09 Ocak 2010

KAYIP HAZİNE ve SEPET ve HEDİYE


Bazı anılar vadır, hatırlamak istemeyiz, unutmak isteriz, unuttuk sanırız, kaldırdığımız sandığın kapağını öyle bir kapatırız, öyle derinlere gömeriz ki sandığı, eski zaman hazine haritalarında bir işaret bile olmaz yerleri adına... Sımsıkı bir kavanoz kapağı düşünün, hani öyle sıkıdır ki, ters çevirir, dibine vurur, hafif ısıtır ama gene de açamayız ya kapağı, işte bazı anıları öyle kavanozlara kapatırız, mümkünse içi gözükmeyen koyu camlı kavanozlara... Ama an gelir kapak açılır, bulunmaz dediğiniz hazine sandığı yürürken kumsalda ayağınıza çarpar; onlar hayal kırıklıklarımızdır... Onlar geçmişin birer hediyesidir, her seferinde anarken içimizi burkar.




Bazı anılar vardır ki, onları sepetlere kaldırırız, kapağı olmayan örgü sepetlere... Elimizin altında dursunlar isteriz. Sadece yüksek raflara kaldırırız. Ulaşılmazlık hissi ile elini uzatsan ulaşabilirsin hissi arasında bir yere. Bir tek kare gelir gözümüzün önüne ne öncesi, ne sonrası... Çıkıp gelmiştir, zamansız ve mekansızdır. Takılır kalırız. Öncesini, sonrasını bulmaya çalışırız; neden şimdi geldiğini ve ne kadar kalacağını bilmek isteriz, onlar düşlerimizdir... Onlar geçmişin birer hediyesidir, her seferinde anarken dalıp gitmemizi sağlar.




Oysa bazı anılar vardır, hafızamız hiç silmesin, bir kavanoza, sandığa ya da bir sepete konmasın isteriz... Hep gözümüzün önünde olsunlar, hatta avuçlarımızda kalsınlar zamansız; sıklıkla aklımıza gelip, yüreğimize düşsünler isteriz. Onlar gelip de kurulunca aklımıza, yüreğimizi bir sıcaklık sarar: İçimiz ısınır... Yüzümüzde anlamsız bir gülümseme oluşur; onlar mutluluklarımızdır... Onlar geçmişin birer hediyesidir, her seferinde anarken yüzümüzü gülümsetir.


________________________________________________________

1 ve 2 nolu foto google image, 3 nolu fotoğraf deviantART

SENİNLE KONUŞTUM







~ Uyuyamadım bütün gece…
~ Gene ne oldu ki?
~ Bilmem aklıma düştün gene. Sen iyi değilsin biliyorum. Biliyorum benim yapacağım bir şey yok sen istemedikçe ama elimde değil aklım kalıyor sende.
~ Sen işine baksana ne karışıyorsun bana. Ben sana karışıyor muyum? Müdahale ediyor muyum? Endişe duyuyor muyum?
~ Duymalısın belki de. Ben de iyi değilim sana söyleyemiyorum daha da kötü olma diye. Hem ne bu sinir bu öfke.
~ Karışma bana. Yaptım bir hata şimdi de cezasını çekiyorum. Hem ne var biraz yalnız kalmak istedimse. Ne var yani kimse bana ulaşamıyorsa. Ulaştı da ne oldu. Sen biliyorsun bunu en iyi. Birlikte yaşamadık mı tüm o heyecanları, üzüntüleri, kırgınlıkları, kızgınlıkları, hayal kırıklıklarını. Ben sen değilim. Unutamıyorum senin gibi bir günde.
~ Bir gün mü? Farkında mısın 2 yıl bitti. Koskoca iki yıl. Değer mi?
~ Senin verdiğin değerle benim ki bir değil diye sakın ola ki yargılama beni. Hem sen git ne istiyorsan yaşa. Engel mi oluyorum ben sana.
~ Engel değil de…
~ Ne?
~ Sen olmayınca olmuyorum. Denedim biliyorsun. Sensizken 1-2 kere denedim. Mutlu etmedi ki anlar beni. Seni istedim. Sen de ol.
~ Olamam. Benim yaram iyileşmedi. Hem ne diye dürtüp duruyorsun beni. Demedim mi ben ararım seni. Gelme üstüme. Bak tekrar diyorum. Sen git ne istiyorsan yaşa. Beni düşünme. Yalnız bırak. Ben daha iyiyim inan. Ama öyle senin istediğin gibi taşıp coşamam. Yavaş yavaş. Doktor bile dedi. Heyecanlara ve endişelere dikkat et diye. Sen bir de beni düşünüyormuşsun gibi hadi diyorsun yeni heyecanlara yeni aşklara. Oldu küçük hanım, mümkünse bir süre daha görüşmeyelim.
~ Bir dinlesen beni…
~ Dinledim de ne oldu. Teslim oldum. Kendi çıplaklığımla kalakaldım. Hem sen okudun mu bugün Aydan Atlayan Kedi’nin yazısını.
~ Okudum
~ Ne anladın?
~ Ben çorbayı hatırlıyorum…
~ Ve ben…
~ Tükürüğü.
~ İşte gördün mü? O nedenle git ve ne yaşarsan yaşa ama benimle uğraşma. Beni rahat bırak.
~ Peki ya herkes onun gibi değilse. Yani çorbayı aşkla pişiren biri varsa… Sunmak için birini bekliyorsa… Hadi inat etme. Gel benimle, sensiz olmaz biliyorsun, boşuna inat ediyorsun. Şu evrende var olmazsan nefes almak neye yarar söylesene... Sensiz yaşanmaz ki yüreğim. Sensiz olmaz ki anlasana...


_______________________________________________________________

Inconsolable © Sharon Hammond
İlk Yayın / Ocak 2009

08 Ocak 2010

ÇALAN MELODİ





Griye çalan gökyüzü
Metala çalan bir ağız tadı
Hüzne çalan bir yürek
Çıkan melodi,
İç burkan cinsten
Uzun soluklu dinlemelere imkan vermeyen

Tıka kulaklarını
Görme
Kapa gözlerni
İşitme

Sadece bak
Bak yüreğimden geçenlere
Görmesen de
Belki yüreğin anlar
Yüreğimi sebepsizce

Sevmek
Görmeden
İşitmeden
Dokunmadan

Sevmek
Çığlık çığlığa
Bugünlerde

__________________________________
Fotoğraf/deviantART

07 Ocak 2010

BİR BÜYÜKTÜR DOKUZ

Onu hiç tanımayanların bile bir çırpıda sayıvereceği özellikleri vardı...

İçtendi, yürekliydi, zevkliydi, akıllıydı, konuşkandı, sempatikti, becerikliydi, dürüsttü, çalışkandı...

Bir insanda on özellik aransa hani, dokuzu onda vardı... Aransa bir dokuz özellik daha bulunurdu ve belki başka dokuz özellik daha... Ama biri eksikti işte... Bütün onlar içinde hep bir eksik kalıyordu... O, onda dokuzdu...  Kalan bir, her seferinde bütün dokuzların toplamından büyüktü, önemliydi, değerliydi ve ne yazık onda yoktu...

O, onda dokuzdu...

Sadece onda dokuz...






Bir de içine akıttığı gözyaşları vardı ama onlar bu denklemde etkisiz elemandı...




____________________________________________________

Fotoğraf / devianART





AŞK ERMİŞİ


Yıllar önce elime geçmişti; belki de 1996-97  yılları olmalı çünkü Bursadaydım, dağ yolundaki evde oturuyordum ve karlar yağarken camın önünde o kitapla sorularıma cevaplar arıyordum... (Bu noktada şu satırlar geldi aklıma, kimin olduğunu hatırlayamadığım, benim olabilme ihtimali var mı ki; bazen eğer bir şahit de bulamazsanız kendinize hayal ve hatıra birbirine karışır. Zamanla hangisi hatıra hangisi hayal unutursunuz ki bu yaşlandığınızın elinizdeki ilk ip ucudur.) Yılını hatırlamamakla birlikte başucu kitabı yaptığımı çok iyi hatırlıyorum. Sadece kendime mi faydası oldu,  tabi ki hayır, kim gelse evime, bir rakam söyle diyordum ve başlıyordum okumaya öğretilerden birini... Tesadüf diye bir şey yoktur... Ama ne tesadüf ki, soruları olanlara cevaplar gibiydi her bir hikaye... Elimden hiç düşürmedim senelerce, kapağı yıpranan nadir kitaplarımdandı... Geçtiğimiz aylarda kitabı aradım ama yoktu evde. Hemen ofise baktım, sağa sola sordum sen mi aldın diye, ne ilginç ki, o elimden düşürmediğim kitabın adını bir türlü haıtrlayamıyordum. Sürekli insanlara o kapağı tarif ederek soruyordum kitabı... Görsel hafızam ne zaman kitabı hatırlasam beyaz sakalları ile o adamı getiriyordu gözümün önüne ve öğretilerini teker teker geçiyordum aklımdan ama kesinlikle adı gelmiyordu aklıma... Ta ki, Sevgili Sufi-Saja ekibinden Dilek bana sorumun cevabını verinceye kadar...  Aradığım kitap Aşk Ermişi Bhagwandı...

Gelin kitabın arka kapağına bir göz atalım...
Bhagwan, bireyin yaşamda yetkinleşme öğretisini, doğu düşüncesinin kaynaklarından yola çıkarak oluşturdu. Ancak kitapta, yalnızca doğu din ve düşünce kaynaklarına değil, başta Nietzsche olmak üzere, batı düşünüşünün başlıca isimlerine ve hristiyanlığa da göndermeler yapılıyor. Kitapta, koyu dindarlara olduğu kadar, militan materyalistlere de yaşamda birey olarak yer alma ve özgürleşme üstüne ilginç gelebilecek bir bakış tarzı öneriliyor.1960'larda ABD'de hızla yaygınlaşan ve Beatles'ı de etkileyen Bhagwan düşüncesi, asıl gücünü insan sevgisi ve aşktan alıyor. Kitleyle onun içindeki birey arasında bulunan belli belirsiz ama iletken zarın yaratıcı ve özgür bir bilinç/eylem diyalektiği sürecinde nasıl oluşabileceğine, kimileyin mistik, kimileyin materyalist sayılabilecek bir yaklaşımla ışık tutuyor. Aşkta seksi ve orgazmı sanatsal yaratıcılıktan daha üstün tutacak ölçüde yüceltmekle birlikte, 'tüm varoluşla birleşerek gerçekleştirilecek tanrısal orgazma' ulaşmayı mutluluğun doruğu olarak gören bir tasavvufi aşk anlayışıyla noktalıyor yapıtını...
Öyle çok öyküsünden yola çıkarak yol göstermişliğim vardır ki öğrencilerime ya da arkadaşlarıma,  hala neden ve nasıl olur da adını hatırlayamadım, ve; nasıl ve nerede bu kitabı kaybettim bilmiyorum... Bildiğim tekrar yolumuzun kesişmesi kesinlikle bir tesadüf değil... Mutlaka Evren bir şey demeye çalışıyor bana... Bakalım gelecek işaretler, yarın ve sonrasında nereye yönlendirecekler ve dilerim, görür ve doğru anlamlandırırım mesajlarımı...