Bugün sizlere Ortaçağ romantizmi anlatacağım... Yer bize göre kuzeyde... Bize göre küçük... Bize göre fazla eski, anlayacağınız bize göre biraz modernleştirmeli... Belki bir kaç ağaç söküp 3-5 AVM eklemek gerek, yani bize göre...
Oysa koruyabilmeli insan yaşanmış olanı değil mi? Resimleri yırtıp atmak gibi bizim alışkanlıklarımız, sanki o resimler yoksa, yaşanmışlıklar da yok olacak. Bizi biz yapan, bir ülkeyi, bi kültürü, bir coğrafyayı var eden, yaşanmışlıklar değil de nedir? Anlaşılması güç bir hal alıyor zamanla "yok ederek modernleşmek". İnsan pek ala geçmişi ile de "modern" olabilmeli, var işte çok çok çok güzel örnekleri.
Dönelim mi ortaçağa... Kısa bir yolculuk olacak meraklanmayın. Benim için öyle oldu, kısa ama tadı yüreğimde kaldı. 10 yıl sonra yeniden geldim... Ve dilerim bir 10 yıl daha beklemem bir kez daha gelmek için diye ayrıldım.
Nerede miyiz? Fransızca adı, Bruges, Hollandaca Brugge diye yazılıyor. Almancası ise Brügge... Belçika'nın batı Flandra ilinin başkentideyiz. Başkent deyince gelmesin soğuk ve resmi bir kent aklınıza. Bu kent bana göre sımsıcak kaşmir bir battaniye havasında. Yürüdükçe sokaklarında, ortaçağ romantizmi işliyor içinize. Yürüyüşünüz bile değişiyor zamanla.
II. Dünya savaşının bozamadığı bu şehre gitmeyi planlayın, ev yapımı çikolataları, rahibe işi dantelleri, kanalları ve 400'den fazla bira çeşidi ile size kendisine aşık edeceğine garanti gözüyle bakın yola çıkarken ve unutmayın aşk toslamaktır bir duvara -ama şansınıza bu duvarlar brick denen bizdeki adıyla harman tuğla yani, lafı uzatmayayım- toslayın da zaten, aşk bu! insanın karşısına bir, hadi şanslıysan iki kere çıkar, o da çıksa çıksa.
Bırakın aksın XII. yüzyıldan başlayarak zaman, pırıl pırıl kanalların arasında dolaşırken siz bir tekneyle bir ağaç gülümsesin doğanın tüm renkleri üzerinde.
Şansın yanınızda olduğu bir günse eğer ki, bizim için kesinlikle öyleydi... Kasım ayının sonunda güneş açtı yüzümüze... Gülümseten, şaşırtan ve yüreğimizi ısıtıan bir anıya dönüştü birden bire her detay. Panayır bile kurulmuş kentin orta yerine... Çeşit çeşit peynirler, sosisler, sucuklar ve biralar... Ama ne biralar... Patates bira klasiği için bir köşe bulduk kendimize... Az sonra çıkacağımız kanal turunun hayaline kaldırdık ilk kadehleri, ikincisi yarı fiyatı... Devirdik birer tane de bize bu güzellikleri görme fırsatını verene. Şükrettik ve gün boyu hep gülümsedik.
Az önce yürürken gördüğümüz kadını gördük panayır yerinde.
Elinde torbaları
belli ki bisikleti bir sokak ötede
yürüyordu aheste yüzünde soğuk kış güneşi gülümsemesiyle
pırıl pırıldı beyaz teninde ışıldayan açık gri gözleri
Yaşlanınca böyle bir yerde yaşasam dedim içimden, güler miydi ki gözlerim böyle içten.
Planlasak olur muydu bilmem,
ama oldu işte: "Christmas Market" açılmıştı bizim şerefimize
Davete icabet etmek gerek dedik, verdik 12 avro giriş ücreti, daldık bir masal diyarı olan
Winter Moments with Flowers, 2013'e...
Kaybettik zamanı çiçekler arasında, orada çekilen fotoğraflar kaldı bir başka yazıya....
Şarap tadımından sonra attık kendimizi dışarı,
bir elimizde kahve diğerinde tarçınlı kurabiye,
ah be şair uymadığı mısra buraya...
Gene de umurumuzda değildi dünya...
Hemen yanıbaşımızda akıyordu deniz...
Kentin içine kadar girmiş.
"gel" diyordu.
"gel gir içime"
Atladık bir tekneye, belki varız 20, bilmem ki belki de bir ben, benden içeri.
Gitiik usul usul ileriye... Bir kanal boyu geriye sonra ve sonra sağa. döndük.
Sonra biraz eğildik. Bilmem ki belki ben uzundum diğerlerine göre.
Kafamı kaldırdım. Baktım ileriye...
Koca bir heykel önümde.
Ölümsüz hikâyesiyle Giovanna d'Arco -bildiğimiz adıyla Jan Dark-
Sanki birşeyler fısıldadı yüreğime.
Bitti mi gün sahiden, ne zaman bıraktı sahneyi güneş aya...
Alkışlayamamıştım ben ayakta.
Bir kere daha.. Bir kere daha çıksan sahneye Bruges.
Anlatsan yaşadıklarını bana.
Ev ev hikayelerim olsa cebimde bir kırıntı niyetine.
Geçtiğim sokaklara bıraksam teker teker onları.
Bir kez daha yolum çıksa sana.
Amin.
Fotoğraflar Samsung W ile çekilmiştir.