Dün akşam mutfakta yemek hazırlığı yaparken kabaran kulağımın duyduğu cümleydi:
"Bu ülkede doğum kontrolüyle "kısırlaştırma hareketi" yaptılar..."
Güneydoğu şartlarına göre 3 çocuktan fazlası yapılmalıydı. Hatta -refah düzeyi ve okullaşma oranının ülkenin en yüksek değerlerine ulaştığı!- güneydoğuda daha fazlası yapılmalıydı. Eskiden amerikan bezi vardı şimdi iş kolaydı... -Bütün mesele boku temizlemekti.- Süt de anneden olunca çocuğu büyütmekte ne vardı...
Kulaklarım daha fazla bu sözlere maruz kalmayı reddetmiş olacak ki, avaz avaz şarkı söylerken kestim parmağımı... Acısı ile irkildim. Sustum ve geriye gittim:
Yıllar önce bir hastanede çalışırken gelmişti kapıma. Bir tişörtle altı bağlanmış bebeğini susturamıyordu ve parası olmadığı için kimse bebeğine bakmıyordu. Kucağıma aldım bebeğini, şaşırdı, üstün kirlenmesin dedi... Kirlensin, yıkarız temizlenir dedim. İlk defa o zaman gülümsedik birbirimize... Çocuk doktorlarına rica ettim, kırmadılar sağolsunlar, ne gerekiyorsa yaptılar. Uzunca bir süre kendi aramızda para toplayıp, süt, bez, kıyafet aldık bebeye...
Gel git sohbetlerde öğrendim; henüz 24 yaşında olduğunu. O bebeden gayrı 4 tane daha çocuğu olduğunu ve terk edilmiş bir bahçede köpeklerle birlikte geceleri uyuduklarını. En büyük oğlunun 9 yaşında olduğunu, kocası olacak adam tarafından defalarca dayak yediğini, bayıldığını, çocuklarının önünde tecavüze uğrayıp, sabah döller üzerinde uyandığını... Sonunda dayanamayıp evi terk ettiğini, cemevinin ona sahip çıktığını, kontrol için gittiği sağlık ocağında ona spiral takıldığını, artık hamile kalmayacağı için ne kadar mutlu olduğunu, bir fabrikada bulaşıkçı olarak çalışmaya başladığını, bir göz odada çocukları ile yuva kurma hayalini, kocası olacak o adamın onun izini sürüp onun ve çocuklarının hayatını bir kez daha kararttığını, spiral kaydığı için kanamalarının arttığını, çıkarttırmak zorunda kaldığını ve ondan sonra iki kere daha hamile kaldığını, en sonunda kaçıp çöplerden beslenip sokaklarda uyumayı göze aldığını... En büyük oğlunun ayakkabı boyayıp para kazandığını, hırsızlığın günah olduğunu çöplerden insanların yemediklerini toplamanınsa bir erdem olduğunu anlattığı çocukları ile geceleri herkes uyuduktan sonra çöplerden topladıkları ile pişirdiklerini, köpeklerin getirdiği kuru ekmekleri ve daha nice ayrıntıyı dinledim ondan...
Sonra bir gün iki gözü iki çeşme geldi odama... Büyük oğlu ve bebe yanındaydı... Susturmak için çabalamadım. Uzun süre ağladı. İçi kuruyana kadar derler ya... Sandım ki onun ki hiç kurumayacaktı....
"Çocuk esirgemeden geldiler; sadece ikisi yanımda kalabilirmiş, 3 taneyi onlara vermemi istediler... Ama hangi üçünden vazgeçebilirim ki ben... Büyük oğlum bebenin sana ihtiyacı var, kızı al yanına biz üç oğlan idare ederiz deyip duruyor. Sana danışmaya karar verdik."
Bana...
Henüz 28 yaşında, hiç anne olmamış bana... Ne diyebilirdim ki... Dilim sustu... İçimin çığlıkları susmadı. Ne yaptı bilmem... Nasıl vazgeçti bilmem... Kalanlara ne anlattı bilmem... Gidenler oldu mu, onları bi daha görebildi mi bilmem... Kocası olacak o adam onu rahat bıraktı mı bilmem... O bütün bu olanlardan sonra rahat bir uyku uyayabildi mi bilmem... Bildiğim böyle durumlarda empati falan yapılmadığı... Böyle durumlara şahit olunmadıkça, karı boşamanın herkese kolay olduğu...
Demem o ki... Bu ülkede doğum kontrolü bazı kadınlara ulaşamadı. Ve bazı anaların memeleri bırakın iki yılı iki kere emzirecek kadar bile süt dolmadı.
Şartlara gelince... Bu ülkenin şartları ne yazık ki iki ucu boklu bir değnektir ve ne yazık ki bez dokuyacak bir tezgah bile kalmadığından, değnek elde dolaşıp duran işsizler ordusuna her geçen gün yeni bebeler eklenmektedir.