26 Ocak 2009

KISA BİR GEZİNTİ - Vol.1


Bu haftasonu burcumda yazdığı üzere evin düzenine adadım kendimi. Dolaplarımı toparladım ve kutuları açtım. Anılara daldım.

Üniversite yıllarından kalma 3 arkadaş, 4 mektup, eski sevgililere yazılmış ağıtlar, ders notları arasında bulumaması gereken gazete küpürleri, şiirler, duygular, fotoğraflar...1996 yılından kalma br karalama. Gece 01:00'de kaleme alınmaya çalışılan bir notun kara kalem çalışmaları.


---- İlk defa o zaman düşündüm, geri dönülmez diye birşey yoktu. Geri döndüm. Mantığımla görüp, duygularımla karar verdim----


Neydi ki bu mühim kararım bilemedim.


---- Korkunç bir fırtına gövdeyi sarstı. Dallar kapandı korumak için gövdeyi. Gövde sarsıldı, sarsıldı ve korkunç bir gürültü ile devrildi. Ayağa kalktı kalkmasına da kökleri yara aldı. ----


O zamandan beri ayakta mı kalmaya çalışıyorum ben. Yok canım toprağım değişti. Gübre falan. Beslendi benim köklerim. Yağmurlar yağdı, güneş açtı kaç defa. Duruyorum dimdik ayakta.


Biraz daha oyalandım anılar arasında. Gülümsetenler oldu, içimi hala acıtanlar... Bazılarını yırtıp attım, bazılarını özenle sakladım.


Mor Bulut ve Beklemek o günlerden kalanlardı. Mor Bulut basit bir peçeteye yeşil ispirtolu bir kalem ile yazılmış. Beklemek aslında senaryo dersi için tasarlanmış bir "treatment"tı ben öyküleştirdim.


Bir de bu anıtı buldum.

Yıl 1994. Sarı bir kağıda daktilo ile yazılmış.


İNSAN OLMAYA DAİR

ESKİ BİR TAPINAK DUVARINDAKİ YAZIT - M.Ö. 900


Gürültü patırtının ortasında sükûnetle dolaş, sükûnette huzur bulunduğunu unutma. Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış. Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun. Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma.
İçten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü, dünyada herkesin bir öyküsü vardır. Yalnız planlarının değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir işi seçersen yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle seveceksin ki, başarıların bedenini ve yüreğini güçlendirirken, verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.
Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz.
Aşka burun kıvırma sakın; o çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçedir. O bahçeye lâyık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.
Kaybetmeyi ahlâksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlûp olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakacağın en büyük miras dürüstlüktür.
Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğe yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe. Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir…
Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkânsızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.
Hatırlar mısın doğduğun zamanları? Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse.
Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya, yine de güzeldir.
UNUTMA!!!


______

25 Ocak 2009

BEKLEMEK


Kadın gittiğinden beri adam güne başlamakla ilgili sıkıntılar yaşıyordu. Kadın bir sabah erkenden uyanmış bavullarını kapının önüne koymuş adamı uyandırmış ve taksi yokmuş beni sen götürür müsün terminale demişti. Bir de rica etmişti: "Çalışma odamı boşaltmak için zamanım olmadı. İstediğin herşeyi atmakta veya saklamakta özgürsün." Adam hiç kapısını açmamıştı o odanın kadın gittiğinden beri ve adam o sabahtan beri uyanmıyordu güne. Yıllık izninin kalan günlerini almış ve kendini eve kapatmıştı. Pazar sabahıydı. Kalktı, sanki daha bir güzeldi gün, ya da artık o alışmıştı. Hiç açmadığı kapının önünden geçerken şöyle bir baktı.

Eli kapının koluna gitti. Hızlı adımlarla mutfağa gitti sürünen ayaklarının peşi sıra. Dolabı açtı. Kurumuş bir krem peynir, çeyrek sucuk buldu, 2 de yumurta. Omleti pişirirken, pazar kahvaltılarını hatırladı. Gülümsedi. Omleti bittiğinde kendini daha iyi hissediyordu. Dışarıda gözü yormayan bir aydınlık ve ısıtan bir güneş olmasına heyecanlandı. Bugün o gün dedi.

Odanın önüne gitti. Kapının önünde bir süre oyalandı. Kapıyı açtı. heryer derli toplu bırakılmıştı. Kutuların üstünde içindekileri belirleyen not kağıtları bile vardı. Önceden planlamış dedi, "Farkına varmamışım." Perdeyi araladı, camı açtı. Bir kutu vardı, diğerlerinden farklı... Dolabın üstündeydi ve üzerinde içindekiler yazan küçük not kağıtlarından yoktu. Kapağını açınca en üsttte bir zarf gördü. Sana... yazıyordu.


Zarfı açtı:


öpün
öptükçe bir sevgiyi büyüttüğünüzü bilin
gözlerinizle dudakları, dudaklarınızla alınları
ellerinizle yürekleri öpün
(sevgiler büyütülmek ve paylaşılmak
için vardır,

kekremsi tatların sizde bıraktığı
acımasız

sevileri doyasıya
yaşayın.)


ben başlattım
size sadece büyütmek kaldı sevginizi
paylaşın ki sevgi büyüsün, büyüsün ki hayatınıza renk katsın.
önemi kalmaz büyütmüş olmanızın sevginizi paylaşımsız ortamlarda

unutmayın

PAY-LA-ŞIM

bu önemli. bu çok önemli.

ben artık gidiyorum
şimdilik hoşçakalın.

Yere oturdu. sessizce ağlamaya başladı. O gittiğinden beri nedenini ilk defa anladı,
Odayı olduğu gibi bıraktı, giyindi. Kadınını nerede bulacağını biliyordu. O parkta ulu çınarın altındaki banktaki ilk konuşmalarını hatırladı giyinirken. Çok kızdı kendine kimbilir gideceği sinyalini ne çok vermişti, işlere öylesine dalmıştı ki eve sadece uyumaya geliyordu.

Kadın demişti ki;
"Paylaşım biterse giderim ben. Durmam sadece sevgi var, saygı var diye. Giderim ben."
Adam sarılıp öpmüştü kadını dudaklarından;
"O zaman hiç gitmeyeceksin bizden. Olurda gidersen, bu ağacın altına uğra bir akşamüstü bu banka otur karşı büfeden bir çay söyle. Sen çayını bitirmeden ben gelip seni bulmuş olacağım."

Adam gitti, koca bir bina vardı ağacın olduğu yerde. Ne park kalmıştı, ne ağaç ne çay içilecek bir büfe. Kadını da yoktu elbette. Oysa gelirken nasıl da emindi; bıraktığı yerde bulacağı heyecanı sarmıştı.
Şimdi koca bir duvar ve kapı vardı geçmişinin olduğu yerde.
Yere oturdu adam, bir sigara yaktı.
Ağladı...
______








MOR BULUT



Mor bir bulutun gümüşsü parlaklığını
parmak uçlarımla ıslatamadığımda farkına vardıklarım...

Ve ağzımı kesip kanatan sözcüklerimin boğuntusu
sana söylenememiş olmalarından değil,
söylenmemiş olmalarından.
Son gölgende uzuyorum, belki de çekiliyorum.
...


* uygur yılmaz


______




24 Ocak 2009

VURULDUK EY HAKLIM UNUTMA BİZİ...


Bir pazar sabahıydı 20'li yaşlarımın başında, başımda kavak yelleri... Bir pazar sabahıydı, uzun upuzun bir mektup yazdım, sayfalar dolusu. İngilteredeki arkadaşıma televizyondan seyrettiklerimi yazıyordum satır satır gözyaşlarımla. Tüm kanallarda, radyolarda türküler eşlik ediyordu gözyaşlarına. Nasıl anlatılırdı bir türkü bir mektupta.


Ruhi Su sesleniyordu bir yanda;

Ankara'nın taşına bak
Gözlerimin yaşına
Uyan uyan Gazi Kemal
Şu feleğin işine bak!
Kılıcını vurdum taşa
Taş yarıldı baştan başa
Uyan da bak Gazi Kemal
Başımıza gelen işe.

Ankara'nın dardır yolu
Düşman aldı sağı, solu.
Sen gösterdin Paşam bize
Böyle günde doğru yolu.

Diğer yanda Selda Bağcan;

Bir Pazar Sabahıydı Ankara Kar Altında
Zemheri Ayazıydı Yaz Güneşi Koynunda
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana
Zalımlar Pusudaydı Bedenim Paramparça
Ucuz Can Pazarıydı Kalemim Düştü Kana

Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun

Çevirdim Anahtarı Apansız Bir Ölüme
Şarapnel Parçaları Saplandı Ciğerime
Ucuz Can Pazarıydı Kan Doldu Gözlerime
İsimsiz Korkuları Katmadım Yüreğime
Bembeyaz Doğruları Yaşadım Ölümüne

Uğurlar Olsun Uğurlar Olsun
Hüzünlü Bulutlar Yoldaşın Olsun
Bir Keskin Kalem Bir Kırık Gözlük
Yürekli Yiğitlere Hatıran Olsun


Annem ağlıyordu koltukta. Babam suspus uzanmıştı yatağına.
Evde bir yürek acısı, evde bir öfke vardı hayata...
Bense bir mektup yazıyordum aşkıma...
***
Ertesi gün, Cumhuriyet Gazetesinin verdiği posteri, özenle asıldı Atatürk'ün yanına.
***
16 yıl sonra hala aynı yürek acısı ile uyandım sabaha.
Annem ağlamıştır mutlaka ve babam öfkelidir hayata...








22 Ocak 2009

YALNIZLIĞIM – Vol.1



Yalnızlığımı büyütüyorum, bu adamla bu evde büyütebildiğim tek şey yalnızlığım.
Çıkmaz bir sokaktayım. Ne geriye dönüp yeni yollar arıyorum ne de ileriye doğru adım atabiliyorum. Kafamı kaldırıp parıldayan gökyüzünü görmek bile içimden gelmiyor.
Giderek yalnızlığıma alışıyorum. Bataklığım benim koca yalnızlığım…

Yazdığı her şeyi sildi. Kağıdı buruşturdu yere attı. Yerde biriken kağıtlara baktı. Ne çok şey yazmış ama beğenmemişti. Gazete ekine söz vermişti. Yalnızlık üzerine bir yazı yazacaktı. Gazetede çalışan arkadaşı çıkaracakları yeni ekte ona da bir yer ayırmak istiyordu. 200 kelimeyi aşmamak kaydı ile yalnızlık üzerine bir şeyler yazıp göndersen ne güzel olurdu diyen arkadaşına bir de ahkam kesmiş yalnızlık uzmanlık alanım, istersen roman yazarım demişti. Hislerini yazacaktı bundan kolay ne vardı. Kurgulamasına bile gerek yoktu. Neredeyse bu teklif yapılalı bir hafta oluyor ve arkadaşının ona verdiği süre doluyordu.

Kalktı kendine sıcak bir içecek hazırladı. Saate baktı. En az 2 saatim var dedi. Salona geçti sallanan koltuğuna oturdu ve kendi yalnızlığında üşüdüğünü fark etti. Ne uzun zaman olmuştu birinin kollarında ısınmayalı başka bir tenin ısısı ile ürpermeyeli. Kalktı diz üstü battaniyesini aldı omuzlarına örttü.
Gazeteyi eline aldı;
“Tony Takitani yalnızlık üzerine bir film. Fakat filmin bahsettiği, lafta bir yalnızlık veya cıvık aşk şarkılarının "terkedildim" hezeyanları değil. Doğumdan başlayıp bütün bir yaşama, neredeyse alıp verilen her nefese sinen bir yalnızlık, dümdüz ve buz gibi bir tek başınalık hissi. Ichikawa'nın minimal sineması öncelikle bu bağlamda işe yarıyor. Süssüz, kendi içinde müthiş bir simetri taşıyan ve boş gibi gözükse de aslında epey dolu olan çerçeveler, filmin bahsettiği bu yalnızlık halini cisimleştiriyorlar. Işık çalışmasının verdiği sonuç ise beyazın ve mavinin açık tonlarının ağırlıkta olduğu, neredeyse Kubrick filmlerini akla getiren bir sterillik. Tüm bu görsel tercihler filmin buz gibi yalnızlık hissini daha da keskin, daha bir can acıtıcı hale sokuyorlar. Önünde her daim saygıyla eğileceğimiz Ryuichi Sakamoto'nun müzikleriyse her zamanki
gibi (ve filmin görsel üslubuna uyum sağlar şekilde) minimal ve mükemmeller.”(1)
Keşke filmi görseydim dedi. Kızdı kendine daha öğrenciyken bile film festivallerini kaçırmaz özel olarak İstanbul’a, Ankara’ya festivallere giderdi. İlk gençliğini özlediğini fark etti. Yaşlanıyorum deyip gülümsedi.
“Filmin finalini açık etmeyelim ama bus tercihin arkasında da Hitchcock'un Vertigo'sunu ister istemez akla getiren bir gönderme var. Ancak Tony Takitani yüksekten değil, yalnız almaktan korkuyor. En nihayetinde yendiği fobi de bu oluyor. Esasında hepimizin yalnız olduğu, hatta yalnızlığın ömür boyu sürdüğü gerçeğiyle barışıyor. Neyse ki bu esnada fazla ağlayıp sızlanmıyor, yönetmen Ichikawa ise mesafeli bir yaklaşımla filminin düzeyini ve ciddiyetini koruyor”(1)
Kendi yalnızlığına döndü. Ne zamandır yalnızdı. Yalnız kalmak en büyük korkusuydu. Fobi bile denebilirdi. Galiba Tony Takitani gibi kabullenmeli ve yalnızlığın bir ömür boyu sürdüğü gerçeği ile barışık yaşamayı öğrenmeliydi.
Hem ne demişti hayattaki tek dostu ona;
"...Yalnızlığımla savaşacağıma onu kabullenirsem durum değişir belki. Yalnızlık, ne kadar bastırmaya çalışırsak o kadar güçleniyor, ama yok sayarsak gücünü yitiriyor, bunu farkettim."
Ben yazmadım tabii ki :) Üstat Coelho'dan. Dün gece Portobello Cadısı'nı okurken rastladım.
Yalnızlığını yok saymak üstüne bir yazı yazmaya karar verdi ve aldı eline kalemi…
Yansımamı dost yaptım kendime,
Narkissos’a özendiğimden değil,
yalnızlığımdan delirmeyeyim diye...