02 Mart 2010

HİSSETMEK


Genç kadın boynunu büktü ve "insan bazen ne aşk ne meşk istiyor" dedi; "tam doğru kelimeyi bulabilir miyim bilmiyorum ama insanın bazen tek istediği birazcık olsun övülmek, beğenilmek falan!" Güldük.. Galiba anlamıştım onu. Karşındaki sana "iyi ki varsın!" duygusunu hissettirmiyorsa, "seni seviyorum"ların pek anlamı olmuyordu. Böyle zamanlarda aklıma hep pek sevdiğim psikanalist ve düşünür Adam Phillips'in söyledikleri gelir: Phillips terapi için başvuran sadakatsiz çiftlerin çoğunda sadakatsizliği "affetme" duygusunun ağır bastığını belirtir. Çiftlerin asıl affedemedikleri şey bir tutumdur! Peki nedir o tutum? Birbirlerine hayatlarında ne kadar önemli bir yere sahip olduklarını hissettirmiyor oluşları...

Gece uzun, gece yalnız... Dolanıyorum yine kelimeler arasında. Aklımla yüreğimin oyunlarından yorgun, susuyorum. Kelimeler arasında kuruyan duygularımın, hırçın çıkışlarını sevmiyorum. Kendi kabuğuma çekilip, görünmez olmak istiyorum.

Haşmet'in yazısını okurken, bir cümlenin altını kalın kalın çizdiğimi fark ediyorum:

Birbirlerine hayatlarında ne kadar önemli bir yere sahip olduklarını hissettirmiyor oluşları...

Aklım o cümleye takılıp kalıyor, yüreğim o cümlenin altını çizmeme sebep anlarda dolanıyor. Ruhum sıkkın. Ruhum bedenimi terk edip, sokağın köşesini hızla dönüyor. Onunla karşılaşmayı umuyor. Oysa o, çok uzaklarda....

Anılarım, ruhumun kaçışından memnun teker teker geliyor önce, ürkütmeden, korkutmadan, kapıyı kapatıp, kuytularıma kaçmaya fırsat tanımadan, teker teker, yavaş yavaş, temkinli...

Ben anıları, kah gözü nemli, kah yüzü gülümsemeli karşılarken, ruhum geri dönüyor, çok uzakta zannettiğim O'nu da alıp gelip kuruluyor karşıma. Nasıl bir iç sıkıntısı ile, nasıl da karanlık ormanların orta yerinde hem de gece yarısı hem de fenersiz kalakaldım...

Gözümün önünde kare kare anlar, yüreğimde onlarca iğne olup saplanan kelimeler... Nereden geldim ben bu hale... Ruhum O'nu getirirken yanında başka neleri getirmişti. Oysa, düşündüğüm tek şey;

Birbirlerine hayatlarında ne kadar önemli bir yere sahip olduklarını hissettirmiyor oluşları... 

Bir ilişkinin olmazsa olmazı... Arkadaşlık, sevgililik, evlilik fark etmiyor, çocuk ya da anne baba olmak fark etmiyor, çalışan ya da patron olmak da... Önemli olan tek şey, onların hayatlarındaki öneminiz... Önemden kast edilen kişiden kişiye değişir elbet...

Beklentilerin yüksek der Şuşum bana. Öyle midir gerçekten, hep düşünürüm. Derdi sevmek ve sevilmek olan biri için bu iki kriter çok mu yüksektir. Beklentimin yüksekliği, kendi yüreğimin verebileceklerinden midir yoksa... Yoksa ben karşılıksız sevmiyor muyum? Yoksa bu kadar karşılıksız olup da hala önemsenmediği için mi duygularım, yüreğime iğneler batıyor. Mesele galiba "hissetmek"te. Geçenlerde bir blogta okuduğum yazıda vardı, not almamışım kimin, aklımda kalanıyla şöyleydi cümle:

Seven ne kadar sevdiğinden emindir de, sevilen ne kadar sevildiğinden hep şüphe duyar...

Buradan yola çıkınca, yukarıdaki cümlenin altını neden kalın kalın çizildiğimi fark ediyorum. Salonun orta yerinde, O'nun O'nunla konuşmasını uzaktan seyrediyorum.

Ruhum bedenime geri döndü. Yüreğimdeki iğneler, kurumuş yapraklar gibi teker teker düştü. Tek bir iğne duruyor, o iğne hep duracak. Sen hayatını bana adasan da, bensiz yaşamayacağını söylesen de, bu yürek hep sızlayacak...

Bazı sözlerin doğru olsalar da tutulamayacağını öğrendi bu yürek, çok zaman önce...
O iğne bu yüzden hep duracak...









Alıntı / Haşmet Babaoğlu / Pazar Notları
Fotoğraf / deviantART




01 Mart 2010

KELİMELER

Söz uçarmış, yazı kalırmış ya...
Kaldı.









Hiç yalan söylemedim deme...
Bazen söylememek de yalandır.
Doğruyu gizlemek de...

Yalan söyledim, de...
Bilerek ve istenerek söylenir çünkü,
Tercihtir.

Bazen incitmemek içindir.
Bazen incinmemek için...
Bazen kurtulmak,
Bazen kurtarmak için...
Bazen sakınmak,
Bazen saklamak için...

Hiç yalan söylemedim deme...
Söyledin.
Doğruların izinden daha derin yalanlarının izleri.
Çok derin.
Üzerine kaç doğru söylersen söyle,
Yalanlarının üzerini örtemezsin.

Sözlerin doğruydu belki ve uçup gitti
Yalanların yazılı kaldı geride.
Şimdi okudukça;
Kanıyor doğru sandığım her bir izin.

Doğruyla yanlışı ayırt ediyor yürek
Her yanlış yalan değil elbet ama
Her doğru da gerçek değil.

Her gerçek bir parça yalan
Her yalan bir parça doğru
Sen
Yalan söyledin
Ben
Yalan söyledim

Niyesi, önemli mi?
Niyesi, gerçeği değiştirir mi?
Niyesi, senle beni yalansız bir dünyada
Ama dolansız
Ama oyunsuz
Karşı karşıya getirse
Gözlerin gözlerime
Dost doğru bakıp
Konuşabilir mi?

Gözlerin gözlerimle dost kalabilir mi?
Peki ya sözlerin sözlerimle...

Söz uçar
Unutma!


Kelimelerin yazıldığı yerden sırıttılar bana
Dudağı hafif sağa kayık
Gözleri dik dik ve manalı
Sırıttıkları anda
Sözlerinin hepsi uçup gitti uzağa
Kelimelerin kaldı

Yürekte bir doğru
Kıvrım kıvrım
Kıvrım kıvrım
Kıvranıyor şimdi
Sevmek
Acı çekiyor
Hiç bir söz
Acıyı dindirmiyor

Yürek;
Bazı sözler tutulmaz,
öğreniyor.



Fotoğraf / Magdalena Rzymanek

28 Şubat 2010

KORİDOR






Bir hüzün kapladı içimi...
Arkanı döndün ya uyurken
Ve sarılmadın ya sabaha kadar...
Gözlerimde yaşla uyandım yeni güne.
Mevsimim sonbahar.


Taslakların arasında dolanıyorum. Yukarıdaki dörtlüğü yazıp bırakmışım. Koridor koymuşum adını. Puslu bir koridormuş sanki geçtiğim, adı üstünde, koridor: Bir bağlantı sadece... Bir anıyı odaya, odayı bir yaşama  bağlıyor...

Anıların aklıma üşüştüğü ana bakıyorum da, gereksiz buluyorum hatırlanışlarını. Düşününce üzerine, yani neden şimdi, neden böyle bir günde diye, bir de dönüp bakınca sol yanıma, atınca yüreciğim küt küt, anlıyorum neden geldiklerini. Uçan kuşları, sağanak yağmurları, güneşi çiziyorum bir kağıda. Uzaktan bakıyorum.

Seyre dalıyorum baharın gelişini. Nice zaman sonra, sol yanıma dönüp, açık duran avuçlarına bırakıyorum yüreğimi, mevsimim değişti, yeniden yeşerecek yüreğim, sen yeniden yeşerteceksin beni. Korkularımın yerini güven alacak, endişelerimin yerini yarınlara dair umutlar... Sen öfkeme her yenik düştüğümde bambaşka bir tabloyu resmedeceksin bana, sabırla. Hayat öğrettiriyor. Haraptarlı Nafi'nin şu cümlesinde olduğu gibi:

Hayat nedir diye sorarsan, bilmiyorum evlat; sormazsan biliyorum.

Sana hiç sormadım. Yaşayarak öğrenmek bir seçimdi. Her defasında seçimimi seçiyorum, şimdimde olduğu gibi...




_____________________________________
Fotoğraf / Zhang Meng







27 Şubat 2010

A Ş (I) K




duvarlara yazacaktım adını

titredi bacaklarım
döndü başım

yüreğimin atışı hızlanınca
anladım



Dean Martin / That's Amore



_________________________________

Fotoğraf / hcmaia

SANDAL / SONBAHAR AŞIKLARI



Senden gelecek bir haberin tarifsiz sıkıntılı bekleyişiyle kıyaslanır mı bilmem ama kıyıda terk edilmiş bir sandalın sonbahar aşıklarını bekleyen hallerinden birinde, tam da gün ortasında, sağanak bir yağmurun içime yağışını seyrediyorum, kederle...

Yorgunluktan ve ıslanmaktan ağırlaşan yüreğimin soluklanacağı bir limana, şaşalı yelkenim olmayışından alınmayışımı çok da sorun yapmadan, hız yapmaya müsait olmayan motorumun çıkarttığı yüksek desibelli pata pata sesleri içinde, arkamı dönüp de giderken, aklımda karşı kıyıdaki köhne barakanın yıkık dökük tahtalarından birine tutunmak vardı...

Bekleyip beklemediğini anlayamadığım halinden biraz şaşkın, hallice meraklı koşuşturmam seni ürkütmüş olacak ki, başının ağrısını bahane edip kuytulara çekilmen, sonra da kapılarını teker teker kapatışına şahitliğim mahkemede sayılmadı delilden...

Hakimin gözyaşları içinde, benim sana gelişimi resmedişimi kendi babasına sarılışı ile eş tutmasına değildi alık alık bakışlarım, ben hakimlerin de gözyaşları olabileceğini hiç düşünememiş oluşuma tuhaflaşmıştım...

Mahkeme duvarlarında asılı duran tablonun bana çağrıştırdıklarını kaleme almayı düşündüğümde, delilikle masumiyet arasında sıkışıp kalan ince çizginin, ne kadar daha inceltilebileceğine odaklanmış olan kısık gözlerimin görebildiği son noktada, gözlerinle beni seyrediyor oluşun içselleştirmekle eş değerdi benim için...

Kararsızlığım; senin mi beni, benim mi seni içselleştirdiğim noktasındaki soruların yarattığı doğal bir afetken sadece, beynimi etkileyeceğini sandığım tusinaminin artçı dalgaları yüreğimin kıyılarına vurduğunda, şezlongları savrulmuş turistik bir sahil kasabası gibiydim...

Herkesin terk ettiği kumsalımda, senden gelecek bir haberin tarifsiz sıkıntılı bekleyişiyle kıyaslanır mı bilmem ama kıyıda terk edilmiş bir sandalın sonbahar aşıklarını bekleyen hallerinden birinde, tam da gün ortasında, sağanak bir yağmurun içime yağışını seyrediyorum, kederin dışa vurumunun yasak olduğu bir yerde, yağmursuz topraklar gibi çatlamışım da kalmışım gibi...


__________________________________________________________________

Fotoğraf /1x.com
İlk Yayın Tarihi /  Mayıs 2009