09 Aralık 2009

DONDU YÜREKLER


Büyütüyorsun gözünden sakınarak, donuyor sonra bir gün bir anda zaman...
Tarih donuyor, gözyaşın donuyor, bildiğin bütün doğrular donuyor...
Kadınlar kocalarına, çocuklar babalarına, ana babalar oğullarına doyamadan donuyor zaman...
Çocuklar şaşkın, çocuklar yetim kalıyorlar kucaklarda...
Öfke yedi ile çarpılıyor, binlerce çoğalıyor sonra...
Donmayan tek şey öfke oluyor, öfke böyle zamanlarda kaynıyor...
Davul zurna ile karşılananlara bir baskında yedi genç yürek daha kurban veriliyor...
İnsanın aklı almıyor, yüreği dayanmıyor...
Analar gururlu, babalar gururlu, kadınlar gururlu bir yürekli askeri daha verdiler şehit diye,
Söylesene gurur bu kadar acıtır mı, yakar mı, söylesene gurur hayalleri yarım bırakır mı...


Ne anayım, ne babayım, ne şehit verdim kocamı teröre, ne de yetim kaldı çocuklarım
Yüreğinde şehit yangını bir ananın çığlığında
Yüreğinde şehit fırtınası bir babanın gözyaşında
Yüreğinde şehit sevdası bir kadının bakışında
Yüreğinde şehit sevgisi  bir yetimin şaşkınlığında
Dondu bildiğim bütün doğrularım





DÜNGÜNAN

Geçen hafta durup dururken geldi aklıma, kediler üzerine konuşurken. Adını belki 15 yıl sonra ilk defa andım, o da onu değil de kedilerini anlatabilmek için. Ne tuhaf bir kediydi bir bilseniz. Duvara yaklaşırdı burnunun ucuna kadar, boynunu yatırır yana ve dokunmazsanız öylece dakikalarca bakardı duvara... Bunu hatırladıktan bir kaç gün sonra bu sefer bir rakı sofrasında; arkadaşlıklar, dostluklar ve ilişkiler üzerine yapılan, kıvamı koyu, lezzeti doyumsuz bir sohbette bir kez daha adı geçince aklıma gelmeliydi aslında ama gelmedi işte... Nerede, ne yapıyordur bile demedim içten içe...

Dün yorucu bir Ankara yolculuğunun dönüşünde gece uyku da tutmayınca, düşünebilirdim belki üzerine ama dedim ya, daha anlatırken bile aklıma gelmemiş olanın sonrasında aklıma düşmesi de beklenemezdi. Ben her zamanki rutinimde dönerken; soldan sağa, sağdan sola, yastıkla verdiğim kavgayı kazanınca ve yorgun düşünce düşüncelerden bir parça, daldım hani şu sımsıcak senli benli uykuma... Sabah, soğuktan arta kalan kırağılar gibiydi; soğuk, beyaz ve kırılgan bir buz sanki... Yatakta uzun süre debelendikten sonra, ağrıyan bedenimi pek de hevesli olmayan bir hızla kaldırdım yataktan, saate baktığımda mesai saatinin çoktan başladığını gördüm. Telefona uzanan elimin cansız ve telaşsız haline çok da aldırmadan, isteksiz bir sesle konuştum telefonda, bir önceki günden tarafıma iletilmesi gereken bir not olup olmadığını sordum. A. aradı dediler, arkadaşınızmış: Telefonunu bıraktı. Gülümsedim; geçen hafta aklıma gelişine, kedilerini anlatışıma ve 15 yıl öncesinin bakış açısıyla durumlara alınan tavırlara...

Geçti gitti üç dört saniye içinde tüm düşünceler, hemen sonrası gene koca bir yavaşlık, ağırlık ve kırgınlık... Kendi içimde debelenirken çıktım kapıdan. Arabayı çalıştırırken ve trafikte sıkışıp kalmışken, ve hatta yol boyu aklımda hiç bir şey yoktu. İşe geç kalmıştım. Kendi ruhumun ağır aksak hayata akışının sabahki trafikle uyumuna şaşıp kalmıştım. Hayatın ritmi bazen ne kadar da uyumlu olabiliyor ruhumuzun ritmi ile aslında... Az sonra polisin 'sağa çekmemi söylediği' el hareketi ayılmak bilmediğim kendi halimden uyandırıverdi beni. Debelenmekten bir anda kurtuldum. Hayat hızla akan bir trafik gibiydi. Sağımdan solumdan geçen, hayatın içinden arabaların arasında duruyor muydum ben, onların yarattığı akıma mı kapılıp gelmiştim yoksa bunca yolu. Memur ehliyet ve ruhsatı isteyecekti alışık olunduğu üzere, bu yolda geçen hafta olan kazada 5 kişi öldü dedi. Trafik sigortanız yenilenmemiş dedi. Arabayı bağlayacağım dedi. Ben sadece gülümsüyordum söyledikleri karşısında. Ev yakın dedim, ya da hemen şuraya fakslatayım, geçen hafta yaptırmıştım sigortamı ve biliyorum kazayı hemen yanından geçmiştim, arabayı bağlamanız şart mı? Ben bütün bu cümleleri seri bir şekilde kurduğumu düşünürken, çalan telefonla kendime geldim. Polis belgeleri alıp arabasına doğru uzaklaşmış ve ben kendi kendime koşuyordum hep dendiği üzere deliler gibi. Telefonu meşgule aldım, faks çektirmek üzere uzaklaştım... Ters gidince gidiyordu herşey, karşı tarafın faks makinası bozuktu o çözüldü, bu tarafın kağıdı bitmiş fark edilmemişti. Kağıt takıldı, faks istendi bir kez daha, kağıt ters takıldığı için gelmedi. Kağıt düz takıldı, faks rica edildi bir kez daha ama bu seferde cihaz bozuldu. Başka bir numara verildi, nihayet faks geldi. Ters yoldan gitmemek üzere, ufak bir şehir turu ile faks polise ulaştırıldı. Ceza kağıdı alındı; trafikte telefonla konuşurken radara yakalanmıştım; uyarıldım, iyi oldu.


An itibarıyla, gün hala ağır aksak, ruhumla ve yüreğimle uyumlu: Hafif bulutlu, yağmuru topluyor güneşim penceremin önünde, uzaktan çok uzaktan sıcak bir yel esse de bugün bana ulaşmıyor, dedim ya ruhum bir tuhaf bu sabahtan beri; soğuktan arta kalan kırağının, soğuk, beyaz ve kırılgan yüzü yüreğim...




___________________________________________________________

Fotoğraf / 1x.com / Winter © MMarie

( Yol + cu ) + luk = Aşk

Yol sana çıkıyordu
Yolcu sana...
Yolculuk bir düştü, her seferinde yönü aşka

Yol sana çıkıyordu
Yolcu sana...
Niyet yola çıkmaksa da
Aşk bu; her seferinde geçit vermiyordu sevdaya

Yol sana çıkıyordu
Yolcu sana...
Yolculuk bir düş'tü, eşitlik bazen bir küçük eğik çizgi ile kolayca bozulsa da

Düş; yüreğince olsa da,
Gerçek; yüreğine uymasa da


Yolculuk düş/tü... Yolcu düştü... Yol düş...





Yolculuk bir yolcunun yola çıkma niyetiydi, yol hep vardı, yolcu hep hazır...
Yüreğinde kocaman sevdalarla, yeni yepyeni bir aşka yelken açan sana;
dilerim bu sefer yolculuğun son durağı yüreğince olur.
Düşün gerçeğin, gerçeğin düş gibi olur.



08 Aralık 2009

ANLADIN DEĞİL Mİ?










Bazen net gibi gözükse de herşey, derine daha derine bakmak gerek, görünenin ardına; duygunun gözyaşındaki yansımalarına...



Ve fark etmek gerçeği:
Çok seven yüreğin içten içe yandığını...

07 Aralık 2009

FARK ETTİN DEĞİL Mİ?













Bazı mantarlar ne kadar lezzetli gözükseler de, ufacık bir ısırığı bile öldürür duygularını...