27 Ağustos 2009

KARANLIK KORİDOR -1

ÖNCESİ

2003, İstanbul

Köhne bir binanın karanlık koridorlarında dolanıyorum nereye gideceğimi bilmez bir halde. Bir kapı açılıyor; içeride bir hayat kadını, adamı bağlamış yatağa kelepçelerle, adamın cüzdanı elinde değer biçiyor kendine. Adam şansına öfkeli, kadın kaderine... Hayatın ona ödettiği bedele küskün çıkıyor kapıyı çarpıp adamın üstüne. Arkasına dönüp bakmıyor bile. Omzuma çarpıp geçiyor yanımdan, varlığım umurunda bile değil o anda...

Arkasından koşup yakaladım kolundan, korku dolu gözlerle bana baktı. Adımı söyledim, hemen gülümsedi... Sevtap; yeşil gözleri, hayatın yorduğu çizgileriyle, henüz 25'inde bile değildi... Binadan çıktık; az ileride, köşeyi döndükten sonra, yolun solunda kalan şık bir kafeye oturduk. Kapatmak üzereydiler, bir kahve içimlik dedim garsona, kasadaki adam kafasıyla izin verdi garson çocuğa, garson çocuğun gözleri yaşıtı Sevtapın kadınlığında. Sevtap kaçın kurası; çocuğu bağlamayı çekiveriyor ayaküstü. Belli bir sonraki avın adı: Garson çocuk...

Oturduk köşe bir masaya, teybin kayıt tuşuna bastım. Anlatmaya başladı tane tane; cılız, ürkek sesiyle; az önceki avcı kadından eser yoktu yüzünde...

15 yaşındaydım henüz, güzeldim, bakma şimdiki halime. Öyle güzeldim ki abim sokağa salmazdı başıma bir iş gelecek diye. Okumama bile izin vermedi, beni rahat bırakmazlar diye. Meğerse, kendine saklamış beni, ilk kez abim tecavüz etti bana. Anamdan dayak yedim hamile kalınca. Bebeği zorla düşürttü anam, dayakla, yedirdiği çeşitli otlarla. 2 yıl sonra abim askere gidince kurtuldum sandım ama gecenin bir yarısı babam kafası dumanlı girdi odama, madem kadınsın, benim de olacaksın dedi. Bir gece babam üzerimdeyken yemin ettim: Bu son...

Çok geçmedi bir sabah erkenden kaçtım evden. O gece parkta bir bankta uyudum. Sabah uyandığımda üzerimde bir pazen elbise, ayağımda bir terlikle çırılçıplaktım hayata. Bir taksici gördü, durdu. Kayıp mısın dedi, başımı sallayabildim sadece. Evinin adresini biliyor musun dedi. İyi niyetliydi belli ama ben dönüp arkamı koşmaya başladım. Karnım acıkınca, bir lokantaya girdim. Atık yemekleri çöpe atmadan önce bana verir misiniz diye sordum. Adam geç arkada bekle dedi. Az sonra elinde bir tabak yemekle geldi. O gün öğrendim, vermeden alamayacağımı. Sonrasında 1 yıldan fazla onunla yaşadım. Sadece onunla olsa iyi, önce dostları arkadaşları geldi; sonra onların arkadaşları. Dayanamadım oradan da kaçtım bir sabah. Ama bu sefer daha akıllıydım güya. Yanıma para da aldım. Hazıra dağ dayanmadı. Ucuz otellerde kaldım, iş aradım. Kaderimi değiştirecektim. Kaderim... Benim sonsuz kederim.

Yüzüme güldü alın yazım bir sabah parkta. İki kadın kendi aralarında konuşuyorlardı. Temizlikçi bulamamaktan yakınıyorlardı. Yanlarına gittim. İlk defa o zaman yalan söyledim. Babamın öldüğünü, annemin hasta olduğunu, okulumu bıraktığımı... Kadınlardan biri inandı bana. Ertesi gün temizliğe gitmek üzere anlaştım. Tam 1 yıl her hafta Salı günleri gittim evini temizlemeye. Bu arada o arkadaşına, arkadaşı, arkadaşına derken, haftanın 6 günü temizliğe gider oldum. Bir oda ev buldum. Kiraladım. Bir yatak aldım. Gittiğim evlerde sabah kahvaltı ediyor, öğlen yemek yiyordum; ertesi güne kadar açıkmazdı karnım. Açıksa da su içerdim, karnımı kandırırdım... Sağ olsunlar, küçülen, giymedikleri, beğenmedikleri ne varsa veriyorlardı bana. Abla diyordum birçoğuna. Hayatım değişiyordu. Kaderimi yeniden yazıyordum. Umutluydum hayattan... Ta ki...

Derin bir sessizlik çöktü. Kahvesini bitirmişti ve kasadaki adam kapatmak zorunda olduklarını söylemişti. Eğer dedim rahatsız olmazsan bana gidelim. Başıyla onayladı. Kalktık o kafeden, bir taksiye atlayıp benim evimin yolunu tuttuk. Yol boyu ağzından tek kelime dökülmedi. Gözünün yaşıysa neredeyse kurumak üzereydi. Eve vardığımızda tereddüt etti yukarı çıkmak konusunda... Az ilerde 7/24 açık olan bir başka kafeye gitmeyi önerdim. Hemen kabul etti. Oturur oturmaz devam etti anlatmaya:

Bir gün evin hanımı geç geleceğini söyledi, ilk defa o zaman karşılaştım onunla. İçeri girdi. Bakışlarını bile sevmemiştim. Az sonra çıkacağımı söyledim. Arka odaya gitti, belinde bir havlu ile döndü. Duşa gireceğini söyledi. Elim ayağıma dolanmıştı. Çıkıp gitmek istiyordum ama biliyordum, evin hanımı beni suçlayacaktı. Sonra bütün işlerimi teker teker kaybedecektim. Sakinleştim, derin bir nefes alıp, banyoyu temizlemiştim kullanabilirsiniz dedim. Adamın sırıtması sırtımı delip geçiyordu. Dönmedim yüzümü, benim işim bitti, Hanıma söylersiniz, perdeleri haftaya yıkayacağım için bıraktım diyebildim ve kapıyı açtığım gibi, üzerimde temizlik kıyafetlerimle evi terk ettim. İki hafta sonra adam eve öğle saatlerinde geldi. Üstünü başını çıkartıp mutfağa yanıma geldi. Elimde bir bıçak soğanları doğruyordum. Elini saçıma attı. Kendimi geri çektim. Ve bir anda onun kanlar içinde mutfağın karolarına yığıldığını gördüm. Derzleri takip eden kırmızılık mutfak balkonundan sokağa damladığında kopan çığlıkla kendime geldim...

O gece kuşluk vaktine kadar sürdü anlattıkları. Olaylar birbirini kovaladı, kişiler, yerler, anlar... Günün ilk ışıklarıyla, hadi kapat şu teybini de seni güldürecek bir kaç hikaye anlatayım dedi. Hayatın acımasızlığından sakınabilmiş bir gamze ile gülümsediğinde, içimde bir yara açıldı.



Ayrılma vakti geldiğinde, dolu dolu kahkahalar atan Sevtap ve ben, anlaşılmaz bir hüznün kapladığı, havada asılı kalmış yağmur bulutları gibiydik. Seni eve bırakayım dediğimde, ben senden zenginim, bugün belki değil ama bir gün olacağım... Yeşil gözlerine takıldım. İnanıyordu söylediğine. Bir taksiye el etti. Biner binmez camı yarı aralayıp, anlattıklarımın bazılarını kendine sakla olur mu dedi.

Tek kare fotoğrafını çektim, giderkenki son bakışında: Hayatın acımasızlığına, adaletsizliğine kızıyordum... Eğer bir hayat kadını olmasaydı, kusursuz güzelliğiyle kimbilir nasıl bir hayatı yaşardı diyorum kendime; öyle pürüzsüz, öyle güzel gözüküyordu ki gözüme...


_________________________Devam Etti...


_____________________________________________

Fotoğraf / Sara© Tomek Dyczewski

26 Ağustos 2009

KARANLIK KORİDOR / İlk

Köhne bir binanın karanlık koridorlarında dolanıyorum nereye gideceğimi bilmez bir halde. Bir kapı açılıyor; içeride bir hayat kadını, adamı bağlamış yatağa kelepçelerle, adamın cüzdanı elinde değer biçiyor kendine. Adam şansına öfkeli, kadın kaderine... Hayatın ona ödettiği bedele küskün çıkıyor kapıyı çarpıp adamın üstüne. Arkasına dönüp bakmıyor bile. Omzuma çarpıp geçiyor yanımdan, varlığım umurunda bile değil o anda...

Hemen yan odada bir bağrış, çığrış sanıyorum yer yerinden oynamış, dünyalar yıkılmış üzerlerine. Adam çarpıp çıkıyor kapıyı, kadın bir paspasın üzerinde sürünüyor onu değil beni seç diye. Adam kararlı adımlarla iniyor merdivenleri kadın yaşlı gözlerle paspasa sarılıyor güç kuvvet versin diye. Uzatıyorum elimi, hadi kalk ayağa diye, bakıyor sadece.

Uzaklaşırken oradan bir kadın geliyor, iki elinde çocuk yetmiyormuş gibi bir diğeri sırtına bağlı. Üstleri başları kir, pas içinde. Açlar, bakışlarından belli. En küçüğü bir deri bir kemik, diğerlerinin gözlerinin feri gitmiş. Yaşam diyorum, bari onlara dönse gülen yüzünü. Ama nafile... İçimde sızı yürüyorum ışığı görebilme ümidiyle...

Alt katın merdivenlerine geldiğimde, kırmızı straplez elbisesi, siyah topuklu ayakkabıları, ağzında bir sigara ile bir kadın, makyajlı yüzü sanki bir maske. Açıyor evinin kapısını, içerisi zifir karanlık... Elindeki çakmakla aydınlatıyor adımını attığı yerleri. Oysa ne şaşalı, ne ışıltılı görüntüsü... Dalıyor kendi karanlığına, kayboluyor kapısının ardındaki benliğine...

Hemen alt katta genç bir delikanlı; belli kafası dumanlı, laf atıyor bana bir iki, başımı eğip uzaklaşıyorum yanından. Takip ediyor beni bir süre merdivenlerde; içime korkular salarak... Kapıya uzattığımda elimi, yaklaşıyor bir iyice: Ne oldu yakıştıramadın mı kendini bu koridorlara diyor. Dönmeden yüzümü ona ve sönmeden otomatın ışığı: Ondan değil de diyorum, ağır geldi hayatın kokusu buralarda bana, çıkıp sokaklara oksijeni çekeceğim ciğerlerime, kendime gelebilmek için bir süre... Burası diyor kaybedenler oteli, konukları hep geçici... Kapıyı açıyor bana, dikkat et sokaklara diyor, en çok da darsa ve çıkmazsa zordur işin, anlamazsın bile yönünün buraya döndüğünü. Bir sabah uyandığında kuşluk vakti bakmışsın ki bu otelin konuğu olmuşsun. Ama korkma, dedim ya burası kaybedenler oteli, konukları hep geçici...

_____________________________________Devam Etti...
Fotoğraf / Michel Agostinelli

O ANDA BEN


Jace Everett, Bad Things

30 cm. vardı genişliği, uzunluğu ise ancak 1 metreydi... Yüksekliği 1.20 cm.; belki... Akçağaçtan rengi ve metal ayağı ile sade bir görüntüsü vardı, masayı ben seçmiştim. Severdim yüksek tabureleri... Sadece iki tabure almıştım. Üzerine bambudan yapılmış iki amerikan servisi örtü yaptım. Üfleme mavi camdan bir altlık üzerine konmuş; yeşil, bal peteği desenli, yarısı yanmış mumu koydum ve orada, o masada, o mumun alevinde bir adam hayal ettim.

Beyaz dar dikdörtgen tabaklardan birine eski ve yeni kaşar, diğerine ezine ve tulum koydum. Pembe dar uzun mu uzun elips bir tabağa domatesleri, nane yaprakları ile süsleyerek hazırladım. Üzerine, ilk hasat zeytinyağ gezdirdim, az tuz ekledim. Küçük bir kavunu kestim dilimleyerek, geniş beyaz porselen bir tabağa ikişer tane koydum özenle... Kalamata zeytinleri ise tek tek yerleştirdim salyangoz şekilli başka bir porselene. Düz yeşil tabaklar koydum ve beyaz üstüne incecik çizgileri olan desenli bir peçete seçtim. Rakı kadehlerini hazırladım, buzu kontrol ettim. Fransız balkonundaki saksı çiçeklerini açıkta bırakan fıstık yeşili tülleri düzeltip, bej renkli jaluziyi yarısına kadar kapattım. Balkonun kapılarından birini yarım açtım. Mumu yaktım ve beklemeye başladım.


Heyecanla, çalan kapıya gitmek üzereyken aynada son bir kez baktım kendime. Güzel gözüktüm gözüme, gülümsememi yakaladım bir an... Kapıyı açtığımda o gülümseme mi vardı yüzümde bilmiyorum ama onun o gülümsemesi tarifsizdi. Aklımda o ilk karşılaşmaya dair hiçbir hayal yokken, kapıda onu görünce, sarıldım içtenlikle. Belime doladı kolunu ve öptü beni. İçeri girmesini bile beklemeden, özlemişim dedim. Özlemişim dedi.


Elini yüzünü yıkadı, balkona doğru yol alırken, mutfağa hazırladım dedim. Salonun ışıklarını kapadım ve müziği açtım. Onun ardından mutfağa gittim. Rakıları servis yapmıştı bile. Kızarmış ekmekleri alıp, içine turuncu peçete koyduğum örme sepet bir ekmekliğe özenle ekmekleri yerleştirdi. Masaya şöyle bir baktı, kahkahamız eksik kalmış gibi dedi. Rakıda buz sevmezdim bilirdi. Suyuma iki buz attı. Kadehini kaldırdı, gözlerini benden hiç ayırmadan seyrediyordu. Çok güzelsin dedi, çok güzel bir gece... İyi ki geldin dedim. O zaman; senli benli halimize dedi. Senli benli halimize dedim. Öyle yakındı ki yüzlerimiz birbirine, o gece, o masada, o mumun alevinde; biliyordum bir başka güzeldim. Gecenin ilerleyen saatlerinde, sohbet sohbeti, kahkahalar kahkahaları, kadehler kadehleri kovalarken, hiç ayırmadık gözlerimizi birbirimizden...


Bir ara iki elinin arasına aldı yüzümü, bu gece, bu masada, bu mumun alevinde, bir başka güzelsin dedi. Biliyorum dedim. Kalbim yerinden çıkacaktı; saatler gibi gelen o derin sessizlikte, hissediyordum, daha önce hiç söylenmemiş ama hep hissedilmiş o kelimenin, dilinin ucunda olduğunu. İlk defa öpüşmek gibiydi, ilk defa bir tene dokunmak gibi, Yok, yok... Daha başkaydı, daha farklı, daha heyecanlı. Yüzünü yüzüme iyice yaklaştırdı. Nefesi nefesime karışmıştı. Gözleri, ah o güzel gözleri, yüreğinin aynası, aklının yansıması gözleri... Baktı derinime, indi yüreğime, sevdi gözleriyle...

O gece, o masada, o mum alevinde hayalden bile güzeldik...
O gece, o masada, o mum alevinde, alev almıştı yüreğim...




_________________________________________



(1) Gereksiz Yazar mimlemişti beni, en etkili an...


(2) Fotoğraf / 1x.com

25 Ağustos 2009

ALEVLİ BİR AYRILIKTI TANGO



alevli bir ayrılıktı tango
ve ben yanında yürürken bile
hissediyordum ritmini

_________________________

Fotoğraf / Tango© Volker Vontin

24 Ağustos 2009

YARATICI MIIM YOKSA İLGİNÇ MİİM


  • Şimdi durum şu; sevgili Hayat İzlerim, Kelebenk, Ufuk Çizgisi ve Bırak Dağınık Kalsın; beni ödüllendirmiş. Bir ödül söz konusu olduğunda akıl ve gönül defterleri olan bloglarda insanın kendi adını görmesi kadar keyif veren bir şey olmasa gerek. Bilenler bilir öyle pek de şahane bir mim oyuncu değilimdir. İlla her mimi kendi keyfime göre, kırpar, şekillendirir ve öyle oynarım. Ama bu mimde ne yapacağıma karar veremedim: Meselenin yaratıcı ve ilginç olma halini henüz kafamda birleştirip ortaya bir şey çıkartamadım. Yoksa yaratıcı değil miyim? Kendine haksızlık etmiyeyim de "yeterince yaratıcı değil miyim" diye sorayım bari...

Şurada ve Burada blog yazılarıma kendimce farklı bakış açıları geliştirmiş ve bloglarda şu ana kadar rastlamadığım bir yaratıcılıkla!!! ve ilginçlikle!!! yazılar yazmıştım.


Mimin iki farklı versiyonunu gördüm; kendinle ilgili 7 ilginç şey nedir sorusuna cevap arayanlar ve 7 sevdiğin şeye cevap arayanlar... Bir de ortak noktaları olan 7 kişiye pasla bölümü var, unutmadan onu da belirteyim.


Her iki sorunun cevabının da kreativ (hangi dilde sahi bu) blogger olmak için yeter şartı sağladığından pek de emin olmamakla beraber, ve kendim kendime ilginç gelmediğimden; meseleye Hayat İzlerimden Özlem'in de dile getirdiği gibi; hatırlanmak ve değer vermek bakış açısıyla bakıyor ve bu anlamda; biraz şımarıklık ve biraz da keyifle ödülümü alıyor ve yüreğimin en güzel köşelerinden birine kaldırıyorum. Bu ödüle ilişkin aklına "Evrenin Dünyası" gelenlere teşekkür ediyor ve mimi üzerinden zaman geçtiği için kimseciklere paslamıyorum ama gün geçmesin ki bloguna yazı yazmış mı, yeni bir yorum almış mı ki diye merakla baktığım her bir blog yazarının tek tek aklımdan ve yüreğimden geçtiğini bilmenizi istiyorum.

____________________________
Okuyucuya Önemli Not: Az önce aldığımız bir habere göre; bir ödülüm daha varmış benim...
Durum şu; Mim Cadısına bu ödülden çifter çifter geldiği için, üzerine iki ayrı yazı yazdığı için ve de ben sadece birini görüp, adıma rast gelmeyince atlamış olduğum için ödülümü az önce hafif bir sersenişle almış bulunmaktayım. Hiçççççççç cık cık ne ayıp demeyin, haklı valla, ayrıca verdiği ödülü geri almamasını güzel yüreğiyle bağdaştırıyorum ben.
Ödülü veren Mim Cadısı Bekriya'dan huzurlarınızda özür diliyorum bir de kocaman öpüyorum.