22 Mayıs 2009

YUVASIZ KUŞLAR



Eski dostların buluşma noktasıydı, yuvasız kuşların meydanındaki, sırtındaki bir parçası kırık ahşap bank... Her cuma akşamı güneş rakı burcuna girmezden hemen önce boğaza karşı rüzgarı selamlayıp gelen geçenin attıkları kahkahalara bakakalmalarına kahkahalarla gülerlerdi...

İncirin çekirdeğinin bile fazla geldiği günlerde onlar incirin çekirdeği olmazsa diye hayıflanırdı, ne de olsa herşey değişiyordu, meyvaların tadı, yemeklerin adı... Ayak uydurmak değildi dertleri ya da değişime direnç değildi gösterdikleri, anlamaya çalışıyorlar ve anlamaya çalışan hallerine gülmeden de edemiyorlardı.

İki eski dost, kaldıkları huzur evlerinden sadece cuma akşamları izinli çıkar ve gece 12'yi gösterdiği anda da masalarından kalkar ve yuvalarına dönerlerdi. Son yirmi yıldır her cuma birbirlerini aramaya bile gerek duymadan o banka gider otururlar ve birbirlerini beklerlerdi. Yuvasız kuşlar her cuma onların gelişini bayram bilir, havalarda türlü çeşit numaralar yaparak; haftasonunu yakalama telaşıyla sırtındaki yükü bir an için bile bırakmayı düşünmeyen, yaşamın keyifsizliğinden dem vurarak vapurlara yetişmeye çabalayan insanlara, yaşamın çekilesi olduğunu kanıtlamaya çabalarlardı.

Haftalardan bir hafta, cumalardan bir cuma, Rasim yatağından isteksizce kalktı, gece gördüğü rüyadan huzursuz, yüzünü yıkadı, aynada kendine baktı. Veli'nin her cuma olmazsa olmaz gömleği, kışları üzerine aldığı yeleği ve illa ki kasketi ile gelişine ve kızışına inat, yaz kış üzerine geçirdiği envayi çeşit kazaklarından birini almak üzereydi ki, bugün şaşırtayım şunu da görsün diye geçirdi içinden, kahkahası yankılandı duvarlarda. Yan odada kalan Ali İhsan'ın kapısını çaldı. Gömleğin var mı dedi, bu gece için verir misin? Hayırdırlı kahkahalara ve takılmalara dönüp sırtını, döndü odasına elinde beyaz gömleği... Sakal tıraşını oldu ve giydi gömleğini. Ütülü bir pantalon buldu dolabından, hoşuna gitti telaşı gülümsedi. Saatine baktı geç kahvaltıyı bile kaçırmak üzere olduğunu fark edip hızlandı ve soluğu kahvaltı salonunda aldığında, müdürle karşılaştı... Müdür tanımaz gözlerle bakınca çapkın bir gülümseme ile bugün cuma, büyük gün dedi. Müdür Rasim'in gülüşüne kahkaha ile karşılık verdi. Keşke dedi her gün cuma olsa diyeceğim ama, son 20 yıldır ilk defa seni saç sakal birbirine girmemiş gördüm. Bundan sonrası hep böyle olursa, yakında evlendiririz bile seni diyerek kahkahlarla koridorda ilerledi. Rasim masaya oturduğunda hala müdürün kahkahası geliyordu. Rasim bir iki lokma aldı almadı, aklına rüyası geldi. Ama canını sıkmaya niyeti yoktu. Bugün Veli'ye hayatının süprizini yapacak ve 20 yıldır "berduş gibisin" diyen dostunun karşısına adam gibi çıkacaktı.

Öğlen olmuştu bile sabah gazeteleri bittiğinde, kapıdaki görevliye "yolcu yolunda gerek" dedi. "Hayırdır erkencisin" diyen görevliye ki, oğul derdi, "Bilmem dedi, içimde bir sıkıntı var, vapurla geçeceğim karşıya, yol uzuyor ama denizin kokusu, bu mevsimde göçmen kuşların kanat çırpışları ayrı bir keyif verir bana... Rakı masasına oturmadan önce, kederi dağıtmazsan keyfi çıkmaz sohbetin oğul" dedi, "içmek ölüm gibi gelir adama kederli zamanlarda" ve ağır ahşap kapıyı, yılların yorgunluğu omuzlarındaymışcasına, ağır ağır kapattı.

İskeleye vardığında kır çiçeklerine takıldı gözü, nedensizce bir demet kır çiçeği aldı, parasının üstü kalsın dedi, kırmızı üzerine, portakal rengi giymiş, saçlarını iki yanda örmüş Fadik, Rasim'in arkasından sesinin son renginde bağırdı "Amcaaa, sevenlerin çok olsun, bir de dua edenlerin" dedi... Rasim kahkaha attı, "neden gençlere aşk diliyorsun da bana dua" dedi. Kalkmak üzere olan balıkçı teknesinden bozma İsmet Aganın keyif teknesine attı kendini. İsmet Aga "gelmeyeceksin sandım, geçiktin" dedi. "Kararsız kaldım, senin külüstürle mi gideyim, yoksa şöyle modern bir yolcu vapuruyla mı" dedi Rasim, İsmet Aga gülümsedi, "adama benzemişsin bugün, zenginlerin kiraladığı deniz taksiyle gitseydin" dedi. Dolu dolu kahkahalarını yem sanan martılar alçalınca, ellerindeki bayat ekmekleri havaya savurdular. Bunu duyan martılar eşlik ettiler onlara karşı kıyıya kadar.

Rasim kıyıya indiğinde, elinde çiçekleri ile ne kadar komik göründüğünü, yeni yetme bir delikanlının ilk buluşma anlarındaki salaklığı ile örtüşen heyecanı ve sıkıntısını fark ettiğinden beri adımlarını birbirine karıştırır olmuştu. Az ilerdeki dolmuşlara varabilse, oradaki şans biletçisi Şennur'a durumu anlatacak ve bayılana kadar güleceklerdi de, işte 'tek başına damat kılıklı eli kır çiçekli deli'ye çıkmasın diye adı tutuyordu kendini. Dolmuşa bindiğinde sakinleşmişti ama çiçekler hala elindeydi. "Neden vermedim ki, Şennur'a ben bunları" kokladı, garip bir toprak kokusu geldi burnuna. "Ne garip, çiçeklerin taze toprak kokması" diye düşündü. Parasını uzattı, kaptan Murtaza her zamanki gibi almadı parayı, "Meydana mı, meşhur büyük buluşma, ne adamlarsınız, ben şu dolmuşta para toplayan yeni yetmeydim, konuşulurdu sizin dostluğunuz, kahkahalarınız, maşallah damat gibi olmuşsun, yakışıklı bir adamışşın be Rasim dede" dedi. Torununu görmeyeli ne kadar çok zaman geçtiğini anımsadı, gözünden bir damla yaş gelir gibi oldu. "Kader" dedi. Murtaza, "Yakışıklı olmak kader değildir ki" dedi. Gülüştüler...

Veli her zaman ki gibi olmazsa olmaz gömleği, kasketi ve sırtımı tutuyor dediği, incecik montu, tıraşlı yüzü, bakımlı elleri ve dedesinden yadigar bostonu ile gelmişti yuvasız kuşların meydanındaki, sırtındaki bir parçası kırık olan ahşap banka da, bank yoktu ortada, meydandaki bütün banklar, garip tek kişilik metal oturağı andıran yenileri ile değiştirilmişti. Yuvasız kuşlar da yoktu üstelik görünürde... Biraz dolandıktan sonra birbirine konuşma mesafesi yakınlığı bile olmayan tek kişilik oturaklardan, nispeten diğerlerinden birbirine daha yakın olan bir tanesini seçti ve oturdu. Rasimle ne güleriz biz şimdi bu duruma diye aklında geçirdi. Saatine baktı, Rasim geçikmişti. Zaten 10 dakika geç gelmese, geceleri eğlenceli geçmezdi. Beklerken, havaya bakınıyordu. "Kıymetini bilemediler şu kuşların" dedi. Koşuşturup duran insanlara baktı. "Neyin kıymetini biliyorlar ki zaten" diye iç geçirdi.

Neredeyse yarım saat geçmişti. Telaşlanmak istemiyordu ama Rasim bu kadar geç kalmazdı. Kalabalığın arasından Rasim'in geldiği yöne doğru dikkat kesilince, kendisine doğru koşarak gelen, telaşlı genç bir delikanlı gördü. "Siz Veli dede misiniz" dedi. "Evet" diyebildi, elindeki bastona sıkı sıkı sarılıp, "beni Murtaza kaptan gönderdi, sizi alıp Rasim'e götüreceğim." Veli, oturduğu yerden zar zor kalktı. Bedeni taş, elleri buz kesmişti bir anda. Delikanlı arabaya doğru giderlerken, "arkadaş mısınız" diye sorunca Veli, titreyen sesi ile "Canız" dedi. Yol boyu konuşmadı, ne delikanlı ne de Veli... Minibüslerin güzergahı, dar ara yolu kapatan polis arabası, ambulans ve kalabalık, nefessiz bırakmıştı Veli'yi... Arabadan indiklerinde zar zor yürüyordu. Murtaza, Veli dedeye sarıldı. "Belki yetişirsin diye" diyebildi sadece ve sarıldı. Donmuş gibiydi Veli, ambulans doktorundan izin alıp, güçlükle ve yardımla dostunu görmek için girdi ambulansın içine. Rasimi öyle giyinmiş, tıraşlı, adam gibi görünce, sarsıla sarsıla ağlamaya başladı. Zor aldılar Rasim'in başından Veli'yi...

İner inmez ambulanstan kafasını gökyüzüne kaldırdı. Yuvasız göçmen kuşlar gökyünüzü kaplamışlardı. Rasim'i uğurlamaya gelmişlerdi. O gün o kentte ambulans nereye doğru yol alırsa alsın, kuşlar Rasim'i takip eti, Veli kuşları...

Yuvasız kuşlardık biz diye bildi o gece rakı masasında tek başına içerken ve kederi bırakmadığı için kapıda, her yudum ölüm gibi geldi... Ölüm gibi ağır, ölüm gibi beklenmedik, ölüm gibi sıradan...

Yuvasız bir kuştu artık Veli... O gece sabaha kadar içti... O sabah cenazeye, elinde dünden kalan bir demet kır çiçeği ile bir berduş gibi gitti...



____________________________________________________________
Bazı yazıların yazılmasına sebepdir duyduğumuz, okuduğumuz bir kelime...
Bazı yazıların yazılmasına sebepdir baktığımız, gördüğümüz bir fotoğraf...
Kelime için La Paragas / Yorumlar
Fotoğraf için Sunday's rendez-vous © Laurence Garçon

21 Mayıs 2009

SUSTUM________


Telaşla geldi... Yüzü makyajsız, gözleri fersizdi... Son bir aydır hastanede geceleri gelinine bakıyordu. Gelinleri ile neredeyse aynı yaştaydı, meme kanseri olmuştu gelin. Abisinin eşiydi ama kendisinden küçüktü. Abla derdi eşinin kız kardeşine. Abla kardeş gibiydik dedi. Benim kız kardeşim yok ya, ne bileyim işte kardeşim yerine koymuştum ben onu. Altlı üstlü oturuyorduk. Gelinleri son 3 yıl içerisinde erimişti ama gene de hayata tutunuyordu, geçtiğimiz pazarı pazartesiye bağlayan gece yarısı eşini çağırttırmış ve helalleşmişti. Kızını çağırmak istememişti. Nerden bilebilirdim ki dedi, benden asitli bir içecek istediğinde bunun onun son içeceği olacağını. Biliyor musun dedi öyle hayata bağlıydı ki, 2 gün önce peruğuna fön çektirmem için bana vermişti. Getirdiğimde hemen makyaj yaptı, gelene gidene ayıp oluyor dedi. Ellerimde öldü biliyor musun? Anlayamadım. Bilsem soda içirmezdim dedi, cola alır gelirdim, severdi ama anlayamadım işte... Sandalyeye yığılıp kalmış bedenini kaldırmakta zorlanıyordu. Bir çay söyledim. İçti. İçerken sürekli anlatıyordu. 16 yaşında kızı, kendisi daha 37 , dediğinde kalakaldım. Aynı yaştayız dedim içimden. Sarıldık birbirimize, seni de üzdüm dedi giderken. Sustum. Dua ettim içimden...


Akşam üzeri bir arakdaşım aradı. Başka bir arkadaşımızı da alıp yemeğe gittik. Oradan buradan konuşurken, konu döndü dolaştı sorunlu evliliğine geldi. Karısı ile olanları anlattı, ailelerin kültür farklılığından dolayı anlaşamamasını. Yıllar önce boşanmaya karar verip, İstanbul'a gidişini. Karısını aldatışının aslında bir aldatma sayılmayacağını, yaşadığı tek gecelik ilişkilerin hiçbirinde duygusal bir şey yaşamadığını, sadece karısına sevgi duyduğunu... Günlerce İstanbul'da kaldıktan sonra karısının yanına boşanmak istiyorum demek için dönmeden önce, o zamanlar henüz anaokulunda olan oğlunu görmeye gittiğini, oğlanın bakışları karşısında sarsılıp saatlerce ağladığını ve o anda boşanmaktan vazgeçtiğini ama hala tek gecelik ilişkiler yaşamaya devam ettiğini söyledi. Neden devam ettin ki böyle mutsuz bir evliliğe dedim. Oğlanın bakışı dedi, o bakışı bir daha göremezsem ölecekmiş gibi hisettim. Sustum. Dua ettim içimden...


Eve gelir gelmez yangından mal kaçırır gibi çalan telefonuma ancak yetiştim. Kocaman bir özür borçlusun dedi telefonun diğer ucundaki ses. Nedenmiş o dedim. Anlatmaya başladı. Sevgilisi ile aralarında geçen son konuşmadan yola çıkakarak, sen seni acıtanı seçiyorsun her seferinde, benim senin için yapabileceğim bir şey yok, demiştim. Sonra da telefonu kapatmıştım. Aramış sevgilisi, perişanmış, üzgünmüş, istemeden söylemiş. Acıtmak istememiş, yanlış anlaşılmış. Ee dedim sonra, sonra sinemaya gittik, yemek yedik, güzel bir gün geçirdik, tatlıya bağlandı herşey. Demek ki sadece acıtanları seçmiyormuşum, sen öyle dedin ya, kocaman bir özür borçlusun. Sustum... Dua ettim içimden...


________________________________


Fotoğraf / pray.....© moses stell

KENDİME KIZDIM ÇOK




Kapını her çalanı dostun bilme!
Yüzüne her gülene kahkaha atma!
Canım yandı diyen olduğunda kendi canınmış gibi ağlama!
Sensiz hiçim diyene, sen zaten hiçsin demeyi dene!
Çok kızdığında ama çok kızdığında bunu bir tek kendine söyleme!
YETER yazmak için güzel bir kelime olduğu gibi söylendiğinde de güzel olur, DENE!
Ağlamaya başladığında içini akıtma ya da için aktığında ağlama!
Sana saygısızlık yapana saygısızlık yapma ama hoşgörmek de anlamlı değil, UNUTMA!
Gerekirse bir süre düş kurma, kurduklarını anlatma, anlattıklarını sanma!

OLUR MU?

_______________________________________________

OLUR




__________________________________

Fotoğraf / 1x.com / "little" angry© Robert

20 Mayıs 2009

SALINMAK


Jack Johnson ft ALO - Girl, I Wanna Lay



Uykuya gitmeden önce seviyorum tüm ışıkları kapatıp sadece tek bir mum bırakıp, salınma halimi... Öylece oturduğum yerden ruhumun bir salınışı var görsen boğulursun gülmekten. Ölmezsin canım ben seni kurtarırım tam da sen boğulurken, kahramanın olurum aniden... Sarılırsın boynuma... Benim ruhum salınıyor şu anda derim, eşlik etmek isterim dersin. Salınırız geceye beraber... Güzel olur... mu?


Soru bana dimi? Cevabım var elbet ama salınmam bitsin sonra...

_________________________________________________

ŞU AN

Bak ben şu an, evet tam 22:22 itibarıyla sana
söylemek istiyorum ki sevebilirim ben seni. Öyle içimden geldi diye falan söylemiyorum bunu. Düşündüm ben üzerine, bir kadeh şarap içerken, senin de içtiğini düşleyerek... Sonra uyudum düş gördüm, dağ köyündeki evimizin bahçesindeki mürdüm eriklerini topluyorduk ve hatmigüller boyumuz kadar olmuştu... Sen elinde bir baston dalga geçiyordun benimle, yukarı köye böğürtlen toplamaya giderken ceviz düştü kafama diye... Bu da başka bir rüyam, bakma olmuş gibi anlatışıma. Hoşuma gidiyor varlığını düşlemek. Değmedi tenin tenime ve belki hiç değmeyecek ama ayıp saymazsan bir şey daha söylemek istedim sana: Düşündüm biliyor musun seni ve beni... Nefesini, sabah uyanıncaki halini. Gece nasıl uyumayı sevdiğini. Yatağın ne tarafında yattığını, sarılıp sarılmadığını... Düşündüm...

Aşkın bu hallerini seviyorum ben... Olgunlaşmadan önceki halini, ilk evresini... Sorularla boğuşmayı, tanımaya çalışmayı, tanıdıkça daha çok sevmeyi, gün geçtikçe yanındayken bile özlemeyi... Yeşertmeyi, çiçek açtırmayı, koklamayı, büyütmeyi... İlk dokunuşu, ilk öpüşü... İlk kendinden geçişi... Seviyorum aşkın bu hallerini...

Düşününce yüzünde oluşan anlamsız tebessümü, gün içinde gözlerinin parlamasını, cildinin bile yenilenip ışıldamasını... Yürüyüşü bile bir başka olur sevdalananın... Seviyorum aşkın bu hallerini...

Müzik fonda çalarken ve bir kadeh şarabı yudumlarken edilen doyumsuz sohbetleri... Rakı masalarında racon kesmeyi, bira patatesli akşamüstülerinden sabırsızlıkla eve gelmeyi... Bir film seyretmek üzere koltuğa uzanınca dayanamayıp sevişmeyi... Seviyorum aşkın en çok bu hallerini...

Çocuksu bir muzurlukla, tutkulu bir sevdanın ortasında saklambaç oynamayı, dudağa bir parmak bal çalıp kaçmayı ve sonra yastık savaşı yapmayı... Uyku tutmadı diye balkona çıkıp birer kahve içerken sigarayı tellendirmeyi, şarkıları dillendirmeyi... Seviyorum ben aşkın bu hallerini...

Yaşamak isteyene, yüreğinde hissedene, bulup da yitirmeyene aşkın halleri çeşit çeşit...

Tesadüflere bayılıyorum ben; Natalie Cole çalıyor son ses When I Fall In Love ve ben aşkın en saf halini yaşamak üzere balkona çıkıp gecenin serinliğini üzerime alıyorum, belli mi olur belki ay dede ile gönderirsin cevabını... Ya da yıldızlar söyler yüreğindekini...
________________________
Fotoğraf / 1x.com