22 Ağustos 2019

Biz Tiflis'i Çok Sevdik

Uçuşumuz gece... Aylar evvelden hazırız. Sabiha Gökçen Havaalanına gitmek için BBus tercih ettik. Annemler İzmir'den yola çıkacak. Haliyle onlar sabahın erkeninde hazırdılar İzmir - İstanbul uçuşuna. Uzay Newyork'tan geliyor. O bizden bir gün sonra Tiflis'de olacak. Katie - yolculuğa sebep güzel kadın! - zaten 3 gün önceden gitmişti oraya. 

İlk etap gerçekleşiyor. Annemlerle havaalanında buluşuyoruz. Biraz çay kahve, biraz sohbet, çokça "dutyfree" fiyat incelemesi sonucunda 12 yıllık viskilerin "twin" paketinden kapıyoruz. 

Gece ineceğiz Tiflis'e... Halim parıl parıl parlayan haliyle bir mücevheri andıran kenti gökyüzünden fotoğraflıyor. En sevdiği şey! Kentleri gökyüzünden kavramak. Heyecanla anlatıyor. Kura Nehri'ni ve gördüklerini. 

Pasaport kontrolde sorular: Neden buraya geldiniz. "Kız almaya" diyemiyoruz. "Turistik amaçlı" diyerek gülümsüyoruz. Halim geride kaldı. Nedense telaşlanıyorum. Duraksadığım anda polisten azarı işitiyorum. Hızlı adımlarla oradan uzaklaşıyorum. 

Bizi bekleyen şoför aile adına bir isim yazmış. Kendimizi bulmakta zorlanmıyoruz. Gece geç, yorgunuz. İlaç gibi geliyor otele nasıl gideceğimizi düşünmemek. 45 dakikalık bir yolculukla, kentin gece halinde otele varıyoruz. Hemen Kura Nehri'nin ve Kuru köprünün yanındayız. Sonradan öğreneceğiz ki, Kura Nehri'nin solu fakir mahalleler, sağı ise zengin mahallelerle çevirili. Sonraki günlerde "orta kesim" olarak solun en sağındayız diye kendimizi avutuyoruz.  Saarbrucken Meydanı üzerinde yer alan Moxy Hotel, Marriott Hoteller zincirinde hip tarzındaki yeni nesil otel anlayışı ile hizmet veriyor. Mesela odalarda dolap yok! Büyük ekran televizyon var. Lobi inanılmaz eğlenceli ve büyük. Kahvaltı basit tutulmuş. Oteli ilk gece tuhaf sabah uyanınca sevimli buluyoruz. Eğlencesi bol, çalışanları genç ve  güler yüzlü, kahvaltısı bizim için vasat. Neyse ki, biz kahvaltı için zengin mahallenin şık otelindeyiz: The Rooms! 

Katie karşılıyor bizi. Zarif kadın!
Otel daha girişte belli ediyor kendini. Kütüphane muazzam, heykeller de öyle. Fotoğraf çekme arzum, ayıp olur duygumla yarışıyor. Neyse ki kahvaltı sonunda Halim bir kaç kare çekip anılara çok beğendiğimiz bu otel girişini de eklemeyi başarıyor. 

Ben kahvaltı salonunda genel bir kare alıyorum. Son derece ilgili çalışanların yüzünde gülümseme bir an olsun eksik değil. Zaten kahvaltıda bir tek kuş sütü eksik. Yerel tatlardan dünya mutfağına uzanan, yok yok kahvaltısı bizi gülümsetiyor. Uzun, doyurucu, tatmin edici, sohbeti bol bir kahvaltı sonrası günün planı belli. Rehber gelip bizi alacak ve şehirde bir tur atacağız. Rehber Türkçe biliyor. Şanslıyız, annemle ben tercümanlık etmeden bir gezi yapacağız. 


Rehber bize genel bir tur yaptıracak. Yürümeye alışık kaşifler olarak arabayla gidiyor olmaktan biraz memnuniyetsiz bir ruh halimiz var. Neyse ki arabayı Rustaveli Caddesi'nde Shota Rustaveli Tiyatro ve Film Üniversitesi'nin önündeki park yerinde bırakıyoruz. Yaşasın! Geri kalan tüm gün yayayız.  Biraz "gel:lari" olsa yanımızda fena olmaz deyince Besso bizi bir "change office"e götürüyor. Kur 2.91. 

Rehberimiz Besso güleç yüzlü bir adam. İyi Türkçe konuşuyor. Büyükelçiliğimiz tarafından açılan ücretsiz kurslara katılmış. Resmi rehber olarak çalışıyor. 4 kişilik ekibin heyecanları ve merakları farklı olunca Besso bizi bir arada tutmakta zorlanıyor. Alışık olmayan bünye rehber tutmuyor. 

Babamın arkasından efendimmmm diye seslenmekten bitap düştüğü bile oluyor. Bir ara babam "beyfendi" ile "efendim" arasındaki farkı cümle içinde kullanarak anlatıyor. Besso artık "beyfendi" diye sesleniyor. Ben zaten onun için başından beri "Evran"ım. Rustaveli Caddesini, üzerindeki sanat galerileri, parlamento binası, müzeler ve opera bale binası, tiyatro ve üniversite binalarını tarihleri ile dinlemek bir süre sonra zevkli bile geliyor. Çünkü bazı bilgiler "google"  tarafından yazılı olsa da kentte yaşayan birinden dinlemenin de tadı bambaşka oluyor. 

Füniküler yazıyor bir tabelada. Koşarak Besso'nun yanına gidiyorum. Çok yokuş diyor. Mtatsminda dağında park var. Arabayla gideceğiz diyor. Hiç hoşnut değilim bu durumdan. Park ziyareti ertesi gün. Üzerinde durmuyorum ama o fünikülere binilecek biliyorum.

Oldum olası sevdiğim sokaklar, bu caddede bir başka güzel. Heykeller, binaların estetik güzelliği, caddenin genişliği ve yeşilliği... Kısaca daha ilk günden sevdiriyor bu kent kendini. Elimde değil, her yeri ama her bir yeri fotoğraflamak istiyorum. 











Özgülük Meydanı'na ve kentin eski dış sur sınırına geldiğimizde Rustavelli Caddesini boydan boya yürümüş oluyoruz. Aslında bu nokta ile yürüyüşe başladığımız nokta arasında bir duraklık metro var. Bir kaç gün sonra sırf metroya binmiş olmak için yeniden buralarda olacağız. Tiblis'in bağımsızlığının kutlandığı bu alan ejderhayı öldüren Aziz Jorge'nin altın heykeli ile süslenmiş, en geniş meydanlardan biri. Gecesi gündüzü ayrı kalabalık ve hareketli...


Özgürlük meydanından aşağıya doğru eski surların arasından geçerek yürüyoruz. Özellikle "Old Tbilisi" Orta Çağ, klasik ve Sovyet mimarilerinin bir karışımı. Hakim kültür; Doğu Ortodoks Hıristiyanlık. Tarih boyunca çeşitli kültür, etnik köken ve dinlerden insanları barındıran kent bugüne dek 29 kez yıkılıp yeniden kurulmuş.  Dar sokakları ve eskimiş, eğilip bükülmüş, büyük ve bahçeli ve muhteşem balkonlu ahşap evleriyle görülmesi gereken bir yer. Heyecanım katmerleniyor. Bir kentin en sevdiğim hali ile daha içli dışlı olmaya az kaldı. 



Arkası yarın kuşağında: Dinler buluşması ve "Old Tbilisi"


18 Haziran 2019

Hayaller / Hayatın Gerçeği

Bir önceki yazının üzerinden çokkkkk sular aktı. 
Mesela o yazıda belirlenen rota başka bahara kaldı. 
O başka bahara kalınca bari dedik yakın yerleri kendimize bahar edelim. 

Heyecanla başlayan bir başka hayalin peşine mailleri, telefonları taktık
Yeni rotalar çizildi, yeni yerleri görme telaşı kapladı bünyeyi, üstelik uzun soluklu bir hasretliğin de sonuna gelinebilecekti. Onun heyecanı anlatılmaz yaşanırdı. 
Böyleydi hayaller...

"Geliştirilebilir günlük gezi programı eskiz çalışması" ile gülen yüzümü takındım gezi öncesi. 
Hediyeler heyecanla seçildi. Yolluklar hazırlandı. 
#yolda2yolcu ekibine katılan deneyimli yolcular da gününden evvel Bursa'ya vardı. 

Pazar sabahı 2019 yılının unutulmaz macerası ufak tefek unutkanlıklarla başladı. Hiçbir şey de keyfimizi bozamazdı. Ucunda ölüm yoktu. Her şeyi telafi etmek de mümkündü. Eksik kalan o bir iki şey de yol boyu tamamlandı. 


Ankar'a öncesi durağımız Eskişehir oldu. Yenilenen, gelişen, güzelleşen şehir bizi önce Balmumu Müzesi'ne sonra da Sazova parkına ve oradan da masal diyarına götürdü. Defalarca gezilen, Odunpazarı ve civarı bu geziye zaten dahil edilmemişti. Çiğ börek tabi ki es geçilmedi. 



Alpu üzerinden Beypazarı'na köy yollarından, yeşilin bin bir tonundan geçilerek gidilince ve haşhaşlar çiçeği üzerinde, gelinciği de yanında bize eşlik edince doyumsuz geçen bu yolcuğu fotoğraf karesi ile taçlandırmak şart oldu. Çoban Yunus'un Halim'e sen keçi gütsen üzerinden belli olur sen de hiç keçi gütmüş havası var mı sözlerine gülerken Halim'in keçi güderken çıkarttığı sesler eklenince günün en güzel anılarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. 



Beypazarı ikinci duraktı. Kurular, baklavalar ve akşamın eşlikçisi olacak olan sarma elleri kolları doldurunca, istikamet Ankara oldu. 




Airbnb üzerinden kiralanan ev konum olarak iyi ancak yapısal olarak yenilenmesine rağmen oldukça eskiydi. Gene de moraller bozulmadı.  Ankara Kalesi, kısa bir süreliğine kadınlar hapishanesi olarak bile kullanılan  şimdinin kadın ağırlıklı atölyeleri ve kafeleri ile insanı kendine çeken Tarihi Pilavoğlu Han Çarşısı, eskiciler ve kumaşçılar özenle gezildi. Sohbetler edildi. Yürüyerek inilen Ulus kalabalıklığı ise sıkıntı yaşattı. 1. ve 2. Meclis gözleri yaşlı, kalbi heyecanlı, bünyesi gururlu ekibi çok ama çok etkiledi. Ertesi gün Anıtkabir ziyaretinde, elleri öpülesi büyükler sıralamasının en başında yer alan ATAM'a saygı, sevgi, hayranlık, minnet öylesine arttı ki, duygular sel oldu. 


Salı sabahı Kırıkkale yönünden Balışeh ve Delice üzerinden sabahın erken saatinde Hattuşa Antik Kenti'ne sabahın en erkeninde varıldı. Bu uğurda saat 10'da açılacağı için Ulucanlar Cezaevi Müzesi ziyareti üzülerek başka bir Ankara seyahatine bile ertelenmişti. Bayramın ilk günü olması nedeniyle  ören yeri geç açılacağı haberi özellikle sabahın 8'inde AŞTİ'den taksi tutup gelen Çin'li bir turist ve 10'dan fazla gezi otobüsü ve gezgin aracını görünce "Ah benim güzel ülkem" nidalarına sebep oldu. Hal böyle olunca Maviş'in ilk durağı zorunlu olarak "Yazılı Kaya" oldu. Giriş kapısı olmadığından ve güvenlik sabah 8'de görevine geldiğinden ağaçların gölge ettiği Hitit açık hava tapınağı keşfedilmiş oldu. Keşif sonrası bekleme süresi kahveler ve çaylar ile molaya dönüşünce herkese iyi geldi.  Hattuşa'nın kapıları açılınca da planlanan gezi kendisine ayrılan süre iyice daraldığından hızlıca ama eksiksiz tamamlandı. Yerkapı en çok beğenilen gezi noktası oldu. 

Gecesi ışıl ışıl Amasya'ya varıldığında günün yorgunluğu ile ağırlaşan bedenler, restore edilen eski bir konakta tam da Şehzadeler Konağı'na bakan bir odada, serin sularda dinlendirildi. Bir önceki gezide gidilemeyen Şehzadeler Konağı ve Kaya Mezarları ertesi günün ilk durak noktaları olacaktı. Oda penceresinden mezarlara, lobinin penceresinden konağa şöyle bir göz süzdürüldü. 



Öneri üzerine yenen pide dillerde hoş bir lezzet bıraktı. Kısa bir yürüyüş sonrası yorgunluğunu hatırlayan bedenlerin sızıları ses vermeye başlayınca #yolda2yolcu Maviş'e diğer yolcular ise konaklarına doğru yol aldı. 


Sabahın ilk sesleri kentin sessiz sokaklarındaki ayak seslerine eşlik eden kuşlardı. Tek tük geçen arabalar ve yeşil yeşil akan nehir kenarında sıralanan ahşap konaklar tarifsiz bir ahenk içindeydi. 

Konak yolcularının telefonu ile roller değişti. #yolda2yolcu konağa döndü, diğer yolcular kentin kalbine doğru yola çıktı. Saatler günün en özel öğünü için 9'a ayarlandı. 

Telefonun acı acı çalması da bu sabaha denk geldi işte. Gülen yüzlere, duyulan heyecana hiç mi hiç uymayan o telefon sesi, sanki tüm kent susmuş da bir tek o çalıyormuşçasına gürültü çıkarıyordu. Sabahın 7'sinde çalan telefonun bayram sevinci ile bir alakası olmayacağı belliydi. 

Ölüm yok ya ucunda diye başlayan yolculuk gelen ölüm haberi ile bir anda dağıldı. Eski bayramların tadı yerini çıkılan tatillere bırakınca dört bir yana dağılanlar o sabah gelen o telefonla irkildi. Haberi alan herkes farklı noktalardan tek bir noktaya akmaya başladı. Güneye... Telefonlar sıraya girmiş gibi ardı ardına çalıyordu. Sesler, bağırışlar ve çığlıklar.

Amasya'dan Torosları aşıp indiğimiz Antalya... Ağırdı. Kesif bir evlat acısı ile yoğrulmuştu. Bilmem kaçıncısıydı bu kent için bu acı. Ama bizim ailemizde ikinci kez yaşanıyordu. İlki hastalıktı, bekleniyordu, elden ne geldiyse yapıldı, evet zamansızdı ama bir şekilde kabullenişle son buldu. 

Bu farklıydı. Bu anlıktı, beklenmeyendi, hesaplanmayan... Acıydı, dünyanın tüm acılarından daha acı.  Mezuniyet töreni için hazırlanıyorlardı, Belki yaz sonu olacak bir nişan bile söz konusu olabilirdi. Yeni açılacak ev için kurulan hayallerin orta yerinde mutluluktan, gururdan öte bir şey yoktu.  Hayatın gerçeği, hayalleri bir kez daha yenmişti. 

"Hayat devam ettiğine göre..." Hayaller bir kez sahaya çıkacak gücü kendinde bulabilecekti. Zaman en iyi ilaçtı. 








02 Nisan 2019

Hayaller Yola Koyuldu


12 farklı şehirden ve 30'a yakın "gezelim görelim" noktasından oluşan doğu rotasının benim için farklı bir anlamı var: Doğduğum  şehri neredeyse 47 yıl sonra görmek. Üstelik hikayeleri ilk ağızdan; annemden ve babamdan dinleyeceğim. Haliyle heyecanlıyım. Geçmiş yıllarda eşimin işi dolayısıyla "bölgesi" olan ve avucunun içi gibi bildiği yerlerde bu sefer "turist" olmak ona da farklı bir heyecan ve elbette sorumluluk katıyor.



Bursa çıkışlı doğu rotası 4 yolcu, 3 anlatıcılı bir gezi olacak. Heyecan dorukta. "Road Trip" denilen "yolda olmak" diye türkçeleştirdiğim gezi türünü seviyoruz. Belki de o yüzden #yolda2yolcu olmayı seçtik. 

Geçmiş yıllarda Balkanlara yaptığımız 3884 km'lik, anılarını yazmayı tamamlayamadığım gezi sonrası farklı 4 rotada tamamlamayı planladığımız Türkiye keşfinin ilk gezisi bu olacak. 

Bu sefer yol 3892 km. Teknik olarak biraz daha donanımlı bir yolculuk olacağı kesin. Ne de olsa "internetsiz" köyü olmayan Türkiye'mde turistiz. Üstelik bu sefer maviş de bizimle. 


Geziyi planlarken tarihe olan merakımızı, doğaya olan tutkumuzu ve elbette gurme damağımızın lezzetlerini harmanlamak biraz yorucu ve detaycı bir ön hazırlık gerektirdi.

Şimdi geri sayım başlayana kadar hayal kurmaya, araştırmaya devam. 

***

Baharı sevdiğimi söylemiş miydim?

Bir de gözler kalbin aynasıdır. Yalan nedir bilmez onlar... 

Martın sonu bahar olacak dedik, umudun müjdecisi de bahar oldu. 

HOŞ GELDİN. Aydınlık getir, gülen yüzler getir, yarına güvenle bakan gençlerin kahkahasını da unutma. 

Bursa, 10:02 - 5/52

07 Mart 2019

Sıkışıp Kalmak

Aslında hissiyatım bu. Sıkışıp kalmak. Çaresiz olmakla birlikte, çözümü bilip de yapamamak arasında sıkışıp kalmak.

Uykusuz gecelerin bir sebebi vardır. Her zaman. Ya yürek çığlık çığlıktır ya da kafa duman.

Fenadır.
Ruhun;
Kısır bir döngünün nerede başlayıp nerede bittiği belli olmayan katı haline bürünür. 
Bir süre sonra gözyaşı ile sıvıya dönüşür.
Sonra derin bir nefes alırsın gaz olur.

Yok oldu sanırsın.

Olmaz!

Gaz haldeki su buharının ani sıcaklık değişiminin etkisiyle çevresine ısı verip sıvı hale geçmeden direkt katı hale geçmesine kırağılaşma dendiğini öğrendiğimde gülümsedim. 

İnsanın kısır döngüsünün kırağılaşma hali saçına yansır. 

"Neden saçların beyazlanmış arkadaş..." namesinde ki, damdan düşenin halini damdan düşen anlar meselesi tam da budur işte. 

Uykusuz geceler... 

Sen yaşam bulursun bir taşın boşluğunda. 
Güzelsindir, neşeli, renkli ve hatta soğuk havalara inat baharın habercisi...
Oysa taş gelişmene, yayılmana izin vermez.

Sen bahar oldum sanırsın... 
Taşı görmezden gelip yaşama sevinci ile dolup taşarsın. 

Ne çok yenildin, Beckett'in dediği gibi..

"Hep denedin, hep yenildin. Olsun. Gene dene, gene yenil. Daha iyi yenil."

Taş olsan kalırdın. 
Sen çiçek oldun. 
Soldun.
 


 Bursa, 09:51 - 4/52
 
 

26 Şubat 2019

Puslu Havalar



Puslu havaların insana iyi gelen bir tarafı var bence. Kendinle daha fazla baş başa kaldığın, kendi sisinin içine dalıp da yol almaya çalıştığın bir iç yolculuk fırsatı. Bazen burnunun ucunu görmediğin, bazen de tıpkı bir sis lambası misali sana ışık olanların yardımı ile yolun belli bir kısmını kazasız belasız atlatıp varmak istediğin noktaya ulaşabildiğin.

Bir söz verdim kendime, kendime verip de tutamadığım sözler listesine bir yenisi eklenmesin diye çaba harcıyorum. Dilimi olumsuz, karamsar hatta başımın tepesinde bir kara bulut ile yürüme hissi veren her bir kelimeden arındırmak istiyorum. Dilimi arındırabilirsem, bakışımı da arındırabilirim gibi geliyor. Hayatımı olumsuzluklardan beslemek, bunları gerçeğim, yaşamak zorunda olduklarım diyerek kabullenmek istemiyorum. Hayatın puslu anlarından, gerektiğinde sis lambalarımı da yakmayı başararak geçip gitmeyi, varmak istediğim o sonsuz yeşile ve maviye ve hatta gökyüzüne yüzümü, yüreğimi çevirebilmeyi istiyorum.  Bursa, 10:51 - 3/52