19 Ocak 2009

PEŞİN SIRA GELİYORUM



Bembeyaz bir sayfa açıyorum sana ve bana.
Olmayacak böyle, sürekli kaldığın yerden devam etmiyor hayat.
Bazen bambaşka bir yerlerden başlamak lazım devam etmek için.
Tabi sen şimdi karşıma geçip gülüyorsun.
Başla canım ben mani olmayayım diyorsun.
Ben seni bilmiyor muyum sen bana şu anda kahkahalarla gülüyorsun.
Verdiğim kararları uygulamaya geçme süremin ve tekrar dönüp dönüp dur bakalım haftaya demelerimin ilk şahidi hep sen olduğun için, sanıyorsun ki bu sefer de ben aynı yerdeyim.
Başa dön ve lütfen tekrar oku.
Kelimeleri sindire sindire bir kez daha yüksek sesle oku.
Bembeyaz bir sayfa açıyorum sana ve bana.
Olmayacak böyle, sürekli kaldığın
yerden devam etmiyor hayat.
Bazen bambaşka bir yerlerden başlamak lazım
devam etmek için.


Senin bana destek olman şart biliyorsun.
Seninle geçirdiğim zamanlar, sana danışmışlıklarım her zaman daha fazla.
Bunun sen de, ben de ve hatta o da gayet farkında.
Bazen takılıp kalmıyor değilim,
neden seninle daha iyi anlaşıyorum acaba diye.
Öyle ya kavgalarımızı hatırlasana…
Ben sevme diyorum sen kapılıp gidiyorsun.
Ben üzülme diyorum sen kendini kahrediyorsun.
Ben unut gitsin diyorum, sen bir kere kırıldım diyorsun.
Hiç lafımı dinlemiyorsun.
Kendi başına buyruk hallerin yok mu, deli ediyor beni.
Heyecanlara yenik düşmelerinden nefret ediyorum,
yüreğim bazen ağzıma kadar geliyorsun, gene de bir şey demiyorum.
Farkında mısın, ben ikimize yepyeni bembeyaz bir sayfa açıyorum.
Tekrar sevelim, sevilelim, heyecanlar duyalım, hatta aşık olalım istiyorum.
Yüreğim duyuyor musun bu defa ben senin kapılarını sonuna kadar açıyorum.
Uç uçabildiğin, sev sevebildiğin kadar.
Ben peşin sıra geliyorum.


17 Ocak 2009

UMUT YÜKLÜ DÜŞ GEMİSİ


Dışarıda puslu bir hava, güneş insanın ağzına bir parmak bal çalıyor bir ara. Hevesleniyorsun, heves seni harekete geçirene kadar bir bakıyorsun kayboluyor bulutun arkasına. Garip bir oyun oynuyor sanki insanlarla. Armut dersem çık elma dersem çıkma. Ya da sen bilirsin ister çık ister çıkma. Güneş buluta giriyor, sen gelip oturuyorsun karşıma.
Daha yaşın 30larda bile değil aslında. Tanıştığımız günü ne sen biliyorsun ne ben farkındayım o anda seninle arkadaş olacağımıza. Bir gün çıkıp geliyorsun sebepsiz. İyi misin merak ettim diyorsun. Önce anlam veremiyorum ne demek istiyorsun. “İlk karşılaştığımızda iyi olmadığını söylemiştin. Merak ettim sadece” diyorsun. Buyur ediyorum seni içeri. Biraz muzur biraz ürkek bir gülümseme yakalıyorsun yüzümde, hiç üstünde durmuyorsun. Koltuğa değil de masanın yanındaki sandalyeye oturuşun dikkatimi çekiyor. Bir kağıt kalem istiyorsun, üstüne bir şeyler karalıyorsun. “Bir kahve yapayım içer misin” diyorum. Mutfağa gidiyorum fonda Küba müzikleri eşlik ediyor düşüncelerimize. Küba’da sokakları geziyoruz o anda ikimizde. Karşılaşıyor muyuz ki diye düş kuruyor düşümün heyecanına kapılıp telaşlanıyorum. Karşılaşsak mutlu olur, bir kahve içimlik laflar mıyız acaba. Ya karşılaşınca tanımamazlıktan gelirsek. Hüzün kaplıyor içimi. Elimde kahvelerle döndüğümde teşekkür ediyorsun. Severim diyorsun. müziği mi kast ediyordun kahveyi mi diye sorma gereği duymadan; biliyorum diyorum. Birbirimize bakıyoruz. Gülümsüyoruz. Sessizce kahvelerimizi içiyoruz. Sessizliği sen bozuyorsun: fal bakar mısın diyorsun. Evet diyorum. Kapatıyorsun. Elindeki kağıda bir şeyler karalamaya devam ediyorsun. Ben fincana dokunuyorum. Soğumuş, hazır mısın diyorum. Gülüyorsun. Hazır olmasam gelmezdim diyorsun. Ne kadar güzel gülümsüyorsun diyorum içimden. Çapkın, masum, içten… Sen hangisisin?
Kahve kahve söyle bana…
Fallar bakılıyor, karşılıklı söylenmek istenenler satır aralarına sıkıştırılıyor sanki falda çıkmışçasına. Kağıda ara ara bir şey yazıyorsun ya da karalıyorsun. Meraklanıyorum ama sormuyorum. Söylenecekler bitmiş gibi, ben gideyim artık diyorsun. Sizli bizli bir konuşmanın ortasında duruyoruz aniden. “İyi olmana sevindim. Yanlış anlaşıldığımı düşünmemiştim. Keşke uyarsaydın” diyorsun. “Hoşuma gitmişti aslında” diyemiyorum.
Salona dönünce kağıdı masada bıraktığını fark ediyorum. Pencereye koşuyorum. Sokağı aydınlatan lambanın altından geçiyorsun. Yağmur çiseliyor ve sen gene de yavaş yavaş yürüyorsun. Sen defalarca yazmışsın kağıda ben de defalarca okuyorum.
Sana geldim.”

Kağıttan gemi yapıp, umutlarımı içine koyuyorum. Penceren atıyorum, süzülerek iniyor sokağa. Her yağmur damlasında direncini kaybeden düş gemim, sokak lambasının altındaki su birikintisinde yavaşça batıyor. Pencereyi kapatıyorum. Penceremi hiç mi açmamıştım acaba, bu nedenle mi söyleyemedin bana. Oysa cesaretin etkilemişti beni. Söyleyecek lafın olduğunda söyleme biçimin. Yüreğine aldanmıştım ben senin. Bakışlarında kaybolmuştum ilk defa.
Sen gideli çok oldu. Haber bile yok gittiğinden beri.
Gene de ne zaman buğulu bir hava olsa dışarıda sen gelip oturuyorsun karşıma. Hep dilimin ucunda bir soru:
Yüreğinden geçmediği için mi cesaret edemedin, sana geldim diyemedin?
Bir sorabilsem, ben de cevap vereceğim sana:
Keşke deseydin...
____

15 Ocak 2009

TAHİR İLE ZÜHRE


TAHİR İLE ZÜHRE


Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil
bütün iş Tahir'le Zühre olabilmekte
yani yürekte

Mesela bir barikatta dövüşerek
mesela kuzey kutbuna keşfe giderken
mesela denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahir'i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazım Hikmet Ran ( 1902 - 1963 )


Aslında birşey yazmıyayım diyordum Nazım'a ilişkin. Hele de duyunca inanmayan dillerden döküldüğünü şiirlerinin-düşüncelerinin, yanına sahte gözyaşları eklenmiş hallerini görünce o insanların, dayanmıyordu yüreğim. Önce Cimbakuka ve sonra da Yalnızlıkokulu kaleme alıp dile getirince duramadım.
Oysa küçücük bir çocuktum ilk duyduğumda mısralarını. Pazar mıydı ayrımına varamam ama babamla parktaydık. Güneşli bir gündü. Babam gökyüzüne baktı. "Bugün pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar" dedi. İçime işledi. Ne zaman bir sevda yaksa yüreğimi babamın sesi gelir kulağıma ve seslenir bana Nazım'ın yüreğinden:
"Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte, yani yürekte..."
Saygıyla...

KADEH KALDIRALIM HAYATA


Sen eve girince bir sessizlik oluyor fark ettin mi?

Nedense sen gelene kadar evin içinde bir gülümseme, bir huzur garip bir meltem esintisi sürekli. Önce adımlarının sesi geliyor gülümseme hızla kayboluyor. Sonra anahtarların şıkırtısı, bir bakıyorum huzur koltuğun altına saklanmış. Kapı açılıp da sen içeri girince meltem yerini boşluğa çoktan bırakmış. Hoş geldin diyorum. Sesin geldiği yöne bakıyor ama bir şey söylemiyorsun. Aç mısın diye soruyorum. Kafanla onaylıyor ama hiç ses çıkartmıyorsun. Mutfağa yöneliyorum senin sessizliğin bana eşlik ediyor. Oturup sessizce yemeğini yiyorsun. Ben sadece susuyorum. Yıllar oldu sessizliğine sessizliğim eşlik edeli, ben o zamanlardan beri sadece bekliyor ve susuyorum.
Aşkına
Sevgine
Dostluğuna
Sesinin tınısına susuyorum.
Dokunuşuna
Duruşuna
Beni hırpalayışına
Ama en çok sevişine susuyorum
Bir de güne seninle uyanışıma


Bir damla ol içime ak, susuzluğumu gider diye, ben her gece sen yemeğini yiyip de içerideki odada koltuğa uzandığında, sessizce içime ağlıyorum. O sırada önce gülümseme geliyor kapının ardından gizlice yanıma. Bir bakıyorum koltuğun altından sürünerek huzur da hemen peşi sıra onunla. Tülün hafifçe salınması ile fark ediyorum ki meltem de yerini almış diğer yanımda. Huzur gıdıklıyor ayağımı, aynı anda meltem kulağıma fısıldıyor, “kana kana içmek lazım hayatı, inan çok kısa”
Gülümseme kendini tutamıyor bir kahkahaya dönüşüyor. Koşarak salona geliyorum. Şaşkın yüzün gene sessiz ama ben duramıyorum kahka üstüne kahkaha atıyorum. Gözümden yaşlar geliyor, sessizliğin ilk defa bana eşlik ediyor. Elini tutyorum, huzur bir damla yaş oluyor gözünde, gülümseme biraz ürkek geliyor konuyor yanağına. Hadi diyorum kalk sokağa çıkalım. Meltem camı aralıyor o sırada, yağmurun sesini duyuyorsun biliyorum çünkü kafanı sesin geldiği yöne doğru çeviriyorsun. Yağan yağmurda ıslanıp, sessizliğimizi ıslatalım diyorum. Bana bakıyorsun.
Ben her sabah bu rüya ile uyanıyorum. Bir gece rüyam senin ağzından dökülen şu cümle ile bitecek umuyorum: Geç oldu ama hadi çıkalım sokağa. Yanına iki kadeh almayı unutma. Yağmur damlaları köpüren şampanyamız olsun. Kadeh kaldıralım hayata.
________

14 Ocak 2009

ESKİYOR HERŞEY


Aradın onca aydan sonra, garipsedim doğrusu duyunca; tanıdık bir uzaklık vardı sesinde, bu değil şaşırtan. Bilmedik bir tedirginlik vardı yanında onu anlamakta zorlandım. Konuştuk kısaca:
~ Nasılsın iyiyim
~ Ben de…
Sessizlik tanıdık
~ Ben meşgul etmeyeyim
~ Etme…
Sessizlik tanıdık
~ Kapatayım
~ Kapat…
İşte tedirginlik burada.
Neden diye sormadan duramıyor insan. Kulağım bize Natalie Cole'un “I miss you like crazy” ile eşlik ettiğini duyuyor. Durup düşünüyorum bir an. KULAĞIMIN DUYMADAN ÖNCE ANLADIĞI O AN GELİYOR AKLIMA. H
er şey birden aydınlanıyor. Dedim ya tanıdık bir uzaklık, bilmedik bir tedirginlik, çok anlamlı bir sessizlik…
ESKİYOR HIZLA HERŞEY O SESSİZLİKTEN SONRA. Geride kalıyor zaman geçince, ister istemez. Eskilere rağbet olsa bat pazarına nur yağardı derler eskiler, bence bilirler de söylerler.