
Her yolumun yine yeniden Roma'ya çıkacağı hayalleri kurabilmek istiyorum.
Sokak arası bir kilise merdivenine oturmuş,
kendi kendine konuşurken tüttürdüğü sigaranın dumanına takılı kalıp
çıktığı anılar yolculuğunun duraklarını tahmin edebilmek,
bir geceliğine de olsa o merdivende oturan kadın olmak istiyorum.
Vişme aromalı "sigar" yakıp
yanında "Tazza D’Oro Coffee House" dan alınmış filtre kahve ile damağımı şenlendirmek,
o arada gözlerimi kapayıp Roma'nın kendine has rengi safran sarısı hülyalara dalmak istiyorum.
Balkonundan yaşanmışlık akan o evin içinde tam da balkona denk gelen kanepesine uzanmak,
saatlerce hiç kafamı kaldırmadan kitap okumak istiyorum.
Yanında bergamut aromalı çaya hayır demeyeceğimi de bilmenizi istiyorum.
Gece oldu mu, Tiber nehri boyunca yürüyüp,
nehrin karşı kıyısındaki Trastevere'de
bir şarap molası vermek istiyorum.
Trastevere'nin daracık sokaklarında yürümekten yorgun düştüğüm gecenin sabahında,
Trastevere'de yaşamak konulu bir kitap yazmaya başlamak istiyorum.
Trastevere! Seni çok seviyorum.
Savaşa ve turist menüsüne karşı olan aile yadigarı bir işletmede servis elemanı olarak çalışmaya başlamak ve aşçının kendini yorgun hissettiği bir günde hazırladığım başlangıç tabakları ile göz doldurmak istiyorum.
Vatikan'a ayrılmış bir günün heba olmayışına seviniyorum.
Bu sevincimi başımı döndüren bir fotoğrafın altına yazacağım kelimelerle aktarabilmek istiyorum. Kelimeleri bulup bir araya getirmek konusunda ciddi anlamda zorlanıyorum.
Roma'yı... Aşkımı... Düşümü...
Kelimeler yetersiz kalmadan, tane tane, abartısız ama samimi bir dille,
en çok da
aşk çeşmesine dilek parasını atarken de dilediğim gibi
bir daha bir daha bir daha
anlatabilmek istiyorum.
* Bu nida; Ayhan Sicimoğlu'na aittir. yaşadığı kenti 5 kelime ile anlatma konusundaki ustalığına diyeceğim bir laf yoktur.