“En önemlisi, sululuğu ciddiye alabilmektir. Yani insan, ömründe kabul ettiği her şeyi ciddiye almak zorunda… İster çiçek bakmak olsun, ister rakı içmek, ister bina planlamak, ister kitap yazmak fark etmez… Ciddiye almaya alışmak lazım. Mizah ciddi bir iştir”
Aydın Boysan Bursa’daydı. Babamdan sonra rakı içmek istediğim tek adam. Babamla ilk rakımı içtiğimde 18 yaşındaydım. Ama Aydın Boysan'la olmadı, olamadı… Bir aşkı yitirdiğimde üzülmüştüm bu kadar bir de Aydın Boysan’la içemediğime…
Bursa’da ya… Bursa ile başladı söze.
Bursa’nın şeftalisini anlattı, kestanesini…
“Bursa’nın kestanesi, bir okka çeker dört tanesi” dedi .
Aydın Boysan’ın Bursa’sını anlattı. Sonra mizaha yaklaşımını…
Laf döndü dolaştı rakıya geldi. Hesap yaptı. 70 yıldır akşamcıyım. 60 yıldır evliyim. Düşünün dedi 10 yıl kafayı çekmem gerekmiş evlenmek için.
Söz aldım, geri kalan 60 yılı inşallah neden evlendim diye içmemişsinizdir dedim güldü. Eşine duyduğu saygıyı ve sevgiyi anlattı. Mimarlığından söz etti biraz. Yaptığı eserlerden hiç pişmanlık duymadığını ama mal sahiplerinin bazılarından mutsuz olduğundan bahsetti. Rakı ile ilgili konuştukça Refik Durbaş “abi yaşı tutmayanlar olabilir üniversitedeyiz” dedi, şöyle bir dönüp baktı: “Öğrensinler içmeyi ve belki de içmemeyi” dedi. “Ben anlatayım da…”
Anılara daldı, Tarık Minkari dostunu, Aziz Nesin’i, Vehbi Koç’u anlattı.
Zehiri miktar belirler dedi. Latince bildiği tek sözmüş.
Geçmişimden vazgeçmem dedi. Bir daha gelsem bu dünyaya gene ben olurdum. Çivilerimin hiçbirinden vazgeçmem dedi.
60'ında gazete yazısı yazması istendiğinde;
İyi değilim kötü bir dönem geçiriyorum demiş ve nazikçe reddetmiş
Demişler ki, içinde bulunduğun durumdan çıkman için kafayı yazmaya takman lazım. O böylece başlamış gazete yazıları yazmaya.
Ve söyleşisini bir alıntı ile tamamladı;
Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.
Ama neyle?
Şarapla,
şiirle
ya da erdemle,
nasıl isterseniz.
Ama sarhoş olun.
Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”
Baudelaire - Paris Sıkıntısı
Ve ben o akşam sarhoş oldum;
rakıyla, dostlarla ve erdemle…
Ve söyleşisini bir alıntı ile tamamladı;
Hep sarhoş olmalı. Her şey bunda; tek sorun bu. Omuzlarınızı ezen, sizi toprağa doğru çeken Zaman’ın korkunç ağırlığını duymamak için durmamacasına sarhoş olmalısınız.
Ama neyle?
Şarapla,
şiirle
ya da erdemle,
nasıl isterseniz.
Ama sarhoş olun.
Ve bazı bazı, bir sarayın basamakları, bir hendeğin yeşil otları üstünde, odanızın donuk yalnızlığı içinde, sarhoşluğunuz azalmış ya da büsbütün geçmiş bir durumda uyanırsanız, sorun, yele, dalgaya, yıldıza, kuşa, saate sorun, her kaçan şeye, inleyen, yuvarlanan, şakıyan, konuşan her şeye sorun; “Saat kaç?” deyin. Yel, dalga, yıldız, kuş, saat hemen verecektir yanıtı size: “Sarhoş olma saatidir! Zamanın inim inim inletilen köleleri olmamak için sarhoş olun durmamacasına! Şarapla, şiirle ya da erdemle, nasıl isterseniz.”
Baudelaire - Paris Sıkıntısı
Ve ben o akşam sarhoş oldum;
rakıyla, dostlarla ve erdemle…